26 Şubat günü ABD'nin en büyük şehri New York'ta, Dünya Ticaret Merkezi (çok yüksek ve yan yana iki bina şeklinde inşa edilmiş gökdelen kompleksi), garajına bırakılan bir araçtaki tahrip gücü yüksek patlayıcıların infilakı sonucu ciddi bir şekilde hasar gördü. Olayda altı kişi öldü, bin kadar kişi de yaralandı.
Patlamadan iki gün sonra, gökdelenin garajındaki enkaz arasında yapılan araştırma sırasında FBI ajanları, tamamen ezilmiş ve bükülmüş, patlayıcının içinde bulunduğu araca ait olduğu tesbit edilen 45 cm. boyunda bir metal parçası buldular. Bu parçanın kenarındaki şasi numarası, New Jersey (New York'a yakın bir eyalet)'de Ryder Truck araç kiralama şirketi üzerine kayıtlı sarı renkli Ford minibüse attı. Minibüs 23 Şubat'ta Mısır pasaportu taşıyan, Filistin asıllı Ürdün vatandaşı Muhammed Selami adlı bir şahıs tarafından kiralanmıştı. M. Selami, 26 Şubat günü olaydan 2,5 saat kadar sonra şirkete gelmiş ve aracın önceki gece, bir alışveriş merkezinin park yerinden çalındığını bildirerek, yatırmış olduğu 400 Dolar'lık depoziti geri almak istemişti. Şirket yetkilileri, ona polise müracaat ederek bir hırsızlık raporu alması gerektiğini bildirmiş. Selami de Jersey City polisine müracaat etmişti. 1 Mart'ta şirkete tekrar giden M. Selami, yetkili görevlinin yerinde olmayışı ve polis raporunun henüz verilmeyişi sebebiyle yine geri dönmüştü. Bu arada FBI şirketle ilişkiye geçti ve M. Selami'ye bir tuzak kuruldu. Sonuçta bu "korkunç saldırının faili terörist" 4 Mart'ta 400 Dolar'lık depozit ücretini almak için kendi ayaklarıyla 3. kez geldiği şirkette FBI tarafından (Milliyet gazetesinin ifadesiyle) "kıskıvrak" yakalandı.
Selami'nin evinde yapılan araştırmada "çeşitli aletler (pense, tornavida vs.), teller; anten de dahil olmak üzere elektromanyetik cihazlarla elektrik devreleri yapımına dair bir el kitabı" bulundu. Boş vakitlerinde hobi olarak elektronikle uğraşan ya da bozulan elektronik araç gereci tamir etmek isteyen herhangi bir kişinin de evinde bulunabilecek bu eşyalar; patlayıcılar konusunda yetiştirilmiş uzman(!) bir köpeğin şehadetiyle, patlayıcı yapımında kullanılan malzeme olarak saptandı ve delil kaydedildi. Bu arada polis M. Selami'nin bir süre evinde kaldığı İbrahim Elgabruni'yi de tutukladı. FBI yetkililerine göre bu şahıs ve kuzeni Es-Seyyid Nuseyr, eyleme "gırtlaklarına kadar batmışlar"dı. Kanıtlar apaçıktı: Sözkonusu kişilere benzer şahıslar, olaydan bir süre önce bir kamyonetle, sülfürük asit, nitrik asit vs. gibi patlayıcı yapımında kullanıldıkları herkesin malumu olan maddelerin bulunduğu (özel bir şirkete ait) bir deponun çevresinde dolaşırken tanıklar(!) tarafından görülmüşlerdi. Zaten İbrahim Elgabruni ve Es-Seyyid Nusayr, ABD'deki Siyonist faaliyetlerin önde gelen isimlerinden Haham Meir Kahane'nin (bu şahıs Filistin'deki bütün müslümanların öldürülmesini savunuyordu) öldürülmesi ile ilgili olarak tutuklanmış ve bir süre hapiste kalmışlardı. Soruşturmanın ilerleyen safhalarında FBI bu sefer bir kimya şirketinde çalışan Nidal Ayyad'ı tutukladı. N. Ayyad, hem Selami'nin arkadaşıydı, hem de o da Selamı gibi Es-Seyyid Nuseyr ile sık sık görüşüyordu. Ayrıca üniversitede gördüğü kimya eğitimi sırasında patlayıcı imal etmeyi teorik olarak öğrenmişti. Bu arada basında M. Selami ve N. Ayyad'in ortak bir banka hesaplan olduğu, bu hesaba Almanya'dan yüklü miktarda havaleler yapıldığı iddiası ortaya atıldı.
Şimdi sıra bu canice saldırıyı hangi örgütün gerçekleştirdiğini ve arkasında hangi dış mihrakların olduğunun tesbitine gelmişti. FBI bu sorulara cevap bulmakta hiç zorlanmadı. M. Selami düzenli olarak bir binanın üçüncü katında yer alan küçük bir mescide gidiyordu. Mescidü's-Selam adlı bu yer, örgüt merkezi, burada imamlık yapan ye ateşli vaazlar veren Mısırlı Şeyh Ömer Abdurrahman da örgütün lideri olarak tescil edildi. Basın (yerli ve yabancı) iki gözü ama olan Ömer Abdurrahman'dan "Kör İmam" olarak bahsetmeye başladı. Bu "Kör İmam", Mısır'da çağdaş firavun Enver Sedat'ın bir grup müslüman tarafından şer'i hükümlere göre cezalandırılmasına fetva verdiği gerekçesiyle tutuklanmış, uzun süren işkence ve zindan dönemlerinden sonra serbest bırakılmıştı. Şeyh Ömer Abdurrahman; Haham Meir Kahane'nin öldürülmesine de fetva vermek, Mısır'da turizm adı altında etrafa saçılan fesada karşı girişilen eylemlerden sorumlu olmak, Hüsnü Mübarek rejimini yıkarak yerine İslami bir yönetim kurmaya yönelik faaliyet sürdürmek ve HAMAS örgütünü desteklemek gibi uzayıp giden bir dizi dosyanın faili olarak görünüyordu. Şimdi bunlara bir de "Muhammed Selami için kurdurulan örgütün lideri olmak ve bombalama olayına azmettirmek" iddiası eklendi. Bütün bu olayların arkasında yer alan "dış mihrakı" açıklama görevi ise Dışişleri'ne bırakıldı. ABD Dışişleri, yaptığı yazılı açıklamada, İran'ı terörist ülkeler listesinin en başına aldığını, İran'ın dünya üzerinde terörü destekleyen önde gelen ülke olduğunu, aşırı dincilerin ve Filistin terörü (İsrail'in yaptığı terör değil, Filistinli müslümanlar kastediliyor; yanlış anlaşılmasın) koruyucusu olarak şeriatçı örgütlere para, silah ve lojistik destek sağladığını, İran gizli servisi ve Iran yanlısı militanların Orta Doğu, Avrupa ve hatta Latin Amerika'da terörist eylemler planlayıp gerçekleştirdiklerini bildirdi. Bu arada FBI da İran'ın Şeyh Ömer Abdurrahman'a gizli yollardan ve dolaylı olarak para gönderdiği iddiaları üzerinde durdu. Halbuki ortada, karanlıkta kalan bir çok nokta var. AP haber ajansı, 27 Şubat akşamı TRT 1 ana haber bülteninde de yer alan haberinde olayı 20'den fazla örgütün üstlendiğini bildirirken, bomba patlamadan 15 dakika önce Sırp Kurtuluş Ordusu adlı örgüt adına polisi arayan birinin Dünya Ticaret Merkezi'ne bomba koyduklarını ve ABD'nin Sırbistan karşıtı müdahaleleri sona ermezse eylemlerinin süreceğini söylediğini açıklamıştı. Yine aynı habere göre bombalama eylemini Mafya'dan Kolombiyalı uyuşturucu kaçakçılarına ve Hırvat Militanlara kadar üstlenen 20 örgüt arasında İslami bir örgütün adına rastlanmıyordu. Şayet olay gerçekten müslümanlar tarafından yapıldı ise niçin üstlenilmedi? 15 dakika önce telefon edildiği doğru mu? Arkasında bunca terörist eylemi gerçekleştiren dış mihraklar bulunan bir örgüt mensubu acaba niçin oto çalımı vs. gibi arkasında iz bırakmayacak bir yol takip etmek yerine aracı kiralama yolunu seçti? Sonra minibüsü nasıl oldu da kendi ismi ve gerçek ehliyetiyle, asıl adres ve telefonunu vererek kiraladı? Niçin olaydan sonra ortadan kaybolmayıp, ucuz Amerikan filmlerindeki haydutlar kadar aklını kullanarak ülke dışına kaçmadı; veya başka bir eyalete gitmek yerine neden üç kere üst üste şirkete ve polis yetkililerine gitti? Yurt dışından en son olarak 8,000 Dolar'lık havale alan azılı bir terörist 400 Dolar'ın mı peşine düştü? M. Selami'nin Cuma namazı için Ömer Abdurrahman'ın vaaz verdiği mescide gitmesi dışında hiç bir bağlantı yokken Mısır ve örgüt bağlantıları neye dayanarak kuruldu?
Bunlar ve benzeri karanlık noktalar henüz aydınlanmadan, 12 Mart'ta ikinci bir bomba patladı. Bu kez hedef Hindistan'ın Mahastra eyaletinin başkenti ve ekonomik merkezi Bombay'dı. Günün en hareketli saatlerinde, Bombay Borsası, 25 katlı Hindistan Hava Yollan binası, bir sinema, alışveriş merkezi ve üç lüks otelde ardarda patlayan bombalar 250 kişinin ölümüne ve 1200 kişinin de yaralanmasına yol açtı. Olayın sorumluluğunu üstlenen olmadı. Ama bir Hind gazetesi tanınmış iki Hintli kaçakçının patlamaların olduğu üç otelde de rezervasyon yaptırdığını ve sonra da ülkeyi terkettiklerini duyurdu. Söz konusu şahıslar silah ve uyuşturucu kaçakçılığı işleriyle uğraşıyor ve Hindistan hükümetiyle çatışma içinde bulunuyorlardı. Tam gözler bu bağlantı dolayısıyla Mafya'ya yönelecekken, müslümanlara düşmanlığıyla tanınan muhalefetteki Hindu partisi Bharatiya Jammata'nın Başkanı, Pakistan'ı suçlayan bir demeç verdi. Pakistan'ın Pencab ve Keşmir'de iç karışıklıklara yol açtığı ve müslümanları desteklediği ilan edilerek olayın Pakistan gizli servisinin işi olduğu iddia edildi. Bu arada Hind hükümet yetkilileri de olayın bir kişi ya da bir örgütün tek başına gerçekleştiremeyeceği bir eylem olduğunu (yine zımnen Pakistan'ı kastederek) arkasında dış bağlantılar ve yabancı bir ülkenin parmağı olduğunu bildirdiler. İşte o anda, emperyalizmin hizmetindeki uluslararası basın tekeli ve Türkiye'deki kokuşmuş işbirlikçileri sahneye çıktılar. Millliyet gazetesi bazı kaynaklara dayanarak Hindistan'daki olayın New York Dünya Ticaret Merkezi'ndeki patlamayla ilgili olduğunu iddia etti, (14.3.1993). Sabah ise bu konuda daha mahirdi. Dış mihrak sözünü duyar duymaz olayı hemen İran'a ciro etti: "Hindistan'da İran Parmağı" (14.3.1993). Arkasından dış basınla birlikte koro halinde "İran teröre doymuyor" şarkısı başlatıldı (17.3.1993). Keşmir'de yıllardır BM kararları ihlal edilerek süren Hindistan işgali, Keşmir ve Pencab başta olmak üzere bütün Hindistan'da toplu katliamlar, müslüman köylerin yakılıp yıkılması, camilerin yerle bir edilmesi gibi olaylarla süren Hindu zulmü unutularak bu olaylar Müslüman-Hindu çatışması olarak nitelendiriliyor ve patlamanın sorumlusunun fanatik şeriatçı müslümanlar olduğuna delil teşkil ediliyordu.
Olayları Türk basınından izleyen zerre miktarı şeref ve haysiyet sahibi bir müslümanın midesinin bulanmaması mümkün değildi. Söz gelimi Milliyet 1 Mart'ta (FBI'dan bile çabuk) Dünya Ticaret Merkezi'nde patlayan bombanın C-4 olduğunu tesbit ederek olayın Mumcu'nun öldürülmesiyle ilişkisini ortaya çıkardı. 8 Mart'ta ise "Arap teröristi MOSSAD yakalattı" başlıklı haberinde; teröristin yakalanmasında, İsrail gizli servisi MOSSAD'ın, CIA ve FBI ile birlikte çalıştığını (Aynı Mumcu olayındaki gibi); MOSSAD'ın Filistinli terörist HAMAS örgütünün ABD'nin New Jersey eyaletindeki bir grup insan tarafından yönetildiğini belirlediğini (hatta bu bilginin patlamadan bir kaç hafta önce İsrail televizyonunda açıklandığını) ve bu saldırının çözümünde söz konusu bilgilerden yararlanıldığını yazıyordu. 415 Filistinli HAMAS mensubu oldukları için sürgünde açlık ve soğukla mücadele ederken, habere göre, MOSSAD, Mısır eski başkanı Enver Sedat suikastına karışan ve 1990'da New York'ta müslüman düşmanı olarak bilinen Haham Meir Kahane'nin öldürülmesi olaylarını gerçekleştiren söz konusu örgüt hakkında ABD yetkililerini uyarmıştı." Aynı haber şu kelimelerle devam ediyordu: "Bir yetkili, HAMAS örgütünün kısıtlı sayıda üyesi bulunduğunu, FKÖ ve diğer bazı örgütler gibi geniş maddi olanaklara sahip olmadığından, onlar gibi pahalı alkollü içki içme olanağını bulamadıklarını ve tele kız çağıramadıkları yorumunu yaparken;..." Bu arada görüşlerine yer verilen uzmanlar "yeraltı İslami örgütler uzmanı Prof. Emanuel Sivan" ve "Tel Aviv Üniversitesi, anti-terör bölüm başkanı Anat Kurz" oluyordu. Yine Milliyet 18 Mart günü artık hiç bir şeyi saklamadan "İsrail ve ABD Girişimi: İran'a Karşı Güçbirliği" başlıklı haberde şunlardan bahsediyordu:
- İsrail gazetesi "Haarez"de 12 Mart'ta Yassi Melman imzasıyla "Türkiye Seçeneği Tekrar Gündemde" başlıklı bir makale yayınlanmıştı.
- İsrail Başbakanı İzak Rabin önceki gün (8 Mart) ABD'de Başkan Clinton'la biraraya gerek, Orta Doğu siyasi ilişkiler uzmanı Yahudi asıllı Amerikalı Profesör Nadaw Safran'a ait olan "Türkiye Seçeneği" hakkında görüşmüştü.
- 1950'lerde Türkiye-İran-İsrail ve ABD bölgesel bir ittifak kurmuşlar, 1958'de zamanın İsrail Başbakanı Golda Meir gizlice Türkiye'ye gelmiş ve iki ülke Cemal Abdunnasır'a karşı işbirliği anlaşması imzalamıştı.
- Ardından İsrail-İran-Türkiye ve ABD ulusal (örneğin MİT) istihbarat örgütleri arasında alışveriş yapılması amacıyla "Trident Antlaşması"nı imzalamışlardı.
- Bu ittifak İran'da Humeyni rejimi iktidara gelinceye kadar yürürlükte kalmıştı.
- ABD ve İsrail arasında geçen ay hazırlanan belgede, Türkiye'ye yardım etmenin iki ülkenin çıkarma olduğu belirtilmiş, bu yolla dinci İranlı grupların durdurulabileceği ifade edilmişti.
Olayın en iğrenç yönü ise bu da dahil olmak üzere pek çok haberin gazetelerin "Ramazan Köşeleri"nin hemen yanında ve aynı sayfada yer almasıydı. Örneğin bu "İran'a Karşı Güçbirliği" haberinin tam yanında "Fil Vakası" anlatılıyordu; fillerle donatılmış muazzam bir orduya sahip olan Ebrehe'nin, Allah'ın evine saldırınca nasıl perişan olduğunu anlatan kıssa...
Türkiye'de Mumcu olayının akabinde Müslümanlara karşı bir saldırı başlatıldı. Mısır'da da yine müslümanlara yapılan zulüm had safhada. New York Dünya Ticaret Merkezi olayını takip eden günlerde Mübarek rejimi bu olayı da kullanarak içeride müslümanlara, dışarıda da İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı saldırılarını daha da artırdı. 6 Mart'ta İmbaba'da evler basıldı, bir kadın ve kucağındaki çocuğu da dahil olmak üzere bir çok müslüman katledildi. 9-10 Mart'ta camiden çıkanlara saldırıldı ve 22 kişi haince şehid edildi. Filistin'deki zulmü anlatmaya ise artık bizim gücümüz yetmiyor. Bütün bu olaylarla beraber dünya istikbarı sürekli İslam Devrimi'ne ve İran İslam Cumhuriyeti'ne saldırıyor. Karşı karşıya olduğumuz yeni bir Haçlı Seferi, yeni bir Hendek Savaşı, yeni bir Ebreheler ordusudur. Bize düşen görev ise, ABD, İsrail ve İşbirlikçileri yerli/kukla rejimlerin en büyük ve gerçek teröristler olduğunu unutmadan, unutturmadan bu saldırılara karşı koymak ve direnmektir.