Kur'ân'a göre tarih, hak ile batılın, haklı olanlarla haksız olanların, doğru ile eğrinin, iyilerle kötülerin mücadelesidir. Ezelden ebede sürüp giden bu mücadelede eninde sonunda haklı olanların galip ve üstün gelmesi de ilâhi yasanın/sünnettullah'ın bir gereğidir. Haksız ve zalim olanlarla kötülüğü yol edinenler, geçici üstünlükler elde etseler bile, başarıları geçici ve kısa süreli olur; nihai tahlilde yenilgiye mahkumdurlar.
Bunu tarihsel bir yasa olarak ifade etmek gerekirse; tarih haklı ve iyi olandan yanadır. Allah Kur'ân'da açıkça iyileri ve muttakileri destekleyeceğini vaad eder:
"Şüphe yok ki Allah, takvâ sahiplerinden ve iyilikte bulunanlardan yanadır."(16/128)
Âyette geçen "takvâ", Allah'ın zâtından korkup sakınmaktan da öte, Allah'a karşı sorumluluklarının bilincinde olmayı ve -Râzî'ye göre- tarihsel sürece egemen olan ilahî ceza yasalarından korkmayı ifade eder. Bir toplum; bu yasaların farkında olur ve felâketlere yol açan davranış biçimlerinin neler olduğunu bilirse onlardan kaçınıp sakınacak, iyi ve salih davranışlarda bulunmaya yönelecektir. Böyle bir davranış biçimi geliştiren toplum ise, düşmanlarına karşı Allah'ın desteğine sahip olacaktır. Yine âyette geçen "ihsan", iyilik yapma, kendi çevresinden başlayarak toplumuna karşı iyilik ve merhamet duyguları içinde bulunma, yardımlaşma, âdil olma, iyi muamele gibi anlamları içerir. Böyle bir toplumda dayanışma ruhu da güçlenir. Dolayısıyla âyet, böylesine üstün niteliklere sahip bir toplumun doğal olarak avantajlı konuma geçeğini işaret eder.
Kur'ân, buna karşılık zâlimlerin saltanatının geçici ve yıkılmaya mahkûm olduğunu, zâlim yönetimlerin doğal olarak dezavantajlı durumda bulunduğunu vurgular:
"İman edenler, sâlih davranışlarda bulunanlar, Allah'ı çok ananlar, zulme uğradıktan sonra başarıya ulaşanların durumu başkadır. Zulmetmekte olanlar ise, nasıl bir inkılâba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir."(26/227)
Zalimler üstün duramda bulunabilirler, ama bu üstünlükleri genellikle geçici olur. Zira zulüm ve haksızlığın uzun süre devam etmesi beklenemez. Zulüm, doğası gereği bir takım tepkileri, fıtrî karşı koyuşları da beraberinde getirir. Bu fıtrî isyan kısa zamanda kitleselleşir ve sonuçta zulme uğrayanlar, kendilerini ezen baskı ve zulüm düzenine son verirler:
"İstiyoruz ki, yeryüzünde ezilip-horlananlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve mirasçılar kılalım. Ve istiyoruz ki, onları iktidar sahipleri olarak yerleşik kılalım. Firavun ve Hâmân'a ve onların ordularına da korkmakta oldukları şeyleri gösterelim."(28/5-6)
Bu âyetler İsrailoğulları tarihiyle ilgili ise de, sürekli tekrarlanan bir olguya (zulmün geçici, hakkın ve haklının ise kalıcı olmasına) işaret etmektedir. Talihe bakın ki, dün zulme uğrayanların kurduğu Siyonist zulüm düzeni bugün Filistinlileri acımasızca ezmektedir. İcra edenler kim ve nasıl olursa olsun, zulüm aslâ pâyidâr olmaz. Bu çerçevede Kur'ân, sürekli olarak, tarihe biçim veren etkenlerin geçici ve ani değerler değil, nihâî ve kalıcı değerler olduğunu savunur. Ve Allah'ın desteği de hakkın ve adaletin kalıcı olmasını isteyenlerden, bu uğurda çaba sarfedenlerden yanadır.
Allah'ın mustazaflara lütuf ve yardımda bulunması ise, ezilenlerin ezenlerden daha dürüst, daha faziletli, daha sabırlı ve daha fazla zorluklara katlanabilen bir topluluk olmalarına bağlıdır. Allahu Teâlâ, zulme uğramakta olan mustazafları, inandıkları ve salih davranışlarda bulundukları taktirde kesinlikle destekleyeceğini beyan etmektedir:
"Allah, içinizden îman edip salih amel işleyenlere kesinlikle vaad etmiştir ki, kendilerinden önce gelenleri kafirlerin yerine getirdiği gibi, kendilerini de yeryüzünde mirasçı kılacak; onlar için seçmiş olduğu dinlerini iyice yerleştirecek ve kendilerini korkularından sonra emin kılacaktır."(24/55)