Bildiğiniz gibi devlet terörü gündemdeyken "terör" ve "İslamcı terör" 21. yüzyılın güvenlik paranoyası haline getirildi. Bir çok müslüman ülkede bu amaçla İslami hareketlere karşı geniş çaplı tasfiye operasyonları uygulandı. Eğitim müfredatlarından, finansal yapılarına kadar yapısal değişiklikler dayatıldı.
Bu yeni süreçte "terör", "devlet terörü", "İslamcı terör" söylemini ve bir uluslararası müdahale enstrümanı olarak "terör"ü nasıl tanımlıyor, yaşanan süreci nasıl algılıyorsunuz?
Terörün uluslararası kabul görmüş tanımına kabaca bakacak olursak; terör, siyasal bir hedefe ulaşmak için bire bir insana, toplu olarak halka ve devlete karşı sistematik bir şekilde baskı uygulamak, şiddet eylemleri yapmak, korku salmaktır. Sağ düşünceden sol düşünceye kadar tüm örgütler ve çeşitli etnik gruplar olduğu kadar, ordu ya da gizli polis teşkilatlarını bu amaç için kullanan devletler de terörü bir yöntem olarak kullanmışlardır / kullanırlar. Bu tariften bakılınca, terör belirli bir siyasal amaca ulaşmada kullanılan, tercih edilebilen bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır. Bizim nazarımızda altı çizilmesi gerekli önemli bir husus, terörü yöntem olarak öneren siyasal ideolojilerin olduğu ve bu terör yöntemlerine izin verdiğidir. Kanaatimizce işin esas vurgu yapılması gereken yönü burası olmalıdır. Şayet terör olayı ister kitlesel isterse ferdi boyutta sonuçlansın, yapanı ister örgüt ister devlet bazında olsun, güdülen amacın başlangıcı veya sonuç devresinde olsun bir yöntem olarak benimsenmiş ise, bu takdirde konunun tartışılacak tarafı başka, benimsenmemiş olmasına rağmen böyle bir suçlamaya maruz kalınması durumunda ise bambaşka olarak değerlendirilmeye alınmalıdır.
Tarihte kısa bir gezintiye çıktığımızda terörün, geçmişte her dönemde ve hemen bütün ülkelerde bir yöntem olarak çeşitli gruplar ya da devletler tarafından kullanıla geldiğini görürüz. Devlet bazında tarihin en koyu örneklerini, Roma imparatorlarının yönetime karşı çıkanları yıldırmak için sürgün, mal ve mülkü müsadere, idam gibi yollarla engellemesini, İspanyolların meşhur engizisyon mahkemelerinin keyfi tutuklama, işkence ve idam cürümlerini, Fransız devrimi sırasında Robespıerre'in iktidarı zamanında terör dönemi olarak adlandırılan 1793-94 aralığında cumhuriyet muhaliflerinden kayda geçen 300 bin kişinin tutuklanıp 17 bin kişinin idam edilmesini, 1933-45 aralığında Hitler dönemi Nazi Almanyası ve 1924-53 aralığında Stalin dönemi komünist Rusyasını, kendi tarihimizde Umeyye Oğullarından Muaviye'nin hilafeti saltanata dönüştürdüğü yılları... vs. siyasi erk sahiplerinin rakiplerini sindirmek ve kendilerini meşru saydırmak için rüşvet dahil her türlü terör yöntemi ile insanları sindirmeleri, korkutmaları ve yok etmelerini örneklemek mümkündür. Örnekler iktidar sahiplerinin ya da iktidarı zorla ele geçirenlerin kurumsal bazda ve sistematik şekilde sürdürdükleri terör uygulamaları olarak anılabilir.
Örgütler bazında bakıldığında terör uygulamalarını, örgütlerin bazen siyasal kurumları yıkmak, sarsmak ve bunun sonucunda toplumda kaos oluşturmak amacına yönelik olduğunu ve bunun için kullanıldığını görmekteyiz. Batı Avrupa'daki anarşistlerin 1860-1905 yılları arasında yaygın olarak kullandığı terör olaylarında bir çok hükümdar, devlet başkanları ve başbakanlara yapılan suikastları, ABD iç savaşında güneylilere karşı 1861-65 arası Klux Klan örgütünün faaliyetleri, Baader Mainof, Kızıl Ordu, Kızıl Tugaylar, Hasan Sabbah gibilerinin faaliyetlerini bu tarza örnekler olarak niteleyebiliriz.
Son olarak terörün en garip ilişkilendirildiği örnekler olarak, mevcut yönetimi devirmek için verilen ya da bağımsızlık savaşımı olarak kabuledilen mücadeleler de, mücadelenin başarıya ulaştığı noktaya kadar karşı tarafın terör olarak suçladığı, Cezayir, İrlanda, Vietnam, Malezya, Endonezya, Filipinler, İran, Nikaragua, El Salvador, Arjantin iç savaşlarını hatırlayabiliriz. Oysa bu tip mücadelelerin bizzat kendisi bir terör olmayıp, kullanılan yöntemlerde var ise şiddeti ve yıldırmayı terör olarak nitelendirmek mümkün ve doğru olmalıdır.
Sorunuzda geçen, 'bu yeni süreçte' ifadesini yeni bir gelişme olarak görmüyor, yukarıda anlatılanlarda da görüldüğü üzere bu işin öteden beri süregeldiğini hatta kullanılan araçların çeşitlendirildiğini ve sonuçlarının devasa boyutlara vardığını söyleyebiliriz. Belki eskiye kıyasla fark olarak, günümüzde teknolojinin gelişmesi ile bulunan kitle imha silahlarının devreye sokularak binlerce masum insanın yanı sıra, diğer canlıların öldürülmesini ve ekolojik dengenin bozulmasını görebiliriz. Ancak işin aslında, her yer ve zamanda, hemen her ülkede hem yöntem hem de amaç olarak devam ettirildiğini biliyoruz. Bugün en vahim olanını sanayileşmiş ülkelerin , başka ülkeleri ele geçirmek, pazarını kontrol etmek, emperyal amaçlı hakimiyetlerini sürdürerek çıkarlarını devam ettirmek, rakiplerini geride bırakmak için karşılarına çıkan her düşünceyi, ülkeyi ve değerleri terör suçlaması ile kurnazca maskeleyerek ya bizzat kendisi ya da uydu yönetimlerince masum insanları buldozerler gibi ezip geçtiklerini görmekteyiz. Bu nedenle, fikri, siyasi ve toplumsal gelişmeleri yönlendirmekte, bilimsel teoriler üretmekte, toplumların dokularını çözerek darmadağın etmektedir. Uluslararası bütün teamül ve kurumları yok sayarak, üstelik bu kurumları kendileri kurmuş ve meşrulaştırmış olmalarına rağmen, hükümetler yıkıp devletler kurmaktadır. Batılı ülkeler bu işleri atalarından miras olarak devraldıkları için çok da iyi becerdiklerinden, yeryüzündeki terör olaylarının tek sorumlusu olarak görülebilirler. Bu işlerin ya bizzat failleri, ya arkalarında olup destek verdikleri zalim yönetimlerce yapılmakta veya köşeye sıkıştırdıkları halkların çileden çıkartarak onlara karşı terörden başka seçenek bırakmadıkları için müsebbip oldukları apaçık gerçektir. Nüfuz bölgelerindeki toplumları maniple etmek, güç odaklarını ve yönetim erkin uyuşturucu bağımlıları gibi köleleştirmedeki becerilerine de doğrusu şapka çıkartılır(!). Kanaatimce bu vahşeti sergilemede batılı ülkeler arasında bu konudaki güç dengesi, uyguladıkları politika gibi nüanslar dışında başkaca bir fark da yoktur. Müslümanların ve aydınlarımızın(!) hayalci olmalarını ve bunlardan birilerini tercih etmelerini de doğrusu yadırgıyorum.
Bugün, dünyanın kısa bir zaman öncesinde terörist ve özgürlük karşıtı diye yıllarca suçladığı ve devre dışı bıraktığı komünistlerden sonra küresel gücü ele geçirip bütün ulusları kendi çıkarları ölçüsünde dizayn etmeye ve önünde diz çökertmeye kalkışan ABD'nin karşısına çıkacak, yaptığı devlet terörüne dur diyecek dünün komünistleri (dinsizin hakkından imansız gelir misali) yok. Yeryüzünde onları durduracak bir güç de gözükmüyor. Ancak bu durum böyle gitmeyecek ve henüz olmasa da, kısa bir süre sonra İslam en büyük rakipleri olacaktır. Bu nedenle ABD bugün, Müslümanların yaşadığı tüm coğrafyada, düşünce bazında insan kaynaklarını, toplumlarımızın oluşturduğu kültürel ve ekonomik tüm birikimlerimizi kendi destekleri ile kurdurup ayakta tuttukları devletlerimizin tüm imkanlarını ve hatta gelecekle ilgili bütün inşa girişimlerimizi kullanmakta, kullanmaya çabalamaktadır. Bir yüz yıldır sürdüre geldikleri çeşitli terör yöntemleri ile uyuşturdukları Müslümanların özgüvenini yıkıp onları dumura uğratmakta ve kendilerinin kötü bir kopyası olmaya zorlamaktadır. Bu durumu son aşamada bir onur savaşı ya da var olma-yok olma mücadelesine dönüştürmüş durumdadır. Bu halin en somut canlı kanlı örneğini, ABD'nin çömezi İsrail adlı korsan devlet eli ile öteden beri yürüttüğü, mutedil Yahudilerin bile muhalefetine rağmen devam ettirdiği katliamlarda, son olarak da gariban ve fakir Afgan halkına yapılan vahşeti hatırladığımızda görürüz. Şimdi, gerek batı gerekse bugün onların sözcüsü ABD'nin yürüttüğü tüm dünyayı kaplayan politikalarının onların medeniyetlerini oluşturan dünya görüşlerinden, ideolojik ve siyasi temel bakışlarından kaynaklandığını söylemek, olayı böyle ortaya koymak vacip olmuştur. Yapıp ettiklerini, demokrasi, temel insan hakları, özgürlükler ve hukukun üstünlüğü gibi kendi kutsal değerleri adına yapmaktadırlar. Öyle ise, onların ideolojilerinin bu durumlara izin verdiğini ve onayladığını söylemek abartı görülmemelidir. O nedenle onlardan insanlık suçu işlememelerini beklemek abesle iştigaldir. 11 Eylül olaylarından sonra İtalya başbakanı Berlusconi ve bizzat Bush'un ağzından söyledikleri, "kendi medeniyetleri ve çağdaş yaşama tarzlarına" karşı diğerlerinin, üstü örtülü olarak Müslümanların, ilkel oldukları ve bu ilkel varlıkların cezalarının verilmesi, hak ettikleri(!) muameleye tabi tutulmaları gerektiği yolundaki açıklamaları, onların halini meşrulaştıran tescilli sözleridir. Umarım Irak saldırısı bugüne kadar kurtuluşu batıda gören, batının fikir ve değerlerinin ajanlığını yapan bütün Müslümanlara yeniden kendilerine ve değerlerine dönme fırsatını verir.
İslam'ın terör, zor, baskı, tedhiş gibi bir yöntemi önermesi, uygun bulması normalde asla ve kata mümkün değildir. Yaptıklarını İslam'a mal eden zavallıları dikkate almaz isek, ki bu hep olabilecek ve marjinal kalacak olaylardır, bu dinin doğası, öğretisi bu yönteme izin vermez, bunu onaylamaz. İnananlarından iktidar olmayı muhakkak isteyen İslam, gerek hareket süreci boyunca, gerekse iktidar olduğunda bile terörü yöntem olarak kabul etmez. Bütün peygamberlerin ve salih kulların mücadele safhaları buna şahittir. Müslümanlar meşru amaçlarına -ki Allah'ın kullarına hakkı ve adaleti götürmektir- ancak Allah'ın meşru gördüğü yol ve yöntemler ile gideceklerini, nasıl davranacaklarını bilirler. Yapıp ettiklerinden de Allah'a karşı sorumlu olduklarını, hesap vereceklerini de unutmazlar. Amaçlarına her halükarda ulaşmak, gerekirse terör gibi kerih yol ve yöntemleri kullanmak gibi çirkinliğe de düşmezler. Onlar bilirler ki, bütün çaba ve gayretleri insanların kendi rızası ve iknasına yöneliktir. Hiç kimsenin vekili ya da bekçisi de değillerdir. Bu kural, gerek fert olduğunda ve gerek cemaat, gerekse harekete geçtiğinde ve sonunda emir gücüne sahip olduğunda bile yönetimi altındakilere, inansın inanmasın ancak adalet ve merhamet ile davranmakla emrolundukları için her safhada geçerlidir. Ancak tebliğinin karşısında düşmanca duranlara, yeryüzüne fesadı yaymaya çalışanlara, Allah'ın kullarını kendilerine köleler edinip onları haram ve küfre teşvik edenlere karşı aynı dilden ve aynı miktarda cevap verme hakkı ise zaten terör olarak nitelendirilemez/nitelendirilmemelidir. Yeryüzünü fitneye boğan ve adına özgürlükler de denen fıtrata müdahil anlayışların da önüne geçilmelidir.
Son olarak terörün bir yöntem olduğunu, devlet, örgüt ya da kişisel bazda kim kullanırsa kullansın yapılan işi, işlenen cürümü benimsemek ya da onaylamayı İslami açıdan doğru bulmuyorum. Bir Müslüman'ın terör ile bir işinin olduğunu, olacağını da düşünmüyorum. Bu durum meşru amaçlar için gerektiğinde gerektiği kadarı ile şiddet kullanılmayacağı sonucunu doğurmaz/doğurmamalıdır. Bunun dahi sıkı ölçülere ve kaidelere bağlı olduğunu hatırdan çıkarmıyorum. Bütün bu anlatılanları teslimiyet, acziyet ve pasifizm görebileceklere, uğradığımız zulümlerden bıkkınlık getirenlere ve muhakkak bir şeyler yapmak arzusunda olanlara, nerede hata yapmış olabileceğimizi düşünmelerine, hangi sorumluluktan kaçındığımızı ve bu durumlara düştüğümüzü sorgulamalarını ve doğru yol üzerinde olmak için, nebevi metodu öneriyorum. Sırasına göre, şartlara ve imkanlara göre evvela Allah için sabrı, zor durumlarda Allah'a sığınmayı, sonra ciddi, kararlı ve akıllıca hazırlıklar yaparak amaca doğru yürümeyi ve en sonunda da Allah'ın izniyle ve meşru ölçüler dairesinde savaşı kaçınılmaz buluyorum. Ancak saptırılmayı, taviz vermeyi, her oranda uzlaşmayı yanlış bulur ve en önemlisi de yolun her metresinde hak üzere kalmayı ve olmayı şart görürüm. Bizlerin üzerine düşeni gereği gibi yaptıktan sonra da Allah'ın da kendi üzerine düşeni yapacağına inanıyorum.
Bu vesileyle, kardeşlerimizin Filistin Dostları Girişimi adlı çaba ve gayretlerini kutluyor, bu uğurda yapacakları tüm faaliyetlerinde kendilerine kolaylıklar diliyorum. Geleceğimiz uğruna umudumuzu yeşertecek bir adım olması dileğiyle, sizleri Allah'a emanet ediyorum.