Üyelerinin imkânlarını Ergenekon’a ve darbecilere mâlî kaynak olarak sunan sarı sendikaların egemenliğinde Türkiye’de son derece güdük kalan sendikal mücadele alanı halktan da pek tabî olarak itibar görmedi. Sistemin kendi eliyle örgütlediği büyük işçi sendikalarından sonra sol muhalefeti temsil etme iddiasındaki sendikalar da DİSK örneğinde görüleceği üzere solun tutarsızlıkları ve halkın değer dünyasına karşı takındıkları menfi tutumlar ve Kemalist sola yatkın ya da eklemlenmiş karakterleri nedeniyle halk nezdinde olumlu bir etki bırakamadılar.
Tarihi yeni sayılabilecek memur sendikaları için de benzer şeyler söylenebilir. Türkiye’deki memur sendikaları siyasetteki üç ana akımı temsil babında oluşturulmuştur. Resmi ideolojinin dil, tarih ve inanç çerçevesine uygun hareket eden Kamu-Sen örgütlenmesi, devleti her türlü muhalefetten koruma vazifesini üzerine almıştır. Kendisine misyon olarak hak ve özgürlükleri genişletmek yerine statükoyu koruyup kollamayı seçen bu sendika çizgisi bizatihi sendikal anlayışın tarihi gelişimi için tam bir talihsizlik örneğidir. Sistemin kutsallarına dönük en ufak bir eleştiriyi hoşgörü ile karşılamayı bir kenara bırakalım sürekli yeni kutsallar üretmede pek mahir olan bu sendikal yapılanma özellikle eğitim anlayışındaki statükoyu koruyan, özgür ve alternatif düşünceyi baskılayan bir karaktere haizdir.
Özgürlükten değil de resmi tarih ve dil tezlerinden, kültürel bir öğe olmanın ötesine gitmemesi kaydıyla sözde Müslümanlığa saygıdan oluşturduğu karma ideolojik çerçevesiyle bu anlayışın sendikal mücadelesi halka ve insanlığa hangi yararları sağlayacağı hususunda elbette tutarlı bir cevap oluşturamayacaktır. Ulus devlet formuyla başka dil ve etnik unsurları yok sayarak, dinî azınlıkları her zaman türlü araç ve imkânlarla düşman belleyerek oluşturduğu propaganda mekanizması insanlık adına karanlık bir tabloya işaret etmektedir. Bir siyasi parti formatının içine hapsolan bu sendika çizgisi ancak sığ ve şekilci çizgide varlığını sürdürecek ve insanlar için hayra matuf bir duruş kazanamayacaktır.
Kamu-Sen’in ideolojik karşıtı olarak ondan daha erken örgütlenen ve sendika mantığını daha önce bünyesinde taşıyan KESK de Türkiye’deki sendikal mücadele fotoğrafı bakımından ilginç kareler sunmuştur. Bünyesindeki farklı çevrelerin etkileri bu konfederasyonun çoğu kere çelişkili tavırlar içerisinde bulunmasına yol açtıysa da son dönemdeki tutumları tam bir sefalet görüntüsü yansıtmaktadır. AKP karşıtlığını özgürlüklere karşı durma noktasına taşıyan bu çizgi de sözde özgürlükçü söyleminin çok gerisine düşmüştür. Son yıllarda laiklik çığırtkanlıklarına her fırsatta prim veren, yerine göre ihbarcılıktan kaçınmayan ve her ne olursa olsun kızgın ve ürkütücü muhalefet anlayışıyla mukabelede bulunmayı kendine görev addeden bu sendika, umut ve alternatif üretmek yerine karanlık bir gelecek dayatmasını pompalamaktan zevk alır bir tavrı benimsemiş görünmektedir. Türkiye’deki sol hareketin umumiyetle İslami değerlere dönük saldırgan tavırlarından bu sendika da kurtulamamış ve özgürleşme putunu zorunlu olarak yemiştir.
Evveliyatlarında yekdiğerine muhalif olarak inşa olmuş her iki sendika da hâlihazırda derin tutumları berkitmek idealinde buluşmuşlar, ulusalcı kanadı takviye etmek çabasında yan yana gelmişlerdir. Eğitim iş kolunda kitlesel üyeye sahip bu sendikaların başörtüsü yasağıyla ilgili hiçbir özgürleşmeci açılımları olmamıştır. İhbar ve dayatma ise artık sıradan hadiseler olarak kabul edilmektedir. Özgürlük alanlarını yok etmeyi hedefleyen darbeci Ergenekon oluşumuna dönük bu çevrelerden ciddi bir değerlendirme ya da tepki gelmemesi asıl korku alanlarına işaret etmektedir.
İslami kesimleri içerisinde taşımayı amaçlayan muhafazakâr sendika örgütlenmesi olarak Memur-Sen klasik muhafazakâr refleksleri ‘aşamama’da ısrarcı davranışlarını sürdürmektedir. AKP’nin siyaset üzerinden yerine getirdiği misyonu paralel bir biçimde kendi yapısına taşıyan bu sendika, resmi şablonu ılımlı hale getirme sürecinde kendi adına mesafe kat etmiştir. Resmi ideoloji dolayımında değer ifade eden günleri siyasi iktidarın sivil ayağı olmanın verdiği “vazife çıkarma” refleksiyle kutlayan Memur-Sen, sadece geçen yılki başörtüsüyle ilgili anayasa değişikliği esnasında gösterdiği tepkiler dışında yıllardır Türkiye’deki en büyük yasak alanına işaret eden başörtüsü yasağı ile ilgili ciddi bir çıkış yapmamıştır. Bir sendikanın kuruluş ve örgütlenmesindeki en büyük amaç üyelerinin ve halkın hak ve özgürlük alanlarını genişletmek olmalıyken siyasi iktidarlarla paralel tavır geliştirmek, bürokraside kademe atlamak haline geliyorsa sendika da özgürlük talepleri de ortada kalmayacaktır. Memur-Sen’in edilgen kimliği zaten hak arama, yasaklar ve yasakçılarla hesaplaşmada çekingen bir yapıya sahip tabanının bu cesaretsiz tutumunu daha da pekiştirmiştir. Özgürlükleri genişletme misyonunu havale ettikleri iktidar partisinin bile çok gerisine düşen bir sendika hareketi kimler için ve ne kadar umut olabilecektir? Demokrasinin sayı hesabından başka bir amacı üyeleriyle paylaşmayan ve sığ politikalarını ileri sendikacılık diye takdim edenler muhalif sendikaları da yanlarına alarak halk kesesinden sendikacılık üreterek tarihe geçmişlerdir. Gelinen nokta tam bir utanç halini ifade etmektedir: Üye aidatlarını devlet(halk)ten alan bir hareket ne kadar bağımsız olabilir? Ne kadar kendine alan açıp özgürlük talebinde bulunabilir?
İrili ufaklı birçok sendikanın sunduğu resim siyasi partilerden farksız bir niteliktedir: Resmi ideoloji ve modern kapitalist paradigma doğrultusunda örgütlenmek. Sadece nüanslarla ayrışan bu yapıların adil bir dünya için, hak ve özgürlüklerin egemen olduğu bir ülke için gayret göstermeleri herhalde tam bir hayalcilik olacaktır.
Türkiye’deki egemen siyasa, modern ulus devlet terkibiyle hayatın hemen hiçbir alanında boşluk bırakmamayı hedeflemiştir. İmajını her şeyi kuşatan dev bir tipleme olarak tasarlamış ve zamanla bunu içselleştirmiştir. Karşı çıkışa meydan vermekte kararlıdır. Bunun yanında zaman zaman ufak tefek direnajlar oluşturarak ılımlı açılımlarla tehlikeleri bertaraf etmeyi de ihmal etmemiştir. Ancak Müslüman olsun olmasın, onurlu insanların saygın mücadeleleri artık yapıda önemli gedikler açmıştır. Bu gediklerin çoğaltılması, adaletsiz çerçevenin parçalanması için toplumsal alanların hemen hepsinde durmaksızın sürdürülecek, genişletilecek önemli mücadele alanları var edilmelidir. Sendikal mücadele de esas itibariyle bu amaca matuf olduğu kadarıyla anlamlıdır. Tek başına kesinlikle bir anlamsal bütünlüğe işaret edemez. Bağlı bulunduğu yüksek inanç alanı doğrultusunda insanlığa adalet götürmeyi, hak ve özgürlükleri çoğaltmayı, darbeci ve yasakçıları derdest etmeyi amaçladığı oranda değerli olacaktır. Dernek, vakıf ve diğer çalışma alanlarının yanı sıra hayata doğrudan müdahale edebilme şansına sahip olduğu için sendikal mücadele de sorumluluk alınacak bir alan olarak değerlendirilmelidir.
Egemen iktidar-muhalefet oyununa çomak sokacak, dayatmaları teşhir edecek, hak gasplarının önüne geçmek için sistemli bir muhalefet yapacak, sahte kutsallara karşı bilinç uyanışını tetikleyecek sendika anlayışı tevhidi süreçlerin yararlanacağı bir imkân olarak görülmelidir. Tersane işçilerinin ölümleriyle sarsılan, ekonomik kriz (ya da kapitalist kuşatma) batağında çırpınan, mevsimlik işçilerini yollarda kaybeden yoksul halkın vicdanı olacak, resmi ideolojinin dil ve eğitim anlayışından inancın esaretini çekip çıkaracak, onlara çıkış kapısını işaret edecek sendikal çizgiyi örgütlemeye başlamak geç kalınmış bir uğraş olarak bile değerlendirilebilir.