27 Mart yerel seçimlerinde toplumsal gelişmenin siyasal gelişmeye yansımasıyla ilgili üç hususa değinebiliriz:
Birincisi, içinde bulunduğumuz dönemde Türkiye'nin en temel çelişkisi ve reel toplumsal kutuplaşması, siyasi platforma yansımaya başlamıştır. Bir başka deyişle siyasi yapılanma, reel ideolojik çelişkiye uygun bir biçimde şekillenmeye başlamıştır. Bu çelişki, laik egemen güçler ile müslüman halk arasındaki uzlaşmaz ayrılıktır.
TC'nin siyasi yapılanması bu çelişkiyi şimdiye kadar belirli oranlarda yansıtmakla birlikte, planlı ve bilinçli olarak başka unsurlar öne çıkarılmış ve gerçek ve temel çelişki olan İslam-laik rejim, müslüman halklar-Batılı müstekbirler kutuplaşmasının yerine, liberalizm-devletçilik gibi sistem içi tartışmalar geçirilmiştir. 1946 sonrasındaki kısmi demokratikleşmeye paralel olarak, halkın sisteme duyduğu tepkiler DP-AP geleneği çerçevesinde ifadesini bulmuştur. Böylece müslümanlar artık sistemin kanatlarından birisi altına gireceklerdir.
Türkiye'deki yapay iktidar-muhalefet yapılanmasına, 1960'lardan itibaren sağcılık, solculuk, komünizm, sosyal demokrasi, milliyetçilik gibi unsurlar da eklenince, temel çelişki ekseninden tamamen uzaklaşan bir döneme girildi. Bu çarpıklığa bağlı olarak, müslüman kitleler ve siyasi temsilcileri de giderek sağcılaştılar. Antikomünizm, devletin birlik ve beraberliği gibi unsurlar, müslümanların başlıca 'değer'leri arasına girdi.
Komünizmin aradan çekilmesiyle, sömürgeciliğin ve istikbarın gerçek karşıtının İslam ve müslümanlar olduğu, Dünya'nın her yerinde olduğu gibi Türkiye'de de anlaşılmaya başlandı. Daha komünizm yıkılmadan, İran Devrimi bunun böyle olduğunu anlatmıştı. Artık tüm yarı sömürge ülkelerde tarafların birisi işbirlikçi iktidarlar, diğeri de İslami hareketlerdir. 27 Mart 1994 seçimlerine girerken ve sonrasında, artık Türkiye'nin birinci gündem maddesi, laik rejimin yolsuzlukları ve müslüman halk muhalefeti olacaktır. Müslüman kitleler ve ezilen halklar RP'ye bu ümitle yönelmişlerdir.
Burada belki Refah Partisi'nin de bir düzen partisi olduğu söylenebilir. Ancak RP, laik rejimin tahammül edemeyeceği kadar yoğun bir şekilde İslami motifler yüklenmiş, temel ideolojik hususlarda bile ortaya farklı söylemler koyabilmiştir.
TC'nin temel ideolojik tercihlerini, laiklik, ırkçılık ve sınıfsallık olarak özetleyebiliriz. Düzen partilerinin hiç birisi bu hususlarda sistemle çatışmamış, bilakis ona alternatif teşkil edecek bir farklılık doğrultusunda bazı tartışmalar meydana gelmiştir. Ancak rejimin temel unsurlarının tartışılması noktasında, hemen hemen bütün siyasal muhalefet, devletin yanında yer almıştır.
RP'nin de, laiklik, Türk milliyetçiliği ve kapitalizm karşısında köklü bir muhalefet yaptığı söylenemez. Fakat RP, halkın bu hususlardaki tüm tepkilerini en yoğun bir şekilde ifade ettiği eğilim haline gelmiştir. "Metropol varoşlarına yığıldığı" söylenen tüm ezilen kitlelerin son sığınağı olarak, İslam dini ve siya sal platformda RP bir kurtuluş ümidi haline gelmiştir. TC ve PKK'nın zulümleri arasında bunalan Kürt halkı, kendisine en yakın bir alternatif olarak (pek de liyakatli olmadığı halde) RP'ye yönelmiştir. RP'nin ise zaman zaman, rejimin ideolojik değer yargılarına karşı eleştirilen tavırlar koyduğu görülmektedir.
27 Mart seçimlerinin yansıttığı ikinci husus, Türkiye'deki İslami bilinçlenmenin ve kitlelerdeki İslamileşmenin yükselmesidir. 1980 sonrasında yoğun olarak Kur'an'a yönelen İslami hareketlilikler, Türkiye için önemli bir imkan, ciddi bir potansiyel haline gelmiştir. Bu kitlenin bilinç ve örgütlenme seviyesi her ne kadar istenilen noktada değilse de, TC tarihinin diğer dönemleriyle kıyaslandığında bu gelişmenin ne kadar önemli boyutlarda olduğu görülebilir. Oluşan potansiyel, kendine ait bir siyasi ifade imkanı ortaya koyamasa bile mevcut siyasi yapılanmayı görülmemiş bir şekilde etkilemektedir.
Kitlelerdeki İslamileşme ise, daha çok ameli ve ibadi davranışlarda gözlemlenmektedir. Camilerde namaz kılanların, Ramazan'da oruç tutanların sayısında hissedilir bir artış meydana gelmiştir. Aynı gözlem, devletin bütün baskılarına rağmen tesettürlü kadınlar için de geçerlidir. Bu gelişmeler bir rahmet olarak birbirine paralel, hatta birbirini besleyen bir doğrultudadır. 27 Mart'a gelindiğinde, Türkiye'deki Kur'ani bilinçlenmenin ve kitlelerdeki İslamileşmenin etkisi, tesbit edilmesi gereken bir husustur.
Üzerinde durmamız gereken üçüncü bir husus da şudur: İslami hareketin kitleleri, bilinç düzeyine denk bir örgütlenmeyi gerçekleştiremediği gibi, toplumsal alanlarda da bir gelişme gösterememiştir. Dolayısıyla müslümanlar siyasal gelişmenin önünde değil, arkasındadırlar. Siyasal gelişmenin ideolojik ve toplumsal gelişmenin önüne geçmiş olması sağlıklı bir durum değildir.