1- Kemalist sistemin uzun yıllar boyunca dayattığı tesettür-hicap yasağı hususunda önemli aşamalar kaydedilmesine ve başörtüsünün daha önce hiç rastlanmadığı pek çok alanda yaygınlaşmasına rağmen toplumsal yapıda gözle görülür bir gevşeme, bir gerileme olduğuna dair tespit ve eleştirilere katılıyor musunuz? Bu konudaki gözlemleriniz nelerdir?
Giderek sayıları artan münferit baş açmalar vuku buluyor ancak kitlesel düzeyde başını örtenlerin başlarını açtığını söylemek abartı olur. Başaçmaların kitlesel boyut kazanmasını, toplumsallaşmasını isteyenler var, bunu çeşitli mecralarda süren kampanyalardan anlayabiliyoruz. Söz konusu mecralarda birtakım kesimler -ki bunlar öteden beri başörtüsüne karşı yasakçı tutumlar içindedirler- şimdi münferit baş açmaları mercek altına alıp büyütüyor, sanki artık her başörtülü başını açıyormuş ve bu yaygın, genel bir trendmiş gibi göstermeye çalışıyorlar.
Münferit bazı kadın ve kızların başlarını açmasına karşı başını kapatan hanımlar da var. Kimi ölür, kimi doğar. Bu böyledir! Hayat gelişen olaylar karşısında insanın verdiği çetin bir sınavdır. Sınav ateşten geçmek gibi bir şeydir; fitne, altının ateş potasında eritilmesine denir. Dayanabilen som altın olarak ortaya çıkar, kaybeden curufat olur, çöpe atılır. Zemininde sosyo-psikolojik olguların yattığı bu türden olayları hayatın olağan akışı içinde algılayıp değerlendirmek gerekir.
2- Eğitim ve iş hayatında yasağa karşı onurluca direnen bazı annelerin kızları, hatta bazen kendileri, maalesef şimdi hicabı değersizleştiren bir tutum içinde görünüyorlar. Kur’an’ın açık bir emri ve Müslüman kadının hayat tarzı olan hicabın algılanmasına dönük bu zafiyete ne tür faktörler sebebiyet vermiştir?
Pek yaygın olmamasına rağmen bazı kadınların veya kızların başlarını açmalarının birtakım sebepleri var. Bu sebeplere inilebildiğinde bazılarının neden başlarını açtığını anlayabiliriz. Ben şu sebeplerin altını çizebileceğimizi düşünüyorum:
a) İlkin bazı kızlar veya kadınlar geleneksel olarak örtünüyorlardı. Geleneksel örtü ile bilinçli başörtü arasındaki şekil farkını kolayca farketmek mümkün. Geleneksel örtü öylesinedir, hatta önden saçların bir bölümü açıktır ki İran’da laik kadınlar özellikle başlarını böyle örterler. Çeyrek baş açık örtü gelenekte alışkanlıktır, İran’da ise sembolizmdir. 1950’lerden başlamak üzere yaşanan üç büyük göç dalgası sonucunda geleneksel örtünen kadınlar, şehir hayatında yaşamaya başladıklarında saçların tamamını örtmek onlara daha cazip ve estetik geldi. Başörtüsü mücadelesini başlatan hanımlar -mesela rahmetli Şule Yüksel Şenler, Hatice Babacan vs.- İslami hayatı kamusal alanda görünür kılma amacında idilerse degeleneksel olarak örtünenlerde sorgulama sonucunda oluşmuş bir bilinç söz konusu değildi, “alışkanlık olan davranışta bilinç olmadığından” (M.Önal Mengüşoğlu, Gâvur Kayırıcıları) şimdi kolayca başlarını açabiliyorlar.
b) Bazı kızlar da babalarının veya eşlerinin etkisinde, hatta baskı altında örtünmüşlerdi. Söz konusu baskı ortadan kalktığında veya liberal zihniyetin benimsenmesiyle aile içindeki meşru hiyerarşi etkisini kaybettiğinde başlarını açtılar.Baskı ile örtü zaten Kur’anî değildi. Ne İran’ın yaptığı gibi başörtüsü devlet marifetiyle herkese dayatılabilir ne de koca veya babaların zorlamasıyla empoze edilebilir. Bu, kadında “ikrah”a sebep olur ki “Dinde ikrah yoktur.” (Bakara, 2/256)
c) En yaygın sebebin son 20 yılda İslamcı geçinen grup ve iktidarların İslamiyet’i temsil noktasında gösterdikleri zaaf olduğunu söyleyebiliriz. Bence bu hayli önemli bir sebeptir. Maalesef İslam dünyasının hemen hemen her yerinde,dindar görünen örgütler ve iktidarlar iyi bir sınav vermediler. İmama kızan camiyi terkediyor. Müslümanların gerek ülke içinde gerek İslam dünyasının genelinde gösterdikleri zafiyet birtakım patolojik tepkilere yol açıyor. “Dindarlık bu ise ben yokum!” diyen kadınların bir bölümü başını açıyor, erkekler dinin kendisini sorgulamaya başlıyorlar. Bu tepki patolojiktir, sağlıklı bir zihne işaret etmez. Usulde bir kural var: “Su-i misal emsal olmaz.” Bir fikrin veya bir davanın yanlış temsili veya istismarı o fikrin veya davanın kendisinin kötü olduğu anlamına gelmez. İmam kötü ise yapılması gereken şey, imamı eleştirmek veya değiştirmeye çalışmaktır;camiyi ve namazı terketmek akıllı ve tutarlı insanların yapacağı şey değildir. Ben tepki üzerine başını açan veya deizme kaydığını ilan edenleri ciddiye almam. Çünkü bu gerekçeyi öne süren erkek ve kadınların sıfat ile mevsufun arasını ayıramayacak düzeyde zihnî zaaf içinde olduklarını düşünüyorum. İstismar kötü bir eylemdir ve bu eylemi her türden inanç, doktrin veya ideoloji adına yapanlar olur. Sosyalizmi, Kemalizm’i, milliyetçiliği, laikliği, liberalizmi, hukuku, Hristiyanlığı istismar edenler yok mu? Elbette var. “Dindarlar kötü!” deyip dinden çıkanlar neden aynı tavrı söz konusu fikir ve ideolojiler için göstermiyorlar? Burada İslam dinine ve İslamcı akımlara karşı özel bir kampanya yürütüldüğünü düşünüyorum. Sahte para basan kalpazanlar var diye kimse devletin bastığı parayı protesto etmiyor. Müşterisini aldatan marketçi veya bakkal var diye, kimse marketten veya bakkaldan alışveriş yapmaya son vermiyor.
İstismar kötülüğünü sadece dindarlara veya Müslümanlara hasredenler farkında olsun veya olmasın, din ve İslam karşısında büyük cürüm (suç ve günah) işliyorlar. Çünkü kötülüğü sadece istismarcı dindara hasrettiğinizde dine ve İslamiyet’in kendisine “kötü bir öz” atfetmiş oluyorsunuz. Demek istiyorsunuz ki din, özü itibariyle kötülüktür; kim ona yanaşırsa bu kötülük ona bulaşır, kendisi de kötü olur, kötülük işler. “Milliyetçiliği, sosyalizmi, liberalizmi, laikliği istismar edenler var ama dürüst olanlar da var.” diyorsanız, “Dini istismar edenler var ama iyi dindarlar, dürüst Müslümanlar, iffetli İslamcılar da var.” demelisiniz. İnsaf, vicdan ve adalet bunu gerektirir. Demiyorsanız, kasıtlısınız ve Allah’ın dinine karşı büyük cürüm işlemektesiniz.
d) Son yıllarda Kur’an-ı Kerim’in tarihselci açıdan okunmasının ve hadisler ile genel olarak Sünnet’e karşı yürütülen çalışmaların da baş açmalarda önemli rol oynadığını düşünüyorum. Bu çalışmaların varacağı nokta münzel şeriatın sabitelerinin ilahi olmaktan çıkarılması ve giderek münzel şeriata karşı tasfiyeci ve kindar bir tutumun yayılmasıdır. Nitekim sayıları giderek artan ilahiyatçı, eski İslamcı veya dindar şahıslar -yalancı Mesih de aralarına katıldı- açıktan ‘şeriat’a karşı husumetlerini, inkârcı düşüncelerini açıkça dile getiriyorlar. Turan Dursun’un seçici yöntemle bir araya getirdiği temelsiz argümanlardan müteşekkil “Din budur!” sloganını söz konusu ilahiyatçılar ve çakma İslamcılar “Şeriat budur!” şeklinde tekrar ediyorlar. Eğer İslam dininin maddi ve sosyo-politik sureti/formu münzel şeriat değilse çok sayıda hüküm gibi başörtüsünün de bir vecibe olarak takılması gerekmez, deyip başlarını açanlar var.
e) Bunun yanında feminist paradigmadan hareketle Müslümanlar içinde etkin faaliyet gösterenler var, bunların bir bölümü zaten öteden beri birçok nass gibi başörtüsüyle ilgili hükümleri de reddediyorlardı, bunlara bakıp zihn-i teşevvüşe düşen kızlar başlarını açıyorlar.
f) Modern hayatın cazibesi karşısında yeterli ve gerekli mukavemeti gösteremeyen aydın-gazeteci kadınlar da var. Bunlar zaten öteden beri öylesine örtülü idiler, boyunları açıktaydı. -Bir kısmı halen öyle.- Sonunda Çetin Altan’ın dediği gibi liberal-modern rüzgârın kuvvetli esintisi karşısında örtüleri başlarından uçtu gitti. Bu olayı sadece başını açan kadınlara hasretmek haksızlık olur, başörtülü kadınla evlenmek istemeyen veya evli kalmak istemeyen erkekler de başörtüsünü gereksiz görüyorlar. Bunlar ekonomik ve sosyal statüleri yükseldiğinden, modern hayatı tüketmek istediklerinden başörtüsü ve sade, mütevazı İslami hayatı kendileri için ayak bağı görüyorlar.
3- Ülke içinde ve evrensel düzlemde yaşanan siyasal gelişmelerin bu duruma doğrudan ya da dolaylı bir etkisinin olduğunu düşünüyor musunuz?
Bu sorunun cevabını 2. sorunun cevabında vermiş oldum.
4- Başörtüsünü gerçek manada tesettürün bir parçası kılmak ve toplumda yeniden bir hicap bilinci geliştirmek için neler yapılmalıdır?
Başörtüsü olayı başladığı 1980’lerden bu yana ama özellikle 28 Şubat post modern darbe sürecinde bu konuyu şu soru ekseninde tartıştık: Başörtüsü bir insan hakkı mı dinî bir vecibe mi? Ben yaklaşık 400 sahife tutacak yazılarımda şu tezi savundum: Başörtüsü dinî bir vecibedir. Bir kadın başını örterken, örtme hakkını kimseden alamaz. Ne ebeveyni ne parlamentolar ne başka otoriteler bu konuda hüküm bina edebilir. Başörtüsü, namaz ve oruç ibadeti gibi yasamaya, halk oylamasına konu olamaz. Liberal bakış açısından başörtüsünü temel bir insan hakkı olarak gördüğünüzde, bu hak alınır, verilir, kısıtlanır, birtakım idari ve yasal düzenlemelere konu olabilir.
Tesettür Allah’ın emridir, bu emri yerine getirmek kesin ve tartışmasız dinî bir vecibedir. Bu vecibeyi yerine getirmeyen dinden çıkmaz ama günahkâr olur, günahın cezasını devlet vermez, Allah’a aittir, dünyevi ve maddi müeyyidesi yoktur. Bu açıdan İran’ın başörtüsünü devlet gücüyle herkese dayatması yanlış olduğu gibi, baş açıklığı herkese dayatan veya başörtülüleri kamusal haklarından mahrum bırakanlar da yanlış yapmaktadırlar. Baskı ve zor altında başını açan büyük bir zulme maruz kalmış demektir ve bu maalesef Türkiye’de büyük acılara ve hak kayıplarına yol açtı.
Tesettürün farz oluşu konusunda en ufak bir şüphe ve tereddüt mevcut değildir. Kur’an’da başörtüsü yoktur diyenler tamamen yanılıyorlar. Ben bu konuyu hem Kur’an hem Sünnethem de fıkhi içtihatlar açısından geniş olarak ortaya koymaya çalıştım. (Bkz. Ali Bulaç, Kur’an Dersleri, Tefsir, V, 122-129 ve 480-486)
Bir kadın niçin örtünür veya kadın/erkek bir Müslüman niçin dinî vecibeleri yerine getirir?
Bu sorunun cevabı konuştuğumuz konunun özünü oluşturur.
Mesele şu ki insanın himmeti ya Allah’ın rızasıdır ya da dünyevi herhangi bir çıkar ve maksada matuftur. İhlâs, dinin vecibelerinin her birinin veya tamamının katıksız, katışıksız, saf-halis niyetle yaşanmasıdır ki bu yaşantının maksadı Allah’ın rızasıdır. “Baş niçin örtülür, sebebi nedir?” sorusunun cevabı “Çünkü Kur’an ve Sünnet’te emredilmiştir.” şeklinde olacaktır. Bu hükmün illeti/menatı, maksadı ve hikmeti ayrı bir konudur. Bir hanımdan istenen bu vecibeyi ihlâsla yerine getirmesidir.
İhlâs, eylemin saf-halis özü demektir. Bu demektir ki öze eklenen (başka, yabancı) bir gaye eylemi ihlâslı olmaktan çıkarır; süte su katmak, altına maden karıştırmak olur ki buna tağrir ve tağşiş deriz. İhlâslı eylem elbette dünyevi faydadan hali değildir. Sadece niyet Allah’ın rızasıdır. Mesela oruç sadece dinî bir vecibe olduğu için tutulur, bu ihlâstır; ancak oruç aynı zamanda vücuda sağlık kazandırır. Şu var ki biz vücudumuzun sağlığı için oruç tutmaz, spor yapmak için namaz kılmayız. Allah emretmiştir, bu emri ihlâsla yerine getirdiğimizde sağlık da kazanırız. Sağlık tabiî sonuçtur, sebep ve gaye değildir.
Bir kadın sadece vecibe olması hasebiyle başını örtüyorsa tesettürünün özü ihlâstır, ecri Allah’a aittir.
Küresel düzeyde İslami hayata karşı güçlü bir kampanya yürütüldüğü doğrudur. Belki zaman içinde bu acımasız ve ahlaksız kampanya karşısında mukavemet gösteremeyenler dinlerini bırakır; inançlarını, görüşlerini ve yaşama tarzlarını değiştirebilirler. Öyle yapanlar da var. Bunlara üzülürüz ama kendimizi kahretmez, harap etmeyiz. “Dinde zorlama yoktur, hak ile bâtıl apaçık ortadadır; dileyen iman eder, dileyen inkâr eder.” Bizim görevimiz hikmetle tebliğ etmek, güzel temsilde bulunmak ve mücadelenin en güzelini yürütmektir. Hiç şüphesiz “Allah nurunu tamamlayacak ve yeryüzüne salih kullar mirasçı olacaktır.” Biz zaferle değil, seferle mükellefiz.