Suriye İnsan Hakları Ağı, 2011 yılından bugüne Halep’te olduğu gibi mahalleleri, sokakları, binaları bombalanarak yıkılıp tahrif edilen 9 milyon 500 bin Suriyelinin evlerini terk ettiklerini belirtiyor. 20 milyonluk Suriye’de Esed-Baas rejimi ve destekçileri İran organizasyonu ile Rus güçleri tarafından da bir milyon civarında insanımız katledilmiş durumdadır.
127 bin Suriyeli kendi ülkelerinde kayıp. Kayıplar ya haber alınamayan rejimin zindanlarındalar ya işkenceler altında öldürülmüş durumdalar. İşkence altında öldürülenlerden 14 bin kişinin fotoğraflarına dünya medyası 2015 yılında ulaşmıştı. Ayrıca esir takası süreçlerinde öğrenildiği üzere kötü muamele görmüş ve fiilî tacize uğramış 10 binlerce kadının ve genç kızın varlığı söz konusu.
Suriye’de özgürlük ve adalet istemiyle gösterilerin başladığı 2011 Mart ayından bu yana 5 milyona yakın Suriyeli kardeşimiz Türkiye’ye sığındı veya hicret etti; bunlardan bir milyona yakını ise göç ettikleri Avrupa ülkelerinde mültecilik başvurusunda bulundu.
İçişleri Bakanlığı’nın ve Göç İdaresi’nin bir süredir Özbekistan rejiminin ve Doğu Türkistan’da Çin rejiminin zulmünden kaçarak Türkiye’ye sığınan bazı mültecilerin geri verilmesinde sessiz kalmasının ardından, bu sefer de zulüm veya açlık nedeniyle Türkiye’ye gelebilen ama ‘geçici koruma kimlik belgesi’ ve ‘yerleşim kaydı’ alamayan Suriyeli muhacir veya sığınmacıların Suriye’ye sürülmeleri gündeme gelmeye başladı. Zaten bu eğilimi ‘Cumhurbaşkanlığı Referandumu’nda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “Suriyelileri ülkelerine göndereceğiz!” ulusalcı-ırkçı mottosuyla dile getirmişti. Buna bağlı olarak özellikle Kemalist ulusalcı basın, internet siteleri, sosyal medya ağları, CHP’li ve İYİ Partili bazı ajitatör mebuslar yalan ve iftira ile üretilmiş haberlerle Suriyelilere karşı Türkçülük kartını kullanan bir asabiye veya ırkçılık ile sosyal tahrik kartını kullanmaya başladılar.
Özgür-Der, zulüm ve katliam ortamından Türkiye’ye göç eden Suriyeli muhacir ve sığınmacı kardeşlerimize sahip çıkmak, yalan ve iftira taşıyan haber ve yorumlara cevap vermek üzere Fatih Saraçhane Meydanında 6 Temmuz Cuma günü “Kardeşime Dokunma!” eylemi gerçekleştirdi.
Suriye’den zorunluluk nedeniyle Türkiye’ye göç eden bu insanları Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Kur’ani bir ifade olan “muhacir” vasfı ile nitelendirdi ve Türkiyeli insanlar için de gerek İslami inançları gerek asırlardan beri sürdüğü ifade edilen “Türk misafirperverliği” nedeniyle “ensar” vasfını ön plana çıkarttı.
Rabbimiz Maide Suresinde “Günah ve düşmanlık üzerinde değil, iyilik ve takva üzerinde yardımlaşın.” (5/2) buyuruyor. Türkiye’de Esed yandaşlığı yapan marjinal sol, Nusayri rejim yandaşı müfrit Aleviler, siyasi veya itikadi kimliği İran’a bağlı bazı mukallit dinî öbekler yanında Türk ulusçuluğu yapan CHP’nin ve İYİ Parti’nin politikaları bu ayet çerçevesinde “muhacir-ensar” telakkimizi tahfif eden, hatta alay ve düşmanlığa dönüştüren kümeyi ifade ediyor. Müminlerin kardeş olduğu kabulüyle davranan ya da en azından kalbi mazlumlar için atanlar ise takvaya ve iyiliğe yönelimi ifade ediyorlar.
Türkiye, 1951 Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Cenevre Sözleşmesi’ne coğrafi kısıt koyarak taraf olduğunu belirtti. Cenevre Sözleşmesi’nin 33. maddesi olan “geri göndermeme ilkesi”, sözleşmenin özüne dair en temel ilkesi. Lakin bu coğrafi kısıta göre Türkiye ancak Avrupa’dan gelenlere mülteci statüsü veriyor. Türkiye coğrafi kısıtı hâlâ kaldırmayan ülkelerden biri.
1951 Cenevre Sözleşmesi’ne getirilen coğrafi kısıtın AB’ye tam üyelikle ortadan kalkacağı üzerinde duruluyor. Ama 2013’te çıkarılan 6458 sayılı ‘Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nda da Türkiye coğrafi kısıtlamaya devam ediyor. Bu kanun uyarınca bireysel başvurularda “şartlı mültecilik” statüsü uygulanırken Suriyeliler örneğinde olduğu gibi kitlesel göçlerde ise “geçici koruma” statüsü getiriliyor. Mültecilik başvurusu sürecindeki bu en temel konu “geri gönderilmeme” hakkıdır ama geçici koruma statüsü bu hakkı tartışılır hale getiriyor.
2015 “mülteci krizi” sonrasında AB ile imzalanan mutabakat sonrasında Suriyeliler için Avrupa’ya “yasadışı göçleri” önleme taahhüdü altına girildi; mecburi ikamet ve kayıt altına alma konuları da bu süreçle ilgili belirginleşti.
Lakin İstanbul Valisi’nin son açıklamasına göre Türkiye’de kayıtlı 3.634.000 Suriyeli göçmenin 547.000’i İstanbul’da. Ama meskûn tutulduğu bölgede işsizlik ve yoksulluk nedeniyle İstanbul’a gelen Suriyeliler de bulunmaktadır. Ayrıca bir tahmine göre Türkiye’de 500 bin civarında muhacir ve sığınmacı kayıtsız Suriyeli bulunmaktadır ki bunların 80 bininin İstanbul’da olduğu belirtiliyor.
Zaruret-i Hamse Şartlarını Unuttuk mu?
Zaruretler nedeniyle, fıkıh usulümüzün belirlediği ‘Zaruret-i Hamse’ yani can, akıl, din, nesil ve mal emniyeti nedeniyle Mısır’dan, Filistin’den ve özellikle Suriye’den Türkiye’ye hicret eden veya sığınan kardeşlerimize bizler muhacir-ensar dayanışması içinde yaklaşıyoruz. Müminler olarak yakın veya uzak coğrafyamızda zulme ve saldırıya uğrayan kardeşlerimiz için de aynı hassasiyetle dayanışma içinde olmamız (42/39) ibadi görevimizdir.
Hani ulusalcıların daha ilkokulda iken çocuklarımıza öğrettikleri bir şarkı var: “Orda bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür; gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür.” Eğer üzerinde salâlar ve ezanlar okunuyorsa; cenazeler İslami usullerle kaldırılıyorsa; üzerinde Ramazan’da iftar-sahur sofraları kuruluyorsa, vakit ve Cuma namazı kılınıyorsa o köyler, o beldeler veya bölgeler bizim yurdumuzdur.
Ama aramıza sonradan müstevli İtilaf devletleri tarafından yapay ulusal sınırlar çizilmiş, tel örgüler veya duvarlar çekilmiş.
Bu sınırlar bizim kardeşliğimizi bozamaz. Gönül coğrafyamızı bozamaz. Zorda kalındığında muhacire ensar olma görevimizi bozamaz.
Bakın bu vurgular, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın da Meclis Başkanı Sayın Şentop’un da Eski Başbakan Sayın Davutoğlu’nun da sık sık başvurduğu ifadelerdi. Ancak mevcut İçişleri Bakanı Soylu ve idari bürokrasi, ayrıca AK Parti yöneticilerinin birçoğu bu kardeşlik söylemini ya unutmuş ya milli çıkarlar asabiyesini ön plana almış durumdalar. Hatta son İstanbul belediye seçimlerindeki açık ara oy farkını veya mağlubiyet nedenlerini aynaya bakarak özeleştiriye tabi tutacaklarına, kabahati Suriyelilere yıkarak kendilerine çekidüzen verecek özeleştiri ihtiyacının üzerini örtmeye çalışmaktadırlar.
Suriyeli tüccarlar ithalat -ihracatta Türkiye’ye 10 milyonlarca dolar para kazandırırken -ki MÜSİAD Berat Özipek ve arkadaşlarına bu konuyla ilgili bir rapor hazırlatmıştır- esnafları ise piyasada para akışını ve istihdamı güçlendirdi; yine bu kesim içindekiler emlak alımlarıyla son üç yılda kriz içindeki inşaat sektörüne nefes olurken oluşturdular. Ama bu katkı örtülmeye çalışılıyor. Türkiye’de suça karışma oranı en düşük sosyal kesim olan Suriyeli kardeşlerimize yönelik ırkçılık ve Türkçülük asabiyesi ile yoğun bir karalama kampanyası oluşturuluyor.
CHP Başkanı Kılıçdaroğlu’nun ve İYİ Parti Başkanı Akşener’in Suriyeli muhacirleri sürme, Suriye’ye geri gönderme söylemi büyük ölçüde ırkçılar/ulusçular ve Türkçü sol tarafından sosyal medyada iftira kumpasına dönüştürülüyor. Avrupa dazlaklarıyla aynı paralele düşen İslamofobik CHP’li sol ve Türkçü çizgi Türkiye’de ensar-muhacir kavramlarını feodal gören Batıcı-ilerlemeci bir yabancılaşmayı temsil ediyor.
Can havliyle Esed rejiminden kaçıp bin bir zorlukla Türkiye’ye gelebilmiş, sığınmış veya mücadele içinde hicret etmiş ama gene İçişleri Bakanlığı’nın veya Nüfus Dairesi’nin lakaytlığı veya karşı tavrı nedeniyle kayıtsız (oturma belgesi alamayan) Suriyeli kardeşimizin ise akıbeti belirsiz.
İçişleri Bakanlığı Temmuz ayı içinde 100’e yakın toplama ekibi oluşturdu ve sürek avı başlattı. Kaydı İstanbul’da olmayan çalışanlardan ve kayıtsız Suriyelilerden yakalanan yüzlercesi plastik kelepçelerle ve kötü şartlar altında ya Suriye’ye yani bombardıman altındaki İdlib’e yada Türkiye’de yoksulluğa maruz kaldıkları ikamet alanlarına gönderildiler.
Özgür-Der’in 6 Temmuz Cuma günkü “Kardeşime Dokunma” konulu protesto eyleminden sonra ırkçıların, Esedçi ve Batıcı solcuların yalan ve saptırmaları sosyal medyada, bazı marjinal sol ve ırkçı gazetelerde, haber sitelerinde daha şiddetli iftiralara dönüşmeye başladı. Bu kez Hükümetin sürgün politikalarına son vermesi, geri göndermeleri durdurması ve zorunlu ikamet politikasını protesto için Özgür-Der, Mazlumder, Uluslararası Mülteci Hakları Derneği ve Hukukçular Derneği 27 Temmuz Cumartesi günü tekrar Saraçhane Parkında bir eylem yapma kararı açıkladı.
27 Temmuz eylemi Sözcü gazetesinden Yeni Çağ’a, Oda TV portalından ırkçı, ulusalcı, Kemalist sosyal medya baronlarına kadar saptırılmaya çalışıldı. Türkiyeli İslami kuruluşların bu eylemi “Suriyelilerin Mitingi” veya “Suriyelilerin Kalkışması” olarak servis edildi. Eylem haberi de bu eylem çağrısında bulunan dört Türkiyeli kuruluşumuzun tag’ına rağmen hazırlanan sahte Suriyeli direnişçilerin tag’ı ile “GİTMEYECEĞİZ” şeklinde servis edildi. Sosyal medyada Türkçü asabiyeyi kışkırtacak daha birçok müfsid ve tuzak görseller ve ifadeler kullanıldı.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise eylemden bir gün önce NTV’de canlı yayında “Suriyelilerin ayaklanmasına izin vermeyeceğiz!” ifadeleriyle adeta sosyalist, ırkçı-faşist saptırmaya ayak uydurdu.
Ayrıca sınırda bin bir güçlükle, maliyeti yüksek organizasyonlarla ve çok riskli bir şekilde Türkiye’ye iltica veya hicret eden Suriyeli kardeşlerimizi, Kızılderili veya siyahi köle avı gibi sınır şehirlerinde yakalayıp otobüslere, minibüslere tıkıştırıp tekrar Suriye’ye sürmek ayrı bir vicdansızlıktı.
MHP bile duvarlara “Ya Sev Ya Terk Et” yazıyordu; faşistçeydi ama alternatif sunuyordu. Son belediye seçimlerinde insanların bilinçaltlarında CHP Başkanının cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki “Suriyeli mültecileri geri göndereceğiz!” haykırışları yer etmişti. İYİ Parti, Fatih Belediye Başkanlığı seçimlerinde ise “Fatih’i Suriyelilere Teslim Etmeyeceğiz!” yazılı pankartları birçok yere asarak adeta Türkçü sol, faşist, ırkçı holiganları savaş veya katliam baltalarını çıkartmaya davet ediyordu.
Ensar-Muhacir Algısına Hakaret
İçinde parti başkanlarından mebus ve belediye başkanlarına, yazar-gazeteci-akademisyenlere kadar holiganların oluşturduğu iftira kampanyası ensar-muhacir kavramlarını aşağılayan ırkçı bir bölücülük içindeydiler. Sosyal hesaplarında ise “Suriyeliler esnafa saldırmış!” veya “Suriyeliler bir Türkü öldürmüş!” gibi yalan haberleri yayarak ajitasyon içindeydiler. Örneğin bir akademisyen reytingi yüksek bir haber kanalında şunu diyordu:
“Suriyelilerin bir kalkışma yapması mümkün. Vatanın bütünlüğü önemlidir. Vatan savunması varsa ne insan haklarını ne sığınma haklarını ve özgürlükleri dikkate alırız.” Bu ifadeler aslında nefret suçunu yaygınlaştıran adliyelik vakıalardır.
Senin vatan dediğin ümmet coğrafyasının bir parçası!
Senin vatan dediğin Allah’ın mülküdür ve kullarına emanettir. Yani bu toprakların mülkü senin değil Allah’ındır. Üstelik ilk elde Suriyelileri sürmeyi düşündüğünüz toprak İdlib, Afrin, Cerablus İran-Şii milislerinin işgali altındaki Halep’in ilçeleridir. Halep eyaleti ise 1921’e kadar Rakka’dan Lazkiye’ye, Urfa’dan Antep’e, Adıyaman’dan Adana’ya kadar uzanan Müslümanların toprağı idi. Ortadan geçen sınırları ne Türkiye halkı ne Suriye halkı çizdi. Ellerimizi koparttılar ama kıblemizi ibadetimizden kopartamadılar. Şimdi oradaki kardeşlerimizle Urfalısı, Anteplisi, Maraşlısı, Adıyamanlısı tekrar aynı secde safındalar.
İbn Mace’de Resulullah’tan aktarılan bir hadiste şöyle deniliyor:
“Muhacir, kötülüklerden ve günahlardan uzaklaşan, hicret eden kimsedir. Mümin, insanların canları ve malları konusunda kendisine güven duydukları kimsedir.” (Fiten, 2)
İşte ‘Zaruret-i Hamse’ şartları veya fıtri insan hakları sorumlulukları…
Bırakın İslami yanı, onlar coğrafyamızın ve tarihimizin insanları… Her şey, hepsini bırakın onlar sadece insan ve zulme, şiddete, tecavüze, yoksunluğa maruz kalmış mustezaflar. Müslümanların görevi ise mustezaf kadınları, güçsüz erkekleri ve çocukları korumak, onlar için mücadele etmek (4/75) değil mi? "Ahsen-i takvim" olan (95/2) insanın şeref ve onurunu, özgürlüğünü savunma sorumluluğumuz yok mu?
Muhacirleri sürelim diyenler tuğyan içinde negatif, şerli bir tutumu savunuyorlar. Onlar günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmadalar.
İyilik ve takva üzere yardımlaşanlar ise kardeşlerinin haklarını savunmak zorundalar.
Kitab-ı Kerim'i merkezine alamamış ve kavramları netleşmemiş Müslümanların siyasi yorumları ise vahyin siyasetine göre değil, iktidarda kalma pragmatizmine göre yapılıyor. Bu kitle ve siyasiler, zorlukları aşmak konusunda kendilerini zorlamıyorlar, konuyu erbabıyla istişareye açmıyorlar. Devlet ise bu toplumsal konuyu sivil kuruluşlarla ortak akıl oluşturarak değil kolluk güçleriyle otoriter ve incitici bir tarzda çözmeye çalışıyor.
Alnı secdeli dindarlarımızdan bile “Paylaştığımız ekmek artık yetmiyor.” diyenler var. Bu ulusçu/cahilî bir travma. Bu milli dindarlığı zihinlerden arındırmak için ıslah faaliyetlerimiz önemlidir. Yetmiyorsa “birlikte üretelim”. Binde bir-iki istisnası olabilir, içlerinde Esed rejiminin ajanları da olabilir ama bu insanların hemen hemen hepsi zevkine yerini-yurdunu terk etmedi. Onlar asgari geçim indirimi şartlarının altında çalışıyor ve esnafa büyük katkılar sağlıyor. Organize edin tarım alanında çalışsınlar. Köyler ve tarlalar bomboş. Ayrıca Suriye güvensizlikten kurtulmadan gönüllülük dışında kimseyi Suriye’ye; yani açlık veya ölüme yollayamazsınız.
Bu insanlar bizim kardeşlerimiz.
Bırakın İslami dayanışmayı bunlar her şeyden önce insan.
Sosyal bir sıkıntı, tahriklerle büyüyen sosyal bir gerginlik var ise bu ceberut devlet dayatmasıyla, milliyetçi asabiye ile aşılamaz. Konunun erbabı ehil ve adil insanlarla istişare edilerek aşılır. 500 bin civarında Suriyelinin oturum belgesi alamamasının suçu da onlara değil, İçişleri bürokrasisine aittir.
Ayrıca iş-aş-ekmek zaruri ihtiyaçlardandır. Nasıl ki Anadolu ve el-Cezire köylüleri bu ihtiyaçlarını giderecekleri bir umutla İstanbul ve diğer büyük şehirlere geliyorlarsa, bu kardeşlerimizin de gezme ve çalışma hakları vardır.
İstişare ile insan onuruna yaraşır çözümler bulmak yerine, ceberut devlet uygulamalarına dönmek AK Parti’nin vesayetten kopma mücadelesini berhava etmeye dönüşmektedir.
Bu nedenle emanetimiz olan Suriyeli muhacirlere ve sığınmacılara karşı başlatılan sürek avı derhal durdurulmalı, Suriye’ye iadelere de son verilmelidir.
Rabbimiz bizlerde ensar-muhacir dayanışma bilincini artırsın. Allah korkusu taşıyan siyasilerimizi de vahyin ya da fıtratın siyaset ölçüleriyle donatsın ve amel ettirsin.