TÜRKİYE 2006 İNSAN HAKLARI İHLALLERİ
Bilindiği üzere Özgür-Der Diyarbakır Şubesi, her ay düzenli olarak basın taraması yoluyla Türkiye'de yaşanan hak ihlallerini kamuoyu ile paylaşmaktadır. 2006 yılı içinde yaşanan ihlallerden öne çıkanları belirli kategoriler içerisinde değerlendirerek kamuoyuna açıklıyoruz.
GİRİŞ
Türkiye, Kürt sorunu ve başörtüsü sorununun gölgesinde hak ihlallerinin yoğun olarak yaşandığı bir 2006 yılını geride bıraktı. Geçmiş yıllarla kıyaslandığında 2006 yılı içerisinde de hak ihlallerinde bir azalma olmadığı, aksine yeni Terörle Mücadele Kanunu ve TCK 301 gibi yeni ve farklı formlarda ihlallerin devam ettiği gözlenmektedir.
Hak ihlalleri özellikle; paramiliter güçlerin ve çetelerin sebep olduğu yaşam hakkı ihlali, düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik özellikle TCK 301. maddeden kaynaklı soruşturma ve mahkemeler, başörtüsü özelinde inanç özgürlüğüne yönelik yasaklamalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine, cezaevlerinin tecrit amaçlı kullanılması, F tipi işkencesinin devam etmesi, buralarda işkence ve kötü muamele iddialarının artışı dikkat çekmektedir.
Ayrıca, göç ve beraberinde oluşan yoksulluğun kırılma noktasına geldiği, bu amaçla uygulanan köye dönüş projesinin fiyaskoya dönüştüğü, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun'un uygulamada son derece yetersiz kaldığı ve mayın ile patlayıcı madde olaylarında bir artış olduğu görülmektedir. Sistemin çarpık uygulamalarını protesto eden göstericilere müdahale ve gözaltılar, Kürt diline yönelik yasak ve dayatmalar ile muhalif basına yönelik baskılar 2006 yılında Kürt sorununa ve başörtüsü yasağı özelinde inanç özgürlüğü sorununa bağlı olarak ön plana çıkan ihlal konularıdır.
YAŞAM HAKKI
2006 yılında, can ve mal emniyetine karşı, resmi görevliler, bunlarla ilişkili çeteler veya paramiliter örgütler tarafından gerçekleştirilen fiillerde bir artış olduğu gözlenmiştir. Özellikle yargısız infaz, faili meçhul cinayetler ve kolluğun aşırı ve orantısız güç kullanmasından kaynaklanan ölümlerde artış görülürken, devlet, geçmişte olduğu gibi bu cinayetler karşısında vurdumduymaz tavrını devam ettirdi.
12 Eylül'de Diyarbakır Koşuyolu Parkı'nda 7'si çocuk 10 kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırıyı, paramiliter bir örgüt üstlenmiş olduğu halde devlet, bu iddiaları araştırma ihtiyacı duymamış ve bu cinayetler de "faili meçhul"leştirilmiştir.
Ayrıca 2006 yılı içerisinde mayınlar ve patlayıcılar 30 kişinin ölümüne ve 147 kişinin yaralanmasına sebep olmuştur.
1- ŞÜPHELİ ÖLÜMLER
JİTEM gibi örgütler tarafından insanların kaçırılıp öldürüldüğü iddialarının yanı sıra cezaevlerinde ve askerde şüpheli ölümler 2006 yılında da görüldü.
Mersin'de tutuklanan ve cezaevinde ölü olarak bulunan ve intihar ettiği ileri sürülen Mehmet Alkan, İzmir Foça'da askerlik yapan Bayram Dölek'in ölü bulunması 2006'da meydana gelen şüpheli ölüm olaylarından bir kaçı.
Aralık ayında Diyarbakır'ın Pirinçlik Köyü'nde, telefon tellerini çaldıkları gerekçesiyle asker tarafından yakalanan çocuklardan 16 yaşındaki Şemsettin Yavuzkaplan'ın gözaltındaki ölümü kamuoyuna basit bir kalp krizi olarak açıklanırken olayda idarenin kusuru dikkate alınmadı.
2- YARGISIZ İNFAZLAR ve FAİLİ MEÇHUL CİNAYETLER
2006 yılında doksanlı yıllara nispetle azalma görülen faili meçhuller ve yargısız infazlarda da geçen yıla göre artış gözlendi. Haziran ayında Kızıltepe'de tarlada öldürülen dört yaşındaki Rozerin Aksu ve babası da faili meçhuller listesine eklendi.
25 Ağustos 2005 tarihinde Batman'da sağ olarak yakalanan PKK'lı, İran doğumlu Abbas Emani'nin kafasına kurşun sıkılarak öldürüldüğünü ve ardından yakıldığını ortaya çıkaran bilgi ve fotoğraflar 2006 yılı kayıtlarına geçen bir başka yargısız infaz belgesi oldu.
Bir diğer yargısız infaz örneği de Kasım ayında Hakkâri'de yaşandı. Hakkâri Valiliği, Yük-sekova'nın Dağlıca köyü yakınlarında askerlerin açtığı ateşle, İslam Terkoğlu'nun yaşamını yitirdiği, Reşit Soydan adlı köylünün yaralandığı olayın hemen ardından yaptığı "Biri silahlı ve ölü, diğeri yaralı 2 terörist ele geçirildi" açıklamasını yalanlayarak, öldürülen kişinin 'terörist' olmadığını kabul etti.
3- AŞIRI ve ORANTISIZ GÜÇ KULLANIMI
Türkiye'de geçmiş yıllarda da örneğine sıkça rastladığımız kolluğun aşırı ve dengesiz güç kullanımı 2006'da artış gösteren ihlal sebeplerinden oldu. Avrupa Birliği sürecinin getirdiği görece olumlu düzenlemeler sebebiyle bazı iyileşmeler olmuştu. Ancak yönetim mantığında bir değişiklik olmadığı için 28 Mart'tan sonra Diyarbakır'da başlayan ve daha sonra birçok ile sıçrayan olaylarda aşırı güç kullanımına bağlı çoğu çocuk çok sayıda kişi olaylarda hayatını kaybetti. Bu olaylarda, Diyarbakır'da 10, Batman'da 1 ve Kızıltepe'de 2 olmak üzere 13 kişi öldürüldü.
Yıl içerisinde bunun dışında da çok sayıda toplumsal olaya müdahale sırasında başka ölüm olayları ve bini aşkın darp ve yaralama vakası meydana geldi. Özellikle Haziran ayında kabul edilen yeni Terörle Mücadele Yasası'nın devlet görevlilerine "aşırı güç kullanma imkânı" verdiği düşünülürse, bu yıl da aşırı güç kullanımına bağlı ihlallerin artacağı endişesi kamuoyunda kaygılara yol açmaktadır.
4- MAYIN ve DİĞER PATLAYICILAR
Terörle mücadele ve güvenlik bahanesiyle sorumsuzca döşenen mayınlar ve yaşanan yoğun savaş döneminden kalan patlayıcı maddeler 2006 yılında 30 kişinin ölmesine ve 147 kişinin de yaralanmasına sebep oldu. Daha ürkütücü olan ise, Diyarbakır'ın Kulp ilçesinde Jandarma Komutanlığı'na bağlı askerlerin, ilçeye bağlı Barın ve Temıran köylerini birbirine bağlayan patika yol ve meralara yüzlerce mayın döşediği iddialarının araştırılmaması idi.
DÜŞÜNCE ve İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
Özellikle TCK 301 ve 220/8 ile 2006 Haziran ayında kabul edilen Terörle Mücadele Yasası; yazarlar, gazeteciler, aydınlar, yayıncılar, sivil toplum örgütlerinin üyeleri ve insan hakları savunucuları ile muhalif olan her kesimden düşünce sahibini susturmak için kullanıldı.
Bunlar arasında yazar Abdurrahman Dilipak, yazar ve İLKAV Başkanı Mehmet Pamak, Haksöz Dergisi yazarı ve Özgür-Der üyesi Bahadır Kurbanoğlu, İHD Diyarbakır Şube Başkanı Selahattin Demirtaş, kapatılan Kürt-Der Başkanı İbrahim Güçlü, Yeni Asya Gazetesi sahibi Mehmet Kutlular, yazar İsmail Beşikçi, Agos Gazetesi yazarı Hrant Dink, Mazlumder Genel Başkanı Ayhan Bilgen, Yeni Asya Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Kazım Güleçyüz ve yazar Elif Şafak vardı.
Ayrıca Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt'ın, Harp Okulu açış konuşmasında sert bir dille eleştirdiği TESEV Almanağı'nın hazırlanmasında görev alan bazı yazarlara soruşturma açılması da bazı yetkililerin tahammülsüzlüklerini gösterdi.
Düşünce ve ifade özgürlüğü ihlalinde bir diğer ilginç vakıa ise ünlü yazar Noam Chomsky'nin "Kitle Medyasının Ekonomi Politiği: Rızanın İmalatı" adlı kitabında yer alan bazı ifadelerden dolayı hakkında "Türklüğü, Cumhuriyeti ve TBMM'yi alenen aşağılama" suçlamasıyla iddianame hazırlanmasıydı.
2006 yılı içerisinde her ay, düşünce ve ifade özgürlüğünü ihlal eden davalar açıldı, devam eden davalardan cezalar alındı. Bu yasalar, sistemin oligarşik yapısını korumak adına, Demokles'in kılıcı gibi, dik duran her başı kesmek için kullanıldı. Açılan davaların bir kısmı halen devam etmektedir.
SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ ve İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARINA YÖNELİK BASKILAR
İnsan hakları ihlallerinin sık yaşandığı Türkiye'de, bu ihlallere karşı mücadele edenler olarak hak savunucuları en fazla baskıya uğrayan kesimdir. Bu işleyiş 2006 yılında da değişmedi. Muhalif olan dernekler, vakıflar, sendikalar ile partilere ve bu örgütlerin yöneticilerine karşı; kapatma, gözaltı, soruşturma ve ceza verme yolu ile baskı uygulandı. Önemli bulduğumuz olaylardan bazıları şunlardır:
Ekim 2005'te Kürt-Der hakkında açılan dava Kürt-Der'in kapatılması ile sonuçlandı.
İHD Diyarbakır Şube Başkanı Selahattin Demirtaş, TCK 220/8. maddeden 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Bingöl'de düzenli hak ihlalleri raporunu açıkladıkları konuşma nedeniyle İHD'li Kızgın ve Biçici'ye TCK'nın 301/2. maddesinden altı ay hapis cezası verildi.
Tunceli'de Eğitim-Sen Şube Başkanı Hanifi Bekmezci ve sendikacı Hüseyin Ser hakkında "Askeri kuvvetleri alenen aşağıladıkları" gerekçesiyle TCK'nın 301. maddesi gereği 6 ay hapis cezası verildi.
DTP Erzincan İl Başkanı Hüseyin Bektaşoğlu, Roj TV'ye konuştuğu gerekçesiyle TCK'nın 220/8. ve 301/2 maddesinden açılan davada 2 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Van'da kitlesel basın açıklaması yapan "Başörtüsü'ne Özgürlük Platformu" üyelerine soruşturma açıldı.
İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ ve BAŞÖRTÜSÜ
28 Şubat cuntasıyla Kur'an'a inanan ve onu bir yaşam tarzı haline getirmeye çalışan inananlar üzerindeki baskılar artmıştı. 2006 yılında da cuntacı mantık eksiksiz işledi. Başörtüsü yasağı özelinde yoğunlaşan baskılar hayatın her alanında kendini hissettirdi. "Kamusal alan"dan yasaklanma gibi hukuksuz uygulamalarla eğitim hakkı, çalışma hakkı ve seyahat hakkı gibi hakları ellerinden alınan inanan insanlara yönelik baskılar, özellikle Danıştay'ın 2006 yılında aldığı yeni kararlarla artırıldı.
Şubat ayında Danıştay, okula geliş gidişlerinde örtünen bir öğretmenin, anaokuluna müdür olmasını; "Anayasa'ya göre, çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan düzenin, laiklik ilkesinin göz ardı edildiği bir ortam olmasının mümkün olmayacağı" vurgusunu yaparak sakıncalı buldu. Danıştay'ın bu kararı, başörtüsünün sokakta da yasaklanması şeklinde yorumlandı.
Yine Şubat ayında, Malatya İnönü Üniversitesi'nde uygulanan başörtüsü yasağını protesto eden Mehmet Keskin, tutuklanarak Malatya E Tipi Cezaevi'ne gönderildi. Mehmet Keskin'in, hakkında verilen 3 yıllık hapis cezası Yargıtay tarafından onaylandı.
Tuzla Belediye Başkanı Mehmet Demirci hakkında, evlenen çiftlere 'şeriat kurallarıyla aile' kurmalarını önerdiği ileri sürülen 'Delilleriyle Aile İlmihali' kitabını verdiği için soruşturma açıldı.
İnanç özgürlüğüne yönelik ihlallerin en yoğun yaşandığı yerler üniversiteler oldu. Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde okuyan öğrencilerin perukla okula girmesi üniversite yönetimi tarafından engellendi. Kasım ayında Çukurova Üniversitesi'nde başörtülü öğrencilerin kimler olduğunu ve sayılarını tespit etmek amacıyla 'fişleme' uygulaması başlatıldı. Bu çerçevede güvenlik görevlileri kampus içerisindeki toplu taşıma araçları, park alanları ve otobüs duraklarında başörtülü öğrenci avı başlattı. Görevliler, başörtülü öğrencilere karşı zor kullanarak başlarını açtırıp kimliklerini aldı. Kayseri'de Erciyes Üniversitesi öğrencileri için esnafın düzenlediği iftar yemeğinde başörtülü öğrenciler yemekhaneden çıkarıldı.
Yasaklamaların yanı sıra Danıştay saldırısı ve İsmailağa cinayeti gibi provokatif eylemler sonrasında da özellikle bazı devlet görevlileri tarafından, inanan insanlara ve değerlerine hakaretlerde bulunuldu. Bu konuda hiçbir yasal işlemin yapılmaması ihlalcilerin nasıl bu kadar pervasızlaştıklarını ortaya koyuyordu.
EĞİTİM HAKKI, YÖK ve ÜNİVERSİTELER
2006 yılında da Eğitim hakkını engelleyen yasalar yürürlükte kaldı. YÖK'ün eğitim üzerindeki tasallutu devam etti. Üniversitelerde görüşlerini barışçıl yollarla ifade etmeye çalışan öğrencilere soruşturmalar açıldı.
İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünde, "Kürtçe bağlama çalmak", "ideolojik halay çekmek" gibi gerekçelerle 100 muhalif öğrenciye soruşturma açıldı. Yine aynı üniversitede, üniversite yemekhanesinin özelleştirilmesini protesto eylemine katıldıkları gerekçesiyle 10 öğrenciye 1 ve 2 dönem okuldan uzaklaştırma cezası verdi.
Maraş Sütçü İmam Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi 1. sınıf öğrencisi Melahat Azgan ve aynı bölümde okuyan 3. sınıf öğrencisi Bedirhan Uçar adlı öğrenciler haklarında 'örgüt propagandası yapmak' suçlamasıyla açılan davalar sonuçlanmadan üniversite rektörlüğü tarafından açılan soruşturma sonucunda birer dönem okuldan uzaklaştırma cezası ile cezalandırıldılar.
Harran Üniversitesi Rektörlüğü, Şemdinli'de Umut Kitabevi'nin bombalanması ve ardından gelişen olayları protesto ettikleri gerekçesiyle iki öğrenciye okuldan uzaklaştırma cezası verdi.
Üniversitelerdeki bu yasaklardan ve hak ihlallerinden öğretim görevlileri de nasibini aldı. 'Evrim ve Yaratılış' isimli kitabı gerekçe gösterilerek, Dumlupınar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Adem Tatlı, YÖK Disiplin Kurulu tarafından üniversiteden ihraç edildi. Kenan Evren'in, Muğla Üniversitesi'nde "İdamları imzalarken elim titremedi." sözünü protesto eden öğretim görevlisi Yrd. Doç. Dilek Hattatoğlu'nun kadrosu iptal edildi.
CEZAEVLERİ
Türkiye'deki cezaevi şartları 12 Eylül darbesinden izler taşımaktadır. Gözaltında cinsel taciz, elektrikli işkence ve ölümler devam etti. Mersin'de, PKK'nın bombacısı olduğu ve eylem hazırlığı yaptığı iddiasıyla tutuklanan 25 yaşındaki Mehmet Alkan, cezaevinde elleri ve ayakları bağlanmış halde tavana asılı bulundu. Kürkçüler E Tipi Cezaevi'nde tutulan gazeteci Nesrin Yazar'ı ziyaret eden annesinin koluna, "Önce Vatan" yazılı damga vuruldu.
Cezaevlerinde bulunan tutuklulara yönelik "F" tipi işkence ve tecrit uygulamaları 2006 yılında da devam etti. Tecrit hücrelerine alınan aydınlarla görüşmek isteyen avukatlara zorluklar, engeller çıkarılması, tutukluyu duruşmalara ve hastaneye götürüp getirme veya sevk sırasında sorun çıkarma ve tutuklunun onurunu rencide edici davranışlarda bulunma, aileleriyle görüşmelerinde sorun çıkararak görüş süresini kısaltmak, aileler üzerinde baskı kurmak bir sorun olarak devam etmiştir. Yine, F tipi cezaevlerindeki uygulamalarda olduğu gibi tutsakların tuvalet dâhil her türlü gereksinimlerini gardiyanlardan kâğıt kalem talep ederek ve yönetime usulüne uygun "dilekçe" yazarak karşılayabilmeleri bir ihlal olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu cezaevlerinin kapatılması, tüm cezaevlerinde ekstra cezalandırma anlamına gelen uygulamalardan vazgeçilmesi ve insan onuruna yakışan koşulların geçerli kılınması zorunlu bir hal almıştır. Sekiz yıl önce açılan F tipi cezaevlerini protesto etmek amacıyla ölüm orucuna başlayanlardan 122 kişi hayatını kaybetmişti. Aradan yıllar geçtiği halde halen bu sorun devam etmektedir. Bu ölümler ve ölüm oruçlarından geriye kalanların durumundan sistemin ders çıkarmadığı görülmektedir. Son olarak bu durumu protesto etmek amacıyla Avukat Behiç Aşcı'nın ölüm orucuna başlaması da 2006 yılında soruna devletin çözüm araması için yeterli olmamıştır.
Cezaevleri şartlarının iyileştirilmesi için daha kaç canın ölümü beklenmektedir. Ölüm oruçlarında yitirilmekte olan yaşam hakkı; insanın diğer tüm haklarını kullanabilmesinin temel şartı olan bir haktır. Tüm hak ve özgürlükler ancak yaşam hakkının korunması durumunda mümkün olabilir. Devlet bir an önce bu konudaki duyarsızlığından vazgeçmeli insan hayatını kurtarmak için diyalog içine girmeyi "pazarlık" olarak algılamamalıdır. Tutuklu ve hükümlüler, bedensel ve zihinsel açıdan olduğu kadar insanlık onuru açısından da saygınlık görecekleri koşullara kavuşturulmalıdır.
İŞKENCE ve KÖTÜ MUAMELE
İnsan hakları kuruluşlarına işkence şikâyetleri 2006'da da akmaya devam etti. AK Parti iktidarı ülkedeki işkence uygulamalarına sıfır tolerans tanıyacağını belirtse de uygulamada bunun böyle olmadığı görülmektedir. Basına art arda yansıyan iddialar işkencenin bir sorgulama, caydırma, cezalandırma yöntemi olarak varlığını koruduğunu göstermektedir. Bu yıl içerisinde işkencenin sadece siyasi gruplar üzerinde değil, özellikle suçu meslek edinen suç grupları (hırsızlar, dolandırıcılar, uyuşturucu satanlar, kapkaççılar) üzerinde de yaygın bir şekilde kullanıldığı tespit edilmiştir.
Diyarbakır'da 28 Mart olaylarıyla başlayan sokak gösterilerinde sayıları 300'ü bulan çocuk gözaltında işkence ve kötü muameleye tabi tutulmuştur. Yüzlerce çocuğun, gözaltında kaldıkları 4 gün süresince, insanlık dışı uygulamalara maruz kaldığı çocukların ellerini arkadan koli bandıyla bağlayarak soyma, soğuk suyun altında tutma, beton üzerine yatırarak dövme gibi işkenceler yapıldığı çeşitli kişi ve kurumlarca belirtilmiştir. Bu sokak gösterilerine müdahalede polisin aşırı ve orantısız güç kullanması sonucunda 4'ü çocuk 10 kişi yaşamını yitirdi. Fakat olayın failleri güvenlik görevlileri yargı önüne çıkarılmadı.
Ülkede Avrupa Birliği sürecinde birtakım reformların gerçekleştirilmiş olmasının işkenceyi ortadan kaldırmadığı, sadece yer ve şekil değiştirdiği görülmektedir. Eylemlerde göstericilere karşı güç, biber gazı, göz yaşartıcı bomba kullanıldığı veya psikolojik olarak işkence edildiği görülmektedir. İskenderun'da iki genç kıza işkence yapıldığı iddiasıyla dört polis hakkında açılan davanın zaman aşımı süresinin dolması işkencecileri cesaretlendiren bir boyut olarak dikkat çekmektedir.
KÜRT SORUNU
Kürt Sorunu Oligarşiye Havale Edildi
Hak ihlallerinin çoğunun Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı bölgelerde ve Kürt sorununa bağlı olarak yaşanması Kürt sorununda yaşanan siyasi tıkanıklığı gözler önüne sermektedir. Başbakan R. Tayyip Erdoğan'ın Ağustos 2005'te aydınlar görüşmesi ve ardından Diyarbakır konuşmasında gerçekleştirdiği açılımlar, Kasım 2005'te meydana gelen Şemdinli olayları sonrası tırmanan sivil-asker gerilimi üzerine terkedilmiştir. Sonraki süreçte ise cumhurbaşkanlığı tartışmaları eşliğinde girilen seçim atmosferinde milliyetçi oylara endeksli siyasetin güdülmesi ile tamamen bu söylem terkedilmiş ve hatta "Kürtlerin hak sorunu yoktur, terör sorunu vardır." denilmek suretiyle "düşünmezsen yoktur" söylemine geri dönülmüştür. Kürt sorunu bu tarihten itibaren asayiş/terör sorunu algılaması içerisinde askeri oligarşiye havale edilmiştir.
PKK'nın ilan ettiği tek taraflı ateşkes ile siyasal çözüm ortamına katkı sağlanırken, bu konuda siyasal yapının sivil inisiyatif almaya yanaşmaması gelecek için çatışmaların biteceği ve sivil çözüm için daha uygun bir psikolojik ortamın oluşacağına dair umutları da azaltmaktadır. Hükümetin, silah bırakılmasının asgari şartlarını oluşturmadan "Önce silah bıraksınlar sonra görüşelim." demesi ve bu şartı ilginç bir şekilde DTP ile görüşmek için ileri sürmesi, süreci tamamıyla çıkmaza sokmaktadır. Bu noktada hükümetin bu tavrına paralel olarak yansıyan bir tavır olarak; DTP'li belediye başkanlarının Ankara yürüyüşü sonrası randevu taleplerini Bülent Arınç'ın reddetmesi anılmaya değer bir örnektir.
Sorunu sadece "terör" ve "bölücülük" kavramlarıyla tanımlamak, askeri ve militarist güçlere havale etmek ve sadece askeri yöntemler kullanarak çözmekte ısrar etmek, bir devlet geleneği olarak inkâr ve asimilasyon politikalarının 2006 yılında da aşılamadığını göstermektedir.
Geçen yıl farklı yerlerde bombalama olaylarının yoğunlukta olduğu bir dönemde PKK'nın ateşkes kararı alması önemli bir gelişme olmuştur. 1 Ekim'de açıklanan ateşkes kararı süregelen çatışma ortamının son bulması ve çözüme adım atmak için bir fırsat sunmaktadır. Ölüm haberleri arasında, medyanın da çabalarıyla iyice gerilen ortamda, iki taraflı yüksek tehdit algılaması, giderek yükselen milliyetçi dalgayı beslemekte, toplumsal çatışmayı derinleştirmekte, askerin siyaset üzerindeki vesayetini sağlamlaştırmakta, sağlıklı düşünme ortamının oluşumuna engel olmaktadır. Ayrıca bugüne kadar çatışmalarda harcandığı tahmin edilen dört yüz milyar doların toplumun cebinden çıktığı düşünülürse, derin sefaletin nedeninin çatışmacı anlayış ve yönetimler olduğu anlaşılmış olur. Bu olumsuzlukların engellenmesi ve ayrıca yeni acıların yaşanmaması için çatışmasız ortamı kalıcılaştırmak toplumsal bir ihtiyaç haline gelmiştir.
1- KÜRTÇE'YE YÖNELİK BASKILAR
Devletin kendi resmi kanalında çok kısa süreli Kürtçe ve farklı lehçelerde yayın yapıyor olması göz boyama amaçlıdır ve uygulamada Kürt diline dönük yasaklar devam etmektedir.
Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş hakkında, belediyede 30 çiftin nikâhını Türkçe'nin yanı sıra Kürtçe sorular da yönelterek kıydığı gerekçesiyle soruşturma açılmıştır.
Hak-Par'ın 1. Olağan Kongre-si'nde Kürtçe konuşma yapılması nedeniyle Genel Başkan Abdülmelik Fırat ve 13 yöneticisi hakkında açılan dava devam ediyor.
İsveçli ünlü çizgi roman yazarı Astrid Lindgren'in Kürtçe'ye çevrilmiş bini aşkın çocuk kitabına İstanbul'da el konuldu.
Şırnak'ın Beytüşşebap İlçesi Kaymakamlığı, henüz isimleri olmayan kenar mahalle ve sokaklara Kürtçe isimler verilmesi üzerine Belediye Başkanı Faik Dursun ve meclis üyeleri hakkında soruşturma açtı.
Siirt E tipi Cezaevi Müdürlüğü, cezaevindeki tutukluların, ailelerine yazdıkları Kürtçe mektuplara, noter tasdikli çevirmen şartı getirdi. Tutuklular mektuplarını gönderebilmek için ayrıca, noter ve tercüman masrafları olan toplam 60 YTL'yi de ödemek zorunda bırakılıyor. Masrafı karşılanmayan mektuplar ise postaya verilmiyor.
Bir yandan Türkçe dışında dillerin öğretilmesinin önünün açılacağı vaadi yapılırken, öte yandan Kürtçe'ye karşı sürdürülen engellemeler açık bir tutarsızlıktır.
Kürtçe'nin, eğitimde ve öğretimde basın ve yayında, yargı ve idari tüm resmi kurumlar ile siyasette serbestçe ve kısıtlanmadan kullanılabilmesinin ö-nündeki idari ve hukuki engeller kaldırılmalıdır. Kürtlere dil ve kültürlerini serbestçe yaşama imkânı sağlanmalıdır. Ayrıca değiştirilen yerleşim yerleri ile coğrafi yer isimlerinin iade edilmesi gerekmektedir.
2- BELEDİYELERE SORUŞTURMA ve DAVA BASKISI
DTP'li belediye başkanları inceleme ve soruşturma başlatılıp, dava açılarak baskı altına alındılar. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, hakkında en fazla soruşturma açılan belediye başkanlarından biriydi. Öyle ki yayınladığı Kürtçe yeni yıl mesajından dolayı Baydemir'e "Türkiye devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür, dili Türkçe'dir." ilkesine aykırı davrandığı gerekçesiyle dava açıldı.
Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş hakkında, Mardin Kızıltepe'de öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz için anıt yaptırdığı için dava açıldı. Demirbaş hakkında Kasım ayında da Kürtçe yazılım sistemi hazırlattığı için soruşturma başlatılmıştı.
Cizre Belediye Başkanı Aydın Budak, 16 Haziran 2006 tarihinde Cizre'de Kültür Sanat Günleri etkinliği nedeniyle yaptığı konuşması gerekçe gösterilerek hakkında başlatılan soruşturma sonrası alınan adli kontrol kararı çerçevesinde, haftada bir kez Cizre Emniyet Müdürlüğü'ne giderek imza atmak zorunda bırakıldı.
Haziran ayında ise 56 DTP'li belediye başkanı hakkında, Roj TV'nin kapatılmaması için Danimarka Başbakanı Rasmussen'e yazdıkları mektup nedeniyle 10 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı, dava devam ediyor.
3- KORUCULUK
Kürt sorununun çözümü önünde önemli bir engel olan koruculuk sistemi geçen yıl da kaldırılmadı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki 22 ilde uygulanan koruculuk sisteminin başladığı 26 Mart 1985 tarihinden bugüne kadar, 5 bin geçici köy korucusunun suç işlediği daha önce belirlenmişti. 2006 yılında da korucuların özellikle şahsa ve mala karşı işlediği suçlar devam etti.
Diyarbakır'ın Hazro ilçesinde çobanlık yapan Sait Üzer, bölgedeki korucuların kendisini feci şekilde döverek ajanlık yapması yönünde tehdit ettikleri iddiasıyla, İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi'ne başvurdu.
Temmuz ayında, Bitlis merkeze bağlı İçgeçit köyü yakınlarında askerî araç BTR'de 5 askerin ölmesi, 4'ünün ise yaralanmasına ilişkin yürütülen soruşturmada ilginç gelişmeler yaşandı. Olayın daha önceden yerleştirilen bir mayınla gerçekleşmediği anlaşılırken, patlamanın uzaktan kumandalı bir düzenekle yapıldığı anlaşıldı. Olayla ilgili yapılan soruşturmada ele geçirilen uzaktan kumandada bir korucunun parmak izi bulundu.
Yine Temmuz ayında, çobanlık yapmak için Iğdır'dan Erzurum'un Horasan ilçesine giden Gürelli kardeşler, korucuların silahlı saldırısına uğradı. Olayda Orhan Gürelli adlı kişi öldü, 4 kardeşi de ağır yaralandı.
Ekim ayında Batman'ın Kozluk ilçesi Beybağı (Herbeluz) köyünde alıç toplamak isteyen 6 çocuk, arazi sahibi köy korucusu Orhan Savaş tarafından av tüfeğiyle kurşunlandı. Olay sonrası korucu Savaş gözaltına alındı ancak, çıkarıldığı savcılık tarafından serbest bırakıldı.
4- GÖÇ ve YOKSULLUK
Üç binin üzerinde köyün boşaltılması üç milyondan fazla insanın yerlerinden yurtlarından sürülmesi sonucu yaşanan acılar devam ediyor. Büyük metropollerin varoşlarına göç eden insanlar, temel ihtiyaçları olan konut, temiz su, elektrik, sosyal güvence haklarından mahrum bırakılmışlardır.
Köylerden kentlere olan göç yoksullukla beraber kent dokusunu da bozmuştur. Üretimden kopan bu insanlar ekonomik sıkıntılarla baş başa açlık, sefalet içinde çöplüklerden ekmek toplayacak kadar çaresiz bırakılmışlardır. Geldikleri yerlerde sosyal konumları iyi olan, geçimini toprağını işleterek sağlayan, tarım ve hayvancılıkla uğraşan ve çevrelerinden saygı gören bu insanların bulundukları hal içler acısıdır. İşsizlikle karşı karşıya kalan, fakirleşen bu insanlar çareyi mevsimlik işçilikte bulmaktadır. Ancak batı illerine mevsimlik işçi olarak giden Kürt işçiler faşizan saldırılara, çeşitli baskı ve hakaretlere tabi kalmaktadırlar.
Göçün sebep olduğu yoksulluk, büyük şehirlerde özellikle gençlerin suça sürüklenmesine sebep olmaktadır. Köye dönüşü sağlamak için uygulanan projeler fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Ocak ayında Milli Güvenlik Kurulu (MGK) tarafından açıklanan raporda, köye dönüş yapanların PKK'ye lojistik destek verdiği ifade edildi. Bu da devletin bazı organlarının köye dönüşe nasıl baktığını gösteriyordu. Köye dönüş yapanlar özellikle korucular tarafından ajanlık yapmaya zorlandıklarını ifade ettiler. 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun da bürokratik uygulamalar zararın yeterince karşılanmaması nedeniyle yetersiz kaldı.
JİTEM, PARAMİLİTER ÇETELER ve LİNÇ KÜLTÜRÜ
2006 yılında özellikle paramiliter çeteler tarafından organize edilen ve Türkiye'de giderek yayılan linç kültürü ürkütücü boyuttaydı. Ülkücülerin başını çektiği linç olaylarının ilki Trabzon'da TAYAD'lılara karşı yapılmıştı. Bu olaydan sonra, Mersin, Malatya, Konya, Ordu, Erzincan, İstanbul, Balıkesir, Sakarya, Erzurum, Kocaeli, Ankara, İzmir ve Samsun'da; üniversite öğrencileri, işçiler, muhalif dernek, siyasi parti ve temsilcilerine karşı sistemli bir şekilde saldırılar devam etti. Saldırıya uğrayanlar genellikle Kürt kökenli insanlar ve çeşitli sistem muhalifi kesimlerdi. Ateşli silahlar, demir sopalar ve bıçakların kullanıldığı saldırılarda, yüzden fazla kişi yaralandı. Asıl dikkat çekici nokta ise bu saldırılardan sonra saldırıya uğrayanların gözaltına alınması idi. Lince karışanların bir cezaya çarptırılmaması ise saldırganlara cesaret vermiş ve saldırıları artıran bir neden olmuştur.
GÖSTERİ ve TOPLANTI ÖZGÜRLÜĞÜ
Tepkilerini gösteri düzenleyerek ortaya koyan insanların en fazla ihlallere maruz kalması bilinen bir vakıadır. 2006 yılı da bu uygulamanın değişmediği bir yıl oldu. Düzenlenen basın açıklaması, miting ve protesto gösterisi gibi toplumsal olaylarda üç bini aşkın kişi gözaltına alındı. Binden fazla kişi darp edildi ve yalnız Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da 13 kişi yaşamını yitirdi.
24 Haziran'da, Trabzon'da düzenlenen açılış töreni sırasında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik protesto eyleminde bulunan 2 kişiden biri 1 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırıldı.
ABD Dışişleri Bakanı Rice'ın Türkiye'ye gelmesini protesto etmek için sadece pankart açmak dahi gözaltına alınma sebebi oldu.
Ağustos ayında, Lübnan'a asker gönderilmemesi talebiyle Çankaya Köşkü parmaklıklarına kendilerini zincirlemek isteyen beş Öğrenci Kolektifi üyesi hakkında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'na muhalefet ettikleri iddiasıyla 5 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.
Geçen yıl dikkat çeken ihlallerden biri de YÖK'ün kuruluşunu protestolar sırasında yaşandı. İdeolojik kıskaca ve resmi ideolojinin dayatmalarına dikkat çekmeye çalışan öğrencilerin coplandığı ve şiddet kullanılmak suretiyle gözaltına alındığı görüldü.
HABER ALMA ÖZGÜRLÜĞÜ ve BASIN
Muhalif basına yönelik baskılar geçen yıl da devam etti. Devletin resmi politikasını eleştiren, toplumun maruz kaldığı haksızlıkları sayfalarına taşıyan muhalif basın soruşturma, kapatma ve toplatma suretiyle cezalandırıldı. Basının üzerindeki bu baskılar sistemin despotluğunu ve tektipçiliğini bir kez daha ortaya koydu. İnsanların haber alma hakkına yasaklamalar getirmek hiçbir gerekçe ile savunulamayacağı halde, muhalif basının sesi, TCK ve TMY'deki ilgili maddelerle kısılmaya çalışıldı. Tutuklu gazeteci sayısının 17'ye ulaştığı 2006'da, muhabirlerin kolluk tarafından dövülüp gözaltına alınmasından hapis cezası verilmesine, gazetelere ve yazarlarına haber ve yazılarından ötürü dava açılmasından yayın durdurma cezası verilmesine kadar birçok ihlal yaşandı.
Ocak ayında Tunceli'de gençler ile polisler arasındaki kavgayı görüntülemek isteyen Evrensel muhabiri Cem Emir, polisler tarafından dövüldü.
22 Mart'ta, Diyarbakır'da Nevruz etkinlikleri sonrası AK Parti binası önünde basın açıklaması yapmak isteyen grupları görüntülemek için çalışan Kanal 7 ekibi Polis tarafından gözaltına alındı.
Eylül ayında, Bingöl'ün Karlıova ilçesinde gözaltına alınan ve bir süre tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılan DİHA muhabiri Birol Duru, 'örgüte yardım yataklık' iddiası ile tutuksuz yargılandığı davadan 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. Duru'nun cezalandırılmasında siyasi kimliğinin ve çalıştığı Dicle Haber Ajansı'nın muhalif politikalarının etkili olduğu kanaati yaygındı.
Temmuz ayında ise Yeni Asya Gazetesi hakkında Danıştay saldırısına ilişkin 'Oyun geri tepti' başlıklı haberinde devletin askerî kuvvetlerini aşağıladığı gerekçesiyle dava açıldı.
Kasım'da Ülkede Özgür Gündem Gazetesi'nin yayını, 15 gün süreyle durduruldu. Kararı alan mahkeme bununla yetinmedi; Ülkede Özgür Gündem Gazetesi'nin yerine çıkarıldığı kamuoyu tarafından bilinen Toplumsal Demokrasi gazetesinin 27 ve 28 Kasım sayılarını toplatma kararı aldı.
CEZASIZLIK
İşkence ve kötü muamele, yargısız infaz ve benzeri suçları işleyen, asker, polis, cezaevi görevlileri ile adı çetelere ve yasadışı örgüt ve işlere karışan, yargı sürecini etkileyen, aşırı güç kullanan, orman yakan resmi görevliler ile suça karışan korucuların yargılanmamaları, açılan davaların da sürüncemede bırakılarak olay gündemden düştükten sonra, zaman aşımından dolayı düşmesi cezasızlık ortamının ısrarla devam ettirildiğini gösterdi.
Özellikle Şemdinli davasında yargıyı etkilediği bariz olan bazı resmi görevliler hakkında işlem yapılmaması, aksine soruşturmayı yürüten Savcı Ferhat Sarıkaya'nın meslekten ihraç edilmesi ve "Benim zamanımda ben de bir-iki kritik noktaya bomba attırdım." itirafında bulunduğu halde, emekli Korgeneral Altay Tokat hakkında hiçbir işleme gerek görülmemesi cezasızlığın boyutlarını ortaya koyarken, söz konusu suçları işleyenleri cesaretlendirmiştir.
Birçok yolsuzluk ve çete davası, Genelkurmay ve YÖK'ün soruşturmaya izin vermeyişinden dolayı aydınlatılamadı.
Mart ayında Genelkurmay Başkanlığı, Şemdinli iddianamesinde yer alan iddialar için KK Komutanı Org. Yaşar Büyükanıt ile bölgedeki 3 komutan hakkında soruşturma açılmasına gerek olmadığına karar verdi.
Nisan'da, TBMM Şemdinli Olaylarını Araştırma Komisyonu, Şemdinli'deki patlamanın askerle ilişkilendirilmesini "hukuki fantezi" olarak nitelendirerek, bölgede herhangi bir illegal yapıya rastlanmadığı sonucuna vardı.
Yine Nisan ayında, Silopi Emniyet Müdürlüğü'ne 20 Kasım 2005'te yapılan bombalı saldırının ardından yakalanarak 'Suç işlemek amacıyla silahlı örgüt kurmak', 'Bu örgütün üyesi olmak', 'Suç işlemek için anlaşma yapmak' ve 'Suç örgütü faaliyeti çerçevesinde mala zarar vermek' suçlarından yargılanan 5 sanıktan 4'ünün serbest bırakıldığı ortaya çıktı. Davaya hangi mahkemenin bakacağı ise tam bir yılan hikâyesine döndü.
Temmuz ayında ise, Yükseköğretim Kurulu'nun (YÖK) ardından, hakkında yolsuzluk iddiaları bulunan İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Kemal Alemdaroğlu'nun yargılanmasına Danıştay'ın da izin vermemesi toplumu derinden kaygılandıran ve rahatsız eden bir cezasızlık örneği oldu.
Cezasızlığın bir diğer örneği; F tipi cezaevleri ve tecridi protesto etmek için siyasi tutukluların cezaevlerinde başlattıkları ölüm oruçlarına son vermek amacıyla 19 Aralık 2000 tarihinde Türkiye'deki 20 ayrı cezaevinde başlatılan ve adına "Hayata Dönüş Operasyonu" denen 32 kişinin yaşamını yitirdiği olayların dava ve soruşturmaları aradan geçen 6 yıla rağmen sonuçlandırılmamasıdır.
SONUÇ
Ulus devlet formunda örgütlenmiş olan Türkiye Cumhu-riyeti'nde, hak ihlallerinin yaşanmasının belli bir dönemle veya bazı sebeplerle sınırlı olmadığı açıktır. Avrupa Birliği süreci gibi konjonktürel sebeplerle insan hakları ve özgürlükler konusunda birtakım görece iyileşmelerin olması, sistemin inanç özgürlüğü ve Kürt sorunu gibi alanlardaki ihlalci yaklaşımını, devletin "halka rağmenci" yapısı nedeniyle, engellemiyor.
İhlallerin başlıca nedenlerinin; devlet sisteminin oligarşik yapısı, devletin kendini dini ve etnik anlamda çeşitli toplumsal kesimlere karşı konumlandırmasıyla somutlaşan halk düşmanlığı ve cari yasaların hukuku temel almayışından kaynaklanan yasa-hukuk çelişkisi olduğu söylenebilir. Mevcut devlet sistemi bu özelliklerinden arındırılmadığı sürece hak ihlallerinin ve adaletsizliğin devam edeceği de açıktır.
Özellikle Avrupa Birliği sürecinin geldiği nokta ve seçim ortamında üretilen popülist politikaları düşündüğümüzde 2007 yılının da insan hak ve özgürlükleri açısından pek iç açıcı geçmeyeceğini söylemek karamsarlık olmasa gerektir.
Bu ülkenin insanlarının daha insanca bir yaşam sürebilmeleri için acilen bazı düzenlemeler yapılmalıdır.
İnanç özgürlüğünün önündeki en büyük engel olan başörtüsü yasağı kaldırılmalı ve despotik politikalardan vazgeçilmelidir.
Kürt sorununun çözümünde sivil irade inisiyatifi ele almalı, oligarşik bürokrasinin ürettiği politikalardan vazgeçilmeli ve adil bir çözüm üretilmelidir. Kürt halkının hakları teslim edilmeli ve diğer diller gibi Allah'ın bir ayeti olan Kürtçe'nin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Köylerinden göç etmek zorunda bırakılan insanların zararları tazmin edilmeli ve köyler imar edilerek dönüş kolaylaştırılmalıdır. Bu anlamda köye dönüşün önündeki en önemli engel olan koruculuk sistemi lağvedilmeli ve mayınlar temizlenmelidir.
F tipi cezaevleri kapatılmalı, tecrit ve diğer ekstra cezalandırma anlamına gelen uygulamalardan vazgeçilmeli ve hükümlülere haklarının verildiği, insanca yaşadıkları bir ortam oluşturulmalıdır.
Sağlıklı bir toplumun oluşabilmesi için, insanların barışçıl tepkilerini rahatlıkla ortaya koyabilecekleri düzenlemeler yapılmalı, ifade özgürlüğü önündeki engeller kaldırılmalıdır.
İnsanların haber alma ve basın özgürlüğünün engellenmesinden vazgeçilmelidir.
İnsanın ancak haklarıyla kendini gerçekleştirip var olabileceği unutulmamalıdır.
ÖZGÜR-DER
Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi
İnsan Hakları Komisyonu