Edebi eserlerde estetiğin mi yoksa içeriğin mi öncelenmesi gerektiği sorunu sürekli tartışılagelmiştir. Estetik Önemsenip amaç haline getirilince anlaşılma diye bir sorunu olmayan, insanlara hiçbir mesaj sunamayan, hayattan kopuk eserler ortaya çıktı. Diğerleri ise içerik üzerinde yoğunlaşarak estetikten yoksun, kuru, zevksiz eserler meydana getirdiler. Olması gereken ise içeriği estetiğe, estetiği de içeriğe feda etmeden, mesajın, meyvadaki gıda gibi belli bir tatlılık içerisinde hissettirilmeden verilmesidir.
Ali Ekmel Okur'un Anlam Yayınları tarafından basılan son romanı "Azgın (Ahmak ve Sapık)", okuyucuyu Akdeniz kıyılarına götüren tasvirler, halk deyişleri, konuşmalarla başlar. Sıradan olayların arkasında gizil güçler arayan köylüler, tarlalardaki ırgatların birbirleriyle ilişkileri, diğer taraftan çocukların yaptıkları yaramazlıkları çocukça aklileştirmeleri zihnimizde hemen somutlaşabilecek netlikte örnekler. Romanın olay örgüsünü oluşturan şehirdeki yaşamın anlatımıyla yavaş yavaş bu canlı tasvirler geri plana itilmiş. Bundan sonra yazarın içerik-estetik çatışmasında tavrını içerikten yana koyduğunu rahatlıkla görebiliriz. Roman boyunca sadece tasavvufi konuların tartışılması, bir kaç istisna dışında sürekli mutasavvuflarla ilişki kurulup onlarla gündemin doldurulması insanın zihninde 'Acaba bu kentte bunlardan başka adam yok mu?' sorusunu uyandırıyor.
Çocukluğundan itibaren 'ermiş' dedesi gibi olmaya zorlanan ve okumaya teşvik edilen roman kahramanı Beşir, Mimarlık bölümünü bitirinceye kadar eline geçen her eseri okumaya çalışmış, tiyatro, atletizm gibi sanatsal ve sportif faaliyetlerle uğraşmış sosyal birisidir. Sevdiği kızın amcaoğulları tarafından sakatlanması, kendisinin de feci şekilde dövülmesi bunalıma düşmesine ve hayatın anlamını sorgulamaya başlamasına neden olur: "Ya ağabey içimde gitgide bir boşluk büyüyüp duruyor. Yüreğimdeki isyanları yatıştıramaz, hiç bir şeyden tat alamaz oldum... Yaşadıklarımız hep bir albastı sanki. Etkilenmeden edemiyor insan. Marks, insanın dışına bakarak yargılar geliştirmiş. Oysa dıştan bakışla insan nasıl algılanır?... Ya nasyonalizm? O da uyduruk bir din. Kapitalizm de öyle. Üçüncü dünya ülkelerini hep yağma edenler bunlar...."
Yıllardır dürüstlüğüyle tanıdığı felsefe öğretmeni Hamdi Bey "...Tarikatın iç barışı sağlamada adeta bir tür imkanlar kurumu olduğunu, buna herkesin ihtiyacı bulunduğunu" söyleyerek kendisine yardımcı olmaya başlar.
Beşir, ruhsal olarak çok zor durumda olmasına rağmen ilk karşılaştığı şeyhin konuşmasından evinin dekorasyonuna kadar birçok şeyi anında sorgulamaya, sorular sormaya başlaması mutlak itaatin temel olduğu tarikat çevresinde pek hoş karşılanmaz, 'akılcı', 'mantıkçı' olmakla suçlanır ve çevresinden sık sık uyanlar alır. Buna rağmen Beşir'le iyi geçinmeye, onu kazanmaya çalışırlar. Hamdi Bey'in Beşir'i kasdederek " Bizim ihvandan olsun ya da olmasın önemli değil. Bir insan olarak yardımcı olalım. Gönlümüzün bütün kapılarını açık tutalım..." sözü önemli bir olumluluk.
Yer yer Beşir'in ev sohbetlerinde konuşulanları dinleyip kendi kendine sorgulaması hatta geriye dönüşler yaparak mazide yaşadığı olaylarla irtibatlandırması romana canlılık katıyor.
Ancak okuyucu, zaman zaman olay örgüsünü unutup bir mutasavvıfın vaaz-nasihat üslubuyla anlattığı tasavvufun dinamiklerini okumak zorunda kalıyor. Bazen de Kur'an çalışması yapanların herhangi bir kavramı sayfalarca anlatmaları insana romandan çok, kavram incelemesi yapan bir kitap okuduğu hissini veriyor. Kavramların incelenip onlarca ayet numarasının verilmesi de bu kanaati pekiştiriyor.
Roman, her hangi bir Evliya Menkıbeleri kitabı kadar bol evliya örnekleriyle dolu. Günümüz mutasavvuflarının aile hayatlarından iş hayatlarına kadar yaşantılarından kesitler sunuyor. Anlatılan tiplemelerin benzerlerini günlük hayatımızda görmüş-görüyor olmak, bizden de esere birşeyler katıyor. Romanın bu bölümleri, zikir, fenafillah, fena-fişşeyh, rabıta, veli gibi inanışların tasavvuf kültüründe ne anlama geldiğini mutasavvufların ağzından, büyük evliyaların menkıbeleriyle birlikte sunan belgesel niteliğinde.
"Genel şeyhleri çok zengin, aristokrat bir aileden geliyordu... Akademisyenlerin, aydınların ve kimi siyasilerin en çok rağbet ettiği bir Nakşi kolu" cümlelerinde seçkin olarak nitelenen tarikat üyeleri, romanın ilerleyen bölümlerinde "Daha çok kırsal kesimden aileleriyle barış içinde olamayan, toplumun değişimi ve gelişimi karşısında tutunamayan bir yere ait olma duygusuyla gelip intisap etmiş insanlar..." olarak tanımlanıyorlar.
Kur'an çalışmaları yapanlar, taklitten kurtulma, özgürleşme konularına sık sık vurgular yaparlar: "... Özgürlük belli bir yol üzerinde durmak değildir. Aksine, farklı yollar üzerinde, gidişini doğru düzenleyebilme becerisidir. Öyleyse, tutkularımızdan bağımsız olabilmeyi başarabilmeliyiz. Onun için, İlkin, şu taklit denilen sözcükle ne yapıp edip hesaplaşmalıyız taklit, başkalanmn belirlediği çerçevelere tutsak düşmektir. Tabii ki bunlar, çevresel, geleneksel, bölgesel vs. olabilir". "İnsanın sırtından yapay ağırlıkları, gereksiz yükleri, saçma-sapan örtüleri elimize, dilimize, gönlümüze vurulan zincirleri ne güçle alıp atıyorsun." Bu, bireyin kişiliğini bulması, kendi kendine karar verme yetisi kazanabilmesi, bazı inançları sorgulayıp doğruya ulaşabilmesi için gerekli ve doğru bir söylem. Yalnız Allah'a kul olma şuuruna sahip, tek başına hesap vereceğinin bilincinde olan 'beraber ibadet etme'nin, 'biz' olmanın gerekliliğini kavramış müminlerden oluşan topluluk İslam'ın yetiştirmeyi hedeflediği topluluktur. Fakat 'kişinin her türlü bağdan kurtulması' anlayışı Kur'an'ın vurguladığı 'vahdet'i oluşturma yükümlülüğüyle birlikte algılanmadığında, Liberalizmin üretmeye çalıştığı hayatla dalga geçen, en önemli meseleleri bile kaale almayan, bir çok zaafı bünyesinde barındıran kişiliklerin oluşmasına neden oluyor.
Beşir, Yasemin'in kendisi için ne anlam ifade ettiğini, "Ne zaman içimde fırtınalar kopup yüreğim kabarsa, bir liman gibi aklıma hep sen geliyorsun. Bakışların adeta dalgalar arasında bir can simidi gibi" sözleriyle anlatır. Yasemin'le ilişkisi "Onun kafası açık. İslam'a göre saçının bir telinin bile görünmesi caiz değildir. Her bakman fuhuş hükmüne girmektedir" ifadeleriyle eleştirilince, "... o kız benim özel meselem Bir daha bu konuya girmeyin. Birbirimizi indi görüşlerimizle de sınırlamayalım" diye cevap veriyor. Beşir'in yapılan eleştirileri "hakkı ve sabrı tavsiye etmek" çerçevesinde algılaması gerekirken sorumsuzca bir tavırla konuyu kestirip atıyor.
Tarikat sohbetlerinde müritlerin ağlayıp sızlanmaları, adeta dünyayı çilehane gibi algılamalarına tepki olarak Kur'an çalışması yapanların, yeryer sululuk derecesine varan espiriler yapmaları ise kanaatimizce aynı derecede bir olumsuzluk olarak algılanmalı.
Roman, sadece tasavvuf kültürünün vahdet-i vücud, fenafillah, rabıta, şeyhe mutlak itaat vs. gibi İslam'a eklemlediği; zamanla da itikad haline getirdiği yanlış anlayışları tesbit etme ve düzeltme amacı taşıyor. "... Allah'ın en hoşnut olmadığı şey şirktir. Herkes özgür yaratılmıştır. "Ey Kitap Ehl-i şirk koşmayın. Birbirinizi Rab edinmeyin. Birbirinize boyun eğmeyin" buyrulur Kur'an'da" ibaresi yapılması gerekenin yalnızca bir kısmıdır. Bununla birlikte Kur'an'ın özellikle vurgu yaptığı haksızlık, ölçüyü tartıyı doğru yapmama, yetimi yoksulu itip kakma, onları doyurmaya ön ayak olmama gibi Kur'ani itikadın bir parçası olan ve en az yanlış itikadın düzeltilmesi kadar önemsenen pratiklere yer verilmemesi romanın önemli bir eksikliği. Ayrıca bu romanda Kur'an'ın daha ilk inen ayetlerinde "kahrolası nasıl da ölçtü biçti" ibaresiyle ölçü koyanları lanetlemesine, ölçüde tartıda haksızlık yapılmaması belirtilmesine rağmen yanlış ölçüler koyan, yeryüzünü gasbeden, insanları en mahrem alanlarına varıncaya kadar kuşatıp tüketmeye çalışan sisteme yönelik ciddi bir eleştiri yok...
Sonuç olarak "Azgın", anlatılmaya çalışıldığı gibi romandan çok tasavvuf eleştirisi yapan bir eser. Fakat eleştirdiği anlayışa alternatif olarak Kur'an merkezli bir düşünüş ve yaşam biçimini yakalamaya çalışmasına rağmen, itikadi ve siyasi alanı kuşatan amaçlarıyla yeterince buluşamayan bir eksikliği de bünyesinde barındırmakta.