Tefsir’de Bâtınî Tahrifin Aynası: “Kur’an ve Aşırı Yorum”

Bülent Şahin Erdeğer

Kelimelerin arkasında onların kastetmediği anlamlar arama girişiminin adıdır Bâtınîlik. Anlatılmak istenene değil anlaşılmak istenene yönelik art niyetli bir eğilim olan Bâtınîlik tahrifin de bir çeşididir aynı zamanda. Kur'an'ın korunmuşluğunu aşamayanlar zaman içinde Metni Bâtınî yorumsamayla tahrife giriştiler. Kur'an'ın metnini tahrif edemedilerse de Kur'an'ın yorumlanmasında Müslüman zihinde önemli yaralar açmayı, Müslüman ile Kur'an arasında büyük çelişkiler yaratmayı başardılar. Mustafa Öztürk'ün Tefsir tarihindeki Bâtınî saptırmaların izini sürdüğü "Kur'an ve Aşırı Yorum: Tefsirde Bâtınilik ve Bâtıni Te'vil Geleneği"1 başlıklı çalışması da bu açıdan önemli bir boşluğu dolduruyor.

Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde görev yapan ve doktorasını bu eserle kazanmış olan yazar, Bâtınîliğin İsmâiliyye mezhebi bünyesinde kurumsallaşmasını temel alarak İsmailiyye ekolünün tarihi, tefsir anlayışı ve tesirlerini kendi kaynaklarından okuyucuya aktarıyor. Bâtınîyye'nin özgün mezhebî formu niteliğindeki İsmailiyye'nin doğuşu ve tarihsel gelişimi hakkında okuyucuya doyurucu bilgiler aktaran eser Batınî kavramları da kendi paradigması içinde anlama cehdinde çözümlemeye çalışıyor.

Bâtın-Te'vil kavramlarının Kur'ân dönemindeki kullanımlarından uzaklaştırılarak nasıl birer tahrif metodu haline getirildiklerini gözler önüne seren kitap, Bâtınî sapmayı sadece bir grubun özel metodu olarak gösteren resmî, Sünni söylemin yanıltıcılığına da dikkat çekiyor. Bâtınîliğin bir yorumsama metodu olduğunu ve bu gibi eğilimlerin Sünni birçok müfessirde de bulunduğunu belirten yazar Bâtınîliğin sadece İsmailiyye ve benzeri Gulat Şii gruplara hasredilmesi çabasının dönemin siyasi geriliminin bir sonucu olduğunu belirtiyor. İsmailiyye hakkında yazılan bir çok eserin resmi söylemin anti-propagandası niteliğinde ilmîlikten uzak polemik türü çalışmalardan oluştuğunu da belirten eser, Batınî Te'vil kavramıyla beraber hem İsmailî hem Caferî hem de Tasavvufî Kur'an yorumlarında aynı irfanî metodun uygulandığına, metnin lafzî anlam çerçevesinden ve bu çerçeveye bağımlı mecâz alanından tamamen bağımsız, okuyucunun insiyatifine bağlı aşırı yorumun İrfânilik genel başlığı altında Sünni ve Şii bir çok tefsirde uygulandığına dikkat çekiyor. Kur'ân'daki işaretlerin seçkinler zümresine hitap eden şifreler olduğu önyargısının önemli bir işlev gördüğü bu ölçüsüz yorumsama tarzının doğurduğu sonuçları da inceleyen kitap Bâtınîliğin sadece bir mezhebin adı olmadığının özellikle Tasavvuf yoluyla Sünni bilgi dünyasında benimsendiğinin altını çiziyor. Siyasal sebeplerden dolayı Bâtınîliğin karşısındaymış gibi duran Huccet'ul tasavvuf Gazâli'nin Batınî yorumun tüm imkanlarını sünni yorum dünyasına taşıdığını da belirten Öztürk, "Batınî te'vili, en genel çerçevede, Kur'ân'ı Hz. Peygamber'in beyanlarından, nüzûl dönemine ait dil sisteminden ve bu dili konuşan ilk muhatapların bizzat müşahade ettikleri tabii bağlamdan kasten koparmak suretiyle yorumlamak anlamına geldiğini" (s.139) söylemektedir.

Kitabın ikinci bölümünde Antik Hermonetik ve Alegorizmin temellerine ait bilgiler veren yazar, Batınî yorumsamanın Eski Yunan'dan Yahudi tefsirine aktaran Philo ile beraber Semavî dinlerde ilk tahrif faaliyetinin başladığını belirtmektedir. Yahudilikle Yunan Felsefesini uzlaştıran Philo'dan sonra Hristiyan Kilisesi de alegorizmi Teslis dogmasıyla Monoteist Eski Ahit metinlerini uzlaştırmak için kullandı. Philo yoluyla Yahudi tefsirine taşınan Batınî yorum karakteri Kâ'b'ul Ahbar ve Vehb Bin Münebbih gibi İsrailiyâtı İslam kültürüne taşıyan ilk dönem hurafecileriyle devam ettiğini belirtebiliriz. Daha sonra Kur'ân'da istenilen her şeyin üretilen şifre kılıflarıyla çıkartılmaya çalışılmasına Gulat-ı Şia grupları ivme kazandırmıştır. Hallac-ı Mansur ve Keysaniyye'nin başını çektiği bu gibi heretik yorumlar aşırı sembolizmi kullanarak sipariş usûlü istenildiği gibi Kur'anlar üretmek anlamına gelen faaliyetlere yol açmıştır. İrfanî tefsir adıyla da anılan bu eğilim farklı dozajlarda da olsa tüm Şii tefsirlerinde ve tasavvufi eserlerde vazgeçilmeyen bir yorum tarzı olarak ortaya çıkar.

Eski Yunan'daki cahiliye felsefesinin kavramlarının içerikleri, Kur'an'ın gayb haddleri aşılarak Allah, Peygamber, Melek gibi kavramlarının içi boşaltılarak İslam kültürüne sokulmuştur. Kur'an'ın tanımladığı Vahid Allah Felekler teorisinin başı haline getirilmiş, Peygamberler, Melekler ve Velilik de bu teorinin malzemeleri olarak yer bulmuştur. Dolayısıyla İslam düşüncesinin sadece adı kalmış kendi kaybolmuş halde Yeni İlah, peygamber, melek, ahiret anlayışları üretilmiştir. Bu üretimin ifadelerinden birisi yazarın kökenlerine indiği "Hakikat-ı Muhammediyye" anlayışı örnek gösterilebilir. Mustafa Öztürk'ün ifadesiyle: "İslam'ın temel öğretilerini ters yüz etme işlevi gören ve sözde epistemik kaynağı peygamber neslinden mervî olan bâtıni te'vil yöntemidir. Nitekim, İslam tefsir tarihinde başta İsmâiliyye olmak üzere bâtıni eğilimli sufilerin Kur'ân'a yönelik aşırı tevillerinin ilk örnekleri de, yine bu zümreler tarafından sunulmuş ve bazı gâlîlerin ayetlerdeki derinlikli mânâları yalnızca imam ve onun yakınında bulunanların bilebileceğine ilişkin düşünceleri, aynıyla İsmâiliyye ve İmâmiyye'ye intikal etmiştir. Yine bu düşünce, bâtıni mânaları bilme imtiyazını imamlardan alıp Allah'ın veli kullarına vermek kaydıyla mutasavvıflar tarafından da benimsenmiştir. Ayrıca, Kûfe kökenli aşırı Şiilik ile felsefi tasavvuf arasında, te'vil, bilgi teorisi, ruhi miraç, ism-i a'zam, velayet ve Hakikat-i Muhammediyye gibi bir çok konuda sıkı bir alışveriş ve irtibat ağı oluşmuştur." (s. 191)

Öztürk'ün bu irtibatın sağlamasında Muhyiddin-i Arabi'nin kilit rolüne dikkat çekmekte (s. 208) bunun yanı sıra İmam Gazâlî'nin de Bâtınî yorumları bolca eserlerinde kullanmasını örnekler vermektedir. Yazar sonuç olarak "işâri tefsirde, "benzer benzeriyle anılır" formülünden hareketle, her türlü dilsel karineden bağımsız bir kıyas (i'tibar) dahilinde gerçekleştirilen zâhirden bâtına geçiş ameliyesiyle, İsmâililerin mesel-memsul anolojisine dayanarak nassın sözel formunu zâhirden bâtına aktarmaları, aynı yöntemin farklı kelime ve terimlerle ifade edilmesinden başka bir şey değildir." (s. 216) "İsmâiliyeye'nin bâtıni te'vil doktrini ile sufilere özgü işârî yorum tekniğinin meşruiyet delilleri birebir örtüşmekte ve yorum faaliyetinde her iki taraf da aynı yöntemi uygulamaktadır. Şu farkla ki, İsmâiliyye, bu faaliyeti te'vil; sufiler ise zevke ve işarete mebni yorum diye isimlendirmekte; ayrıca Şiiler te'vilin bilgisini sadece imamlar ve onların önde gelen hüccet ve dâîlerinin bilebileceklerini iddia ederken, sufiler bunu ehlullâh'a yani kendilerine tahsis etmektedir. (s. 237) tespitlerini yapmaktadır.

Bâtıni yorum tarzının otorite merciilerini irdeleyen çalışma "Masum Ehl-i Beyt İmamları" inancını da incelemiş. İmamların te'vile esas teşkil eden bilgi kaynaklarını da araştıran kitap cifir, Nûr-ı Muhammedî, Vahiy ve ilhâm argümanlarına ışık tutmakta. Harflere sayısal değerler atfederek metinden geleceği bilmeye çalışma çabası olarak tanımlayabileceğimiz bir fal çeşidi olan cifirin Şii kaynaklardaki dayanakları ve bu metodun tasavvuf kanalıyla sünni kültüre taşınmasına dikkat çeken Öztürk özellikle Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in peygamber olduğu(!) iddiasına cifirle ulaşan Niyâzî-i Mısri ve kendi külliyatının Kur'an tarafından 30 kez haber verildiğini(!) iddia eden kıyametin tarihi ve bir çok olayı gelecekten cifir yolula haber verdiğini söyleyen Said-i Nursî'yi ve batınî yorum tarzlarını kendi eserlerinden okuyucuya sunuyor. Yazar örneklerden sonra "Bu noktada, İmâmiyye ve İsmâ-iliyyenin sırf Şii oldukları için mahkum edilip Niyâzî-i Mısrî ve Said-i Nursî'nin yine sırf Sünni oldukları için mazur gösterilmeye çalışılması, tamamen mezhebî ve ideolojik kaygıların sonucudur. Kur'an, herhangi bir fırka, ekol veya şahsın kendine özgün görüş ve kanaatlerini tashih etmek için gönderilen bir kitap olmadığına göre, İslam'ın temel ilkelerine ve İlahi mesajın ruhuna aykırı anlayış ve tercihleri Allah'a rağmen Kur'an'a söyletmeye veya onaylatmaya çalışmak, İsmâiliyye ve İmamiyye için ne kadar yanlışsa, Sünniler için de o kadar yanlıştır. Netice itibariyle, burada iki Sünni âlimden naklettiğimiz yorumlar, tipik birer Bâtınî te'vil örneğidir. Binaenaleyh, Kur'an'ı yorumlamada bir yöntem ve sistem anlamındaki Bâtınilik, salt bir fırkaya özgü bir hususiyet değil, fırkalar ve mezhepler üstü bir olgudur." (s. 272) demektedir.

Bâtınî te'vil'in dayanaklarından birisi de "Nûr-u Muhammediyye" teorisidir. Bu kurguya göre, Rasu-lullah (a)'dan sonra onun soyundan olan seçilmiş kişilerin Kur'an'ın batınını bilebilme yetkisi hepsinin varlık olarak Batın bilgiyle aynı kaynaktan gelmiş olmalarına dayandırılmaktadır. Bu iddiaya göre Rasulullah (s) ve onun soyu aynı Nur'dan Allah'ın nurundan yaratılmışlardır. Kainatta yaratılan ilk şey olmakla beraber Allah'ın yansıması niteliğinde olan Nur-u Muhammedî sayesinde Rasulullah insan vasfından İlah vasfına çıkartılmış onun soyundan olan Masum İmamlar da aynı silsileye dahil edilmişledir. İşte bu hiyerarşik İlahi yansımalar dolayısıyla şifreli bilgileri bilebilmektedirler. Bu teorinin izdüşümlerini Eski Yunan cahiliyesinin Felekler alem tasavvurunda ve Hristiyan teslis dogmasında görebiliriz.2 Mustafa Öztürk Nur-u Muhammedî iddialarının İmamîyye kaynakları Kuleynî ve Kummî'den örnekler verdikten sonra bu iddiayı Sünniliğe ilk sokan kişinin Sehl b. Abdullah et-Tusterî isimli bir tasavvufçu olduğunu belirtmektedir. (s. 276) Tusterî sonrasında Nur-u Muhammediyye iddiası Hallac-ı Mansur ve İbn-i Arabî, Gazzali ve Geylanî tarafından Sünni tasavvufunda sistematize edilmiştir.(s. 278) Yazar bu teorilerle ortaya atılan tevhid karşıtı iddiaları kendi konumlarını sağlamlaştırmak için üreten kişilerin Yeni-Eflatuncu sudûr nazariyesinin gnostik-Maniheist fikirlerin sufiliğe girişinden sonra meczedilmesi olarak tanımlar. (s. 279)

Kur'an'ın korunmuşluğundan dolayı vahyin lafzını delemeyen cahilî düşüncelerin tevhidden uzaklaşmış temsilcileri Bâtınî te'villerine Vahiy ve ilham kavramlarını da dayanak yapmışlardır. Vahyin Kur'an sonrası kesilmediği ve Nur-u Muhammedî'nin parçaları olan masum imamlarda devam ettiğini ileri süren Bâtınî eğilim Resul sonrası seçilmiş olarak kabul ettiği kişilerin bu ilahî iletişim sayesinde herkesin bilemeyeceği sırlara, şifrelere, gaybî işaretlere vakıf olabileceklerini iddia edebilmişlerdir. İsmâilî ve İmamî (Caferî) kaynaklar bu konuda gayet açık hatta cüretkâr diyebileceğimiz ifadelere yer vermişken, yazarın ifadesiyle "Bu noktada üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, imamların, vahiy meleğini görmeksizin vahiy ve ilhama mazhar olduğuna ilişkin Şii inanışına benzer bir inancın Sünni tasavvufta da mevcut olmasıdır. Zira, tasavvufi gelenekte de velilerin ilhama mazhar olduklarına inanılmış ve buna bağlı olarak vahiy, Şia'daki vahy-i nebî ve vahy-i vasî ayrımına benzer şekilde teşriî ve ilhamî olmak üzere ikiye taksim edilmiştir. Gazâlî, vahiy ile –evliyanın en sağlam bilgi vasıtası olan- ilham arasındaki farkı şöyle izah etmiştir: "Bu noktada vahiy ile ilham arasında bir fark yoktur. Fark yalnızca bilgiyi getiren meleğin görünmesinde ortaya çıkar. Kalplerimizdeki bilgi, melekler vasıtasıyla meydana gelmektedir. Allah Teâlâ, 'Allah bir insanla ancak vahiy aracılığıyla veya perde arkasından konuşur yahut bir elçi göndererek izniyle dilediğine vahyeder' ayetiyle buna işaret etmektedir. (İhyâ, 3.21)" (s. 282) Eser de bu tutumun dahi İbn-i Arabi tarafından yumuşak olduğu gerekçesiyle eleştirildiğinden bahsedilmektedir.(s. 282) Vahyin kesilmemesi konusunda İbn-i Arabi'yle aynı açıklığı paylaşan başka bir isim de Celaleddin-i Rumî'dir. Kendisi Mesnevisinde açıkça Sufilerin Resullere gelen vasıtalı vahyin de ötesinde doğrudan Allah'tan vahiy aldıklarını iddia etmiştir.3 Öztürk de eserinde İbn-i Arabi'nin Gazali eleştirisinin yersiz olduğunu Gazali'nin başka bir eserinde Kendisinin ve sufilerin uyanık haldeyken melekler ve peygamberlerin ruhlarını gördüklerini, seslerini işittiklerini ve onlardan bir takım bilgiler (fevâ'id) aldıklarını ifade etmiştir. (El-Munkız'dan s. 555'ten naklen Öztürk, s. 283)

"Kur'an ve Aşırı Yorum"'un Dördüncü bölümünde yazar Kur'an'daki temel öğretilerin nasıl Bâtınî yorumlara tabi tutulduklarını incelemiş. Bâtınîliğin İlah anlayışının Sudûr nazariyesi çerçevesi dahilinde şekillendiği ortay konmakta, İsmailiye, İmamiyye ve tasavvufun Allah'ı Akl-ı evvel olarak algıladığı kendi kaynaklarından örneklerle okuyucuya sunulmaktadır. Felsefe yoluyla Müslümanların varlık tasavvurlarının Aristo ve Platon felsefeleri gibi cahiliye düşünceleriyle ifsad olmaları Kur'an'da insanlığa anlatılan Allah tasavvuru yerine İlk hareket ettirici ve bu hareketten sonra kendinden varlığı taşıran akl-ı evvel'e dönüştürülmüştür. Kitabın bol örneklerle ortaya koyduğu gibi bu ilah tasavvuruna siyasal sebeplerden dolayı İsmailiye'yi kıyasıya eleştiren sonra eleştiri konusu yaptığı bir çok şeyi kendisi farklı isimlerle sahip çıkan İmam Gazâlî'nin Allah tasavvurunda da politik düşmanı fikrî kardeşi İsmailiyye ile aynı görüşleri paylaşması dikkat çekicidir. Yazar tarih boyunca siyasi kaynaklı sebeplerden dolayı Bâtınîliğin İsmailiyye'ye has kılınıp mahkum edilmesine rağmen aynı görüşleri resmi bir ağız olarak dile getiren İmam Gazâli ve temsil ettiği çizginin hakikat olarak övülmesinin ciddi bir ahlak sorunu olduğunu vurgulamaktadır. (s. 318) Yine Bâtınî eğilimin Ahirete bakışı da Kur'an'ın öğretilerinden çok farklıdır. Hem öte dünyada bedensel değil ruhî dirilmenin olacağına dair inanışlar hem de Cennet ve Cehennemin varlığı, nimet ve azapların sembolikliği üzerinden yapılan spekülasyonlar, binbir farklı yorumla azabın olmadığı iddiaları ya da ahiretin bu dünyada olduğu iddiasıyla ahiretin reddi gibi bir çok farklı dozajda Bâtınî yoruma yer vermiş kitap. İsmailiyye'nin bariz şekilde gözüken sapmasının yanı sıra Aziz Nesefî, İmam Gazâlî ve İbn-i Arabi gibi halen Sünni dünyada saygınlığını koruyan isimlerin ahiret tasavvurlarında yol açtıkları benzer tahribatlar yine kaynaklarıyla okuyucuya sunulmuş. (s. 319-347) Son olarak ta Ahiret konusunda batınî eğilimlerin Hind-Alt kıtasında boy gösteren Naturalist ve Rasyonalist Ehl-i Kur'an4 akımının bazı müelliflerinin yorumlarına yer verilmiş. (s. 349) Yazar, Muhammed Esed'in meal-tefsirinde Ahiretle ilgili ayetlere uyguladığı yorumlama tarzını da Bâtınî bir eğilim olarak değerlendirmekte bu bazı eleştiriler getirmektedir. (s. 350)5

Kitabın ilerleyen bölümlerinde Bâtınîliğin Kur'-ân'daki ibadetlere ve kıssalara yaklaşımını irdeleyen Mustafa Öztürk, son dönem araştırmacılarından Ehl-i Kur'an müellifleri, Ömer Rıza Doğrul, Halefullah ve Esed'in yaklaşımlarını kritiğe tabi tutar. Kıssaların sembolik olduğu ve tarihî gerçekliklerinin olmadığını alt yapı olarak benimseyen bu yorumlama tarzının modernite etkisinde metne yapılan zorlamalar olduğu aşikardır.

Yazar kitabın son bölümünü Bâtınî Te'vil doktrininde harf ve sayı gizemciliğine ayırmıştır. Harfler ve sayılar üzerine üretilen kültür birikimini Pisagorcu felsefe'den günümüze kadar yaşadığı tarihsel süreci anlatan bu bölüm, Müslümanların kültürüne bu gizemci hastalığın nasıl bulaştığını da ayrıntılı biçimde ortay koymuş. Ayrıca bugün popüler kültürün tüketim argümanlarından biri olarak piyasaya sürülen "Kur'an'ın Şifresi" iddialarının yeni bir şey olmadığının, sayılar ve şifre hayalleri peşinde üretilmiş hurafelerin sürecini aktarıyor kitap. Bilimselcilik ve Ondokuzculuk gibi yaklaşımların da batıniliğin modern birer versiyonları olduğunu tarihsel arka planı okduğumuzda görebiliyoruz.

Kitaba göre özellikle huruf-u mukatta üzerinde yoğunlaşan faaliyetler Şia ve tasavvuf kanallarıyla avama kadar yaygınlaştırılmıştır. Yazar sonuç olarak şu tespitte bulunmaktadır: "Hulâsa, harf ve sayı spekülasyonlarına dayalı yorumlar, İslam tefsir tarihinde sadece belli çevrelerin tekelinde kalmamış, aksine Kur'an'ı anlama ve yorumlama faaliyetinde beyani bilgi sistemini esas alan müfessirler dahi tefsir adına bu tür garip yorumlar üretmekten kendilerini alamamışlardır." (s. 393)

"Kur'an ve Aşırı Yorum" bilgi dünyamıza gizemci eğilimlerin sistemli bir tablosunu kazandırmaktadır. Konuyu ilgi alanına alanlar için gerçekten doyurucu ayrıntılarla meydana getirilmiş olan eserin temel olarak okuyucuya kazandırmaya çalıştığı perspektif de Kur'an bütünlüğü gözeten metnin anlam sınırları konusunda samimi bir hassasiyet taşıyan bir yaklaşıma sahiptir. Kur'an'ın Müslümanlara verdiği Allah, peygamber, melek, gayb vb. kavramlar hakkındaki bilincin tam karşısında konumlanan Batınî tasavvurların teorik bir tartışmadan da öte ebedi hayatımızı etkileyen ve bu dünyadaki yaşayışımızı şekillendiren tehlikesine dikkat çekmesi açısından tavsiye edilebilecek nitelikte bir eser.

Dipnotlar:

1- Kitabiyat Yay. Ankara 2003, 471 sf.

2- Nur-u Muhammedi inancı için Hristiyan ilahiyatından devşirilmiş bir yorum diyebiliriz. Bknz. Kitab-ı Mukaddes, Tekvin 1/1-2; Yuhanna 1/1-5

3- Bknz. Mevlana Celaleddin-i Rumi, "Mesnevi" Çev. Veled İzbudak Maarif Basımevi İst.1957, 4. Cild 1850-1855. beyitler

4- Ekol hakkında ayrıntılı malumat için bknz. Birışık, Abdülhamit "Hind-alt Kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri" İnsan Yay, İst.2001, s.323-390

5- Öztürk, Muhammed Esed'in Kur'an'daki kıssalar ve öte dünya anlatımları hakkında ortaya koyduğu yorumları ayrıntılı bir biçimde başka bir çalışmasında eleştiriye tabi tutmuştur bknz. Öztürk, Mustafa, "Muhammed Esed'in "Meal-Tefsir"inde Bâtınî Te'vil Olgusu" İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt 16, Sayı 1, 2003, sf.113-126