Türkiye Cumhuriyeti geniş bir coğrafya üzerine kurulu Osmanlı'nın enkazları üzerine, reddi miras yaparak kuruldu. Yüzü Batıya dönük iki yüz yılı aşkın 'modernleşme' çabalarının getirmiş olduğu yabacılaşmanın sonucu olarak Türkiye, kurulduğundan bu yana hep emperyalist-sömürgeci güçlerin safında yer aldı. Özellikle İkinci Dünya Savaşı'nın ardından 'küçük Amerika' olma retoriği ile emperyalizmin tam bir uydusu, ileri karakolu durumuna geldi. Bu amaca uygun olarak Siyonist İsrail'i ilk tanıyan ülkelerden olma 'şerefine' sahip olmanın yanı sıra, Kore işgaline aktif destek vererek yapılan katliamlara ortak oldu. Tabii ki bu hizmetlerinin karşılığı olarak emperyalizmin silahlı kuvvetleri durumunda olan NATO'ya kabul edildi. Sovyet Bloğu'nun çökmesiyle anlamını yitiren NATO1, 'tehdit değerlendirmesini' değiştirerek; uluslararası terörizm, kökten dincilik ve etnik bölgesel çatışmaları öncelikli tehdit ilan etti. 'Hür Dünya'yı Soğuk Savaş döneminde fedakarca (!) savunan Türkiye, Yeni Dünya Düzeni'nin selameti için acilen Milli Askeri Stratejik Konsept (MASK)'e uyum sağladı. Rejimin 'kurucusu, koruyucusu' ve asıl sahibi zinde güçler 'kızılı' tehdit olarak görmekten vaz geçip, yeni tehditleri ilan etti; İslami gelişim ve ulusal Kürt hareketi.
Sovyet sisteminin dağılmasıyla, Türkiye, "Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar Türk Dünyası" ülküsü ile 'Neo-Osmanlı hezeyanlar'2 içinde Orta Asya ile akrabalık ve Ortadoğu ile tarihsel geçmişini hatırladı. Fakat bu bölge için yapılan planlar, emperyalizmin verdiği rol kadardı. O da, o çok övünülen 'batı ile doğu arasında köprü olama' olgusu idi. Yani yapılan emperyalizmin maşası olmaktır. Başta ABD olmak üzere emperyalist ülkeler, Türkiye'nin Ortadoğu'da ve İran Körfezi'nden başka, Kafkaslar ve Orta Asya'da da alt-emperyalist rol oynamasını zaten istiyorlardı.3
Yukarıda da değindiğimiz gibi, Türkiye kurulduğundan beri bu işbirlikçi konumunu hep korumuştur ve sürdürmüştür. Ne zaman emperyalist bir ülke ile üçüncü dünya ülkesi karşı karşıya gelse Türkiye tercihini hep emperyalistlerden yana belirlemiştir. Hele hele söz konusu ülke Ortadoğulu ise bu tutumu daha da belirginleşmiştir. Bu yabancılaşmanın getirmiş olduğu bir sonuç olarak, Türkiye, İsrail ile sürekli bir ilişki içinde ola gelmiştir. 1993 Oslo ihanetine kadar daha çok gizli yürütülmeye çalışılan 'dostane' ilişkiler, bu süreçten sonra hızlanmış özellikle 28 Şubat süreci ile pervazsızca geliştirilmiştir. Tabii ki bu süreçte Türkiye tarafının temsilcisi askerler olmuştur. 1958 yılında Menderes ile görüşmek üzere Ankara'ya gelen Başbakan Ben Gurion ve beraberinde Dışişleri Bakanı Golda Meir, Dışişleri Müsteşarı Şimon Perez ve Genelkurmay Başkanı Zvi Zur heyeti geldi. İslam ülkelerine bu ziyaretin resmi gerekçesi olarak EL-AL uçağının motorundaki bir arıza nedeniyle zorunlu iniş yapması olarak gösterildi.4 Böylesi gizlilikle sürdürülen ilişkiler, Oslo ihaneti sonrası, özellikle askeri konularda olmak üzere bir çok konuda pervazsız ilişkiler haline gelmiştir. Öyle ki bu işbirliği dış politikanın yanı sıra iç işleyişi bile belirlemeye başladı.
Türkiye ile İsrail arsında gelişen işbirliğinin 'Stratejik İttifak'a evrilmesiyle, dış politikada tamamen İsrail merkezli bir yaklaşım sergilendi. Özellikle 28 Şubat sürecinin başlatıldığı dönemde, İsrail'in düşmanları Türkiye'nin düşmanları haline geliverdi. Arkasına ABD'nin 6. Filosunu da alan bu ittifak, doğal olarak bölge ülkelerince tehdit olarak değerlendirildi. Türkiye'nin bir hukuk devleti olmadığı muhakkak. Bu işbirliğinin etkisiyle akıl almaz kanunsuzluklara da imza atıldı. Nurettin Şirin, TC elçisinin bile görüştüğü Lübnan Hizbullah örgütüne üye olduğu gerekçesiyle 17,5 sene hapis cezası aldı. Her sene düzenlenen "Kudüs Gecesi" gerekçe gösterilerek, Belediye Başkanı ve gecede tiyatro oynayanlar tutuklandı, İran Elçisi, istenmeyen adam ilan edilerek sınır dışı edildi. Bu liste uzatıla bilir...
Stratejik İttifak
"Siyonist İsrail devleti demek, Ortadoğu'nun kalbine yerleştirilmiş Batı'dır, emperyalizmdir, sömürgeciliktir. Tabir mazur görülürse, bir çeşit yabancı doku transplantasyonu demektir. İngilizler, ideolojik-siyasal bir akım olarak, daha Siyonizm'in ortaya çıkmasından kırk yıl kadar önce, Ortadoğu'da bir Avrupa devleti kurma düşüncesini çoktan ortaya atmış bulunuyordu. Kurulacak bu Avrupa devletinin nüfusu da bölgeye göç ettirilecek Yahudilerden oluşturulacaktı.5 Dolayısıyla, Batı emperyalizminden bağımsız bir Siyonizm hiçbir zaman söz konusu olmadı. Bu yüzden Siyonist İsrail devleti, Ortadoğu'nun Müslüman-Arap halklarını sömürgeleştirmenin etkin bir aracı, emperyalizmin "acil müdahale" üssü işlevine koşuldu..."6
Yukarıda kısaca değindiğimiz 'Türkiye-İsrail İlişkilerinin Öyküsü'nü Alptekin Dursunoğlu, dört yıl süren titiz bir araştırmanın sonunda kitaplaştırdı. Kitap, uzun bir zaman diliminde yaklaşık yirmi bin belge kullanılarak hazırlanmış. Sabırlı ve titiz bir araştırmanın sonunda hazırlanan bu eserde işgalci Siyonistlerle TC'nin ilişkileri kronolojik olarak hazırlanmış. Stratejik ittifaka evrilen TC-İsrail işbirliği sürecinin, konularına göre değil de kronolojik olarak verilmesi, okumayı kolaylaştırıyor ve bunun yanı sıra tarihsel sürecin gözümüzün önünde bir film şeridi gibi canlanmasını da sağlıyor. Kitapta, gelişen işbirliği karşısında tarafların ve de üçüncü tarafların görüşleri de yansıtılarak okuyucuya, konuya daha geniş bir perspektif ile bakma fırsatı da vermiş. 28 Şubat sürecinin başlaması ile birlikte, askeri kesimin bu ilişkilerin geliştirilmesi konusunda gösterdiği hassasiyet ve de Siyonist işgalcilere verilen ihaleler ve bu ihaleler etrafında dönen yolsuzluk iddiaları da kitapta etraflıca işlenmiş. Siyasilerin, 28 Şubat süreciyle birlikte İsrail ile olan ilişkilerde ki tavır değişiklikleri ve seçim meydanlarında Siyonizme karşı cihad yeminleri ettiren 'Refah Partisi'nin işbirliği karşısında takınmış oldukları ikircikli ve mahcup tutum da kitap ta yer bulmuş. Kitabın sonunda, ekler bölümünde farklı taraflardan yazarların makalelerinin olması da kitaba ayrı bir zenginlik katmış. Ortadoğu'da dengeleri belirleyebilecek bir sürecin, tartışmalarıyla birlikte kitaplaştırılarak kalıcı hale getirilmesi çok önemli bir hizmettir. Yakın tarihimizde olan ve devam eden bu süreci kitaplaştıran yazarımıza teşekkür ediyoruz ve kitabın önsüzünü yazan Fikret Başkaya'nın da dediği gibi sözü yazara bırakıyoruz. Bu kitap genelde dünyadaki, özelde de Ortadoğu'daki siyasal değişimleri ve olayları anlamak isteyenlerin, kitaplıklarında bulundurması gereken önemli bir kaynak.
Stratejik İttifak
Alptekin Dursunoğlu
Anka Yayınları
1. Basım Eylül 2000
2. Basım Mayıs 2001
3. Basım Haziran 2002
Dipnotlar:
1- NATO görünürde sözde 'kızıl tehlike' ye karşı kurulmuştu.
2- Brüksel'de dört dilde yayınlanacak bir yıllık için hazırlanan makalede Fikret Başkaya'nın kullanımı. www.rizgari.com/türkçe/gorus/baskaya_celiskiler.htm
3- age
4- Nezih Tavlaş, Türk İsrail Güvenlik ve İstihbarat İlişkileri, Avrasya Dosyası İlkbahar 1999 c.5 s.79, Stratejik İttifak'tan aktarım, s.35
5- Özgür Üniversite Formu, sayı 11, Kasım 2000
6- Ortadoğu Formu Başkanı Fikret Başkaya'nın " Stratejik İttifak" için yazdığı önsözden...