Ak Parti hükümeti büyük dönüşümler gerçekleştirdiği, kısa sürede ülkenin köklü sorunlarının birçoğunda büyük ilerlemeler sağladığı propagandasıyla seçimlere hazırlanırken ülkenin derin yaraları kanamaya devam ediyor. Bir yandan MGK'nın büyük ölçüde sivilleştirildiği ve demokratik sistem içinde olması gerektiği yere çekildiği iddiaları dillendirilmekte; ama öbür yandan MGK politikaları en küçük bir sapma olmaksızın sürdürülmekte. Bu durumda akla şöyle bir soru gelmekte: Sorun politikanın kendisinde mi, yoksa kimin uygulayacağında mı? Eğer MGK politikaları değişmeden sürdürülecekse, karar merci olarak askeri şeflerin yerlerini sivil politikacıların alması neyi değiştirecek?
Ak Parti hükümetinin adeta tutkulu bir bağlılıkla sürdürdüğü MGK politikalarından biri de hiç kuşkusuz cezaevlerine yönelik uygulanmakta olan tecrit politikasıdır. Tecrit bilhassa muhalif kimlikli tutuklu ve hükümlülere karşı ezme-sindirme aracı olarak tasarlanmış bir devlet politikasıdır. Bu yolla muhalifler kapatıldıkları hücrelerde siyasi kimlikleriyle hesaplaşmaya, örgütsel ilişkilerinden yalıtılmaya zorlanmakta; bunun neticesi olarak pişmanlığa, giderek başkalaşmaya, daha doğrusu böcekleşmeye zemin oluşturulması hedeflenmektedir.
Tutuklu ve hükümlülerin insan oldukları gerçeğini yok sayan ve onları yaşayan ölüler haline getirmeyi tasarlayan bu politika uygulamaya niyetlenildiği aşamadan itibaren can almaya devam ediyor. En son Kandıra F Tipi cezaevinde uzun bir zamandır ölüm orucu eyleminde bulunan Muharrem Karademir isimli tutuklunun kendini yakarak can vermesiyle sayı 108'e ulaştı. Genç bir insanın, hayatı ve toplumu değiştirmek amacıyla yola çıkmış ve bunun için bedeller ödemeyi göze almış bir insanın nihayetinde cezaevinde kendini yakarak hayatına son vermesi karşısında kamuoyunda yaşanan ilgisizlik, duyarsızlık korkutucu boyutlarda. Bu nasıl bir haldir, nasıl bir kamuoyudur ki, insanlar hayatlarını feda ederek dahi seslerini ulaştıramıyorlar?
Devlete bağlılık ve itaati amentü haline getirmiş geleneksel zihniyetin de; her şeyi metalaştıran, parayı tek ölçü, tek değer haline getiren ve her türlü insani, ahlaki değeri yok sayan kapitalist, batıcı hayat tarzının savunucusu anlayışın da cezaevlerinden yükselen feryadı duyacak hali yok. Bilakis bastırmak, susturmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Birileri ellerinde tuttukları medya aracılığıyla sansür uygulayarak, birileri jopla, gözaltıyla, tutuklamayla cezaevlerinde yaşanan zulmü dillendirmeye çalışanların seslerini kesmeye çalışıyorlar.
Tecrit zulmüne karşı tepki ve eylemlerin odağı konumundaki TAYAD'a (Tutuklu Aileleri Yardımlaşma Derneği) karşı son haftalarda başlatılan operasyonların da bu bastırma, sindirme politikasının bir uzantısı olduğuna kuşku yok. Cezaevlerinde sürdürülen tecrit karşıtı direnişte tam 107 (bu rakam Muharrem Karademir ile birlikte 108'e çıktı) insanın can verdiğini duyurmak amacıyla başlattıkları afişleme çalışmaları sırasında onlarca TAYAD'lı dövülerek, yerlerde sürüklenerek gözaltına alındı. Bu da yetmedi dernek başkanı Tekin Tangün tutuklandı. Gerekçe illegal örgütün uzantısı olmak! Yasal bir dernek, tüm faaliyetlerini halkın gözü önünde sürdüren ve açık, legal, kitlesel araçları kullanan bir kuruluşun illegal örgütlülük suçlamasıyla baskı altına alınmaya çalışılması hükümetin demokratikleşme, sivilleşme iddialarının inandırıcılığının bir kanıtıdır!
q |
Devletin bu şekilde TAYAD'ı F Tipi karşıtı eylemlilikten vazgeçirmeyi hedeflediği açıktır. Uzun süreli ve sistematik operasyonlar sonucunda cezaevleri konusunda büyük ölçüde kamuoyu susturulmuş, tepkiler bastırılmıştır. Şimdi sıra bir türlü susmak bilmeyen TAYAD'a gelmiştir. TAYAD'ın da susturulması sağlanacak olursa devlet cezaevlerinde "huzur ve güven ortamı"nın tadına varacaktır! İşte o zaman tecrit duvarları tam manasıyla ölüm sessizliğine bürünecektir. Buna izin verilmemeli, cezaevlerinin muhalif insanların diri diri toprağa gömüldükleri bir mekana dönüştürülmesine sessiz kalınmamalıdır.