İslam düşünce tarihinde fıkıhçıların ve kelamcıların tasavvufa karşı çeşitli eleştirileri olmuştur. Biz bu çalışmamızda tasavvuf hareketine hadis konusunda getirilen eleştirileri ve itirazları ele alacağız. Tasavvuf kitaplarında geçen hadisler hadis kitaplarında var mıdır? Varsa bu hadisler Kur'an ve Sünnet'e uygun, ümmetin kabulüne mazhar olmuş hadisler midir? Bununla beraber tasavvufun hadis anlayışı klasik hadis usulünün ortaya koyduğu ölçülere riayet ediyor mu? Yoksa tasavvuf hadis konusunda klasik hadis usulünün kabul ettiği şartlardan farklı, kendine ait şartlara ve ölçülere mi sahip? Bu açıdan bakıldığında "Tasavvufun hadislere ulaşmada bilgi kaynağı nedir?" gibi sorulara bu incelememizde cevaplar arayacağız. Ayrıca hadisçiler ile tasavvufçular arasındaki ilişkinin tarihsel boyutuna da değineceğiz. Hadis ekolünün tarih içinde ve bugün tasavvufçulara karşı tutumunun nasıl olduğunu ortaya koymaya çalışacağız.
Öncelikle ifade etmek gerekir ki, tasavvuf hareketi tarihin hiçbir döneminde ümmetin genelinde kabul görmüş bir akım olmamıştır. Bu akım her dönemde tartışılmış, itirazlara muhatap olmuştur. Ancak olgusal bir gerçeklik olarak tasavvuf birçok dönemde varlığını bir şekilde sürdürmeyi başarmıştır. Sosyolojik anlamda halk kitlelerinin tasavvufa olan ilgilerinin zaman zaman yükselmesi din adamlarının ya da ulemanın ona hoşgörü ile bakmalarına ve mevcut rejimlerin çıkarlarına ters düşmediği müddetçe karşı çıkmamalarına sebep olmuştur. Ancak bu, tasavvufun ulemanın ve ümmetin bütününün benimsediği ve doğruladığı bir olgu olduğu anlamına gelmemelidir.
Tasavvuf kaynakları incelendiğinde bu eserlerde bol miktarda hadis denilen rivayetlere yer verildiği göze çarpmaktadır. Tasavvufun oluşumunda ve kendini İslamileştirmesinde bu rivayetlerin büyük bir önemi vardır. Tasavvufçular kitaplarında yaptıkları açıklamalarda tasavvuf öğretisinin Kur'an ve Sünnet'e dayandığını, Kur'an ve Sünnet'e dayanmayan bir tasavvufun İslam'la tezat teşkil edeceğini devamlı surette vurgulamışlardır. Bu iddia İslam hakkında yeterli bilgi sahibi olmayan insanlar açısından yanıltıcı olabilmektedir.
Kur'an ve Sünnet'e uygunluk iddialarına karşın konuya teorik ve pratik açıdan bakıldığında durumun hiç de böyle olmadığı görülmektedir. Sorun öncelikle Kur'an alanında kendini göstermiştir. Sufilerin tasavvufun İslamiliğinin delili olarak ileri sürdükleri ayetleri Kur'an bütünlüğünden kopuk, parçacı bir yaklaşımla ele aldıkları ve ayetleri bağlamlarının dışında hiç ilgisi bulunmayan şekillerde yorumladıkları görülmektedir.1 Aynı şeyi hadisler için de söylemek mümkündür. Müslümanların dinin asıl kaynaklarına dair yaşadığı bu bunalım maalesef zaman içinde ümmetin hiçbir şeyi sorgulamadan, araştırmadan kabul etme eğilimini de beraberinde getirmiştir. Dini Allah'ın dini olmaktan çıkarıp atalar dini haline getiren bu zihniyet kaynaklarla irtibatı zayıf olmasına rağmen tasavvuf ve benzeri akımların İslam olarak algılanmasına neden olmuştur.
Hadis Uydurma Hareketi ve Tasavvuf
Tasavvuf kitaplarında zikredilen rivayetler incelendiğinde bunların çoğunun zayıf ya da uydurma rivayetler olduğu göze çarpar. Bu rivayetler gerek senet gerekse metin yönünden geçmişte de pek çok eleştiriye tabi tutulmuşlardır. Hadisçiler bu rivayetlerin uydurma olduğuna dair çeşitli çalışmalar ortaya koymuşlardır.
Klasik hadis kaynakları açısından tasavvufun temelini oluşturan ve halk arasında oldukça yaygın olarak bilinen birçok hadisi değerlendirdiğimizde ilk karşılaştığımız problem bu rivayetlerin temel hadis kitaplarında hiç zikredilmemiş olmasıdır. "Nefsini bilen Rabbini bilir", "Yere göğe sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım", "(Ey Muhammed) Sen olmasaydın, alemleri yaratmazdım", "Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim ve kainatı yarattım" vb. gibi rivayetler tasavvufçuların iddia ettiğinin aksine uydurma sözlerdir ve Kütüb-i Sitte'de dahi geçmemektedir.2
"Başlangıçtan itibaren hadis uydurma hareketi hayatın her alanını ilgilendiren konuları içermiştir. Bununla birlikte İslami ilimlerde zayıf ve mevzu hadis denilince akla ilk gelen sahalardan biri tasavvuftur. Özellikle tasavvufun ihtiva ettiği hususlarla ilgili hadisler uydurulduğu sıklıkla görülmüştür. Konuyla alakalı olarak yazılan eserlerin hemen hepsinde zühd ve hayır maksadıyla hadisler uydurulduğundan ve bu işi yapanların bazı zahidler ve salihler olduğuna dikkat çekilmiştir."3 Bu gerçek Müslim'in mukaddimesinde şu sözlerle ifade edilmiştir: "Hayra ve zühde nispet edilen kişiden daha çok yalan söyleyen görmedim."
Hadisçiler uydurma hadisler konusunda ehl-i tasavvufun rolünün çok büyük olduğunu ileri sürmüşler ve bunun nedenlerine dair de tespitlerde bulunmuşlardır.
"Bu gruba mensup olanlar Müslümanları iyiliğe ve bol ibadete sevk etmek, kötülükten uzaklaştırmak, dine daha çok fayda sağlamak ve Müslümanlar arasındaki ihtilafları yok etmek, fırkaları birbirine yaklaştırmak için hadis uydurmuşlardır."4
İslam düşünce tarihinde önceleri tasavvufun İslam'daki varlığı üzerine yürütülen tartışmalar zaman içerisinde tasavvufun İslami esaslara uygun olup olmadığı tartışmasına dönüşmüştür. Toplumsal gelişmeler ve birtakım dış tesirler tasavvufa İslam dışı unsurların girişini kolaylaştıran etkenler olmuştur.
Mutasavvıfların Hadis Anlayışı
Pratikte hadise büyük önem verdikleri düşünülen tasavvufçuların aslında hadis rivayeti ve kaynakları konusunda hiç de titiz olmadıkları görülmektedir. Öncelikle tasavvufçular rivayetlerinde senet zikretmezler. Hadisleri mana, keşif, ilham ve rüya yoluyla aldıklarını iddia ederler. Onlara göre bir rivayetin tasavvufi bir eserde geçmesi o hadisin doğruluğu için yeterlidir. Yani usuli anlamda bir rivayet bilinci gelişmemiştir tasavvufçularda. Tasavvuf kitaplarında geçen şeyh sözleri zamanla hadis olarak nakledilmiş, bu durum uydurma rivayetlerin tasavvufi eserlerde bolca bulunması sonucunu doğurmuştur.
Hadisleri keşf, ilham ve rüya yoluyla elde ettiklerine inanan sufiler, bir de bu sözleri Hz. Peygamber'le görüşerek teyit ettirmek gibi farklı bir hadis usulüne sahip olduklarını söylemişlerdir. Halbuki klasik hadis usulünde keşf, ilham ve rüya ile hadis rivayetinin güvenilir kabul edilmediği ortadadır. Keşf, rüya ve ilham yoluyla hadis rivayet ettiğini iddia etmek yeni bir sünnet ortaya koymaktan başka bir anlama gelmemektedir.
Tasavvufun temel esaslarının uydurma rivayetlere dayandırılması erken dönemlerden itibaren eleştiri konusu olmuştur. Tasavvuf konusunda yazılmış ilk eser kabul edilen er-Rivaye ve yazarı Haris Muhasibi (ö. 243/857)'nin durumu bu konuda ilk örneklerden biridir. Kendisi tasavvuf geleneğinin önde gelen ulemasından sayılmaktadır. Yaşadığı dönemde hadis ekolünün ağırlığı vardır. Haris Muhasibi bu çağın en ünlü mutasavvıflarındandır. Yazdığı eserlerle kendisinden sonrakileri etkilemiştir.
"Fıkıh, kelam, hadis ve tasavvufta imam" kabul edilen birisi olmasına rağmen Kütüb-i Sitte'de kendisinden hiç hadis rivayet edilmemiştir. Zamanının hadis ekolünün temsilcisi olan Ahmed b. Hanbel tarafından Haris Muhasibi dışlanmış birisidir. Hadisler konusunda dikkatli olmadığı, rivayetleri önemsemediği, kitaplarının bidat ve hurafelerle dolu olduğu, onlardan uzak durulması gerektiği, insanı delalete sevk edeceği gibi suçlamalara maruz kalmıştır. Bu tepkiler karşısında Haris Muhasibi inzivaya çekilmiş, ölümünde cenazesini sadece dört kişi kılmıştır.5
Tasavvufa karşı kelam ve hadis ekolünün müntesipleri ağır suçlamalar yöneltmişlerdir. Selef denilen hadis ekolünün tasavvufu savunan kişilere ve yazdıkları eserlere dair ilk dönemlerden itibaren yaptıkları değerlendirmeler, suçlamalar gerçekten bize tasavvufun içinde bulunduğu vahim durumu göz önüne sermektedir.
"Meşhur hadis alimi İbn Salah ilk ve en muteber tasavvufi tefsiri yazmış olan Sülemi'nin Hakikat'ut-Tefsiri hakkında şöyle diyor: "Bu kitaptaki şeyler tefsir değildir. Eğer Sülemi bunların tefsir olduğuna inanıyorsa kafir olmuştur."6
Şatıbi bu konuda şöyle diyor: "Türedi sufiler ayete, hadise ve şeri naslara aykırı da olsa kitaplarda nakledilen mutasavvıfların sözlerine ve menkıbelerine bağlanıyor ve bunları kendileri için din haline getiriyorlar. Mutasavvıfların söz ve davranışlarına hüsnü zan gösterdikleri halde Muhammed'in şeriatı konusunda hüsnü zan beslemiyorlar. Bu ise hakka tabi olmak manasına gelmez, kişilere uymak manasına gelir."7
Bu değerlendirmelerimiz hadis ekolüne ait ortaya konulan tüm tespitlere katıldığımız anlamına gelmez elbette. Hiç şüphesiz klasik hadis usulü de kendi içinde birçok yanlışları, eksiklikleri barındırmaktadır. Fakat hadisçilerin tasavvufi anlayışa göre en azından dinin kaynaklarına dair bir usul kaygısı taşıdığını kabul etmek gerekir. Bu nedenle hadis tarihine dair klasik eserler tarihi süreç içinde tasavvufun hadis anlayışını incelemede faydalanılacak bilgiler verebilir.
Tasavvuf kitaplarında geçen uydurma hadisler konusunda son dönemde yapılmış değerli çalışmalar da vardır. Bunlardan birkaç tanesini şöyle sıralayabiliriz:
1. Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, Ahmet Yıldırım, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2000.
2. Tasavvuf Kültüründe Hadis, Tasavvuf Kaynaklarındaki Tartışmalı Rivayetler, Muhittin Uysal, Yediveren Yayınları, Konya, 2001.
3. Osmanlı Halkının Geleneksel İslam Anlayışı ve Kaynakları, Dr. Hatice Kelpetin Arpaguş, Çamlıca Yayınları, İstanbul, 2001.
4. Uydurma Hadislerin Doğuşu ve Sosyo-Politik Olaylarla İlgisi, Prof. Dr. Sadık Cihan, Etüt Yayınları, Samsun, 1997.
Yukarıda verdiğimiz kaynaklarda birçok tasavvuf kitabı incelenmiş ve bu kitaplarda geçen hadisler kaynak itibariyle gözden geçirilmiştir.
Dipnotlar:
1- Bu konu ile ilgili Mustafa Öztürk'ün Tefsirde Batınilik ve Batıni Tevil Geleneğe ve Kur'an ve Aşırı Yorum isimli çalışmalarına bakılabilir. Ayrıca yine aynı yazarın "Tefsirde Zahir-Batın Dualizmi ya da Tasavvufi Aşırı Yorum" (İslamiyat, cilt 2, sayı 3/1999) adlı makalesi incelenebilir.
2- Yıldırım, Ahmet, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2001, s. 415.
3- Yıldırm, a.g.e., s. 54.
4- Koçyiğit, Talat, Hadis Usulü, Ankara 1977, s. 141.
5- Uysal, Muhittin, Tasavvuf Kültüründe Hadis, Tasavvuf Kaynaklarındaki Tartışmalı Rivayetler, Yediveren, Konya 2001, s. 89.
6- Uludağ, Süleyman, İslam Düşüncesinin Yapısı, Dergah Yayınları, İstanbul 1999, s. 64.
7- İbn-i Cevzi'nin Telbis-ü İblis'inden aktaran Süleyman Uludağ, a.g.e., s. 65.