İsrail'in kuruluşu ve Türkiye'nin bu ülkeyle o günden beri süren münasebetleri, zannediyorum bir benzeri kolay bulunamayacak bir ilişkiler tarihi oluşturur. Çünkü kah gizlenen, kah açıklanan; kah en üst seviyeye çıkan ve hemen ardından üçüncü katip seviyesine inebilen bir ilişkidir bahsedilen.
Varlığı bile kolay izah edilemeyen ve bir benzeri daha kurulmamış belki de kurulamayacak bir ülkedir İsrail ve alışılmışın dışındaki kuruluş hikayesini, alışılmışın dışında davranışlarla devam ettirmeye çalışmaktadır. Kuruluşunun temeli sayılabilecek Birleşmiş Milletler'i bile dinlememekte ve bu kuruluşun kendisi ile ilgili aldığı aleyhte kararlara, gülüp geçebilmektedir. Söz konusu kuruluşun İslam ülkeleri ile ilgili aldığı kararların bu ülkelerin başına ne belalar açtığı ise hepimizin malumudur.
Bu ülkenin varlığı ve devamı ile alakalı olarak çözülemeyen bir sır vardır sanki. Birileri dünyanın değişik ülkelerinde bulunan birtakım insanları biraraya getirmiş ve başlarından atar gibi Ortadoğu coğrafyasının tam kalbine paslı bir bıçak gibi yerleştirmiştir. Az sayıda nüfusuna rağmen, çevresinde bulunan ve tabii olarak düşmanları olan Arap ülkelerine karşı çeşitli şekillerde üstünlük sağlamayı başarmış bir bıçak. Geleneksel söyleyişle, "beraber olup tükürseler boğabilecek sayıda" olan Arap ülkelerine karşı sağlanan üstünlüğün izahı değişik şekillerde yapılabilir. Ama netice, varlığına tahammülü olmayan yüzmilyonlara rağmen bu ülke var olmayı başarmış bulunmaktadır.
ABD'nin "Farenin emrindeki fil" olduğu tezi, İsrail'in varlığıyla alakalı tezlerden en önemli olanıdır. Ama kimisine göre de aslında fil, fareye, bölgede bulabileceği tek gerçek müttefik olduğu için katlanmakta ve her türlü nazını bazen istemese de çekmektedir.
Farenin emrindeki filin, hemen bütün işe yarar mekanizmalarının belli bir kesim tarafından ele geçirildiği, iktidara gelmek isteyenlerin bu mekanizmalar tarafından tayin edildiği, dolayısıyla filin farenin emrinden çıkmaya şansı olmadığı görüşünü doğrulayan oldukça çok emare vardır. Ve örnekteki faremizin fil dışında temasta olduğu ve benzer sebeplerle korumalarına mazhar olduğu birçok değişik güç bulunmaktadır.
Türkiye-İsrail münasebetleri bu açıdan aslında iki ülke arasında münasebetler olmaktan çok, çeşitli sebepler dolayısıyla ülkemizin mecbur, maruz kaldığı ve hatta "itildiği" bir münasebet biçimidir. Çünkü 1948'den beri yaşananlara bakıldığında bütün olup bitenlerde genel olarak "müstekreh" bir tavır hep ön plana çıkmaktadır. Bu tavrın belki de gösteriş için olduğu da varsayılabilir ve zaman zaman doğrudur da. Ama sözgelimi pervasızlığa alışmış İsrailli yetkililerin zaman zaman yaptıkları "haddi epeyce aşan" açıklamalar kayıtlardadır ve bu kayıtlar bizim zihnimizde ve ama ilgili zevatın herhalde kasalarında durmaktadır. Mesela daha 1983'te "Türkiye'nin ilgi sahalarında olduğunu" söyleyen İsrailli yetkili herhalde unutulmamış ve tam olarak ne söylemek istediğini bilhassa askerlerimiz iyi anlamış olmalıdır. Çünkü söyleyen İsrail Savunma Bakanlığı'nın bir yetkilisi idi ve söylemek istediği, "Türkiye ile şu anda sıcak bir çatışmamız yok dolayısıyla etki sahamızda değil ama ilgi sahamızdadır" gibisinden bir şeydi.
İki ülke ilişkilerinde siyasi dalgalanmalar, "kardeşlerimiz" dediğimiz komşularımızı kırmamak için ya da başka bazı sebeplerle iniş yönünü ve ama ABD ile münasebetlerimiz ve bu devlet tarafından itildiğimiz diğer bazı zamanlar da çıkış yönünü teşkil ederek sürmüştür ve öyle gözüküyor ki sürecektir. Şüphesiz bu zamanlar boyunca bulundukları makamın gücünü şahsi kararları doğrultusunda kullanabilenler de olmuş ve bunlar dalgalanmaları kendi bildikleri istikamette etkileyebilmişlerdir. Bu türden olayların belirleyici olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Çünkü bu türden davranışların, uzun vadede ilgili kişiler nezdinde sağlıklı bir getirisi olmamıştır. Ağır ve emin adımlarla yürüyen bir mekanizma, bireysel çıkışlarla bir yerlere doğru gitme meraklılarını kısa bir süre sonra kenara atmıştır.
Bilhassa askeri sahadaki gelişmeler, kendi silahını, tankını, topunu, uçağını, helikopterini vs. yapmaya muktedir olmayan bir ülkenin, bu ihtiyaçları için başvurduğu yerlerden aldığı cevaplara göre biçimlenmiş ve Türkiye, Avrupa ülkelerinin bazı iç meselelere özel bakışı, ABD'nin ise İsrail'le ilişkilerimiz açısından fırsat kabul etmesi sebebiyle İsrail yönüne doğru meyletmiştir. "Oradan olacağına olmasın" deme lüksü ise malumdur ki yok.
Durduğumuz yer, gideceğimiz taraf, uzak-orta ve yakın hedeflerimiz; kısacası kimliğimizin tanımı halen karmaşık. Üzerimizde hesapları olanlar bizi bizden iyi bilir durumda ve bu durumda hangi hamleyi yaparsak yapalım cevabi hamleleri hazır. İtiraf etmeliyiz ki oyunu bizden iyi biliyorlar kuralları zaten onlar koymuşlar ve daha da kötüsü akıllarına estikçe de -haber bile vermeden- değiştiriyorlar.
Ekonomik sıkıntı, gırtlağımıza kadar gelmiş borçlar ve onların nerdeyse bütün gelirleri alıp götüren faizleri... Bu durumda ülkenin kiminle ne türden münasebetleri olduğu ve bu münasebetlerin ne manaya geldiği sorusu yerine, aslında ülkemizin kendi ayakları üzerinde durup durmadığı, ilişkilerini özgür iradesiyle kendisinin belirleyip belirlemediği sorusuna cevap aramak belki daha uygun.
Ve galiba bu ülkede bulunan hemen herkesin, bu durumdan nasıl kurtulabileceğimiz, kendi ayaklarımızın üzerinde nasıl durabileceğimiz konusunda kafa yorması gerekiyor. İnanıyorum ki hep beraber kafa yorarsak bu sıkıntılı durumdan bir çıkış yolu bulmak elbette mümkündür. O zaman İsrail denilen oluşuma: "Bir dakika!. Sen nerden çıkmıştın bakayım?.. Normalde senin burada olmaman gerekiyordu... Bu bir yana, sen buraya dağdan gelmiş bağdakileri kovuyor, hemen her türlü melaneti, ağabey-ler-ine güvenerek pervasızca işliyorsun. Olmaz!" demenin ya da en azından "Yeter artık, otur oturduğun yerde, canımızı sıkma!" deme imkanı belki oluşabilir.
Mevcut durum -maalesef- bunu göstermektedir. Gerek daha önceki iktidarların ve gerekse mevcut AKP iktidarının yaptıkları özelde belki birtakım farklılıklar arzediyor olsa da esas budur.