Irak Müslüman Alimler Kurulu'ndan dört kişilik bir heyet Dr. Muhammed Ubeyd el-Kubeysi başkanlığında çeşitli temaslarda bulunmak üzere geçtiğimiz Ağustos ayında Türkiye'ye bir ziyarette bulunmuşlardı. İHH Başkanı Av. Bülent Yıldırım'ın daveti üzerine Kudüs Dergisi olarak dergimizin sahibi Hamza Türkmen, yazı işleri müdürümüz Kazım Sağlam ve dergimiz yayın kurulu üyesi arkadaşlarla birlikte özel bir yemekli toplantıda bir araya gelerek Irak Alimler Kurulu temsilcileriyle tanışma ve fikir teatisinde bulunma imkanımız oldu.
Bağdat Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dekanı Dr. Muhammed Ubeyd el-Kubeysi'nin başkanlığındaki heyette İmam Azam Üniversitesi Kur'an İlimleri Fakültesi Dekanı ve heyetin dış ilişkiler sorumlusu Dr. Abdusselam Davud el-Kubeysi, Bağdat Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ile Ürdün Zerka Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olan aynı zamanda Müslüman Yazarlar Birliği üyeliği yapan Dr. Adnan Muhammed Selman ed-Duleymi ve Bağdat İslam Üniversitesi hocalarından Şeyh Abdulkadir Geylani Camii İmamı Dr. Mustafa İsevi gibi Irak'ın tanınmış şahsiyetleri yer alıyordu.
Irak'taki gelişmeleri ilk elden öğrenmek amacıyla Dr. Muhammed Ubeyd el-Kubeysi ile bir röportaj gerçekleştirdik.
Sayın Kubeysi, sizi dünkü toplantıda yakından tanıma fırsatımız oldu. Bundan önce de Arap televizyonlarındaki programlardan sizleri tanıyorduk ama okuyucularımız için kendinizi genel olarak tanıtır mısınız?
Halen Bağdat Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dekanlığı'nı yapıyorum. Ayrıca Irak Müslüman Alimler Kurulu Başkanlığı'nın yanı sıra Müslüman Gençler Cemiyeti Yönetim Kurulu üyeliği, Bağdat İslami Hayır Cemiyeti Y. K. üyeliği, Sağlık Cemiyeti Birliği Y. K. üyeliği ve İslami Eğitim Cemiyeti Genel Kurulu üyeliği gibi çeşitli sorumluluklar taşıyorum.
Enbar ili Felluce ilçesinde 1940'ta doğdum. Bağdat Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldum. Ezher Üniversitesi'nde "İslam Şeriatı ve Medeni Hukukta Vakıflar" konusunda mastır yaptıktan sonra 1977 yılında "İslam Hukukunda Vakıfların Hükmü" alanında doktora yaptım. Bu çalışmam daha sonra iki cilt halinde yayınlanarak iki baskı yaptı.
Başkanlığını yaptığınız Irak Müslüman Alimler Kurulu'nu tanıtır mısınız? Kimler tarafından ne zaman ve ne amaçla kuruldu?
Resmi olarak Saddam rejiminin yıkılışından birkaç gün sonra 14 Nisan 2003 tarihinde kuruldu. Hatırlayacağınız üzere Saddam rejimi 9 Nisan 2003'te yıkılmıştı.
Alimler Kurulu daha önce yok muydu?
Vardı, ancak bireysel çalışmalar yapılıyordu. Saddam bu tür kurumlara rejimine tehlike oluşturur korkusuyla izin vermiyordu. Muhalefet vardı ama böyle bir çatı altında faaliyet mümkün değildi ancak bireysel çalışmalar yapılabiliyordu. Üniversite hocaları, cami imamları ve aydınların rejime yönelik muhalefeti ve çeşitli çabaları söz konusuydu.
Yani ilan edilmemiş gayri resmi bir muhalefet olarak Alimler Kurulu daha önce de vardı.
Evet, tamamen ifade ettiğiniz gibi.
İslami bir muhalefet olarak faaliyet gösteriyordunuz.
Evet, herkes bizi Saddam'a, Baas rejimine ve yöneticilerine karşı olan muhalif tutumumuzla tanıyordu. Bu muhalefet, her şahsın bireysel olarak bulunduğu konuma uygun bir tarzda İslam'a ve halka yönelik sorumluluklarını yerine getirmesiyle oluşuyordu.
Irak Müslüman Alimler Kurulu'nun kurucuları, 14 Nisan 2003 tarihinde toplanarak böyle bir yapılanmaya gidilmesini kararlaştırdı ve bu yapılanma resmen ilan edildi. Bizim kuruluş amaçlarımızdan biri de Şiilerin taklid merciine alternatif Sünni bir otorite oluşturmaktı. İl ve ilçelerden ülkenin güneyinden kuzeyine, doğusundan batısına her bölgeden alimler çağrıldı. Üniversite hocaları, İslami bilimlerde uzman olanlar, cami imam ve hatiplerinden oluşan binlerce alim kuruluşumuza üye oldular. Alimler Kurulu resmi olarak çok yeni kurulmuş olmasına rağmen Ehli Sünnetin için merci makamı konumuna gelmiştir. Bir çok konuda Kurul'a başvurularda bulunulduğu için, Irak toplumu içinde önemli bir rol üstlenmeye başladı. Özellikle de savaş döneminde bu önem daha bariz bir şekilde ortaya çıktı. Camilerin sosyal etkisinin çok fazla olduğu Irak toplumunda tüm savaşlarda olduğu gibi, yaşanan olumsuzluklara karşı güvenliği sağlamaya yönelik çalışmalarımız oldu. Bulunduğumuz bölgelerde can ve mal güvenliğini sağlamaya çalıştık. Sağlık hizmetleri verdik, yardım malzemeleri dağıttık. Tüm bu hizmetleri daha kuruluşumuzun ilk günlerinde yerine getirdik. Yaralıların tedavisi yapıldı ve daha bir çok çalışmanın içinde bulunduk ancak tüm bunları burada saymamız mümkün değil.
Irak Müslüman Alimler Kurulu'nun bazı komisyonlar oluşturduğunu biliyoruz. Bu komisyonlar nelerdir?
Şu ana kadar 11 alt komisyon oluşturduk. Bunlar fikri, ilmi, kültür, sağlık ve insani yardım alanlarında etkinlik icra ediyor. Ayrıca kurulumuz dış ilişkilere çok önem veriyor. Dünya ile ilişkiler geliştirmek istiyor. Amaçlarımızdan biri de diğer kültür ve medeniyetlerle tanışmak ve onların İslam'a aykırı olmayan tecrübe ve birikimlerinden yararlanmaktır. Böylece dışa açılım sağlamak istiyoruz. En azından İslam ülkeleriyle böyle bir diyalog içinde olmak istiyoruz. Bundan dolayı da Türkiye'ye çok önem veriyoruz. Çünkü Türkiye İslam ülkelerinin başı pozisyonundadır. Bağdat İslam aleminin kalbi ise Türkiye'de onun başıdır. Kalp başsız yaşayamaz, aynı şekilde başta kalpsiz yaşayamaz. (Biz aynı ümmetin parçalarıyız.)
Bu noktada Türkiye'yi ziyaretinizdeki amacınızı ve hedefinizi sormak istiyorum.
Dediğim gibi Türkiyeli kardeşlerimizle tanışmak, onlara danışarak tecrübelerinden yararlanmak. Ve belki de bu ziyaretimiz vesile olamasaydı sizin gibi kardeşlerimizle tanışma imkanımız olmayacaktı. Bu da ziyaretimizde elde ettiğimiz en büyük kazanımlardan biridir. Örneğin biz daha önce Türkiye'de Kudüs isimli bir derginin olduğunu bilmiyorduk. Buradaki İslami vakıflar, hayır cemiyetleri ve insani yardım kuruluşları (mesela İHH) hakkında tam bir bilgisizlik içindeydik. Çok şükür bunları öğrendik. Ben şahsım olarak insanı yardım konularında eskiden beri bir çaba içindeyim. 1991 yılındaki savaştan bu yana yardım faaliyetleri yürüten İslami kuruluşlarla dayanışma içindeyiz. Irak halkına Müslüman Gençler Cemiyeti ve İslami Hayır Cemiyeti aracılığıyla yardımlarımızı ulaştırıyoruz. Körfez ülkelerindeki İslami yardım kuruluşlarıyla irtibat içindeyiz. Onlardan aldığımız yardımları ihtiyacı olanlara ulaştırıyoruz.
Kurulumuzun amaçlarından biri de camilerin yönetimini organize etmektir. Kuruluşumuza 6 bin imam ve hatip üyedir. Ve bizler bunların görev yaptıkları 6 bin caminin her türlü sorunlarıyla ilgileniyoruz. Camileri onarıyoruz, inşa ediyoruz, Kuran kursları düzenliyoruz. Yaz aylarında Kur'an'ın hıfz edilmesi için özel kurslar düzenliyoruz. Kuran dağıtımı yapıyoruz. Başarılı öğrencilere ödül ve hediyeler veriyoruz. Bu büyük organizasyonun tümü kuruluşumuzca yapılıyor. Aynı zamanda bu tür faaliyetlerde bayanlarda etkin rol oynuyor, görevler alıyorlar.
Biraz da Irak'ın iç sorunlarına değinmek istiyoruz. İşgale karşı Irak halkı tek vücut halinde direnmedi ve birbirinden farklı tavırlar geliştirdi. Ülkenin kuzeyinde Kürtler ABD ile işbirliği yaptı. Güneyde Şiiler şimdilik barışçıl bir politika izliyor. Ve orta kesimde bulunan Sünniler genel olarak direnişe meylettiler. Sizce neden Irak halkı yek vücut olamadı?
Değerli kardeşim, bildiğin gibi ayrılık insanın yaradılışında var. "Allah dileseydi sizleri tek bir ümmet yapardı" öyle değil mi? Algılamalardaki farklılıklar, değer ve anlayışların ayrı olması Allah'ın yaratışındaki sünnetindendir. Buna şaşmamak gerekir.
Bahsettiğimiz bu kesimlerin her birinin kendine has bakış açıları ve hedefleri var.
Kürtler 1991'den beri Irak'tan tecrit edildiler ve iki Kürt partisi KYB ve KDP tarafından yönetildiler. ABD gibi yabancı güçlerle ilişkiler geliştirdiler.
Sünni Araplar, Türkmenler ayrıca bu iki Kürt partisi ve ABD ile ilişkisi olmayan Sünni Müslüman Kürtler de çeşitli görüş ayrılıklarına düştüler. Kimisi bekle gör politikası izliyor kimisi de işgale karşı direnmenin gerekli olduğunu ve işgale karşı direnme hakkının ilahi buyruktan da önce doğal ve insani bir hak olduğunu vurguluyor. Yani ayrılıklar farklı bakış açılarından kaynaklanıyor.
Şia'ya gelince, bildiğimiz gibi onlardan bazıları ABD tanklarıyla birlikte ülkeye geldiler. Bazıları ülkeye sonraları dışardan (İran) geldi. Kimisi de Saddam rejimi tarafından çeşitli bahanelerle zulüm ve saldırılara uğradılar. Tüm bunlar geliştirilen tavırlarda belirleyici etken oldu. Bir kısmı işgale karşı ve işgalin hemen bitmesini istiyor. Ancak bunun savaşarak değil görüşmelerle olabileceğini düşünüyor. İşgal askerlerini çatışmalar yaşanmadan görüşmeler yoluyla çekip gitmeye zorlamayı daha büyük bir zafer olarak görüyorlar ki bunda haklılar.
Bir kısmı da işgalci güçlerin direniş olmadan çekilmeyeceğini düşünüyor ve tek yolun direniş olduğuna inanıyor. Bazıları da işgalcilerle işbirliği yaparak bölgesel kazanımlar peşinde; ekonomik, siyasal ve toplumsal menfaatler elde etmeyi umuyor.
Siz kuruluş olarak hangi tavrı doğru buluyor ve destekliyorsunuz? Sizce Irak'taki işgal nasıl sökülüp atılabilir?
Bu konuda son kararı verecek olan kurumumuzun fetva komisyonudur. Komisyon henüz bu konuda bir fetva vermiş değildir. Bizler de konu ile ilgili tavrımızı ancak böyle bir fetva doğrultusunda ortaya koyacağız. Henüz alınmış bir karar ve verilmiş bir fetva yok.
Savaş sonrası Arap basınından takip ettiğimiz kadarıyla Şii ve Sünniler arasında bir dayanışma vardı; birlikte gösteriler düzenliyor, aynı camilerde namazlar kılıyorlardı. Bu diyalog hala sürdürülüyor mu?
Evet hala sürüyor. Bağdat'ın düştüğü Pazar günü saat ikide Sevra kentinde 7 Sünni ve 8 Şii alim bir araya gelerek olağan üstü bir toplantı tertip ederek ortak bir anlaşma imzalandı. İşte bu olumlu adımımızdan dolayı Şii-Sünni çatışması yaşanmadı. İki tarafın oluşturduğu işbirliği komisyonları var. Örneğin herhangi bir taraftan öbürüne bir şekilde bir tecavüz olduğunda bu komisyon araya girip olayı yatıştırıyor ve sorun çıkaran gruba baskı yapıyor. Böylece Şii ve Sünniler birlikte barış içinde yaşıyorlar. Heyetimizin içinde "Mezheplerin Yakınlaştırılması" adıyla bir komisyon da var. Bu komisyon Şiilerle karşılıklı ziyaretlerde bulunuyor ve karşılıklı görüşmeler yapılıyor. Ben bizzat bir heyetle Necef'e gittim, Şii alimleri ziyaret ettim. Onlar da iadeyi ziyarette bulundular.
Sünni Arapların geçmişte ayrıcalıkları vardı. Saddam döneminde yönetimdeydiler ve Şiiler toplumdan dışlanmışlardı. Şu an Şiiler Irak siyasi arenasında etkinler ve ciddi bir ağırlık oluşturuyorlar. Yani durum tersine döndü. Sünnilerde eski dönemden kalma bir üstünlük kompleksi var mı?
Saddam yönetimi adildi! Her kesime eşit şekilde zulmediyordu. Saddam Şiilerden önce Sünnileri ezdi. Sünni alimlerden bir çoğu öldürüldü. Bir kısmı yurtdışına kaçmak zorunda kaldı. Sizin bu bahsettiğiniz yargı dışarıdaki insanlar arasında yaygın. Diyorlar ki: Saddam, Sünni'ydi ve Sünnileri kayırıyordu. Gerçekte Saddam ne Sünni idi ne de Şii idi. Bildiğiniz gibi Saddam en yakınlarını bile öldürtüyordu. Damatlarını öldürttü. Onun zulmü herkesi kapsıyordu. Arap, Kürt ve Türkmen veya Şii-Sünni arasında bir farklılık yoktu.
Olayın daha iyi anlaşılması için şu örnek yeterli sanırım; Saddam yönetimi ele geçirdiğinde onun vurucu gücü, Genel Güvenlik Müdürü Nazım el-Hicar'dı. Bu adam Sünni kesimden sayısını ancak Allah'ın bileceği çoklukta kişiyi öldürdü. Nazım el-Hicar Şii'ydi. Öyleyse sorun Şii-Sünni olması değildi. Saddam kendi amaçlarını gerçekleştirmek ve otoritesini devam ettirmek istiyordu. "La" diyen herkesi öldürüyordu.
Irak'ta Şiiler ve Sünniler arasında veya Kürtler ve Türkmenler arasında bir çatışma tehlikesi var mı? Bir takım ufak çaplı çatışma haberleri alıyoruz bu konuda neler söylemek istersiniz. ABD bu durumdan istifade etmek istiyordur.
Evet. ABD etnik çatışma çıkmasını istedi ancak vakıa böyle cereyan etmedi. ABD Araplarla Kürtler ve Türkmenler arasında veya Şiilerle Sünniler arasında çatışmayı umuyordu ama Allah'a hamd olsun ki biz düşmanın bu tuzağına düşmedik. Her ne kadar bazı kışkırtmalar olsa da -iki gün önceki olaylar gibi (Kerkük'te yaşanan Türkmen-Kürd çatışması)- iki taraftan akl-ı selim sahibi kişiler bunu engelleyecektir. Bu olaylar geçici ve önemsiz olaylardır. Bu tür çatışmalar bazen aynı etnik grup içinde de yaşanabilmektedir. Örneğin Felluce'de Arap ve Sünni olan iki kabile arasında da küçük çatışmalar yaşanabiliyor. Biz bunun ABD'nin işi olduğunu söylemiyoruz. Bunlar doğal olaylar, insan olmanın ve cahilliğin bir sonucu.
Yani şunu söyleyebilir miyiz: Farklı etnik köken ve mezheplere sahip taraflar arasında iyi bir diyalog ve anlayış gelişmiştir?
Evet. Tüm taraflar arasında iyi bir diyalog söz konusudur.
Arap basınından takip ettiğimize göre İsrailli Yahudiler Irak'a gelip büyük miktarlarda ve yüksek fiyatlarla arazi ve gayri menkul satın alıyorlar. Sizce Irak için bir Siyonist yerleşim tehlikesi söz konusu mu?
Amerika'nın işgalinden sonra Irak her şeyin mubahlaştırıldığı bir ülke haline geldi. Hangi uyruk ve dinden olursa olsun dünyanın herhangi bir bölgesinden bir insan rahatlıkla Irak'a girip çıkabilir, vizesiz ve pasaportsuz olarak. Gerçekten Yahudiler Irak'a girdiler. Özel bir vasıfla girip Irak'ın nükleer teçhizatını kobra helikopterleriyle İsrail'e naklettiler. Yine Yahudiler Bağdat'ın belli bölgelerinde yüksek meblağlarla arsa satın alıyorlar. Bu kuşku duyulmayacak bir gerçektir.
Ortada bazı iddialar var, İsrail'in Irak-Türkiye sınırına ileri teknoloji ürünü dinleme cihazları yerleştirdiğine dair. Bu iddiaların gerçeklik payı sizce nedir?
Şahsi bilgilerime göre İsrail işgalden çok önce Irak'ta istenilen herhangi bir şahıs hakkındaki kişisel bilgileri diğer Arap ülkelerine ve yabancı ülkelere satıyordu. Düşünebiliyor musunuz? Irak'takiler her yıl Baas Partisi'nin hazırlamış olduğu ve kişisel bilgilerin olduğu formları doldurup veriyorlardı. Daha sonra birde baktık ki bu kişisel bilgiler İsrail'in eline ulaşıyor. Nasıl ve kimler tarafından ulaştırıldığını bilemiyoruz. Sonra Ürdün ve Mısır gibi ülkeler bu bilgileri İsrail'den satın alıyorlar. Bundan dolayı İsrail'in dinleme cihazlarına ihtiyacı olacağını pek sanmıyorum. Ama bu iddialar gerçekse eğer, demin söylediklerim bu faaliyetleri doğrulayan verilerdir.
İsterseniz buradan diğer bir konuya geçelim… Türkiye ABD'nin talebi üzere Irak'a asker göndermek istiyor. Türkiye ordusu Irak'ta ciddi bir direnişle karşılaşan ABD işgal güçlerine bir nevi canlı kalkan görevi üstleneceğe benziyor bu konuda neler söylemek istersiniz?
Burada aslolan şey Iraklıların güvenliğinin sağlanmasıdır ve bu öncelikle Iraklıların sorumluluğundadır. Güvenliğin yabancı güçlerce sağlanması doğru değildir. BM'nin Irak ordusunu ve diğer güvenlik birimini dağıtması büyük oyunun bir parçasıdır. ABD böylece Irak'ta bir güvenlik boşluğu oluşturmuştur. Şu an bizler Irak'ta güvenlikten yoksunuz ve bundan ABD sorumludur. Bağdat sokaklarında silahlı çeteler dolaşmaktadır. Ayrıca ABD'ye karşı düzenli bir direniş gelişmektedir. ABD, olanca gücüne rağmen bu direniş karşısında bir çıkmaza girmiştir. Her gün kan kaybetmektedir. Bu vortadan çıkmak ve kendisini kurtarmak için ABD, Türkiye ve Pakistan gibi İslam ülkelerinden asker talebinde bulundu. Böylece kendi emperyalist emellerini daha güvenli bir şekilde gerçekleştirmiş olacak. İşgalci ABD bu güçlerin barış gücü adı altında Irak'a girmelerini istedi. Ancak gerçekte bu güçler işgalcilere siper olacaklar. Türkiye'de yaptığımız temaslarda bize bu soruyu yönelten kardeşlerimize şunu söyledik: "ABD'nin isteğiyle Irak'a asker gönderilmesi doğru olmayacaktır. Çünkü ABD'nin buna hakkı yok. ABD işgalcidir ve ABD'nin isteği ile Irak'a gidenlerde işgalci olarak algılanacaktır. BM şemsiyesi altında olursa ve ABD'nin ülkeden çekilme takviminin açıklanmasından sonra olabilir. ABD işgal güçleri çekildikten sonra bizler Irak'ın güvenliğini sağlayamazsak eğer böyle bir şey ancak o zaman olabilir.
Türk ordusu Irak'a girerse büyük oranda Türkmenleri kayıracaktır. Bu da ülkedeki dengeleri etkileyecektir. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz? Bu Irak halkının faydasına mıdır?
Biz Irak halkının bir bütün olduğunu düşünüyoruz. Kürt, Arap ve Türkmen arasında bir ayrım yoktur. Türkmenlerin bazıları Bağdat'ta, Musul'da, Nasiriye'de yaşamaktadır. Türk askerleri ise belli bir bölgede konuşlandırılacaktır, böyle bir ilişki mümkün değildir. Ayrıca Türk askerlerinin gelmesi söz konusu olacaksa eğer bunun Kürt ve Türk tarafların arasında verilecek ortak bir anlaşma ve anlayış çerçevesinde gerçekleştirilecektir.
ABD, Türk ordusunu Sünni üçgene yerleştirmek istiyor. Böylece Sünni halk direniş güçlerini durdurmayı hedefliyor. Bu noktada Irak halkı Türk askerlerini nasıl karşılar?
Şayet Türkiye ordusu yukarıda saydığım şartlar dahilinde girerse direniş olamayacaktır. (ABD'nin çekilmesi, hükümet kurulması, bu hükümetin güvenliği sağlayamaması ve BM şemsiyesinde). Eğer ABD'nin talebiyle girecekse o zaman onun gibi işgal gücü olacaktır. Halk işgale karşı direniyor. ABD askerlerine zaiyat verdirdiği gibi işgalci olabilecek Türk ordusuna da zaiyat verdirecektir.
"Hükümdarlar bir ülkeye girdiklerinde orayı ifsad ederler ve halkının şereflilerini zelil ederler. İşte böyle yaparlar." Ayetinde işaret edildiği gibi ABD Irak'a girdiğinde ülkede Ortaçağda yapıldığı gibi ibaha uyguladı. İnsanların canları, malları, ırzları, değerleri ve onurları mubah sayıldı.
Konuşmamın başında dediğim gibi işgalciler ülkeye girdiğinde her şeyi mubah olarak ilan etti. Sadece ABD değil İsrail gibi ülkeler de Irak'a girip istediklerini yapıyorlar. Hatta daha önce olmayan bir çok kuruluş türedi. Cinsel sapıklıkların savunulduğu cemiyetler gibi. Daha önce bu tür kurumlar İslami değerlere ve Arap örfüne aykırı olduğu için yasaktı, ancak şimdi hiçbir yerden izin almadan bu tür yerler açılıyor. Çünkü devlet, hükümet ve güvenlik yok. Otorite yok. Ülkeyi bunlardan koruyacak hiçbir güç yok. Sadece direnişe geçen bu ülke evlatları hariç.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Müslümanların dinlerine, topraklarına ve Irak'a sahip çıkmaları gerektiğini düşünüyorum.
Röportaj: Mustafa Eğilli