Suriye’de Yaşananlara Vicdanla, Dinle, Adaletle Bakılamadı!

Osman Atalay

1- Suriye’de yaşanan isyanı diğer Ortadoğu ülkelerinde gerçekleşen isyan dalgasından ayrı düşünmek doğal mı? Ayrım gözetenler haklı verilerden mi hareket ediyorlar yoksa çifte standartlı mı davranıyorlar?

2- Suriye devriminin temel dinamikleri nelerdir? Ayaklanmanın halkın iradesini yansıtmayıp, temelde harici güçlerin kışkırtma ve provokasyonlarından kaynaklandığına dair iddialara ne dersiniz?

3- İsyanın başından itibaren bazı çevreler Suriyeli muhaliflere “İsyan etmemeliydiler!”, “Silaha başvurmamalıydılar!” vb. eleştiriler yöneltmekteler. Genelde Suriye halkı ve özelde muhalif kesimler sizce ne yapmalıydılar? Bundan sonrasına ilişkin ne yapmaları gerektiğini düşünüyorsunuz?

4- Suriyeli direnişçilerin Batı’ya, Rusya’ya, BM, NATO, Arap Birliği gibi kuruluşlara, İran’a ve Türkiye’ye yönelik yaklaşım, tavır ve beklentilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? 

5- İslami camianın Suriyeli Müslümanların maruz kaldıkları zulümler, işkence ve katliamlar karşısında iyi bir sınav verdiğini/verdiğimizi düşünüyor musunuz? Neden?

6- Türkiyeli Müslümanlar olarak “Suriye meselesi”ne ilişkin olarak bundan sonrası için ne tür bir tavır takınmalı, neler yapmalıyız?

 

1- Suriye’de 17 aydır süren isyan ve direnişi diğer Ortadoğu ülkelerinde yaşanan isyan dalgasından ayrı değerlendirmemiz çok büyük haksızlık ve adaletsizce bir tutumdur. Tunus, Mısır, Yemen, Libya’da isyanın sebepleri ve sürecine baktığımızda hepsinde ortak nedenler ve benzer direniş süreçlerini görüyoruz. Sadece çok küçük farklılıklar tezahür etse de bunu ülkelerin aşiret ve sosyo-kültürel farklılıklarından kaynaklandığını gördük. Suriye’de Müslümanları isyan ve direnişe sevk eden sebepler Ortadoğu’da gerçekleşen isyan dalgası ile birebir örtüşen sebeplerdi. İsyan dalgaları çok derin ve kuvvetli bir etki ile 40 yıllık Batılı ve Doğulu emperyalist ülkelerin işbirlikçi diktatörlerini çok kısa sürede yerlerinden etti. Tunus Mısır’a, Mısır Yemen’e, Libya’ya ve  Suriye halkına cesaret ve güç verdi.

Ortadoğu halkları yıllardır zalim diktatör rejimlere karşı çok ağır bedeller ödeyerek mücadelelerini sürdürdüler ve birbirleri ile ilişki içerisinde oldular. Ortadoğu’da cereyan eden bu isyan ve devrim sürecini maalesef Türkiye kamuoyu iyi çözümleyemedi. Bunun en önemli sebebi maalesef Ortadoğu halklarının din, gelenek, örf ve siyasal tarihine çok uzak oluşumuzdu. Türkiyeli Müslüman aydınlar da Suriye ve Ortadoğu isyanlarına uzak durdular. Maalesef  Türkiye’nin laikleri gibi İslamcı camia da genel olarak Ortadoğu Müslümanları ile iletişim problemi yaşamaya devam ediyor ve sıcak fiziki temas kurmak yerine sanal iletişim yollarını deneyerek Suriye’yi değerlendirmeye devam ediyorlar.

Suriye direnişini İran ve Filistin direniş cephesi ile değerlendirenler, İran ve Türkiye parçalanır komplo teorisi ile hareket ederek maalesef olaya uluslararası emperyalist ve seküler bir tezle bakmaya devam ediyorlar. Ortadoğu ve Suriye isyanlarını jeopolitik, jeostratejik menfaatler bazında ya da din ve İslam kardeşliği bazında ele almak zorundasınız. Ayrım gözetenler hak ve adaletten, dinden yana değil, hadiseye çifte standartçı ulus devletlerin dünyevi çıkarcı mantığı ile yaklaşmaktadırlar. Bu bakış açısı ilahi olmayan dünyevi bir bakış açısıdır.

2- Suriye devriminin temel dinamikleri, 1960-70’li yıllardan itibaren azınlık yüzde 8 Nusayri kesimin Hafız Esed başkanlığında, tek partili Baas sistemi altında her türlü baskı ve zulme uğrayan tüm farklı görüşlere mensup siyasi muhalefetin oluşturduğu Suriye’nin topraklarında doğan büyüyen halklardan oluşmaktadır. Liberal, sol, Arap milliyetçisi ve Müslüman kardeşler, Kürt, Türkmen, Hıristiyan, Nusayri Suriye’nin tüm mozaiğini Suriye Milli Meclisinde görmemiz mümkün. Bugüne kadar tek bir muhalif STK, parti, sendikal hareketin kendisine yaşama şansı bulamadığı, babadan oğla geçen dikta yönetimine karşı 40 yıldır Suriye’de yeraltında ve sürgünde mücadele eden, hapishanelerde kaybolan, on binlerce muhalif unsur vardı.

Suriye’deki olaylara “harici güçlerin kışkırtması” yakıştırması daha önce Tunus, Mısır, Yemen ve Libya için de söylenmişti. Burada temel sorunumuz, Türkiyeli halkların Arap İslam dünyası halklarını, dinamiklerini, siyasi ve kültürel kurum ve aktörlerini tanımaması ve iletişimden uzak olmasından kaynaklanıyor. Türkiyeli halkların Ortadoğu’daki tek ilgi alanı Filistin’dir. Emperyalist harici güçler devrimin peşinden koşarak yeni aktörler ve güçler ile masaya oturmaya çalışırken, devrimin yaşandığı ülkelerde Batılı devletlerden ziyade Türkiye’ye olan ilgi ve alaka aslında her şeyi çok daha iyi anlatıyor.

3- Suriye halkı Ortadoğu’nun en baskıcı yönetimi altında 40 yılda 60 bin insanını kaybetti. Hama’da hâlâ 20 bin insanın kemikleri kayıp. Diktatör bir yönetim ticaretten siyasete, inançtan kültürel hayata kadar tek parti ile halkı canından bezdirdi. Direniş asla silahla başlamadı. 2010 Mayıs ayından Temmuz ayına kadar halk sokaklarda sivil direniş yaparak sadece Beşşar’dan reform yapmasını talep etti. Sandığa gitmekten korkan yüzde 8’lik Baas partisi aslında Mısır, Tunus, Libya halkının gösterdiği direnişin Şam’ın kapılarını çalacağını tahmin edemedi. Suriye’de rejim halkına karşı silahlı katliama başvurarak halkı geçmiş yıllardaki gibi susturacağını zannetti. Ülkenin maddi ve manevi hiçbir kaynağını halkı ile paylaşmak istemeyen Baas, sonunun geldiğini çok iyi görüyordu. Baskı ile bu direnişin üstesinden geleceğini düşündü. Halkın bu kadar direniş göstereceğini ve dayanacağını hesap edemedi. Oysa Suriye halkı 40 yıldır Afganistan, Çeçenistan, Bosna, Kosova, Filistin halklarının direnişini çok iyi izliyor ve aynı inanç-mücadele havzasından ikliminden besleniyordu. İman, mücadele, sabır ile hareket etti Suriye halkı. Muhalifler çok sabırlı, sağduyulu ve akıllı adımlarla sakin, dirençli bir strateji izlediler. Baas’ın ülke içi ve dışında yandaşları Suriye muhalefetine karşı çok ağır eleştiri ve dezenformasyon haberler üreterek saldırdılar. Fakat 17 ay sonra gelinen noktada eksikleri olmasına rağmen kısa sürede çok mesafe elde edildi. 3 ay evvel “Çeteler ile mücadele ediliyor!” denirken, bugün “Tam bir savaş halindeyiz!” açıklaması yapılıyor. Rejimin tankı, topu ve ağır silahlarına karşın direniş çok büyük mücadele vererek ülkenin kuzeyini tamamen kontrol altına almaya çalışıyor.

Bundan sonra muhalefetin Suriye’nin Baas’sız yeni kurulacak dönemine ilişkin yapılanmalara ve resmi sivil örgütlenmelere ağırlık vermesi gerekiyor. Mısır, Tunus ve Libya’dan alacakları yeni tecrübelere yönelmeleri gerekiyor. Muhalefetin en çok Batı dünyasından gelecek telkin, yaptırım ve işbirliğine  dikkat etmesi gerekiyor.

4- Suriyeli direnişçilerin, içeride ve dışarıdaki Milli Meclis’in 17 aydır NATO ve Batı devletlerinden asla müdahale istememe noktasındaki direnişi takdire şayandır. Suriye direnişinin sürekli olarak, Baas’ın ağır silahlar kullanmaması ve katliamları durdurma noktasında siyasi ekonomik ambargo talepleri oldu. Maalesef  BM, NATO, Batı, Rusya ve Arap Birliği Suriye’de akan kanın durması için elini taşın altına koymadı ve Suriye’deki katliamları adeta seyrettiler. İran’ın Suriye ile olan stratejik dostluğu ve Hama katliamındaki tavrı, Suriye direniş cephesinde İran yönetimine karşın çok soğuk ve kırgın bir tavır oluşturdu. Türkiye’nin ise gerek Özgür Ordu, gerekse Milli Meclis’e ev sahipliği yapması, onu Suriye halkı için çok özel bir sevgiye mazhar kıldı. Türkiye’den fiilî olarak beklentileri belki daha büyük ölçekte idi fakat Suriye Baas rejiminin gerçek ve görünmeyen dostlarının 17 ay sürecinde ne kadar güçlü olduğunu gördüklerinde bu beklenti çıtasını normal bir düzeye düşürdü. Türkiye’nin elinden geleni yaptığına inanmaktadır Suriye halkı.

5- İslami camiamız Suriyeli Müslümanların maruz kaldığı zulüm ve işkence karşısında maalesef iyi bir sınav veremedi. Ortadoğu intifadaları sonucunda zalim, ahlaksız diktatörler yıkılıp giderken yerine Müslüman Kardeşler hareketi ve İslamcı yerli partilerin başarı ile ülke yönetimine seçildiklerini gördük. Suriye’de zalimin zulmünün 40 yıllık fotoğrafı vesikalı arşivli olmasına rağmen, Türkiye’de İslami camianın televizyonları, sivil toplum dernek ve vakıfları, gazetelerimizin genel yayın yönetmenleri ve yazarları maalesef Suriye’de vicdanla, dinle, adaletle olaya bakamadılar. 17 aydır sol-ulusalcı Kemalist CHP düşüncesini dillendirdiler. “Beşşar giderse kim gelir ya da İran’a sıra gelir mi?” Her şey İran’ın güvenliği üzerine siyaset edildi. Suriye’de 18 bin Müslüman katledildi. 300 bin kayıp vardı. Ama “Büyük oyun var, sıra İran’a gelecek!” düşüncesini maalesef İslamcı camiamız çok dillendirdi. Aslında İslamcı STK ve yayın organlarımız ve cemaatlerin büyük bölümü AK Parti Hükümeti ve belediyeleri ile sıcak ilişki içerisinde olmasına rağmen Suriye noktasında kaçak güreşerek hükümeti yalnız bıraktılar. Suriye direniş cephesi ve Milli Meclisi ve İslam dünyasından maddi ve manevi destek almasına rağmen Türkiye’de hükümetin sade desteği, halkın ise sessiz kalmasına bir türlü anlam veremediler. Türkiye Müslümanları Ortadoğu’daki değişimleri çok iyi okuyamadı. Arap halkları ile sosyal, kültürel, siyasi ilişkiler maalesef hâlâ kurulamadı. Yeni İslamcı jenerasyon Ortadoğu’daki sosyo-kültürel değişimin farkında bile değil. İslamcı camiamız 1980 İran devriminin nostalji sandığından çıkardıkları slogan ve Soğuk Savaş düşleri ile Suriye’ye bakmaya çalışıyor. 2 yıldır Arap devrimleri iklimini soluması gereken yaşlı sosyolog ve ideologlarımız hâlâ Mısır, Tunus, Libya ve Yemen’e merak edip de gitme zahmetinde bulunmadılar. 80’li yıllarda gezen, ilişki kuran ve olayları yerinde takip ederek yazan, düşünen İslamcı aydınlar artık CNN, BBC, el-Cezire ve Ortadoğulu oryantalistlerin çevirileri  ile bölgeye bakmaya çalışıyorlar.

6- Türkiyeli Müslümanlar olarak Suriyeli Müslümanların mücadelesini yakından izlemek zorundayız. Suriye’nin gerçeğini en iyi bilen insanlar olarak onlardan Suriye halkını tanıma fırsatını yakalamalıyız. Suriye direnişine maddi, manevi, kültürel, siyasi olarak her türlü desteği vermeliyiz. AK Parti Hükümetinin bu süreci daha iyi yönetebilme şansı olabilirdi. Kamuoyunu Suriye direnişi noktasında bilgilendirecek bir komisyon oluşturması gerekirdi ki burada çok büyük eksiklikler yaşandı. Suriye sorunu sadece Başbakan ve Dışişleri Bakanı üzerinden bilgilendirildi; bu da yetersiz kaldı. Bundan sonraki süreç için aktif bir Suriye komisyonu kurulması gerekir.

Şam’da kurulacak istikrarlı bir hükümet de Kudüs’ün geleceği ve esenliği için çok önemlidir.