Sıkıyönetimin 12 Eylül döneminden çok daha şiddetli bir şekilde devam ettiği Türkiye'de, zulüm uygulamaları yargısız infazlar, düşüncenin terör kapsamında addedilmesi vb. şeyler artık vak'ayı adliyeden sayılmakla kalmayıp, rejimin karakteristikleri halini aldı.
Halk, önce bu saydıklarımızla iç içe yaşamaya alıştırıldı, ardından tüm bunları onaylar, destekler hale geldi. Böylelikle zalimlerin yapıp edegeldiklerini 'normal'lik ölçüsünde algılayan bir "kamuoyu vicdanı" oluştu. Dolayısıyla iktidar sahipleri, işlerine gelen konularda bu 'çoğunluğun vicdanı' denilen şeyi hakkın ve hakikatin karşısına bir meşruiyet zemini olarak oturttular.
İşte eski milli futbolcu Tanju Çolak'ın otomobil kaçakçılığından aldığı cezanın affına ilişkin özel yasa önerisi, TBMM Adalet Komisyonu'nda bire karşı yedi oyla kabul edildiğinde, zalimlerin ilk öne sürdükleri meşruiyet zemini bu "kamuoyu vicdanı"nın yaralanması meselesi idi.
Bu kavramı kullanan bazı milletvekillerine göre Çolak olayında kamu vicdanı yaralanmıştı. Bu insanlar konumları gereği bu "kamu vicdanı" denen şeyin acaba neden düşünce özgürlüklerini kullananlar ve yargısız infazlar söz konusu olduğunda bir türlü sızlamadığını, bilakis tüm bu olan bitenlere alkış tuttuğunu sürekli olarak unutuyorlar.
Kamu vicdanı bu derece dikkate alanlar(!) dışında, bu önerinin bir seçim yatırımı olduğunu unutturmaya çalışıp, hemşehricilik damarları kabaranlar(!) da işin bir başka cephesini oluşturuyor.
DYP Grup Başkanvekili ve Samsun Milletvekili İhsan Saraçlar, öneriye "evet" imzası atmasını Tanju'nun Samsunlu oluşuna bağlıyor ve "atmayacaktım da ne yapacaktım?" diyebiliyor.
Kendisine sormak lazım; "Acaba aynı şeyi Samsunlu olup da düşünce suçlusu kapsamı içinde farklı suçlardan diğer mahkumlar için de düşünüyor mu?" Tabii ki düşünmüyor.
Bu ülkede yıllardır İSKİ'ci, ASKİ'ci, İLKSAN'cı ve dah nice -ci, -cu eklerini almaya layık hırsızlar ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşıp, yetim ve yoksulların haklarını gaspetmeye devam ederken, hastanede parasızlık yüzünden rehin kalan hanımını çıkarabilmek İçin çaresizlik içinde bir taksi şoföründen 10 milyon lira para gasbeden bir kişi 30 yıla mahkum edilebiliyor.
Birileri, hiçbir meşruiyet zeminine sahip olmaksızın hükümet ederken, bu zulmü şu ya da bu şekilde eleştirip hakkın ve adaletin tesisine çalışanlar, cezaevlerinin dört duvarı arasına sıkıştırılıp, tüm meşru hakları ellerinden alınıyor. Ve şimdi, tüm bu olan bitenler karşısında kıllarını dahi kıpırdatmayan birileri çıkıp, kamu vicdanından söz edebiliyor.
Şu soruları sormadan edemiyoruz:
"Tanju futbolcu olmasa ve bu ülkede futbol sevgisi en yüce değerler arasına oturtulmuş olmasa, kişiye özel af çıkarmak acaba hangi birinin aklına gelirdi?"
"Acaba kitlelerin afyonuna duyulan sevgiyi, milli bir futbolcunun İtalya'ya gidip gitmemesi hakkında yorumlar üretmeye kadar vardıranlar, neden cezaevleri ve mahkumlar konusunda aynı hassasiyetin tam tersi mahiyette bir tavrı sergiliyorlar?"
Ürkütücü ve iğrenç olan şey, bu sistemin ürettiği dengesizlikler, açlık, sefalet, geçimsizlik yüzünden anlık hatalara düşmüş, ya da sistemin kokuşmuşluğuna karşı direnme azmi ve cesareti içinde bulunanların gayrı meşru ve tehlikeli ilan edilmesine karşı çeşitli toplumsal sapkınlıkların meşrulaştırılıp, kışkırtılması ve bunların kamu vicdanını rahatlatan olgular olarak addedilmesidir.
Biz burada, sistemin kendi adalet mekanizmasındaki iç çelişkileri daha fazla tartışacak değiliz; ama şu konunun altının önemle çizilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Cezaevlerinde, sistemin mantığı gereği nice haksızlığa uğramış ve hakları gasp edilmiş insanlar bulunmaktadır. Eğer yukarda sözünü ettiğimiz konuda sınırlı bir af çıkacak olursa ve bunun kapsamı sadece kaçakçılıkla ilgili konularla sınırlanacaksa, cezaevlerindeki insanların haklan bir kez daha gasp edilmiş olacaktır.
Bu yüzden diyoruz ki; "yetimin yoksulun hakkını yiyen sömürücüler ve sapıklar dışında, adli, siyasi ayrımı yapılmadan bütün mahkumlar serbest bırakılmalıdır. Bu talep başta İslami kimliklerinin bir sonucu olarak cezaevlerinde bulunan müslümanlar olmak üzere siyasi tutsaklar açısından düzenden af talebi olarak algılanamaz, hukuka ve insan haklarına aykırı bir uygulamanın ortaya çıkardığı çarpıklığın giderilmesi ihtiyacının bir gereğidir.
Bizi ilgilendiren kamuoyu vicdanı ya da çoğunluğun görüşü değildir. Şüphesiz bizler "insanların çoğuna uysanız sizi hakk'tan batıl'a çevirirler" uyarısında bulunan bir kitaba iman etmiş bulunuyoruz. Bu meyandaki tercihimiz hakkın ve hakikatin tecelli etmesine çabalamaktır. Rabbimiz mazlum ve mağdur insanların yanındadır.