Mazlum-Der Şanlıurfa Şubesi 15 Ağustos 1997 tarihinde Diyarbakır'ın Silvan ilçesine bağlı Susa (Yolaç) Köyü'ndeki olaylara İlişkin bir basın toplantısı düzenledi. Şube Başkanı Av. Şeyhmus Ülek başkanlığındaki bir heyet tarafından düzenlenen toplantıda. Susa Köyü'nde ikamet eden köylülere yönelik baskılar ve insan hakları ihlalleri gündeme getirildi. Jandarma ve korucular tarafından uzunca bir zamandan beri sürdürülen şiddet, yağmalama, ağır makinalı silahlarla tarama şeklinde gerçekleşen baskılarla ilgili olarak, aynı heyet tarafından hazırlanan raporun geniş bir özetini sunuyoruz
Diyarbakır'ın Silvan ilçesine bağlı Susa (Yolaç) Köyünde, korucular ve askerler tarafından köy halkının köyden çıkarıldığı, mallarına el konulduğu, bilahare köye dönmek isteyen köylülerin korucular tarafından tartaklanıp üzerlerine otomatik silahlarla ateş açıldığı ve bu ateş sonucu 7'si ağır olmak üzere 21 kişinin yaralandığı haberleri üzerine bölgede incelemeler yapan heyetimiz, köylüler, yaralılar, tarafsız kişiler, korucular, sivil ve askeri yetkililer (Kaymakam, Emniyet Müdürü, ilçe Jandarma Komutanı, vs) ile yaptığı görüşmeler sonucu aşağıdaki tespitlerde bulunmuştur:
1) Olayla ilgili gelişmeler 5 yıl öncesine uzanmaktadır. Şöyle ki; 26 Haziran 1992 tarihinde PKK tarafından köye baskın düzenlenerek camiden çıkarılan 14 kişi kurşuna dizilmek suretiyle öldürülmüştür. Bunun üzerine öldürülen insanların yakınları ve bunlarla aynı anlayışı paylaşan köylülerin dışında, 70 hanelik köyün büyük çoğunluğu köyü terk etmek zorunda kalmış ve 4 yıl boyunca da hiçbiri köye denememiştir.
2) Göçmenlerin köye dönüş projesi çerçevesinde köylerinden 1992 yılında çıkmış/çıkarılmış olan köylülerin bir kısmı köye dönmek istediklerini yetkililere iletmişlerdir. Ancak "gönüllü korucu olmayı kabul etmeleri halinde köylerine dönüşlerine izin verileceği" kendilerine bildirilmiştir.
3) Bunun üzerine uzun yıllar önce bu köyden ayrılıp Diyarbakır'a yerleşmiş, müteahitlik yapan, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi 3. Sınıf öğrencisi Halis Güneyli'nin organizasyonu ile 14 köylü korucu olmayı kabul ederek, Olağanüstü Hal Bölge Valisi başta olmak üzere askeri ve sivil yetkililerin katıldığı resmi bir törenle köye gelmişlerdir. Bu insanlara silah verilmiş ve ev yapmak üzere malzeme yardımında bulunulmuştur.
4) Bu arada köydeki grup, köye dönenlerin silahsız dönmelerini, aksi halde dönüşün aralarında sorunlara sebep olacağını jandarma yetkililerine iletmişler; ancak jandarma yetkililerince kendilerine "Siz de korucu olun, size de silah verelim" denilerek bu talepleri dikkate alınmamıştır.
5) Bu korucular köye yerleştikten hemen sonra (1996 yılı Haziran sonu) o zamanki Karakol Komutanı Astsubay gözetiminde biçer-döverleri getirip köylülere ait ekinleri biçmişler ve tüm mahsule el koymuşlardır. Bunun üzerine ekin sahibi köylüler tarafından Silvan Asliye Hukuk Mahkemesi'nde 1996/228, esas numara ile 7 adet tazminat davası açılmış olup davalar halen derdesttir.
6) Korucuların köylülere yönelik baskıları 1 yıl boyunca devam etmiş, yetkililere yapılan şikayetlerin hiçbiri değerlendirilmemiştir. Nihayet 31. 07. 1997 tarihinde, Susa Köyünden olup Diyarbakır'da ikamet eden, köyde de devletin verdiği malzeme ile ev yapımını sürdüren, Korucubaşı Halis Güneyli (24), saat 08.00 sıralarında Diyarbakır'ın Bağlar semtindeki evinin önünde faili meçhul bir şekilde öldürülmüştür.
7) Korucubaşının öldürüldüğü gün, saat 08.30'da (ölümden yarım saat sonra) bir astsubay askerlerle birlikte köye gelmiş ve korucu olmayan köylülerin tamamını toplayarak Yüzbaşının kesin emri gereğince çocuklarını alıp derhal köyü terk etmeleri gerekliğini, evlerinden hiçbir şey almalarına müsaade edilmeyeceğini ifade ederek, köyde kalacak mallarının kendileri tarafından korunacağı garantisini vermiştir. Sonuçta 22 aileden oluşan 150 nüfus, hiçbir şeylerini almadan köyü terk etmek zorunda bırakılmıştır. Asayişten sorumlu bir yetkili, bu köylülerin köyden çıkarılmalarının yanlış olacağını, köyde güvenliği sağlamak üzere bir grup askerin köye gönderilmesinin daha doğru olacağı yönündeki düşüncesini olay günü yetkililere ilettiğini ifade etmiştir,
8) Silvan'da akrabalarının yanına yerleşen köylüler, mahsullerinin korucular tarafından piyasada satıldığını, hayvanlarının bir kısmının satıldığı, bir kısmının açıktaki tahıllardan yiyerek öldüğü (hayvanlarının bir kısmının öldüğü, korucularca da doğrulanmıştır) yolunda duyumlar aldıklarını, bunun üzerine köyden çıkarıldıklarının üçüncü günü, çocukları ile beraber köye gitmek istediklerini, ancak köyün yakınında askerler tarafından durdurularak köye gidişlerinin engellendiğini belirtmişlerdir. Bu süre içerisinde köylüler, defalarca yetkililere müracaat etmiş, ancak müracaatları işleme konulmamış, sadece askeri yetkililer, "Köyde taziyenin devam ettiğini, köye gitmemelerini, beklemelerini" kendilerine ifade etmişlerdir.
9) Köyden çıkarıldıktan 5 gün sonra 05.08.1997 tarihinde, köylüler topluca evlerine gitmek üzere yola çıktıklarını, ancak köyün girişinde köydeki korucular ve çevre köylerden gelmiş yakınları ile birlikte çoğu silahlı 100-150 kişilik bir grup tarafından kuşatıldıkları ve köye girişlerinin engellenmek istendiğini, evlerine gitmekte ısrar etmeleri üzerine saldırıya uğradıklarını iddia etmişlerdir. Olay sonunda köylülere otomatik silahlarla ateş açılması sonucunda 7'si ağır olmak üzere 21 kişi yaralanmıştır.
10) Silvan ve Diyarbakır Devlet Hastanelerine kaldırılan yaralılar, büyük bir ilgisizlikle karşılaşmışlar, hatta öğleden önce hastaneye gelen yaralıların akşam saatlerine kadar hastane polisi tarafından ifadeleri alınmamış, ancak yaralı yakınlarının milletvekillerini aramaları, bu milletvekillerinin de valilik nezdinde girişimde bulunmaları sonucu saat 18.00'de yaralıların ifadelerine başvurulmuştur.
11) Köylüler halen Silvan'da değişik yerlerde yakınlarının yanında kalmakta, evlerine dönememektedirler. Olay sonrasında 4 korucu ve 2 köylü olmak üzere 6 kişi halen tutuklu bulunmaktadır.
121 Bu arada 11.08.1997 tarihinde köylülerin başvurusu sonucu mahkemece zarar ziyan tespiti için keşif yapılmak üzere köye gitme kararı alındığı, bu nedenle de İlçe Jandarma Komutanı yüzbaşının asker göndermediği için keşfin yapılamadığı tespit edilmiştir.
Sonuç
Derneğimizce oluşturulan heyetin bölgede yaptığı incelemeler sonucunda yetkililerin izlediği politikalar, bölgeyi bir satranç tahtası gibi kullandığı, bölgede belli güç odaklarının oluştuğu, bölge ile ilgili stratejik ve taktik hedefleri doğrultusunda, bu güç odaklarının leh ve aleyhine kimi düzenlemeler yaparak dengelerle oynadıkları gözlenmiştir. Örneğin Susa Köyü, son 5 yıl içerisinde 3 farklı gücün hakimiyetine tanık olmuştur. Korucularla görüşmek üzere köye gidildiğinde, köyün girişinin Türk bayrakları ile donatıldığı, köyde korucu evlerinde bayrakların dalgalandığı görülmüştür.
İzlenen bu politikalar, bölge insanını kişiliksizleştirmiş, belirli bir güce yardım ve yataklık eden insanlar haline getirmiştir. Muhalif kimlikli bir insan, bir süre sonra korucu olup devletle işbirliği yapabilmekte veya muhalif farklı bir grubun safında yer alabilmektedir. Sonuçta insanlar için kendilerini konumlandırmada güç ve çıkarlar belirleyici olmaktadır.
Özelde bu olayla, genelde bölgedeki tüm olaylarla ilgili olarak yaşanan hak ihlallerine karşı farklı bir yaklaşımı dile getirmeden geçemeyeceğiz.
Bölgedeki bu tür ihlalleri "insan hakları ihlali" olarak değerlendirebilmek için bölgede "Hukuk Devleti" kavramının kökleşmiş olması, hukukun egemen olması gerekir İnsan hakları ihlalleri, genellikle bireylerin birtakım yaptırımlara maruz kalmaları ile ortaya çıkar. Oysa bölgedeki ihlallerde, bütün köy, bütün hane halkı, bütün akrabalar, bütün kasaba, bütün aşiret vs. yaptırımın hedefi olabilmektedir. Yetkililerin olaylara yaklaşımında "suçluya karşı muamele" değil "düşmana karşı muamele" mantığı egemendir. Bu yaklaşım, sömürgelerde bile karşılaşılmayacak kadar korkunçtur. Çünkü sömürgelerde "sömürge hukuku" egemendir. Bu yaklaşımda ise hukuktan söz etmek mümkün değildir.
Devlet bölge insanını korucu yaparak, korucu olmak istemeyenleri göçe zorlayarak, bölgede yaşayanların tamamını bir şekliyle kendine bağlamak, böylece bölgenin tamamını bir tampon bölge haline getirmek istemektedir. Adeta Kürtler için vatandaşlık bağı ile devlete bağlı olmak yeterli görülmemekte, bağlılığın ifadesi olarak koruculuk şart koşulmaktadır.
MAZLUM-DER