Türkiye Kürdistanı’nda Müslümanlara yönelik saldırılar

Haksöz

İşbirlikçi rejimlerin ulusçu ve Batıcı politikalarının yarattığı Kürt sorunu, her geçen gün biraz daha emperyalist güçlerin Orta Doğu üzerindeki çıkar çekişmelerinin vazgeçilmez bir kartı haline gelmektedir. Kürt sorununa fiili çözüm arayan iki Kürt lideri Barzani ve Talabani de TC pasaportu almak suretiyle emperyalist pakta bağlılıklarını resmileştirdiler. Bu arada Batıcı-laik-ulusçu kimliğine rağmen daha radikal ve TC karşısında daha uzlaşmasız bir askeri ve politik çizgi takip eden PKK ise; özellikle Türkiye Kürdistanı'nda Türkiye rejimini de oldukça memnun eden yeni bir çatışma hedefi daha seçti. PKK bölge halkı içinde faaliyeti bulunan müslümanlara olan tahammülsüzlüğünü, fiili düzeye çıkartarak bölgede etkinliği olan müslümanlara yönelik saldırılara girişti ve birçok müslümanı da şehid etti.

Oysa bölgedeki haksızlıkların, baskıcı politikaların, ırkçı uygulamaların faili; şirke, zulme, sömürüye ve her türlü haksızlığa karşı çıkma bilincinde olan müslümanlar değildi. Ancak müslümanların TC rejimine ve uygulamalarına karşı çıkışları, onları, kendi inançları ve değerlerini terk edip PKK'nın laik ve ulusçu saflarına katılmaları anlamına da gelemezdi. Müslümanlar, TC hakimiyeti altında nasıl ki güçleri yettiği oranda kendi kimliklerini ifade etme çabasını sürdürüyorsa, daha PKK rüzgarlarının yel değirmenlerini döndürmeye bile yetmediği bir ortamda da kendi kimliklerini ortaya koyacaklardı. Bu tabii bir hak aynı zamanda İslami bir sorumluluktu. Ama PKK, müslümanların en azından kimliklerini ifade edebilecekleri vasatı emperyalistlerin yöntemlerine başvurarak yok etmeye çalıştı. Ve müslümanlar üzerinde terör estirmeye başladı. Aynı zamanda -müslümanlar arası bazı yaklaşım farklılıklarını da kullanıp- ayrıştırıcı politikalara başvurarak kendi saldırıları karşısında müslümanların ortak çözüm üretebilme imkanlarını da ortadan kaldırmaya çalıştı.

Bilindiği gibi şiddet çoğu zaman ters tepen bir silahtı. Ve bir müddet sonra PKK'nın müslümanlara yönelik saldırılan geri tepti. En çok Türkiye rejimini memnun eden bu karşılıklı çatışmanın müsebbibi PKK, müslümanları kontrgerillacılıkla suçlamaya başladı. Ama bu suçlama doğru değildi ve tutmadı da. Artık son günlerde PKK sempatizanı basın bile kontrgerilla yaftasını bir kenara bırakarak, Hizbullah adını kullanmaya başladı.

Şimdi PKK bölgede etkinliği olan müslümanları sindirmek adına cami baskınları ile, halkın gözü önünde köy imamlarını katlederek, hatta bu çatışmayı durdurmak isteyen ve çevresinde sevilen bazı müslümanları hunharca şehit ederek gerçekleştirdiği vahşetin kontrgerillacılıktan da çok daha kötü ve şaibeli olduğunu ve kimlerin ekmeğine yağ sürdüğünü düşünmelidir.

Müslümanların tavrına gelince; silahlı karşı koyma İslam'ın belirlediği meşruiyet sınırları içinde insanidir. Zira ölme hakkı yok, savunma hakkı vardır. Ve müslümanlar mazlum ve mağdur olan kardeşlerini savunurlar. Ancak, bu savunma stratejik bir açılım temeli olarak görülüyorsa veya kör ve çıkmaz bir hesaplaşmanın kıskacında ortak düşmanı güçlendiren ve kimliğimizi zayıflatan bir tutum olarak işliyorsa tabii ki içinde olduğumuz hali oturup istişare etmeli ve tartışmalıyız.

Bu noktada önemli bir husus; gerçekten bölgedeki nitelikli ve sorumluluk yüklenen müslümanların, aralarındaki bazı farklılıklara rağmen ortak sorunlar karşısında istişare etme görevlerinin bir farz olduğu bilinciyle hareket edip etmedikleridir.

Unutulmamalıdır ki, İslami mücadeleyi bir yaşam biçimi olarak algılayanlar, sorunlarını ancak Kur'an'ın rehberliğinde çözmeye çalışanlardır. Kur'an'ı anlamanın yolu da, ona önyargısız yaklaşarak ve muhkem hükümlerini temel belirleyici kabul ederek vahye teslim olmaktan geçmektedir.