“Cumhuriyetimizin 86. yılı kutlu olsun!” İmza: Fatih Belediye Başkanı Bay X. Hemen her yerde benzer afişler. Belediyeler, partiler, resmi sivil toplum örgütleri birbirleriyle yarışıyor. Resmi kutlama afişlerini özellikle “Cumhuriyet Bayramı” kutlama afişlerini görünce tuhaf oluyorum. Yapılan hazırlıklar, konuşmalar, törenler; ciddiyetle hazırlanan basit bir ilkokul müsameresi gibi geliyor bana. İtiraf edeyim, üç yıl önce böyle düşünmüyordum. Gönüllü olmazdım ama okulda sunuculuk, şiir okuma, oratoryoda rol alma, konuşma yapma gibi tekliflerin gelmesini heyecanla beklerdim. En azından önemli bir oyuncusu olduğum folklor ekibimiz sahne almalıydı. Bu arada şimdi üniversite ikinci sınıf öğrencisiyim…
Üç yıl önceydi. Tören yeni bitmiş, kalabalık dağılmaya başlamıştı. “Rezil oldum hocam!” dedim. Gülümseyerek “Bence de. Artık arkadaşlarının, hocalarının, hele hele de idarecilerinin yüzüne bakamazsın. Neyse şunun şurasında bir yılın kaldı. Liseyi bitirir, üniversiteyi kazanır bu şehirden ayrılır, bunların hiçbirinin yüzünü belki bir daha görmezsin. Görecek olursan da görmezlikten gelirsin, olur biter. Bu elim olayı birkaç yıl içinde unutur, hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam edersin.” dedi. Dalga geçtiğini biliyordum. Ama ara sıra o kadar ciddi oluyordu ki dalga mı geçiyor, ciddi mi, ayırt etmek zorlaşıyordu. “Yapmayın hocam, yine dalga geçiyorsunuz.” “Bak ayaküstü basit bir anket yapalım.” dedi ve ilerde kendi aralarında geyik yapan bir grup arkadaşı çağırdı. Onlara yaptığım konuşmayı beğenip beğenmediklerini sordu. Neredeyse bir ağızdan “harikaydı” dediler. Israrla dikkatlerini çeken bir durumun olup olmadığını sordu. Hepsi beğenilerini yinelemekle yetindi. O arada otuzlu yılların cumhuriyet balolarına katılacakmış gibi süslü, bayramın coşkusunu yaşayan belki tek öğretmen olan tarihçimiz Aylin Hanım’a dönerek “Hocam şu delikanlıyı uyarır mısınız, bir daha böyle basit bir konuşma yapmasın, ne okulumuza ne de kendisine yakıştı!” diyiverdi. Aylin Hanım, “Aa, olur mu, vallahi ben çok beğendim, harikaydı. İnanın ben kendisini tebrik edecektim.” Hocam bana dönerek ancak benim hissedebileceğim bir istihzayla “Konuşmanı ne kadar dikkatle dinlediler, görüyorsun. Tebrik ederim bence de harikaydın.” dedi. Bir nebze olsun rahatlamıştım.
Edebiyat öğretmenimiz bir hafta önce cumhuriyet törenlerinde bir konuşma yapıp yapamayacağımı sormuştu. Ben de metin verirlerse yapabileceğimi belirtmiştim. O da internetten indirdiği bir konuşma metninde ufak tefek değişiklikler yaparak bana vermişti. Müdür konuşurken tepemden kaynar sular dökülmüştü. Benim metnimin aynısıydı. Sadece kip ve şahıs farkı vardı. O, “Cumhuriyet gençliği yapmalıdır.” diyor, ben ise “Biz Cumhuriyet gençliği olarak yapacağız.” diyecektim. Edebiyat öğretmenimiz sahne arkasında programla ilgileniyor, konuşmayı dinlemiyordu bile. İnfiale kapılmış, “Ben bu metni okumam.” falan demişim herhalde. “Önce sakin ol! Vasiyet altında bile olsa (sonradan öğrendim aslında vesayet demiş) demokrasimizde çareler tükenmez, hallederiz.” dedi ve metni aldı. Konuşmayı takip etti. Altı-yedi cümleyi kırmızı kalemle çizdi. Birkaç paragrafın yerini değiştirdi, bir iki cümle ekledi. “Al sana yepyeni bir konuşma metni. Çıkar aslanlar gibi okursun!” dedi. Müdür Bey, konuşma metnimin yarısını okumuştu. Bir-iki şiir sonra Vali Bey, konuşmaya başladı. Aman Allah’ım! Ben bu olayı da bu duyguyu da biraz önce yaşamıştım. Kalan yarısını Vali Bey okuyor. Bu sefer iş bitti. Hayatta kürsüye çıkmam. Öğretmenimiz sinirime dokunacak kadar sakindi. Ne de olsa rezil olacak olan o değildi. Yine kırmızı kalem, yine birkaç cümle çizildi. Birkaç paragraf yer değiştirdi. Hamaset dolu birkaç cümle eklendi. Konuşma metnim müsvedde kâğıda dönüşmüştü. “Yaparsın, edersin…” kabilinden birkaç ikna cümlesi, “Emin ol Vali bile anlamayacak. Hem orijinalinden bile daha iyi oldu. Çık konuşma metnini oku!” Nasıl okudum bilmiyorum.
Daha sonraları bir iki programda daha rol aldım. Asla başta hissettiğim heyecanı bir daha hissedemedim. Hocalarımız dâhil öğrencilerin birçoğunun da aslında zoraki olarak törenlere katıldığını, tören sonrası büyük bir yükten kurtulmuş olmanın sevincini taşıdıklarını ancak o zaman anladım. Geçen yılki basit tartışmadan sonra annemle babam bu yıl cumhuriyet bayramımı kutlamadı. Sağlık olsun. Ama ben her yıl edebiyat öğretmenimi arıyor, büyük bir ciddiyetle mübarek cumhuriyet bayramını kutluyorum. Kardeşim aynı lisenin ikinci sınıfında, hocalar ısrar ederse görev savma kabilinden törenlerde ufak tefek roller alıyor, hiç istekli değil. Anne ve babam bu durumdan beni sorumlu tutuyor.
Bugün 29 Ekim 2009. Kimileri gerçekten heyecanlı, seksen küsur yıldır sahip oldukları ayrıcalıkların ellerinden uçup kaybolacağı kaygısıyla dört elle sarılıyor böyle günlere. Kimilerinin durumu biraz daha acıklı geliyor bana. Yasak savma kabilinden başlamışlardı tören kutlamaya. Artık törenleri ‘öteki’lerden daha görkemli kutlamanın yarışı içindeler. Allah var, beceriyorlar da.
Dikkatli bir gözlemle bu tiyatronun aslında seksen küsur yıldır cumhurbaşkanı, başbakan, askeri erkân, bürokratlar, siyasiler düzeyinde sürdürüldüğünü anlayabilirmişim. Yazık bunca seneye! Olsun, artık zararın neresinden dönersen kârdır, demek kalıyor. Kim bilir belki kalabalığın içinde sesini duyuramayan çocuğun “Kral çıplak!” çığlığı bir gün herkes tarafından duyulur.