Taraf gazetesinin 19 Ekim tarihli manşet haberi Türkiye’nin yakın geçmişinde yaşananları hatırlamamıza katkı sağlayacak mahiyette bir çığlık mesabesindeydi. Bundan tam 16 yıl önce, 1993 yılında kaybolduğu iddia edilen 6 köylünün akıbetine ilişkin haber kirli savaşın boyutlarını gözler önüne sermeye yetiyordu.
Çarpıcı olan şey ise Silopi’nin Görümlü Köyü nüfusuna kayıtlı 6 köylünün gözaltına alınıp getirildikleri taburda önce kurşunlanıp, ardından işkence edilerek katledilmelerine ilişkin haberin algılanışındaki sıradanlıktı. Ne savcıların iddialarla ilgili soruşturma açtığına dair bir beyan ne de yetkili zevattan herhangi bir açıklama duyduk. Hatta bu katliam Genelkurmay’ın artık otomatiğe bağlanmış yalanlama bildirilerinden birine bile konu olamadı, resmen üzeri örtüldü.
Altı köylünün kaybolma hikâyesi, 13 Mayıs 1993 tarihinde çıkan bir çatışma sonucu iki askerin ölüm haberinin duyulmasıyla başlıyor. 14 Mayıs günü Görümlü’ye bağlı Derecik mezrasına gelen JİTEM yetkilileri, iki askerin öldürülmesini gerekçe göstererek Şemdin Culaz, İbrahim Akıl, M. Salih Demirtaş, Halit Özdemir, Hamdin Şimşek ve Hikmet Şimşek’i gözaltına alıyorlar. Görümlü Jandarma Taburu’na getirilen köylülere yapılanlar insanın kanını donduracak cinsten bir vahşet tablosu içermekte.
Köylülerin katledildiği sırada taburda görev yapmakta olan iki askerin görgü tanığı olarak anlattıkları şeyler bahsedilen dönemde nasıl hunharca bir ruh halinin bölgede hâkim kılındığını gözler önüne sermekte. Bu katliam sonrası köyden bazı kişilerin kaçıp Mahmur’a sığınmış olmasına da ayrıca dikkat çekmekte yarar var. Hani şu 4’ü çocuk, 9’u kadın toplam 26 kişilik “terörist” grubun geldiği Kuzey Irak’taki kamp! Neden bu insanların evlerini, köylerini bırakıp zor bir hayatı göze alarak BM himayesindeki bu kampa yerleştiklerini sormanın lüzumu yok elbette! Hem zaten merak edecek ne var ki, yine mutlaka Türkiye’yi karalamaya yönelik uluslararası bir plan söz konusudur ve göç eden bu insanlar bu komploya alet olmuşlardır!
Maalesef Türkiye kamuoyunun geneli ne dün bölgede olan biteni anladı ne de bugün bu yönde bir gayret içinde. En son “barış grubu” adıyla Türkiye’ye dönen PKK’lı grubun karşılanma tarzından kalkarak fırtına estirenler, “Teröre prim veriliyor!” diye vaveyla kopartanlar bunca yıldır bölgede nasıl yaygın ve sistematik bir devlet terörünün icra edildiğini görmezden gelmekteler. Oysa gerçek hemen yanı başımızda. Kimileri yüzleşme korkusuyla gözlerini kapasa, kulaklarını tıkasa da gerçek tüm çıplaklığıyla ve yakıcılığıyla tokat gibi çarpmakta.
Açılım, şov, şımarıklık, silbaştan vb. kavramların bolca sarf edildiği bugünlerde yakın tarihte devletin insanlara yaşattığı kimi acıların hatırlanması ve asla unutulmaması gerektiği düşüncesiyle 1993 yılında Görümlü Jandarma Taburu’nda icra edilen canavarlığa dair haberi olduğu gibi iktibas ederek okuyucularımızla paylaşmak istedik.
Haksöz
Taburda İşkenceli Linç
Mehmet Baransu
Şırnak’ın Görümlü Köyü’nde 1993’te kaybolan altı kişiyi önce komutanlar kurşunladı, sonra emir alan askerler işkenceyle öldürüp gömdü. Taraf 16 yıl önceki vahşetin iki tanığıyla kurbanlardan birinin oğlunu buluşturdu. Tanıklar her şeyi anlattı: Tabur Komutanı Albay ile Bölük Komutanı Yüzbaşı altı köylünün ayaklarına kurşun sıkıp askere işkence emri verdiler: Bunlar artık sizin. Komutanların seyrettiği linç eylemi bir saat sürdü. Altı köylü bir Jeep’e bağlanıp sürüklendi, tırnakları söküldü, etleri parçalandı.
Şırnak’ın Silopi ilçesine bağlı Görümlü köyünde 1993 yılında altı köylünün askerler tarafından gözaltına alındıktan sonra işkenceyle öldürülerek, tabura gömüldüğü iddialarıyla ilgili Taraf iki görgü tanığına daha ulaştı. Olay sırasında Görüm karakolunda askerlik yapan bu tanıklardan biriyle, daha önce yaşadıklarını Taraf’a anlatan tanığı bir araya getirdik. Tanıkların buluşmasına, kayıp altı köylüden M. Salih Demirhan’ın oğlu Nurettin Demirhan da katıldı.
Görgü tanıkları, can güvenliklerinin sağlanması ve kimliklerinin açıklanmaması koşuluyla, ifade verebileceklerini, gerekirse yer tespitine de gidebileceklerini belirttiler.
Tanıkların anlatımlarına göre komutanlar köylüleri, işkence yaptıktan sonra, askerlere teslim edip, onların yaptığı işkenceleri de sonuna kadar izlemişler.
Tanıklar çarpıcı bir ayrıntıya da dikkat çekiyor. Tabura altı değil yedi köylünün getirildiğini söyleyen tanıklar yedinci kişinin işkenceden sonra Nizamiye kapısına bırakıldığını söylüyor. İşkencenin tanığı olan eski askerlerden önceki haberimizde konuşan tanığa ‘Görgü Tanığı-1’, diğerine ise ‘Görgü Tanığı-2’ kodları verdik.
PKK’nın saldırısıyla başladı
12 Nisan 1993’te Tekirdağ Ulaş’taki birlikten Görümlü karakoluna geldiğini, burada 108 gün askerlik yaptığını söyleyen Görgü Tanığı-2, olayla ilgili hatırladıklarını şöyle anlatıyor: “Altı köylünün tabura getirildiği günden önceki akşam, taburu koruyan Kesiktepe’ye saldırı düzenlendi. 400 civarında PKK’lının saldırdığını düşünüyorduk. 21 kişinin nöbet tuttuğu tepede, saldırı sabaha kadar sürdü ve üç asker şehit oldu. Çok sayıda ağır yaralı vardı. Kesiktepe’ye önce Yakup astsubay çıktı. Ardından da bizim tim. Timin başında bir sonraki gün köylülere işkence yapan Teğmen İbrahim Kıraç vardı. Ben yaralı bir Vanlı askerin kopan kolunu yerden kaldırırken bayılmışım. Güneş doğar doğmaz bizim tim köylüleri toplayıp, tabura getirdi. Köylüleri evlerinden alan Teğmen İbrahim Kıraç’tı.”
Görgü Tanığı-1 ise o gün şehit olan üç kişiden birinin Kesiktepe’de değil, taburdaki fırının yanında bulunan telefon kulübesinde nişanlısıyla konuşurken göğsüne isabet eden kurşunla şehit olduğunu söyledi. Yaklaşık bin kişi olduklarını, olayın üzerinden 16 yıl geçtiği için bu kişinin ismini hatırlamadığını ancak Trabzonlu olduğunu da sözlerine ekledi.
Hayatım boyunca unutamam
Görgü Tanığı-2, köylülerin tabura getirilmesiyle birlikte yaşananları şöyle anlatıyor: “Köylüleri taburda askerlerin karşısına dizdiler. Tabur Komutanı Giresunlu Albay Hasan Basri Vural, yanında Bölük Komutanı Piyade Yüzbaşı Murat Ali Yılmaz vardı. Bu iki ismi hayatım boyunca unutmam. Bunlar çok işkence yaptılar. Yanlarında da subay ve astsubaylar vardı. Albay Vural, köylülere ‘neden teröristlere yardım ediyorsunuz’ diye sordu. İmam ve diğer köylüler, ağlayıp yalvararak yardım etmediklerini, iftira atıldığını söylüyorlardı. Çatışma sırasında evlerinde olduklarını, kimseye yardım etmediklerini yarım saat dil dökerek anlattılar. Komutanların köylülere inanmaya niyeti yoktu. İnanmıyorlardı. İşkenceye başladılar. Küfürler, hakaretler havada uçuşuyordu. Ardından, Albay Vural ve Yüzbaşı Murat Ali Yılmaz köylülerin ayaklarına ilk kurşunu sıktılar. Sonra, Elazığ Madenli Murat Astsubay, 2. Bölükte astsubay olan Balıkesirli Davut Astsubay, İkinci Bölükte Tim komutanımız olan İbrahim Kıraç ve Kayseri Hava İndirme Tugayında Teğmen olan, (daha sonra aynı yerde üsteğmen oldu) Serdar teğmen, Albay Vural’ın emriyle nişan alıp köylülerin ayaklarına kurşun sıktı.
Köylüler artık sizin
Köylülere kurşun sıkıldıktan sonra, Albay ve diğer komutanlar köylülere tekrar işkence yapmaya başladı. Murat Ali Yılmaz, Yakup Astsubay ve Teğmen İbrahim Kıraç tam bir vahşet gerçekleştirdi. Sonra askerlere dönüp “Daha dün asker arkadaşlarınız öldürüldü, köylüler artık sizin” dediler.
Trabzonlu asker kulübede şehit olduğu için özellikle Karadenizli askerler tam bir vahşet yaptı. Köylüleri ayaklarından jeepe bağlayıp, beton zemin üzerinde sürüklediler. Bununla da yetinmeyip, araç onları yerde sürüklerken, üzerlerine çıkıyorlardı. Bazılarının tırnaklarını söktüler. Komutanlar da askerleri seyrediyordu. İşkenceye ara ara komutanlar da katılıyordu. Askerlerin büyük kısmı işkenceye katılmamıştı. Biz de seyrediyorduk. İşkence öyle dayanılmaz olmuştu ki köylülerin kırmızı etleri çıkmıştı. Yalvarıyorlardı askerlere, ‘biz kimseye yardım etmedik’ diye. Yüzleri tanınmaz hale gelmişti. 3. Bölükte Bölük Komutanı Murat Ali Yılmaz’ın postası vardı. İsmi Şaban. Soyadını hatırlamıyorum. Şu an İstanbul Avcılar’da oturduğunu biliyorum. Bu çocuk Karadenizli. Köylülere çok işkence yaptı. İple jeepe bağlayıp, köylülerin üzerinde zıplayanların başında geliyordu. Yerde sürüklenen köylülere tekme atıyordu. Onun kuzeni olduğunu bildiğimiz Ahmet adında biri vardı. O da aynı şekilde işkence yapıyordu. Harun Arman adlı Rizeli bir asker vardı. O işkence yapmadı ama savcı ona ulaşırsa Şaban ve Ahmet’in soyadını bulabilir. Ya da o dönem komutanlar dahil, askerlik yapanların listesini bize gösterirlerse tüm soyadlarını hatırlarız. Olayın üzerinden 16 yıl geçti ve bazı isimleri unuttuk. Biz artık köylülere bakamaz duruma gelmiştik. Hayatımda böyle bir işkence görmemiştim. Olay yerinden biraz uzaklaştık.”
Uzman Çavuş da işkence yaptı
Burada söze giren Görgü Tanığı-1, anlatılanları onayladıktan sonra başka bir işkenceci komutandan bahsediyor: “Kantinci bir Uzman Çavuş vardı. İsmini hatırlamıyorum. O da çok işkence yaptı. Yüzlerce kişi işkence yapıyordu köylülere. Ben yaklaşık üç sene önce tayininin Harput’a çıktığını öğrendim. O dönemki arkadaşlarımızdan biri kendisini sivil kıyafetlerle Tunceli’de görmüş. Kendisi tayininin çıktığını söylemiş.”
Betona bıraktılar, sonra gömdüler
Görgü Tanığı-2, devam ediyor: “Olay o kadar insanlık dışına çıkmıştı ki anlatamayacağım vahşet yapılıyordu köylülere. İşkence bir saatten fazla sürdü ve köylüler öldü. Ölülerini beton üzerine bıraktılar ve bizleri dağıttılar. Ardından köylülerin taburun arkasına gömüldüğünü duydum. Bir asker de ‘Kesiktepe’nin altına gömmüşler’ demişti ama bu kulaktan duyma bir bilgi. Görgü Tanığı-1 olayları çok daha iyi hatırlıyor. Komutanlara da yakın çalışıyordu. Arkaya gömdüler diyor. Büyük bir ihtimalle oradalar. Çünkü biz oraya çok kuyu kazmıştık. Kazılan kuyulardan birine gömmüş olabilirler.”
Söze giren Görgü Tanığı-1, önemli bir ayrıntıya da dikkat çekiyor. İşkenceden yarım saat sonra bölükte bir patlama olduğunu, olay yerine ilk olarak kendisinin gittiğini belirten Görgü Tanığı-1, Erzurumlu Yunus adlı bir askerin mayına bastığını ve ayağının koptuğunu söylüyor. Başka bir arkadaşının Yunus adlı askerin köylüler gömülürken güvenlik için mayınlı bölgeye girdiğini kaydeden Görgü Tanığı-1, “Ben Yunus’u tel örgünün yanından alıp, helikoptere götürürken, araç parkının arkasındaki daha önce açılan kuyuların başında askerleri gördüm. Sonradan da köylülerin oraya gömüldüğünü öğrendim” diyor. Görgü Tanığı-1 şöyle devam ediyor: “Eğer haber çıktıktan sonra bu köylüler başka bir yere götürülmediyse, cesetleri taburun arkasındaki bölgede. Olayı tüm askerler gördü. Savcı o dönem orada askerlik yapanları dinlesin, herkes olayları anlatır. İşkence yapanlar hariç.”
Su istedi, veremedim
Görgü Tanığı-1, köylülerle ilgili vicdan azabı çektiği bir olayı ise hiç unutamadığını söylüyor ve başından o gün geçen olayı şöyle anlatıyor: “Öldürülen köylü Halit Özdemir, tabura getirildiği zaman, sırada beklerken benden su istedi. ‘Asker, Allah rızası için, babanın hayrına bana su getir, çok susadım’ dedi. Komutanlardan korkumdan ona su veremedim. Ben onlara işkence yapılıp, öldürüleceğini bilseydim, yemin ederim verirdim. Adam, su istedi ve içemeden öldürüldü. Bu olay hep aklıma geliyor ve vicdan azabı çekiyorum.”
Zekeriya Öztürk’ün bağlantısı yok
Tanıklar, Ergenekon iddianamesinde bir gizli tanığın altı köylünün kaybolmasıyla ilgili bilgi verirken yanlış bir ismi gündeme getirdiğini de söylüyor: “Binbaşı Zekeriya Öztürk’ün altı köylüyü aldığı söyleniyor. Bu yalan. Çünkü bizim dönemimizde Zekeriya Öztürk orada görevli değildi. Köylüleri getiren ve işkence yapan komutanlar yukarıda anlattıklarımızdı.” İşkence sonucu öldürülen köylülerden M. Salih Demirhan’ın oğlu Nurettin Demirhan da Öztürk’ün olaydan çok sonra tabura atandığını, tutuklu olduğu için halen görevde olan ve babasını öldüren kişilerin olayı Zekeriya Öztürk’ün üzerine yıkmak istediklerini iddia ediyor. “Zekeriya Öztürk de çok temiz biri değildi. Onun yaptığı işkenceleri ben hatırlıyorum ama babam kaybolduğunda o taburda görevli değildi.”
Yedi kişi gözaltına alınmıştı
Kayıp köylülerden M. Salih Demirhan’ın oğlu Nurettin Demirhan tabura altı değil yedi köylünün götürüldüğünü, yedinci kişi olan Abdurrahman Kayek’in işkenceden sonra Nizamiye kapısına bırakıldığını da söyledi. “Kayek’e de feci şekilde işkence yapılmış, kol ve bacaklarındaki deri tamamen kalkmıştı” diyen Demirhan, köylülerin tedavi ettiği Kayek’in, bir gün sonra Birleşmiş Milletler’in Irak’taki Mahmur Mülteci Kampı’na kaçıp bir daha köyüne dönmediğini söyledi.
“Evimizi yakıp imamın boynuna haç taktılar”
Kayıp köylülerden M. Salih Demirhan’ın oğlu Nurettin Demirhan, 16 yıl önce 13 yaşında bir çocukken yaşadığı o korkunç günü tüm sıcaklığıyla anlatıyor. O gece yatsı ezanı okunduğunda köyde bir anda havan topları patlamış, kurşun sesleri arasında son kez babasıyla aynı odada uyumaya başlamış. Sabah kapıyı yumruklayan askerlerin “açın” sesleri arasında yataklarından fırlamışlar. Gelenler baba Salih Demirhan’ın soru sormamasını, vakit kaybetmeden giyinmesini istiyormuş. Takım elbisesini giymiş. Babasının askeri araçla götürülmesinden 15 dakika sonra evlerine ikinci bir askeri ekip gelmiş. Evdeki herkes dışarı çıkarılmış. Annesi beşiğiyle birlikte kundaktaki kız kardeşini ve evdeki Kur’an-ı Kerim’i de dışarı koymuş. Eve Nurettin’in hâlâ bilmediği bir toz atılmış. Ardından da tüm ev ateşe verilmiş. O gün köyde gözaltına alınanların hepsinin evi bu şekilde ateşe verilmiş.
İmamın boynuna haç taktılar
Askerler, tüm köylüleri bir meydana toplamışlar. Komutanlar gözaltına alınan altı köylü arasındaki köy imamı İbrahim Akıl’ın cebindeki İncil ve boynundaki haçı köylülere göstererek “Şerefsizler yıllarca Ermeni birinin ardında namaz kıldınız” diyerek hakaretler etmiş. Ama bütün köylüler imamın boğazına takılan haç ve İncil’in gözaltına alınıp ölüme sürüklenen altı köylüden Hıristiyan olan Hamdin Şimşek ve oğlu Hikmet’e ait olduğunu biliyormuş. Onların evinden alınan İncil, imamın cebine konulmuş, baba Şimşek’in boynundan koparılan haç da boynuna asılmış. Köylülerin tabura götürülmesinin üzerinden bir saat geçtikten sonra tüm köylüler taburdan gelen silah seslerini duymuş.
Baban PKK’ya katılmıştır!
Ertesi gün küçük Nurettin, amcası ve annesi tabura, babalarının akıbetini öğrenmeye gitmiş. Askerler babası ve beraberindekileri sorgulayıp bıraktıklarını söylemiş, adres göstermekten de geri kalmamış: “Sorgunun ardından dağa çıkmış olabilirler. Gidip dağdakilere PKK’lılara sorun.”
Nurettin “öldürülürüz korkusuyla” babasının akıbetini uzun yıllar kimseye soramamış. 14 yaşında İstanbul’a gelmiş Olayın üzerinden 10 yıl geçtikten sonra babasının akıbetini öğrenmek amacıyla ilk suç duyurusunu yapmış. Askerler bundan hiç hoşlanmamış. Babasının götürüldüğü karakola çağrılıp tehdit edilmiş. Yılmamış, ikinci, üçüncü derken tam yedi suç duyurusunda bulunmuş.
Silopi Savcılığı 50 yıldır bölgede bulunan taburun “bulunamadığını” gerekçe gösterip, davayı kapatmaya çalışırken, o bir üst mahkemeye müracaat etmiş. Üst mahkeme karakolun yolunu bulmuş, mahkemenin kararını bozmuş.
Babasına Fatiha okumak istiyor
Nurettin Demirhan’ın 16 yıllık bekleyişi görgü tanığı askerlerin Taraf’a konuşmasına kadar sürmüş. Şimdi babasının mezarını bulmak, ona Fatiha okumak istiyor. “Babam dindardı, PKK’lı diye gösterilmesine tahammül edemiyorum” diyor ve ekliyor: “Velev ki öyle. Yapılanlar reva mı? Adalete neden teslim etmediniz? Savaş suçlularının bile cesetleri teşhir edilir. Nerede benim babam?” Devletten tek beklentisi sorumluların cezalandırılması olan Demirhan, diğer tanık askerlere de sesleniyor: “Vicdanlarınız nasıl rahat edecekse, öyle davranın.”