Ortadoğu İntifadasının bir halkası olan Suriye’deki durum giderek karmaşık bir hal almaya başladı. Uluslararası çapta son iki ay içerisinde Suriye eksenli diplomasi trafiği derinleşirken aynı zamanda bu diplomasi tekelini elinde bulunduran güçlerin gözü önünde insani trajedi daha bir boyutlanarak çetrefilleşti. Gelinen noktada son Cenevre toplantısını müteakip yolun sonuna gelindiği düşünülürken, uluslararası güçlerin Suriye konusundaki hâkim tutumu olan ikna diplomasisi ve oyalama siyaseti aşılamadı. Gözlerin çevrildiği BMGK toplantısında Suriye ile ilgili oylamaya sunulan karar tasarısı da alışık olunduğu üzere yine Rusya ve Çin’in vetosuna takıldı. Suriye muhalefetinin 7. maddenin hayata geçirilmesi, muhalefet üzerindeki silah ambargosunun kaldırılması ve geçiş hükümetinin kurularak desteklenmesi taleplerinden oluşan yol haritası ilk etapta geniş kabul görmüş olmasına rağmen bu konuda tek bir adım dahi atılamadı. Bütün bunlar karşısında zaman kazanan Baas diktatörlüğü ise öldürerek, katlederek Suriye halkının direniş iradesini teslim alma politikasını taviz vermeksizin sürdürme fırsatı buluyor.
Suriye’deki durum giderek karmaşık bir hal alıyor. Maalesef yukarıda tasvir ettiğimiz haricî şartlar tek başına bu karmaşayı açıklamaya yetmiyor. Aynı şekilde birtakım dâhili nedenler de durumun karmaşık bir hal almasına ve çözümsüzlüğün daha bir derinleşmesine sebep olmaktadır. Bunların başındaysa hiç şüphesiz ki, muhalefetin daha iyi koordine olması ve homojen bir seviyeye ulaşmasının önündeki önemli engellerden biri olan Kürt sorunu gelmektedir. Suriye’nin dününü önemli oranda etkileyen bir sorun olarak Kürt sorunu maalesef intifada süreci içinde de çözülmüş değil. İntifadanın diplomatik plandaki temsilcisi Suriye Ulusal Konseyi (SUK) ile Suriye Kürtlerinin önemli bir kısmını temsil eden ENKS ve PYD arasındaki görüşmeler son toplantılarda da istenen kıvama erişemedi. Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’nun Suriye’nin merkezî bölgelerine dönük yoğunlaştırdığı eylemlilik sürecinin yarattığı heyecan ve Baas diktatörlüğünün de katliamlarını daha bir görünür kıldığı son süreçte Kürt tarafının Suriye Kürdistanında yönetime el koyduğunu duyurması kelimenin tam anlamıyla bir şok dalgası yarattı. Gelinen noktada Suriye’deki durumu oldukça karmaşıklaştıran bu gelişme karşısında hemen her kesimin kafa karışıklığı yaşadığı ve süreci anlamlandırmakta zorlandığı görülmektedir.
Kürt Muhalefetini Başına Buyruk Davranmaya Götüren Süreç
Durumu anlamak ve adil bir tanımlamaya gitmek için öncelikle Kürt muhalefetini başına buyruk davranmaya götüren süreci doğru tahlil etmek gerekiyor.
Bilindiği gibi intifadanın ilk bir yılında Suriye’deki Kürt örgütleri intifadayı en azından teorik planda destekler yönde tutum sergilemişlerdi. Bu desteğin şekli ve dozu farklılık göstermekle birlikte ilkesel olarak hiçbir Kürt örgütü rejimi desteklediğini ve intifadaya karşı olduğunu açıklamadı. Tersine genel manada intifadanın bir parçası olduklarını ilan ettiler. Ne var ki, bu durum Kürt muhalefetinin ne kendi arasında birleşmesine ne de direniş güçleriyle bütünleşmesine yetmedi. Bununla ilgili olarak diplomatik ilişkiler zikzaklı bir seyir izlese de bu durum süregeldi. ŞEPELA KURD gibi küçük ölçekli yapılar başından bu yana intifadaya aktif katılımda bulundular. Ancak bölge illerinde daha geniş ölçekli temsiliyet gücüne sahip olan 11 örgütün birleşimi ENKS ile PYD öncülüğünde oluşup PKK perspektifini taşıyan MECLİSA GEL bir yandan kendi aralarında rekabet siyaseti yürütürken diğer yandan da intifadaya aktif katılmanın şartı olarak SUK ile Suriye Kürdistanının geleceğini belirlemeyi önceleyen bir siyaset yürüttüler.
Genel olarak Erbil merkezli sürdürülen diplomatik ilişkiler intifadanın birinci yılı boyunca Burhan Galyun’lu SUK liderliği döneminde olumlu bir sonuç veremedi. Taraflar diplomatik ilişkileri dondurdular. Bu karamsar tablonun SUK’a da olumsuz yansımaları oldu. Ve öteden beri Türkiye ile ilişkileri dolayısıyla SUK’a temkinli bakan PYD’nin söylem gücü Kürt muhalefeti arasında Galyun’un tutumu dolayısıyla ağırlık kazanmaya başladı. SUK mensubu birçok Kürt aktivist üyeliğini geri çekti. Özellikle bu dönemden itibaren PYD, bölgedeki diğer örgütler üzerindeki baskı politikalarına hız verdi. SUK’a dair yaşanan olumsuzluk ve beraberinde getirdiği duygusal kopuş da PYD’nin bölgedeki inisiyatifinin artmasına yol açtı. PYD, diğer güçleri baskı altına alma sürecinde Baas rejiminden dolaylı destek de aldı. Sonuç olarak içerisinde bulunulan hassas süreçte bölge Kürtleri arasında bir çatışmayı engellemek için Barzani’nin hakemliğine başvuruldu ve bunda başarılı da olundu.
Barzani, Abdulbasit Seyda’lı yeni liderliği döneminde Suriye Kürtleri ile SUK arasında Türkiye’nin de yardımıyla arabulucu olmaya çalıştı. Mısır ve Avrupa’daki toplantılara bu yüzden büyük önem verildi. Ne var ki, ortaya çıkan sonuç Kürt tarafını memnun etmedi ve SUK-Kürt muhalefeti ilişkileri yeni döneminde de bir kez daha donma halini yaşadı.
Son bir çıkış yolu olarak Suriyeli Kürt örgütleri ve bu cümleden olarak ENKS-MECLİSA GEL koalisyonları birlik siyasetini oluşturmayı, aralarındaki rekabete dayalı siyaseti ertelemeyi ve Barzani inisiyatifi altına girmeyi kabul ettiler. Erbil’de yapılan birinci toplantıda taraflar “birbirini anlama ve karşılıklı saygı” adı altında 7 maddelik bir sözleşme imzalarken kısa süre sonra yapılan ikinci bir toplantıyı müteakip Suriye Kürdistanının bugünü-geleceği, rejim ve intifada güçleri ile ilişkiler vb. hususlarda ortak siyaset geliştirme kararı aldılar. Erbil’de varılan anlaşma birkaç gün sonra hayata geçirildi ve öteden beri rekabet halinde olan Kürt örgütler bir anda kimsenin beklemediği düzeyde birlik görüntüsü vermeye başladılar. Hatta bu sözleşme metnine binaen PYD, ENKS’nin de bölgede silahlı milis gücü oluşturmasına izin verdi. Ve bununla da yetinilmeyerek PYD şemsiyesi altındaki “Halk Savunma Komiteleri” (YPG) ortaklaştırıldı. ENKS-MECLİSA GEL’in (PYD) beşerli üyesinden oluşan 10 üyeli “Yüksek Kürt Kurulu” isimli üst liderlik birimi oluşturuldu. Akabindeyse bölgesel ölçekte şok dalgası yaratan, 17-24 Temmuz tarihleri arasında bölge illerinde gerçekleştirilen yönetime el koyma operasyonu adımı geldi.
Gelinen noktada Türkiye’deki Kürt sorununun özellikle de bu sorunun PKK boyutunun çözülmesi için Hükümet nasıl ki Barzani’ye ihtiyaç duyuyorsa aynı şekilde Suriye’deki süreç de Kürt sorununun çözümünde Barzani’nin önemini ortaya koymaktadır. Mesut Barzani, öteden beri birbiriyle rekabet halinde olan ve intifada sürecinde yer yer çatışan Kürt örgütlerinin arasını bularak hâkim güçler arasında birlik siyasetini tesis etmeyi başardı. Hatta kimi analistlere göre bu adımla birlikte Suriye Kürt siyasetinde PKK ekseni kırılarak yerini Barzani’ye bıraktı. Farklı yaklaşımlar olsa da Suriye Kürdistanında ENKS-MECLİSA GEL güçlerinin yönetime el koyması olayı bu girişimin semeresi olarak tanımlanmaktadır.
Kürtlerin Yönetime El Koyma Operasyonuna Yaklaşımlar
Kürtlerin yönetime el koyma operasyonu Türkiye ve dünya gündeminde yer almakta gecikmedi. Türkiye’deki ulusal medya özellikle de yazılı basın olayı ve yansımalarını sürmanşetlerine taşıdı. Köşe yazıları düzeyinde de olay çokça tartışıldı. Aynı şekilde Kürtçe basın ve siyaset çevrelerinde de heyecanla işlenen yönetime el koyma operasyonu, Suriye direnişinin çeşitli birimlerince de gündemleştirilmiş vaziyette.
Öne çıkan yaklaşımlar birkaç maddede toplanabilir:
1-Suriye’nin toprak bütünlüğünü merkeze alan güvenlik eksenli yaklaşım:
Türkiye Hükümetinin de yer aldığı bu kümedeki yaklaşımı birçok kesim savunmaktadır. Olayı müteakip güvenlik zirvesini toplayan Türkiye devleti, Suriye’nin üniter yapısının korunmasının önemine dikkat çekti. Aynı şekilde Hükümet Sözcüsü Beşir Atalay, yaptığı açıklamada olayı hafife alır nitelikte bir beyanda bulunarak gelişmenin bir bölgede meydana geldiğini ve abartılmaması gerektiğini söyledi. Yönetimin ele geçirildiği bölgelerde genel olarak PYD bayrağının dalgalandırılmasının Türkiye Hükümetinde bir teyakkuz durumunu meydana getirdiği anlaşılıyor. Sonuç olarak CHP’den bir yetkili her ne kadar “Büyük Kürdistan” paranoyasına sarılarak AK Parti Hükümetinin dış politikasını sorumlu addetse de gerek Hükümetin gerekse de ulusal basının kahir ekseriyetinin olaya müteyakkız yaklaştığı söylenebilir.
Yine SUK lideri Abdulbasit Seyda’nın yaptığı açıklama da Hükümetin tutumu ile örtüşmektedir. Seyda, PKK bayrağının yükseltilmesine çekince koyarak Suriye Kürtlerinin sadece PYD tabanından ibaret olmadığını belirtmiş ve hangi güç olursa olsun Suriye bağımsızlık bayrağının dalgalandırılmasını önemsediklerini ifade etmişti.
2-Olayı Baas-PKK ittifakıyla açıklayan yaklaşım:
Yönetime el koyma olayını Baas-PKK ittifakına mal eden yaklaşımın en önemli karinesi PYD’nin yapısı ve PKK ile olan ilişkisidir. Buna göre PYD zaten öteden beri Suriye’nin Kürt bölgelerinde rejimin bekçiliğini yapmakta ve son Şam eylemiyle birlikte zora giren Baas rejimi kendisi için güvenli bölgeler oluşturma stratejisine bağlı olarak bölge illerinin yönetimini PYD’ye devretmiş bulunmaktadır. Batı merkezli bazı basın-yayın organlarınca da dillendirilen bu yaklaşıma göre1 olay bir Baas komplosudur. Ve Baas diktası bu olay üzerinden Kürt kartını oynayarak Türkiye’yi tutumunu gözden geçirmesi için baskı altına almayı amaçlamaktadır.
Öte yandan Suriye’deki direniş komitelerinden biri olan Selahaddin-i Eyyubi Tugayı da yaptığı açıklamada bu yaklaşımla örtüşen bir görüş beyan etmişti. Söz konusu açıklamada PKK/PYD tehdit edilerek Baas’ın kuklası ilan edilmişti.2
3-Olayı Kürtler için ulusal bir kazanım olarak gören ve tersi yaklaşımları Kürt düşmanlığına yoran milliyetçi yaklaşım:
Bu yaklaşım da sağcısı-solcusu-liberaliyle Kürt milliyetçiliğinde karar kılmış kesimlerin buluştuğu ortak tutumu yansıtmaktadır. Kürt milliyetçileri daha önce Irak’ın işgali atmosferinde oluşan Kürt statükosuna laf ettirmeme efeliğini basın-enformasyon zeminlerinde aynen bu olaya da yansıtmaya başlamış ve mahiyeti henüz tam olarak netlik kazanmayan olayı İslamcılar, Suriye muhalefeti ve AK Parti Hükümeti önüne bir tür tutarlılık ve samimiyet ölçüsü olarak koymaya mebni yaklaşım biçimine bürünmüş vaziyetteler.
Gelişmeler Kürt Halkının ve İntifadanın Lehine mi, Aleyhine mi?
Son olarak yukarıda değindiğimiz yaklaşımların bünyesinde barındırdığı tuzaklara düşmeden adil ve bir bütün olarak Suriye halklarının hayrına olan alternatif bir yaklaşımın şartlarını oluşturmanın elzemiyetinin altı çizilmeli. Bunun için de öncelikle kalkış zemininin doğru tespit edilmesi gerekmektedir. Bizce bölge halklarının lehine ve adil olan yaklaşım “Olay Kürt halkının ve intifadanın lehine mi, aleyhine mi?” sorusundan geçiyor.
Öncelikle mahiyeti ve akış yönü henüz tam olarak belli olmayan karmaşık olaylara ilişkin yapılacak değerlendirmelerin büyük oranda sübjektiflik içereceği gerçeğinin bilincinde olunmalı. Bunu dikkate aldığımızda Kürt bölgelerindeki son yönetime el koyma olayının Suriye’deki durumu daha bir karmaşıklaştırdığını söyleyebiliriz. Bu elbette ki komplo teorilerine yaslanmak veya gelişmeler karşısında pasif-edilgen-siyasetsiz kalmaya götürmemeli. Ancak her durumda anın gerektirdiği vaciplere uygun vaziyet almayı da ertelemeyen müteyakkız-temkinli tutumun gereği ortadadır. Yanı başımızda, beytimizde meydana gelen ve halklarımızın hem günü hem de geleceğinde belirleyici öneme sahip olan gelişmeler karşısında ne sessiz-tepkisiz kalma ne de kendimizi hangi yönden estiği ve bizi nereye savuracağı belli olmayan rüzgârların akışına güven içerisinde bırakma lüksümüz var!
Bölgemizde daha doğrusu evimizde önemli gelişmeler yaşanmakta ve bu gelişmeler büyük değişimlere gebedir. Dinamik ve karmaşık gelişmeler karşısında sağlıklı tutum almayı engelleyen faktörlerden birisi de hiç şüphesiz ki, kendimizde ve muhataplarımızda asla bir değişimin yaşanmayacağı algısıdır.
Bu bağlamda oldukça dinamik ve karmaşık bir seyir izleyen Suriye’deki olayların akışı ve kendisini var etmeye çalışan Kürt muhalefet öbeklerine ilişkin olarak da mevcut tutumlara değişmezlik izafe etmek sıkça rastlanan bir yanlıştır. “Suriye PKK’si” olarak da tanımlanan PYD’nin Suriye Kürtleri arasındaki konumunu çok fazla abartmamakta fayda var. Konjonktür PYD’yi de değiştirebilir! Doğrudur, PYD elindeki silah gücü ve rejimin dolaylı-dolaysız desteği sonucunda bölgede vesayetçi bir sicille öne çıkan ve karşıtlarına da var olma hakkı tanımayan faşizan bir özelliğe sahiptir. Hele de intifada sürecinde oynadığı rol asla tasvip edilemez. Tek bir kurşun atmadan ve de kıyam eden onurlu Suriye halkının ödediği muazzam bedeli ve acılarını paylaşmadan siyasal fırsatçılığa soyunmanın ahlakiliğinden söz edilemez.
Tüm bunlarla birlikte sonuçta ciddi bir kitlesel desteği olan ve Suriye’deki Kürt sorununun aşılmasında önemli bir pazarlık gücünü tekelinde bulunduran pragmatist bir hareketle karşı karşıyayız. Bu tip hareketler kaos ve çözümsüzlük zemininden daima beslenmiş ve besleneceklerdir. Onları dengeleyecek başka güçlerle legalize etmek, siyasal rekabet zemininde var olmasını sağlamak kontrol etmek için daha elverişli bir yol olsa gerektir. Şu aşamada kirli sicili dolayısıyla Esed rejimi de destekçisi bölgesel güçler de müstakbel Suriye’de muhtemel bir İslamcı iktidarı tehdit olarak algılayan küresel güçlerce de kullanılmaya elverişli bir örgüttür PYD. Ancak görünürde Suriye’nin kuzeyinde oluşan tabloyu salt PYD’ye indirgemek de zordur. Olayın muhtelif birçok boyutu bulunmakta ve mahiyeti muhtemelen çok yakında açığa çıkacaktır. Bunları bir arada düşündüğümüzde PYD’nin diğer Kürt örgütleriyle dengelenerek rejimin lehine ve direnişin aleyhine somut uygulamalara bu süreçten sonra girişmedikçe daha kontrol edilebilir bir durumda olacağı açıktır. Bunun için PYD elbette ki Suriye Kürdistanı pastasından pay kapmak isteyecektir. Önemli olan şu aşamada PYD’nin elde edeceği paydan ziyade rejime hizmet edip etmeyeceğidir ki, bu konuda haklı olarak herkesin ciddi endişeleri, şüpheleri bulunmakta. Dolayısıyla PYD eğer bölgede var olmak, Suriye’nin bugünü ve geleceğine gerçekten ortak olmak istiyorsa şu an işgal ettiği mevzilerde direnişin aleyhine ve rejimin lehine icraatlara girmemelidir.
Sonuç olarak mevcut durum PYD’ye ciddi anlamda Esed’in gidici olduğunu fark ettirmiş gibi görünmektedir. Ek olarak uzun erimli güçler mücadelesi ve bölgesel konjonktür PYD’nin artık başına buyruk davranma noktasında zorlanacağını göstermektedir. Nitekim PYD lideri Salih Müslim’in bazı basın-yayın organlarına verdiği mülakatlara bakılırsa3 Türkiye, Suriye direniş güçleri vb. unsurlara dair kullanılan dilde kısmi değişimin gözlendiği ve daha itinalı bir üslubun kurulmaya başlandığı görülmektedir.
Öte yandan Suriye Kürtlerini temsil tekelini elinde bulunduran güçler eninde sonunda ya SUK ile Suriye’nin bugünü-geleceği konusunda anlaşarak bütünleşecek -ki bunun şartları henüz sağlanamadı- ya mevcut iktidara tutunarak varlığını idame edecek, ya küresel güç dengelerinden istifade ederek bağımsızlık yoluna koyulacak ya da bölgeyi ve güçlerini muhafaza refleksiyle lokal siyaset geliştireceklerdi. Gelinen noktada Kürtlerin Barzani’nin de destek ve teşvikiyle son seçenekte karar kıldığı anlaşılıyor. “Bölünmezlik” takıntısına sarılmanın hiç anlamı yok; çünkü PYD de dâhil olmak üzere Suriye kökenli Kürt örgütlerinin hiçbiri Suriye’de bağımsız bir Kürdistan programına sahip değil. Bunun reel olarak mümkün olmadığının da farkındalar. Ne var ki birtakım bölgesel ve küresel güçler mutlaka bu durumdan faydalanmak ve bu bağlamda Kürt koalisyonunu inisiyatifine almak isteyecektir. Bu doğaldır da. Burada meselenin bizi ilgilendiren boyutu hangi siyasetin bölge halkının ve Suriye İntifadasının lehine olacağıdır.
Türkiye açısından duruma baktığımızda milliyetçilik şurubunun kendilerini sarhoş ettiği birileri neredeyse yeni bir “sınır ötesi operasyon” teranesini dillendiriyorlar. Bunun özellikle de mevcut konjonktürde ne Türkiye halklarının, ne bölge halkının ve ne de Suriye İntifadasının lehine olmayacağının altı ısrarla çizilmelidir. Hükümet yetkilileri 24 Temmuz’a kadar sergiledikleri tutumda genel olarak temkinli ve aklıselim davranmayı öncelemişlerdi. Ancak maalesef ki 25 Temmuz sabahı Başbakan Erdoğan’ın güvenlik zirvesi sonrası gazetecilere yaptığı açıklamalar Hükümetin aklıselimi önceleyen ve temkin siyasetini yansıtan yaklaşımdan fire verdiğini gösteren beyanlar içeriyordu. Erdoğan “sınır ötesi harekât” seçeneğini masaya koyarak şu değerlendirmelerde bulundu: “Kuzey'de oluşabilecek bir yapılanma bizim için terör anlamına gelir. Biz buna müsaade etmeyiz… Muhalif güçler final adımlarını atıyorlar. Esed yönetimi merkeze sıkışmış durumda. Diğer yerlerde muhalif güçlerin egemenliği söz konusu. Bazı yerler terör örgütüne teslim edilmiş. Terör örgütünün konuşlandığı yerlerden herhangi bir saldırı olursa hemen harekete geçeriz. Bu en doğal, en tabii hakkımızdır… Esed rejimi tamamıyla kuzeyi onlara terk ederek çekilme yoluna gitti. Buralarda PKK yapılanmasına asla müsaade etmeyiz. Bu noktada gereken her şeyi yaparız. Türkiye’nin terör örgütü konusundaki hassasiyeti bellidir. Qamişlo'daki yapılanma Türkiye'yi rahatsız eder.”
Başbakan’ın dillendirdiği bu retorik ile Türkiye devleti yukarıda tespit ettiğimiz birinci grup yaklaşımdan çıkarak ikinci gruba kaydığını göstermektedir. Yine de konuyla ilgili Erbil’e ziyareti planlanan Ahmet Davutoğlu’nun Barzani ile olayın mahiyetini istişare ederek daha basiretli bir siyaset geliştirmesi beklenebilir. Türkiye Hükümeti mevcut süreci Barzani üzerinden doğru yönlendirebilirse ve Suriye’de PKK inisiyatifini kırabilirse muhtemelen bu kendisi için bir avantaja da dönüşebilir ve Hükümet, Kürt sorununun PKK boyutunu hem Türkiye hem de Suriye ölçeğinde siyasal katılıma sürükleyerek çözüm sürecine götürebilir.
Öte yandan Suriye İntifasının bir bileşeni olan Selahaddin-i Eyyubi Tugayının dillendirdiği söylem ve üslup biçiminin de sorunlu olduğu belirtilmeli. Maazallah uygulamaya döküldüğünde bu dil, hem ÖSO’yu zora sokacak hem de zaten diplomatik planda tıkanık vaziyette olan Kürt sorunundaki çözümsüzlük halini daha bir derinleştirecektir. Dolayısıyla PYD veya diğer bir güç ile çatışma durumunun hiçbir şekilde ÖSO ve intifada sürecine faydası olmayacaktır. Hatta bu durum Baas diktatörlüğünün de arzuladığı yönde etnik boğazlaşmayı beraberinde getirme potansiyeline haizdir.
Suriye Kürdistanında yönetime el koyanlar, temel amaçlarının bölge illerini çatışmaların dışında tutmak, halkı savunmak olduğunu söylüyorlar. Ve aynı zamanda rejime karşı olduklarını ve yeni Suriye’yi diğer intifada güçleriyle birlikte adalet ve kardeşlik temelinde birleşik Suriye zemininde kurmak istediklerini beyan ediyorlar.
O halde bu beyan esas alınmalı ve Suriye ölçekli Kürt siyasal inisiyatifine zaman tanınmalı, bu inisiyatif sınanmalı ve dolayısıyla rejim ve intifada düşmanlarıyla iş tutmadığı sürece gerilimi artıracak yönde söylem ve politikalardan uzak durulmalıdır. Eğer sürecin sadece PYD inisiyatifinde geliştiğini ve Baas diktatörlüğünün taşeronluğuna soyunulduğunu belgeleyen gelişmeler yaşandığı takdirde ise PYD’yi bölge halkı ve diğer Kürt siyasal örgütlenmeleri arasında yalnızlaştırma siyaseti geliştirilmelidir. Şu aşamada sürecin daha bir netlik kazanması için çatışmasızlık hali ve Kürt siyasetini sınamanın hem bölge halkı ve hem de intifadanın selameti için tek çıkar yol olduğu kanaatindeyiz.
Dipnotlar:
1-Örneğin bkz: Le Monde, “PKK’nin Kürtleri Şam rejimine karşı harekete geçti!”, ANF, 24 Temmuz 2012
2-Basında geniş yankı bulan Selahaddin-i Eyyubi Tugayının açıklaması için bkz: https://www.haksozhaber.net/hur-ordudan-pkkya-sert-uyari--31111h.htm
3-Örneğin bkz: PYD lideri Salih Müslim’in BBC ve Akşam gazetesine verdiği mülakatlar.