Umran Dergisi adına
Türkiye, İsrail'i ilk tanıyan ülkelerden biridir ve -soruda belirttiğiniz gibi- bu ülkeyle ilişkilerini 'düşük profilli' olsa da sürdürmüştür. Bu ve benzeri diğer tutumları nedeniyle Müslüman dünyaya ve Arap alemine mesafeli duran Türkiye, 1970'lerden itibaren İslam Konferansı'na ilgi duymakla birlikte İsrail'le ilişkilerini de giderek geliştirmiştir. Türkiye ile ABD arasındaki uzun süreli stratejik ilişkiler, ABD'nin kayıtsız-şartsız desteğine sahip olan değişmez partneri İsrail'le Türkiye'nin ilişkilerini de doğrudan etkilemiş, nihayet Türkiye'nin askeri teknoloji açısından ABD'ye bağımlılığı, İsrail'e bağımlı hale gelmesini de beraberinde getirmiştir. 28 Şubat sürecinde iyice pekiştirilen Türkiye-İsrail stratejik dostluğu, 11 Eylül sürecinde Türkiye'nin ABD-İngiltere-İsrail eksenine eklemlenmeye çalışılmasıyla farklı bir boyut kazanmıştır. El'ân Türkiye'nin "teröre karşı mücadele" adı altında bu eksenin yanında yer almaya zorlandığını da biliyoruz.
Türkiye'nin, 1970'lerden bu yana ilgi duyduğu İslam Konferansı'nın 31'incisine Haziran 2004'te İstanbul'da ev sahipliği yaptığı, Konferans'ın Genel Sekreterliğine bir Türk'ü (Prof.Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu) getirmek ve de toplantıdan KKTC lehine bir karar çıkartmak için gayret sarfettiği, dahası İsrail'in Kuzey Irak'ta gizli dolaplar çevirdiği bir süreçte, Başbakan Recep Tayyib Erdoğan'ın, İsrail'in Filistin'de yıllardan beri sürdürdüğü insanlık dışı uygulamaları "devlet terörü" olarak nitelemesi ve bunu birkaç kez tekrarlaması gerçekten manidardı.
İslam Konferansı Örgütü ile ve İKÖ'ye üye ülkelerle sahici ilişkiler geliştirmek yerine, bu tür ilişkileri, diğer uluslararası güçlere karşı adeta bir pazarlık unsuru olarak değerlendiren, bu yüzden de İslam aleminde 'güven' uyandırmayan Türkiye, acaba, İslâm ülkelerini bir kez daha mı aldatmıştı? Yoksa, sayın Başbakan'ın İsrail aleyhindeki sert açıklamaları, sadece söz konusu süreci etkilemeye yönelik geçici bir politik manevra hatta -kimilerince iddia edildiği gibi- bildik bir 'danışıklı dövüş' müydü? Dış ilişkilerdeki radikal tutumu herkesçe malum olan İsrail'in bu açıklamalara cılız tepkiler vermesi, daha da önemlisi geçtiğimiz günlerde T.C. Başbakanı adına bir üst düzey heyetin İsrail'i ziyaret etmesi, bu yöndeki kuşkuları büsbütün artırmış buluyor.
Neticeten: Türkiye, bugüne kadar İsrail'le ilişkilerinden hiçbir zaman kârlı çıkmamıştır; bilakis bu ilişki İslam ülkeleriyle Türkiye'nin arasını açan başat unsur olmuş, İsrail de Türkiye aleyhindeki faaliyetlerinden asla sarf-ı nazar etmemiştir. Siyonist ideolojiden kesinlikle taviz vermeyen İsrail yönetimi, "arz-ı mev'ûd" (vaad edilmiş topraklar) olduğuna inandıkları Nil'den Fırat'a kadar olan toprakları ele geçirme projesinin önünde en büyük engel olarak Türkiye'yi görmektedir. İsrail'in Kuzey Irak'taki ve GAP bölgesindeki sinsi faaliyetleri bunun delilidir.
O halde Türkiye, teknolojik açıdan İsrail'e bağımlı olmaktan bir an önce kurtulmalı, 5 milyonluk İsrail'i 1.5 milyarlık İslâm âlemine tercih etme yanlışından dönmelidir. Umalım ki, geçen aylarda, İsrail'den yüklü bir silah alımına ilişkin anlaşmanın iptal edilmesi bu sürecin başlangıcı olsun. Ayrıca, Amerika'nın Irak'a saldırmak için Türkiye topraklarını kullanmasına izin vermesini öngören Tezkere'nin TBMM tarafından reddedilmesinin İslam alemindeki olağanüstü olumlu etkisi unutulmamalı, Suriye ve İran başta olmak üzere son zamanlarda İslam ülkeleriyle artan ilişkilerin İsrail ve diğer "şer güçler" tarafından torpillenmesine izin verilmemelidir.