Özgür-Der Suriye Yardım Komitesi Sorumlusu Hasip Yokuş ile başta Rakka’da açılan un değirmenleri olmak üzere Suriye’ye yönelik yardım çalışmalarını ve Suriye’deki gözlemlerini konuştuk.
Suriyeli kardeşlerimize yardım kapsamında başlattığınız un değirmeni kampanyasını sonuçlandırdınız ve Rakka ile İdlib’te değirmenleri faaliyete geçirdiniz. Bu çerçevede geçtiğimiz günlerde kurulan değirmenlerin açılışı vesilesiyle de Rakka’da bulundunuz. Öncelikle bu kampanya ve neticeleri hakkında bize bilgi verir misiniz?
Bismillahirrahmanirrahim. Öncelikle mazlum ve ihtiyaç sahibi insanlara yardım ulaştırma gibi onurlu bir görev nasip ettiği için Rabbime hamd ederek sözlerime başlamak istiyorum. Bildiğiniz gibi Suriye yardım çalışmalarımız yaklaşık üç yıldır devam ediyor. Bu üç yıllık süre zarfında ilaç, gıda ve giyim gibi temel ihtiyaç maddelerinin Suriyeli kardeşlerimize ulaştırılması amacıyla birçok kampanya yürüttük. Bu kampanyalarımız içerisinde sanırım en hacimli olanı un kampanyalarımızdı. Özellikle 2012 yılında Suriye içerisinde un ihtiyacı ciddi bir sıkıntı idi. İHH, Özgür-Der, Kızılay ve daha birçok kurum Suriye’deki bu sıkıntının hafifletilmesi noktasında ciddi bir gayret içerisindeydi. Esasında önemli bir tarım ülkesi olan Suriye’de un sıkıntısının ortaya çıkması arızi bir durumdan kaynaklanıyordu. Şöyle ki: Suriye’de sistem tümüyle devletçi politikalarla idare edildiği için özel sektör gelişmemiş. Un fabrikaları dahi devlet eliyle işletildiği için ziraatçılar elde ettiği buğdayı devlete satıyor, devlet satın aldığı buğdayı kendi işlettiği fabrikalarda una dönüştürdükten sonra bir miktar sübvansiyon da uygulayarak halka satıyordu. Suriye’de direniş başladıktan sonra Baas Rejimi terk etmek zorunda kaldığı bölgelerdeki un fabrikalarını bombaladı. Sadece un fabrikalarını değil fırınları da bombalıyordu. Suriye’de un sıkıntısı işte bu sebeple ortaya çıkmıştı. Başından beri bu durumun farkındaydık ancak savaş koşullarından kaynaklanan sebeplerle çözüm bulmakta zorlanıyorduk. Özellikle elektrik sorunu ciddi bir engel oluşturuyordu. Lojistikten sorumlu Suriyeli kardeşlerimizle yaptığımız istişareler neticesinde Türkiye sınırına yakın yerlerde jeneratörle de çalışabilen günlük 5 ton kapasiteli değirmenler kurma fikri benimsendi. Tam o sırada İHH yetkilileri de Suriye’de farklı bölgelerde 10 adet değirmen fabrikası kurulması için proje geliştirdiklerini ve bu projeye destek vermemizi talep edince hiç tereddüt göstermeden kabul ettik ve değirmen kampanyamızı başlattık. Özgür-Der gönüllüsü kardeşlerimiz bu kampanyamıza yoğun ilgi gösterdiler. Gerçekten önemli bir hayrın ortaya çıkmasına vesile oldular. Rabbim emeği geçen herkesten razı olsun.
Açılış sırasında bu değirmenleri işleten kardeşlerimiz bu unların hangi koşullarda yaşayan ihtiyaç sahiplerine ulaştırıldığını, kendilerine yardım yapılan ailelerin nasıl da hayır duada bulunduklarını dolayısıyla hem bu kardeşlerimizin vesile oldukları hayrın büyüklüğünü görmemiz hem de bize yapılan duaları bizzat müşahede etmemiz için dağıtım çalışmalarına da eşlik etmemiz için ısrarcı oldular. Ancak zaman darlığı sebebiyle dağıtım çalışmalarına iştirak edemedik.
Un değirmeni kampanyamızın hikâyesi özetle bu şekildeydi. Süreç boyunca bazı sıkıntılarla karşılaştık, değirmenlerin kuruluşu biraz zaman aldı ama her şeye rağmen çok isabetli ve yerinde bir karardı. Zira bu sene Suriye’de un ihtiyacının artık pek gündeme gelmiyor oluşu gerçekten önemli bir hadisedir. Birer sadaka-i cariye olarak işlev gören değirmenlerimizin her birinden günde ortalama 15-20 ton un elde ediliyor.
Suriye’ye yardım çalışmaları hususunda şu anda sürdürdüğünüz faaliyetlerden söz eder misiniz?
Yardım çalışmalarımızı başından itibaren ihtiyaçların aciliyet durumuna göre sürekli güncelleyerek ve yardım çalışmalarını büyük bir özveri içerisinde yürüten İHH ve kimi yerel kurumlarla eşgüdüm içerisinde yürütüyoruz. Havaların soğumasıyla beraber battaniye ve döşek ihtiyacı ortaya çıkmıştı. Hakeza kimi bölgelerde çatışmalar şiddetlenince özellikle bebekler için açlık sorunu baş gösterdi. Özgür-Der olarak; “2 Battaniye, 1 Sünger, 1 Mama” kampanyası başlattık. Kardeşlerimiz her zamanki gibi duyarlı davranarak kampanyamıza büyük bir ilgi gösteriyorlar. Önümüzdeki hafta içerisinde toplanan bu yardımları ulaştırmayı planlıyoruz. Yani Allah’ın izniyle dergi elimize ulaştığında bu yardımlarımız da Suriyeli kardeşlerimize ulaşmış olacak.
Rakka, muhalifler tarafından özgürleştirilen bir şehir. Siz Rakka’yı geçtiğimiz yıl da ziyaret etmiştiniz. Bu süre zarfında gözlemlediğiniz gelişmeler neler oldu?
Rakka; nüfusu bir milyondan fazla olan bir şehir. Özgürleştirildikten kısa bir süre sonra ziyaret etmiştim. Rakka’nın yeni yöneticileriyle görüşmelerimiz olmuştu. Bu ilk ziyaretimizde kaotik durum hemen göze çarpıyordu. Muhalifler, şehirdeki belediyecilik faaliyetlerinden memur ve emekli maaşlarına, okullardaki eğitim müfredatının değiştirilmesinden ihtiyaç sahibi insanlara yardım ulaştırılması çalışmalarına kadar bir yığın sorunla baş etmeye çalışıyorlardı. Savaş koşullarında bir yandan da bu tür sorunlara çözüm bulmak sanıldığı kadar kolay değil. Buna imkânların sınırlı oluşu ve yönetim tecrübesinin eksikliği de eklenince takdir edersiniz ki, iş daha da zorlaşıyor. Ayrıca Rakka’nın 10 km. yakınındaki 17. Tümen olarak isimlendirilen askerî bölgeden belli aralıklarla şehrin değişik semtlerine rastgele obüs ve top atışı yapılması da sinirleri büsbütün geriyordu. Ancak bir yılın sonunda aynı şehre gittiğimde apayrı bir görüntüyle karşılaştım. 17. Tümen daha o zaman kuşatmaya alınmış, o mıntıkaya karadan hiçbir giriş çıkışın yapılmasına fırsat verilmiyordu. Oranın lojistik ihtiyaçları ancak helikopterler aracılığıyla sağlanabiliyordu. Bu bir yıllık süre boyunca 17. Tümen etrafındaki kuşatma hâlâ devam ediyor. Gelen helikopterlerin bir kısmı düşürüldüğü için artık helikopterler eskisi gibi sık gelmiyormuş. İçeride uzun süredir pek hareketlilik de gözlenmiyormuş. Oradan şehre obüs ve top atışları da bir müddettir kesilmiş. İlk gidişimde bu askerî mıntıka sebebiyle Rakka’ya arkadan dolanarak girebildik ancak bu sefer anayoldan ve bu askerî mıntıkanın önünden geçtik. Nizamiye kapısından içeri baktım ancak gözün görebildiği mesafe boyunca hiçbir hareketlilik gözlenmiyordu.
Şehirdeki günlük yaşam hakkında gözlemlerinizi alabilir miyiz?
Şehrin 17. Tümene yakın olan kuzey mahallesi ve oradaki işyerleri geçen sene boşaltılmıştı. Hâlâ o evler boş ve o mahallelerdeki iş yerleri kapalı. Ancak şehrin diğer semtlerinde hayat normal seyrinde devam ediyor. Market ve manavlarda ihtiyaç maddelerinin büyük çoğunluğu raflarda mevcut. Fırınların önünde kuyruklar bitmiş, cadde ve sokaklar daha temiz. Rejim fazla direnemeden Rakka’yı teslim ettiği için örneğin İdlib, Hama, Humus, Halep ve Şam gibi şehirlerde göze çarpan çatışma izleri ve tahribat görüntüleri yok denecek kadar az. Fırınların önünde kuyruklar bitmiş, cadde ve sokaklar daha temiz, hayat normal akışında devam ediyor.
Rakka’da İslami örgütlerin ve hassaten de Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) grubunun bazı uygulamaları nedeniyle halkta büyük tepkiler geliştiği şeklinde özellikle Batı medyasında çok fazla iddia yer almakta. Sizin bu konuya ilişkin gözlemleriniz oldu mu, bu konuya ilişkin neler söyleyebilirsiniz?
Üç yılı aşkın süredir devam eden savaş elbette ki insanlarda bir bezginlik hali oluşturmuştur. Bu gayet doğal ve anlaşılır bir durumdur. Ayrıca olaylara aynı zaviyeden bakan aynı bilinç düzeyine sahip homojen bir halk kitlesinden söz etmek de güç. Ancak halkın büyük çoğunluğu başından itibaren direnişe destek vererek bu saflardaki yerini aldı. Zaten bundan dolayıdır ki rejim sahip olduğu ağır silahlara, dış desteğe ve her türlü imkâna rağmen direnişçiler karşısında bir varlık gösteremiyor. Direnişçilerin tek sermayesi Allah’ın yardımı ve arkalarına aldıkları halk desteği. Dolayısıyla savaşın ortaya çıkardığı bir bezginlik halinden söz edilebilir ancak sonuçlarından direnişçilerin sorumlu tutulduğu şeklindeki bir tespit gerçekleri yansıtmıyor.
IŞİD grubunun kimi uygulamalarının şikâyet mevzusu olması hususu tamamen propaganda kampanyasının tezahürleridir. Dikkat ederseniz daha evvel de bu tarz propagandalar Nusra Cephesi üzerinden yapılıyordu. Esasında savaş koşullarında belki de doğal karşılanması gereken kimi hadiseler çarpıtılarak ve bu gruba mal edilerek muhalefet yıpratılmaya, Suriye halkının haklı davası da bu vesileyle perdelenmeye çalışılıyor. Esed ve Şebbihalarının, varil bombalarıyla, Scud füzeleriyle hatta kimyasal silahlarla gerçekleştirdiği kitlesel katliamlar, İran, Lübnan, Rusya ve Kuzey Kore gibi ülkelerden gelen paralı katillerin işledikleri her türlü vahşet ve insanlık dışı uygulamalar ise gözden kaçırılmaya çalışılıyor.
Rakka’da özellikle Batı medyası tarafından servis edilen şikâyet mevzularının ana bileşkesi; birçok kamusal uygulamanın İslami esaslara bağlı kalınarak yürütülmeye çalışılmasından kaynaklanıyor. Özellikle de eğitim alanında eski müfredatın değiştirilerek dinî derslerin yoğunlukta olduğu bir müfredatın uygulamaya konması, hakeza şeriat mahkemelerinin kurulması gibi uygulamalar Batılı devletleri rahatsız ediyor. Zaten farkındaysanız başından itibaren Batılı devletler Suriye’de daha seküler buldukları çevrelerle iletişime geçip İslami gruplara karşı mesafeli durdular. Ancak destek verdikleri grupların sahada pek varlık gösteremeyeceklerini fark ettikleri andan itibaren tekrar Esed’e rücu ettiler. Şu hususun bilinmesinde fayda var: Batılı devletler İslam coğrafyasında dökülen kanın tamamının direkt ya da dolaylı müsebbipleridirler. Mısır örneğinde de net bir şekilde gördük ki, Batılı ülkeler için hak, adalet, özgürlük, eşitlik gibi kavramlar hiçbir anlam ifade etmiyor. Dün de bu böyleydi bugün de böyle. Onlar için önemli olan kendi çıkarlarıyla uyumlu olan yönetimlerin iş başında olması.
Suriye’de direnişin zayıfladığı, mücahitlerin kendi içlerinde birbirleriyle çatışmaya başladığı, rejimin gücünü artırdığı ve benzeri iddialar yaklaşık bir yıldır gerek uluslararası medyada gerekse de Türkiye medyasında çok fazla yazılıp çizilmekte. Bu iddialar sizce mevcut duruma dair tespitler mi, yoksa propaganda kampanyasının tezahürleri mi?
Sanırım bu tarz haberler bir tespitten ziyade bir temenniyi ifade ediyor. Direnişin başladığı günden itibaren muhalifler sürekli mevzi kazandılar, hâkimiyet alanlarını genişlettiler. Buna mukabil rejim ise sürekli mevzi kaybetti. Şu an itibariyle Suriye’nin yaklaşık %65-70’i muhaliflerin kontrolünde. Geçen seneden beri durum bu şekilde. Suriye’de üç insanın bir araya gelip siyasi bir değerlendirme yapamadığı, insanların eşleri yanında bile sistem eleştirisi yapmaktan çekindiği, her fırsatta sisteme bağlılığını belirtmek zorunda oldukları günlerden bugünlere gelindi. Lokal alanlarda günübirlik mevzi kayıplar veya geri çekilmeler oluyor. Ancak bir başka cephede tersi bir durum söz konusu olabiliyor. Dolayısıyla savaş koşulları içerisinde gayet olağan olan bu tarz durumlar ve günübirlik kimi lokal değişimler büyük bir zafer havası içerisinde takdim ediliyor. Esed destekçileri medya alanında büyük bir propaganda savaşı yürütüyor. Maalesef bu propaganda çok da etkili oluyor. Hâlbuki direnişin başladığı ilk günden itibaren Baas rejimi sürekli zemin kaybetti. İran ve Hizbullah bu savaşa aktif olarak iştirak etmemiş olsaydı bu rejim çok daha kısa bir sürede yıkılmış olacaktı. Her şeye rağmen bu saatten sonra Baas rejiminin Suriye’de idareyi yeniden ele geçirmesinin imkânı kalmamıştır. Lübnan Hizbullahı ile İran, Rusya ve Çin gibi ülkelerin politik hesapları uğruna Baas rejimini desteklemeleri bu rejimin ömrünü suni teneffüs yoluyla biraz daha uzatarak katliamların bir müddet daha devam etmesinden ve Allah katında da tarih önünde de sözünü ettiğim bu ülkeleri bu kanı akıtanların suç ortağı yapmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Suriye direnişinin geleceği hususunda neler söyleyebilirsiniz?
Meseleleri sonuçları itibariyle ve rasyonel bir zeminden hareketle değerlendirmenin sağlıklı bir yaklaşım olmadığı kanaatindeyim. Meselelere ilkesel açıdan yaklaşmak lazım. Suriye halkı; kendilerine her türlü baskıyı, zulmü, aşağılamayı reva gören gayrı İslami bir yönetime karşı büyük bir direniş ortaya koyuyor. Bu insanlar; ya bugüne kadar olduğu gibi kendilerine her türlü baskıyı ve zulmü reva gören bu rejime boyun eğerek zillet içerisinde yaşamaya razı olacak ya da fırsatını buldukları an buna karşı direneceklerdi. Bu insanlar ikinci seçeneği tercih etti. Yıllarca bu halkları kendi diktatörlerine karşı gerekli tepkiyi ortaya koyamadığı gerekçesiyle eleştirenlerin şimdi de bu direnişin gereksizliğini veya zamansızlığını gerekçe göstererek eleştirmeleri sadece ciddiyetsizlik veya ilkesizlikle izah edilebilir.
Bu halk büyük bir sınav veriyor. Bedel olarak ödenecek ne varsa ödedi, ödemeye de devam ediyor. Bu üç yıllık süre zarfında imtihanlarının gereğini en güzel şekilde yerine getirdiler. Aslolan da budur: Sorumluluğunun gereğini yerine getirmek. Sonuçları tayin ve takdir edecek olan Yüce Allah’tır.
Suriye halkı büyük bir azim ve kararlılıkla destansı bir direniş ortaya koyuyor. Sadece Suriye’de değil Mısır’da, Tunus’ta, Libya’da kısacası tüm Ortadoğu coğrafyasında halklar tarihî yürüyüşlerine kaldıkları yerden devam etmek için kıyam ettiler. Böylesine bir şuur, böylesine büyük bir azim ve kararlılıkla başlatılan bu kıyamı, bu özgürlük yürüyüşünü Allah’ın izniyle hiçbir güç durduramaz. Özgürlük, elbette ucuz ve kolayca elde edilebilen bir nimet değil. Bunu elde edebilmek için bedel ödemek gerekirdi. Bu halk bu bedeli ödedi, ödemeye de devam ediyor. Allah’ın izniyle güzel günler yakındır.
Yeniden kış mevsiminin yaşanması nedeniyle özellikle sınır boylarındaki mülteciler açısından hayatın daha da zorlaştığı görülmekte. Bu konuda yapılan yardım çalışmalarının yeterli olduğu söylenebilir mi?
Suriyeli kardeşlerimiz çok zor şartlarda ve kısıtlı imkânlarla büyük bir mücadele ortaya koyuyor. Sadece sınır boylarında değil tüm Suriye genelinde hayat şartları çok zor. Kış mevsimi nedeniyle hayat daha da zorlaşıyor. Beş milyondan fazla insan Suriye içerisinde muhacir olmuş. Bu zor hayat şartlarından da en fazla en hassas kesim olan çocuklar etkileniyor. Donarak veya açlıktan dolayı çocuk ölümü haberlerini yüreğimiz burkularak okuyoruz. Böyle bir trajedi tarihin çok nadir zaman dilimlerinde yaşanmıştır.
Sanırım bu çocuklardan önce donan veya ölen bizim vicdanlarımızdır. Gerçekten Müslümanlar olarak iyi bir sınav veremiyoruz. Çoğu kez bu çocukların haline mi ağlamalı; kendi halimize mi ağlamalı karar veremiyorum.
Ortaya çıkan tablonun farkındayım. Bütün bu tabloyu değiştirmenin, oradaki sıkıntıların STK veya cemaat imkânlarıyla sıfırlanamayacağını biliyorum. Ancak kesinlikle oradaki sıkıntıların hafifletilmesi noktasında çok daha ciddi katkılar yapabiliriz. Çabalarımızı küçük görmemeliyiz. Bugüne kadar sivil kuruluşlar aracılığıyla yürütülen yardım çalışmaları istenilen düzeyde olmasa bile oradaki dramın boyutlarının daha da büyümesini, tablonun daha da ağırlaşmasını engelleyen çok önemli ve takdire değer çabalardır. Bu çocuklara yardım ulaştırarak onları korumaya çalışmak, umarım Rabbim katında bizler için bir salih amel olarak kurtuluşumuza vesile olur.