İslam tarihinde, vuku buluş biçimi ve yol açtığı sonuçlardan çok, etrafında oluşan duygusal dalgalanmalar ve hatıralar yoluyla insanların ruhlarında muazzam etkiler yaratan olaylar vardır.
Bunların en önemlilerinden biri de kuşkusuz Kerbela faciası ve Hz. Hüseyin’in şehadetidir. Bu olay, bütün Doğu-İslâm dünyasında birçok yönden etkili olmuş ve kendi içine kıvrılarak büyüyen dramatik bir manzume eşliğinde yeni bir devir açmıştır. Hz. Hüseyin ve yâranının katledilmesi, Şiilerin tarihinde de, onun gibi Hz. Peygamber’in kızının oğlu olmayan babasının ölümünden çok daha fazla önem taşıyan bir olay olarak öne çıkmıştır.
Daha önce Hz. Ali dönemindeki birçok olayda olduğu gibi, önemli tarihi kırılmalara yol açan bu olayda da Kûfe şehrinin ağırlıklı bir yeri ve rolü vardır kuşkusuz. Bu şehrin, sonraki süreçte de merkezî bir yeri olmuştur. Kûfe denince, iki yüzü birbirinden farklı bir madalyon gibi, iki ayrı şehir akla gelmektedir. Bir tarafta “İslam medeniyeti” olarak nitelenen olgunun en önemli merkezlerinden biri olan hatta bu olguyu biçimlendiren, zenginleştiren, geliştiren bir Kûfe vardır. Diğer tarafta ise sürekli kıyamlarla sarsılan, yönetimlerin başını ağrıtan; destansı kahramanlıkların yanı sıra inanılmaz vefasızlık ve ihanetlerle de anılan bir Kûfe imajıyla karşılaşmak mümkündür.
Süleyman bin Surad’ın etrafında örgütlenen “Tevvabun” hareketi, ihanet ile intikam arayışını bünyesinde barındıran ilginç bir vakıadır. İslam tarihiyle ilgili çalışmalarda gündeme pek gelmeyen bu hadise ve oluşum, çok yönlü bir insanlık dramını da içkindir.
Bu kıyam, Süleyman bin Surad ve yandaşı Kûfeliler tarafından, Mervan bin Hakem’in iktidarı zamanında gerçekleştirilmiştir:
Hz. Hüseyin’in şehadetinden sonra bazı Kûfeliler büyük bir pişmanlık duymaya başladılar. Hz. Hüseyin’in katilleriyle mücadele ederlerse, Allah’ın kendilerini affedeceğini söylemekteydiler.
Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye davet edenlerden biri olan Süleyman bin Surad, dört arkadaşıyla bir araya gelip bu konuda müzakereler yapmaktaydı. Bu kişilerin hepsi de altmış yaşın üzerindeydiler. Yaşlarına ve konumlarına bakıldığında, bu kişileri bir arayan getiren şeyin, hırs ya da siyasal beklentiler değil dinî vicdan ve suçluluk hissi olduğu anlaşılmaktaydı. “Allah bizi Rasulü’nün torunuyla imtihan etti ve biz yalancılardan olduk. Hainlik ettik. Rasullullah’ın nesli gözümüzün önünde katledildi. Rabbimize nasıl hesap vereceğiz? Biz onların katillerinden hesap sormadıkça, Allah bizden razı olmayacaktır. Başımıza birini seçelim ve etrafında toplanacağımız bir sancağımız olsun.” dediler.
Süleyman bin Surad’ı, başlarına emir olarak getirdiler. Süleyman onlara duygusal bir konuşma yaptı. Ardından Hz. Hüseyin’i şehit edenlerden intikam alıncaya kadar mücadele edeceklerine, bu uğurda mallarını ve canlarını esirgemeyeceklerine ve bütün varlıklarını da sadaka olarak fakirlere bağışlayacaklarına dair ant içtiler. Yezid’in ölümüne kadar bu hareket gizli kaldı.
Süleyman, Medine’de bulunan Hz. Ali taraftarı Huzeyfe bin el-Yeman’ın oğlu Sa’d’a bir mektup gönderdi. Sa’d da onları destekleyeceğine söz verdi. Başka bölgelere de mektuplar gönderildi.
Ciddi bir propaganda faaliyeti başlattılar. Bu sayede 16 bin taraftara ulaştılar. Basra ve Medine’den gönderilen para ve silahlar da Kûfe’de toplandı. Bu arada Abdullah bin Zübeyr de kıyam hâlindeydi.
“Hüseyin’in intikamını almak” dışında pratik bir hedef tayin edilmemişti. Ne şekilde can verileceği konusunda da tereddüt ediliyordu. Aralarından bazıları, öncelikle yapılması gerekenin, zorbalığa boyun eğerek Hüseyin’in katlinde büyük bir rol oynayan ve şimdi korku içinde bulunan eşrafı şehirden kovmak olduğunu söylemekteydi. Süleyman bu düşünceye karşı çıkmaktaydı. Bu nüfuzlu kişileri aleyhlerine çevirmek doğru ve yerinde bir davranış olmazdı. Asıl hedef Şam yönetimi olmalıydı.
Hazırlıklarını yapıp yola düştüler. Ancak yolda dökülenler oldu. Bu, Kûfelilerin öteden beri yaptıkları bir şeydi. Harekete katılmayı kabul eden 16 bin kişiden, verilen mühlette Nuhayle’de sadece 4 bini boy gösterdi. Bu sırada Mervan bin Hakem, Ubeydullah bin Ziyad’ın emrinde bir orduyu Şam’dan yola çıkardı. Bunu duymalarına rağmen, ölüm yolculuğunu sürdürdüler. Kerbela’ya geldiklerinde ağlayıp dua ettiler. Bu arada Kûfe’den haber geldi. Abdullah bin Zübeyr’e bağlı Kûfe valisi Abdullah bin Yezid, “Kûfe’ye dönün, güçlerimizi birleştirip daha büyük bir ordu ile Şam üzerine yürüyelim.” demekteydi. Onlar, bu çağrıya kulak asmayıp yollarına devam ettiler.
Fırat kıyılarını izleyerek Karkasiyye’ye vardılar. Şehirde ilgi gördüler, iyi karşılandılar. Erzak temin ettiler. Yıkanıp elbiselerini yenilediler. Tekrar yola çıktılar. Biraz daha ilerleyince, Şam ordusunun öncü birlikleriyle karşılaştılar. Büyük bir istek ve hırsla savaştılar ve bu öncü birlikleri mağlup ettiler.
Üzerlerine gönderilen Şam ordusu 12 bin askerden oluşmaktaydı. Öncü birlikleri darmadağın edilen Şam birlikleri büyük bir dikkat ve disiplinle Tevvabun saflarına saldırıya geçti. Çok şiddetli bir çarpışma oldu. Tevvabun grubu umulandan daha dirençli çıktı ve Şam ordusunu bozguna uğrattı.
Şam ordusu takviye edildi. Kimi tarihçiler bu orduya bir süre sonra 8 bin kişinin daha katıldığını aktarmaktadırlar. Olanca güçleriyle saldırmalarına rağmen Tevvabun’un direncini bir türlü kıramadılar. Takviye devam etti. Böylece yaklaşık 30 bin kişiye ulaşan Şam ordusuna karşı 4 bin kişi savaşmaktaydı. Çarpışmalar devam etti ve Tevvabun birçok adamını sırayla kaybetmeye başladı.
Süleyman bin Surad, henüz ölmediğine hayıflanarak atına atlayıp Şam ordusuna daldı. Aldığı bir ok darbesiyle öldü. Komutayı sırasıyla arkadaşları aldı. Onlar da inatla ve büyük bir yiğitlik göstererek savaşıp katledildiler. Geride kalan küçük bir grup çekilerek Karkasiyye’ye döndü. Oradan erzak alıp Kûfe’ye geldiler.
Tevvabun’u mücadele ve ölümün kollarına atılmaya sevk eden şey hissettikleri suçluluk duygusuydu. Ancak, ölü Hüseyin için gösterdikleri bu gayretin yarısını Hüseyin hayattayken göstermiş olsalardı, belki de tarih başka bir çizgide açımlanırdı.