Kapitalizm ve onun ürettiği bir değer olan modernizm, bugünü tanımlamaya, bugünü öncelemeye ve güne ait olanla ilgilenmeye kilitlenmiş, mutluluğu tamamen dünyaya hasreden, cenneti dünyada yaşamayı hedefleyen bir anlayışı ifade eder. Bu anlayış tükettikçe mutlu olan, daha çok dünyaya bağlı, bir türlü dünyalık hırs ve tutkuları dizginlenemeyen, bireysel, bencil ve birbirinin tekerine çomak sokmaya çalışan rekabetçi bireyler ister. Bu tipleme, "kar etme" (para yığma) dürtüsüyle hareket eden kapitalizmin vazgeçilmezidir. Bu nedenle de kapitalizm, doğup büyüdüğü topraklarla sınırlı kalmayıp tüm dünyaya yayılmayı arzular, bunun için çalışır.
Türkiye halkı da uzun yıllardır bu yayılmacı politikanın esareti altında. Osmanlı batılılaşmasıyla başlayan ve T.C.'nin kurulmasıyla keskin hatları çizilen bu yapılanma özellikle 80'li yıllarda Özal'la birlikte doruk noktasına ulaştı. Bu yıllar Türkiye'nin, küresel yayılmacılıkta ve sömürgecilikte dünya lideri olan Amerika'nın, yaşam tarzı ve ekonomik yapılanmasını en fazlaca örnek aldığı, içselleştirdiği yıllar oldu.
Üretim-tüketim ilişkileri bu kapitalist ekonomik yapıya daha fazla ayak uydurmak için biçimlendirilirken toplum da medya ve reklam aracılığıyla ciddi şekilde manipüle edildi. Çünkü toplum üretilen değerlerin satılması için vazgeçilmez potansiyel tüketici kitlesiydi. Özel okullar (üniversiteler de dahil), alışveriş merkezleri, medya kuruluşları ve daha bir dizi sektör bu amaca hizmet için birbiri ardına patlak verdi. Artık 90'lardan sonra etrafımızda gördüğümüz manzara birbiriyle büyük bir hırs içinde rekabet eden, daha çok müşteri çekmek için ve daha çok para toplamak için yarışan irili ufaklı şirketlerden oluşan kocaman bir pazardı. Her reklamla yeni bir şeyi tüketmeye özendirilen toplum, reklamın reklamı yapılarak kısa sürede ve hızla bu yeni yaşam tarzına dahil edildi.
Kapitalist Yaşama Geçiş Sürecinde Müslümanlar
Toplumun büyük çoğunluğunun kapitalist yaşama doğru evrilmesi hemen her kesimi etkiliyordu. Nitekim bu yeni dünya anlayışı, farklı bir dünya ve hayat görüşü ortaya koyduğunu, ezilenlerin, mazlumların yanında olduğunu, yetimin hakkını koruduğunu iddia eden Müslümanlara(!) da sirayet etmişti. Yeni kültüre uygun mekanlar ve ürünler İslami motiflerle süslenerek sunulmaya başlandı. Gelecek tasavvuru devre dışı bırakılmış ve bugüne ait, bugünle ilgili çıkarsamalar yapılır olmuştu. "Neden bu dünyada biz de ötekiler gibi mutlu olmayalım", "Neden bu dünyanın güzellikleri sadece onlara ait olsun" yaklaşımları "Cennetten Bir Köşe" olarak takdim edilen otelleri, "Birinci Sınıf Dünyalar İçin" sloganıyla reklam edilen başörtüleri doğurmuştu. Hızla yaygınlaşan yeni kültür hemen her alanda biraz yeşile boyalı taklit kurumların ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Artık modern toplum yapısı içinde, kapitalist üretim ilişkileri ile belirlenmiş yeni düzende onlar da söz sahibiydi(!). Tüm bunlar yeni dünyada var olabilmenin, kapitalist çarkta erimemenin şartı olarak ortaya konuyordu.
Bu bozulma ve savrulmadan, Müslüman kadının kimliğini ifade eden, ona şeref veren, onun tanınıp incitilmemesi için emrolunan başörtüsü ve tesettür de nasibini alıyordu. Önce birinci sınıf bir dünyaya özgü, zenginliği, görkemi ve ekonomik sınıflaşmayı çağrıştıran reklamlarla ifsad edilmeye çalışılan başörtüsünün içeriği, çok geçmeden düzenlenen defilelerle çiğnendi . Defileler ve bir sektöre dönüştürülen yeni giyim anlayışı içinde tesettür ve başörtüsü Müslüman kadının dinini, kimliğini ortaya koyan bir ilahi buyruk olmanın dışına taşınarak modaya göre şekillenen bir aksesuara dönüştürülmek istendi. Şerefi ve vakarı temsil eden örtümüz, podyumlarda arz-ı endam eden mankenlerin eşliğinde defile adı altında modernizme kurban edilmeye çalışılıyordu.
Tesettür(!) Defilesi ve Beraberinde Ortaya Çıkan Çarpık Anlayışlar
Değerlerimizi tasgir etmeye dönük bu yaklaşım geçtiğimiz ay "tesettür defilesi" adı altında yeni bir şov daha yaptı. Bir komedi filminin karelerini yansıtan ve bir pespayeliği ifade eden defile görüntülerini bir yana bırakarak olayı değerlendirecek olursak bu defilelerin hangi amaca hizmet ettiğini sormak gerekmektedir. Bu defileleri düzenleyenler öncelikle tesettürü ve başörtüsünü, tüketim ve israf ekonomisine katkı sağlayıcı bir araç olarak kullanmaktadırlar. Yapılan defilelerde sergilenen tablo kimliğimize ve değerlerimize açıkça hakaret edildiğini göstermektedir.
Defileyi düzenleyen firmanın sahibi Mustafa Karaduman bu defilelerle tebliğ yaptığını söylemektedir. Doğrudur, tebliğ yapmaktadır ama neyin tebliği? Bu defilelerde yapılan tebliğ Müslüman kadının Batılı hemcinsleri gibi kişiliği değil, dişiliği ön plana çıkartılıp, modayı takip ederek daha çok israf eden bireyler haline dönüştürülmesinin tebliğidir. Bu tebliğ Batının kadına biçtiği değer(sizliğ)i Müslüman kadına model olarak önermektedir. Çünkü defile denen şey kapitalist Batı toplumunun tüketimi körüklemek için kullandığı moda kavramının podyumlara yansımış adıdır. Defile ile moda olduğu iddia edilen ürünün reklamı yapılır ve kitleler bu yeni kreasyona göre gardıroplarını yenilemeye ve daha çok tüketmeye sevk edilir. Kapitalist modern düzen, bu ve benzeri gösterileri önemli ve değerli bulur, çünkü işler bu tür araçlarla yürümektedir.
Pek çok gazete haberi ve yorumu çıkan defile Kanal 7 televizyonunun İskele Sancak programında da tartışıldı. Ancak Kanal 7'deki bu tartışma hem defileyi düzenleyen şahsın hem de katılımcılardan pek çoğunun örtüye yüklemek istediği amacından sapmış bir tesettür anlayışını ortaya koyuyordu. Büyük bir sapmaya ve içeriksizliğe doğru evrilmeye işaret eden bu anlayışlar tesettürün ve başörtüsünün misyonunu örtmeye dönüktür ve bu yüzden üzerinde önemle durularak sorgulanmalıdır.
Öncelikle "Ey Ademoğulları! Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size süs kazandıracak bir giyim indirdik. Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu Allah'ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp düşünürler."(Araf, 7/26) ayetine binaen yapılan yorum (Y.Vehbi Yavuz) üzerinde durmak gerekiyor. Bu ayetten yola çıkarak İslam'ın süslenmeyi emrettiği ve bunu teşvik ettiği şeklinde bir yorum yapmak ayetlere ve Kur'an'ın mesajına parçacı yaklaşmayla ilintilidir. Allah'ın ayette kastettiği süs, defilede sergilenen gösterişe ve dikkat çekiciliğe değil çirkin yerleri örterek, insanı bedevilikten medeniliğe sevkeden örtüye yani elbisenin kendisine tekabül etmektedir. Nitekim ayetin sonundaki takva örtüsü vurgusu bu örtüye bürünmemiş bir kimse için elbisenin de bir anlam ifade etmeyeceğinin delilidir. Bu konuda ısrar edenler; "Mü'min kadınlara da söyle: 'Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Başörtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından ya da babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz ve iktidarsız) hizmetçilerinden ya da kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah'a tevbe edin ey mü'minler, umulur ki felah bulursunuz." ayetini görmezden mi geliyorlar? Madem ki süslü olmak dinin bir gereğidir o halde Allah, kadınları neden "süslerini açığa vurmasınlar" ve "gizledikleri süsler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar" şeklinde uyarmaktadır? Kadını, dikkat çekici tüm hareket ve davranışlardan uzak durmaya çağıran bu ayet tesettürün ve başörtüsünün de şeklini, nasıl bir örtüye bürünmemiz gerektiğini açıkça göstermektedir.
Programdaki yaklaşımlardan biri de tesettürün ve örtünün vasfı üzerine yapılan yorumdu (M. Şevket Eygi). Defilenin kendisi değil de sergilenen ürünlerin vasıfsızlığı üzerine yapılan eleştiri, örtüde aranması gereken özellikleri ilginç bir yorumla ortaya koyuyordu. Yorumda, değişen dünyaya ayak uydurmanın kaçınılmaz bir sonucu olarak kabul gören defilenin kendisi takdir edilirken, Müslümanların "kendi kıyafetlerini" üretememesi yani kısaca bir moda oluşturulamamış olması kınanıyordu. "Kendi kıyafetinin" olması üzerinde ısrar eden şahıs, sokakta bu kıyafeti görememenin acısını yaşadığını ve yine sokaklarda gördüğü kıyafetlerin hizmetçi ve besleme kıyafeti olduğu vurgusunda bulunuyordu. Ona göre vasıf millilik unsuru taşıyan, Anadolu kadınının orijinal kıyafetiydi. Ulus mefhumuyla bulanıklaştırılan bu düşünceler evrensel bir dinin ümmet anlayışının tamamen zıddıdır. Tesettürde aranması gereken vasıf yöresellik, yerellik ya da millilik değil İslamilik olmalıdır. Yine aynı şahsın çarşafla ilgili yaptığı yorum da bizi bazı soruları sormaya sevk etti. Tartışmacının R. Cevat Ulunay'dan "Siz bugünkü çarşaflarla sakın eski çarşafları mukayese etmeyin. Eski çarşaflar zerafet, medeniyet, üstünlük sergiliyordu. Şimdi bunlar fakir, fukaranın giydiği kıyafetlerdir." şeklindeki alıntıyla özetlediği bu bakış açısı; örtüye sosyal sınıflaşmaya neden olabilecek bir misyon yüklemektedir. İnsanlar arasında sosyal ve ekonomik anlamda bir sınıflaşmanın olmasını engelleyen ve insanları takva derecesine göre sınıflandıran bir dinin mensubu olarak bu yaklaşımı anlamakta oldukça güçlük çektik. İnsanların toplum içinde değer kazandıracak özellikler giyim kuşamlarındaki pahalılık alametleri mi yoksa ahlaklı kişilikleri mi olmalıdır? Bu yaklaşımın bir benzerini "türban dosyasında" çıkan sonuçları değerlendiren Güneri Civaoğlu da yapmıştır. Örtülü sayısının artışını Türkiye'de yaşanan ekonomik krize bağlayan ve insanların fakir oldukları için örtündüklerini iddia eden Civaoğlu'nun yorumu ile Eygi'nin yorumu arasında özde bir fark yoktur.
"Mevcut olan modaya alternatif bir sektör ve kültür oluşturduk" zehabıyla konuya yaklaşan Karaduman da, bir zamanların yarım örtülü, kısa etekli bayanlarının, düzenlediği defileler sayesinde tam tesettüre büründüklerini, yine bu defileler sayesinde tesettürlü sayısının arttığına işaret etmesi ilginçti. Karaduman'ın bu söylediği, moda olduğu için örtünenlerin sayısının artmasıysa bir ölçüde doğru kabul edilebilir. Bu artış (eğer onun zannettiği şekilde defileler ve moda furyası ile sağlanmışsa) nitelikli bir örnek almayı değil sadece ve sadece kapitalizmin tüketim kültürüne hizmet eden bir artıştır. Ancak Kur'an'da Allah'ın buyurduğu dinin, inanç ve imanla bütünleşen ve anlam kazanan bir din anlayışını gerekli kıldığı göz önüne alınırsa bunun bir anlam ifade etmediği aşikardır. Başörtülü sayısının gün geçtikçe arttığı bir gerçektir. Bu tercihin sebebi bu defileler mi yoksa üniversite kapısı önünde kimliğinin bir ifadesi olarak başörtüsü konusunda mücadele veren onurlu, vakarlı, taviz vermeyen duruşlar mıdır?
Karaduman yaptığı defilelerle hem Türkiye'de hem de dünyada geniş yankılar uyandırdığını ve başörtüsünü gündeme getirdiğini ısrarla söylerken gazetedeki yorumlara hiç bakmadı mı diye de sormadan edemiyoruz. O çok takdir edildiğini zannettiği defile bakınız Perihan Mağden'in Radikal Gazetesindeki yorumunda nasıl değerlendirilmiş: "... Uzay tesettürü kategorisinde değerlendirebileceğimiz birkaç kıyafetleri vardı ki görmelere mahsustu. Öyle alüminyum kaplı, etekleri çevrilmiş şemsiye gibi havalarda, başta deli saçması bir türban yorumu. Ve daha neler neler. ... ...O meşum yürüyüşle, hanımlar beyler, ayıptır artık: tesettürün temelindeki fikriyatın şöyle bir üslupla, sunumla, kadın(sı)lık tarzıyla uzaktan yakından alakası olabilir mi? Kur'an peki kadının dikkat çekmemesi için örtünmesini emretmiyor mu?.. Sonra nerede İslamiyet'in buyurduğu yalınlık, mutaassıplık, dahası gizlilik hali?... Ne şiş yansın ne kebap. Ne yardan geçerim, ne serden. Alacalı bulacalı, cafcaflı, janjanlı, rüküş mü rüküş de giyinirim; dinimin gereklerini yerine getirmiş olmanın kaygusuzluğuyla, bak işte cennetteki tapum da hazır göklerde..." artık bu yorumdan sonra takdir ve tebrik konusunda da fazla söze gerek yok herhalde.
Programda dikkati çeken bir başka ve belki de en önemli konu da programı düzenleyenlerin, başörtüsünü, Müslüman kadının kimliğinin bir gereği ve Allah'ın emri olarak kabul eden ve bu doğrultuda üniversitelerde ve lise dengi okullarda okuma ve kamusal alanda çalışma hakları gasbedilen bir başörtülüye yer vermemesiydi. Tesettürün ve başörtüsünün ne anlama geldiğini, üniversite kapısı önünde coplanan genç kıza, İmam Hatip Lisesi önünden palas pandıras, ite kaka polis otosuna bindirilen kız çocuğuna, başörtüsü yırtılarak başından çekilen öğrenciye de sormak gerekmez miydi?
Tesettür defilesi adı altında yapılan bu kapitalist reklam aracı ile örtümüze, değerlerimize ve kimliğimize açıkça hakaret edilmektedir. Örtümüz kimliğimizin bir göstergesidir. Tesettürümüz şıklık ve gösteriş aracı olarak kullandığımız bir aksesuar değil vahyin şahitliğini yaptığımız bir dinin emrinin yerine getirilmesidir. Örtümüzün amacı ve misyonu bu tür çarpık mantalitelerin uğraşlarıyla saptırılamaz. Biz Kur'an'ı hayatımızda bir rehber olarak gören, ifsad olmuş insan topluluklarını bu çağrıya davet eden müminler olarak öncelikle takva giysisini kuşanmaya adanmalıyız. Örtümüz ancak bu takva örtüsüyle anlamını bulur.