Bildiğiniz gibi devlet terörü gündemdeyken "terör" ve "İslamcı terör" 21. yüzyılın güvenlik paranoyası haline getirildi. Bir çok müslüman ülkede bu amaçla İslami hareketlere karşı geniş çaplı tasfiye operasyonları uygulandı. Eğitim müfredatlarından, finansal yapılarına kadar yapısal değişiklikler dayatıldı.
Bu yeni süreçte "terör", "devlet terörü", "İslamcı terör" söylemini ve bir uluslararası müdahale enstrümanı olarak "terör"ü nasıl tanımlıyor, yaşanan süreci nasıl algılıyorsunuz?
Maalesef, günümüzde, terör veya demokrasi gibi bütün kavramlar alt üst olmuş durumdadır. Bu kavramların çoğunluğu manipülasyon suretiyle psikolojik savaşın aracı ve aleti durumuna düşmüşlerdir. Tanımı yapılmayan bu kavramlar tetikçilik malzemesi olarak kullanılmaktadır. En son olarak Irak bağlamında demokrasinin gündeme getirilmesi ve bir işgal vesilesi olarak kullanılması gibi. Aslında, demokrasi ile militarizm birbirine ters olmasına rağmen burada Amerikalı siyasi ve sosyal mühendisler işgalle demokrasiyi aynı kare içinde ele alabilmektedirler. Bu da maksadın üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olduğunu göstermektedir. Hatta AB dönem başkanlığını yapan Yunanistan bile böyle uçuk ve ucube bir demokrasi propagandasına karşı çıkmış ve Irak'a askeri demokrasinin ihracına karşı olduklarını deklare etmiştir. Bu itibarla çağdaş kavramların bir çoğu 'sömürgeleştirici kavramlar' kategorisine girmektedir. Özellikle Müslümanlara karşı kullanıldıklarında. Sözgelimi Hindistan, Keşmir'deki Mücahitlere karşı elini güçlendirebilmek ve oradaki bağımsızlık ateşini ve meşalesini söndürebilmek için buradaki hareketi 'fundamentalizm' olarak nitelendirmektedir. Hindu milliyetçilerinin selefi hükmündeki İngilizler de, bundan iki asır önce kendilerine karşı mücadele meşalesini ateşleyen Mücahidun hareketini Vehhabi hareket olarak damgalamıştır. Hindistan geçmiş dönemde Seyyid Ali Ceylani gibi Keşmirli siyasilere sırf fundamentalizm suçlamasıyla pasaport vermemiştir. Bu da gösteriyor ki , Hindistan fundamentalizm kavramını sömürgeciliğin maşası ve maskesi olarak kullanabilmektedir.
Bugün ABD'nin 'teröre karşı savaş' propagandası da, korkulduğu gibi işgallere ve dünyanın yeniden tanzimi ve Yeni Dünya Düzeni'nin hayata geçirilmesine bir basamak olarak kullanılmaktadır. Zaten terör bahsinde üzerinde ittifak edilmiş hakiki bir tanım da bulunmamaktadır. 16-17 Aralık 2002 tarihlerinde İngiltere'nin acar Tel Aviv Sefiri Sherard Covper-Coles alışılmışın dışında bir çıkışta bulundu. Bu çıkış/açıklama zemin ihzarı anlamına geliyordu. Arap ve İslam kamuoyunu kazanma zemini. Gelmiş geçmiş sefirler içinde tek İbranice bilen sefir olarak temayüz eden Coles, İsrail'in kuruluş aşamasında başvurduğu eylem tarzının terörizm olarak tanımlanamayacağını söyledi ve bugünkü Filistin eylemlerini onunla mukayese etti ve bunların milli mukavemet özelliğini taşıdığını kaydetti. Bununla birlikte Coles, gayri muhariplerin özellikle masum çocukların savaş dışı kalması gerektiğini ve öldürülmelerinin zinhar doğru olmayacağını da ifade etti. Ancak düzenli askeri birliklere yönelik operasyonların bu kapsamda sayılamayacağını da kaydetti. İşte burada, İsrail ile İngiltere'nin terör tanımı çatallaşıyor. Zira Şaron'a göre, Filistinlilerin her türlü eylemi terör kapsamına giriyor. İngiliz sefire göre ise askeri birliklere karşı yapılan eylemler genelde tarihte meşruiyet kapsamında değerlendirilmiştir. Mesela bu bağlamda, Stern gibi Yahudi çeteler İngiliz karargahının bulunduğu Kudüs'teki King David otelini kundaklamışlardı. Otelde kalan İngiliz askerleri hayatını kaybetmişti. Kimi Yahudilere göre bu eylem milli bir direnişin parçasıydı ve buna kalkışanlar da milli kahramandı. Öyleyse Filistinlilerin suçu ne ? Filistinliler de bugün işgal altındaki topraklarda bir işgal ordusuna karşı ve onun da uzantısı olan yerleşimcilere karşı bu tarz bir mücadele veriyorlar. Öyleyse, bu tarz mücadeleler milli mücadele standardına uymaktadır. Terör bunun neresinde? 1946 yılında da Mareşal Montgomery fanatik oldukları gerekçesiyle Stern çetesiyle diyaloga girmeyi reddetmişti.
Binaenaleyh, her şey açıkta cereyan ediyor. Bu kavramlarla İslam ülkelerinin tarihi kazanımları tersine çevrilmeye çalışılıyor. Terör gibi kavramlar bahane edilerek İslam dünyasının en mahrem alanlarına müdahale ediliyor ve dini müfredatı ve eğitimi mercek altına alındığı gibi, bunların ABD'nin ve bilhassa İsrail'in menfaatleri ve çıkarlarıyla çatışmaması isteniyor. Bu bağlamda, Şimon Peres'in 'tarihi unutun' komutu ışığında Selahaddin Eyyübi gibi tarihi kıymetler unutulmaya terk edildiği gibi, cihad gibi kavramlar da artık İslam ulemasına göre değil Yahudi yazarlara ve çizerlere göre tanımlanacak. ABD, bu meyanda İslam alemine yönelik olarak "Dini Söylemin Geliştirilmesi" adı altında hariciyeye bağlı bir komisyon ihdas etti. Bu komisyon, Müslümanların ne oranda dinlerini öğrenmesi ve yaşaması gerektiğine karar verecek. Totalitarizm bu değilse başka nedir ki ? Abdulhadi Ebu Talip'in deyimiyle : "Washington İsrail'den dini inançlarını reforme etmesini isteyebilir mi, buna cesaret edebilir mi ?" Soru özellikle W. Bush'a yöneliktir!
Mehmet Akif Ersoy ve Fethi Yeken'in deyimiyle, dünyadaki tek müstebah, herkesin girişine açık alan, İslamiyat sahasıdır. Maalesef ki öyledir.