Kasiyun Dağı'nın eteklerine kurulmuş olan Dımeşk (Damaskus), dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri ve hala başkent olan en kadim payitaht. Suriye'nin başkenti Şam'da en son altı yıl önce bulunmuştum. O zamandan bu yana çok şey değişmiş Suriye'de ve Şam'da. Baba Esad'ın yerine oğlu geçmiş. Cep telefonu ve internet gibi teknolojik ürünlerin yasak olduğu günler gerilerde kalmış. Ülke değişim trendine girmiş, hızla yol alıyor.
Altı milyonu aşkın nüfusa sahip Şam, adeta büyük bir şantiyeye dönmüş, merkezi kavşaklarda altgeçitler açılıyor, geniş otobanlar yapılıyor. Daha önceleri bir telefon açmak için şehrin merkezine gitmek gerekirken şimdi her köşe başında bir telefon kulübesi yer alıyor.
Birkaç gün önce kent yakınlarının İsrail uçaklarınca bombalandığı Şam'da halk gayet sakin, herhangi bir tedirginlik gözlenmiyor. Tipik şark vilayeti sıcaklığında cıvıl cıvıl. Şam'da kendinizi hiç yabancı hissetmezsiniz, zira Şam Hamidiye Çarşısı'nı gezerken İstanbul'da Kapalı Çarşı'da olduğunuzu hissedersiniz. Şam Emevi Camii'nin avlusundaysanız eğer, Diyarbakır Ulu Camii'ni anımsarsınız. O lezzetli yemekleri sizi alıp Antep'e, Hatay'a götürür. Sonra da birbirine kenetlenmiş muhassan bir ümmetken emperyalistlere nasıl da ulus devletlere bölünüp hicrana düşürüldüğünüzün hüznünü yaşarsınız.
***
Suriye ziyaretimin temel amaçlarından biri olan 'Uluslararası Şam Kitap Fuarı', İslam ülkelerinden birçok yayınevinin iştirak ettiği bir organizasyon olup oldukça büyük bir alan üzerine kurulmuştu. Fuarda sergilenen eserler çoğunlukla İslami içerikliydi. Beklentilerimin üzerinde bir katılım vardı fuara ve en çok İslami kesimden insanların teveccüh etmesi ve özellikle Müslüman bayanların yoğun ilgisi dikkat çekiciydi. Görüştüğüm Daru'l Fikr Yayınevi'nin sahibi ve aynı zamanda müdürü olan Hasan Bey, satışların gayet iyi olduğunu belirtiyor ve hemen ekliyordu: "Geçen yıl daha iyiydi" diye.
Fuarda İslami eserlerin yanı sıra düşünsel ve politik yayınlar, Filistin ve Siyonizm ile ilgili araştırmalar, bireysel gelişim, çocuk eğitimi ve kadınlara yönelik çalışmalarla dünya klasikleri gibi geniş yelpazede yayın yapan kuruluşların kitapları yer almıştı. Birçok Arap ülkesinde şubesi bulunan ve kurumsallaşmış olan bu yayınevleri, batı dillerinden yaptıkları çevirileri okuyucularına ulaştırıyorlar. Hiç kuşkusuz Arap dünyasındaki yayıncılık bizdekinden daha fazla gelişmiş durumda.
***
Suriye'de bulunduğum on iki gün süresince Şam, Halep ve Kamışlı kentlerinde farklı kişilerle yararlı ve ufuk açıcı görüşmeler yapma imkanım oldu. "Suriye'deki kardeşlerimizin gündemlerini neler işgal ediyor; ne gibi sorunları var; hızlı gelişmelerin yaşandığı dünyaya hangi pencereden bakıyorlar; Ortadoğu'nun Amerika tarafından işgalini nasıl algılıyorlar; Filistin davasına yaklaşımları neler; ülkeleri ABD ve İsrail tehdidi altındayken sorunlarını nasıl çözümlüyorlar; Türkiye, Arap dünyasında nasıl algılanıyor; aynı coğrafyanın evlatları, aynı tevhidi bilince sahip ve aynı ümmetin müntesipleri, kendilerini kuşatan ortak sorunları aynı şekilde algılayıp aynı tepkiyi veriyorlar mı?" gibi sorulara cevaplar aradım. Ve bir kez daha, uzaktan izlemekle, gidip yakından görmenin arasındaki farkı, birebir görüşmelerin insana sağladığı katkıları gördüm.
Yeni Bir Döneme Giren Suriye'de Gündem
Hafız Esad'ın ölümünden sonra Suriye'nin başına geçen Dr. Beşşar Esad, ülkede yeni bir dönemin habercisi oldu. İngiltere'de öğrenim görmüş olan Esad, halk tarafından sempatiyle karşılanıyor. Babasına göre daha demokrat ve liberal olan Esad, ülkeyi daha iyi bir konuma kavuşturma konusunda samimi görünüyor. Görevde bulunduğu süre zarfında birçok siyasi tutukluyu serbest bıraktı. Ülke içindeki ve dışındaki muhaliflerle diyalog başlattı. Artık muhalif kanat az da olsa sesini duyurabiliyor ve kendini ifade etme imkanı bulabiliyor. Şam sokaklarında gösteri yapanlara rastlamak mümkün. Bu, ülke için önemli bir gelişme sayılmalıdır. Değişimi hızlandıran bir diğer faktör ise kuşkusuz dış baskılardır. Bu baskılar sonucu olsa gerek Baas iktidarı süresince ilkokuldan üniversiteye kadar öğrencilerin giymek zorunda oldukları askeri üniformaları andıran okul kıyafetleri bu yıl ilk kez sivilleştirildi. Ayrıca öğrencilerin her yıl yaz tatillerinde aldıkları bir aylık askeri kamp eğitimine de son verilmiş durumda. Okul müfredatlarında bazı değişikliklere gidilerek radikal ifadeler yumuşatılmış. Tüm bu olumlu gelişmelere rağmen Suriye yönetiminin vatandaşlarına insanca bir yaşam sunması için önünde kat etmesi geren çok uzun bir mesafe var. İçte esen bu olumlu havanın aksine Suriye, dışarıda ABD ve İsrail tarafından kıskaca alınmaya çalışılıyor, bu durumun doğurmuş olduğu olumsuzluklar ister istemez ülke gündemini etkiliyor.
Afganistan ve Irak'tan sonra emperyalist güçlerin hedef tahtasına oturtulan Suriye'nin, teröre destek verme ve Saddam'ın kasası olma gibi bir dizi töhmetle suçlanarak Amerika'nın tehdit ve baskılarına maruz kaldığı ve topraklarının bir kısmını işgal altında tutmuş olan İsrail'in saldırısına uğradığı bir ortamda doğal olarak ülkenin gündemini bu tür sıcak meseleler oluşturuyordu. Suriye yönetimi BM, Avrupa Birliği ve İslam Konferansı Örgütü gibi uluslararası kuruluşlar nezdinde mekik diplomasisi yürütüyor ve kendisini siyo-emperyal tehditlerden sakındıracak bir şemsiye arıyor. Suriye halkı ise ABD ve İsrail'e öfkeli olmakla birlikte daha çok kendi maişetinin peşinde anlaşılmaz bir suskunluk ve rehavet içinde.
İsrail'in son saldırısı 30 yıla yakın bir süredir ülke topraklarında gerçekleştirilen ilk saldırı olmasına rağmen Suriye hedeflerine yönelik tek saldırı değil. İsrail, daha önce Suriye-Lübnan sınırında bulunan Suriye'ye ait radar tesislerini vurmuş (2002), bundan önce de Lübnan'da mevzilenmiş Suriye topçu birliklerine saldırmıştı (2001). Suriye yönetimi, İsrail savaş uçaklarının kendi hava sahasını rahatlıkla geçip Şam'a 20 km sokulmasını ve nokta atışlar yapmasını kabullenemiyor -başka türlü açıklayamamasından olsa gerek- düşman uçaklarının füze atışlarını Lübnan hava sahasından gerçekleştirdiğini öne sürüyor. Bazı Suriyeli aydınlar ise bu saldırının Şam yönetimine bir mesaj niteliğinde olduğunu ve Suriye'nin tutumunu değiştirmemesi durumunda tekrar satabileceğini düşünüyorlar.
Sıradan vatandaşın ABD baskılarına yaklaşımları sığ ve uluslararası konjonktürü okumaktan oldukça uzak. İçinde bulundukları şartlar göz önüne alındığında bunu anlamak mümkün ancak aydın ve entelektüel kesimden görüştüğüm bazı kişilerden edindiğim izlenimler doğrusu beni şaşırttı. Tam anlamıyla bir kafa karışıklığı içinde olmaları ve dünyadaki gelişmelere yönelik net yaklaşım üretememeleri ciddi bir sorun olarak ortaya çıkıyor. Bir yandan yerel zorbaların despot yönetimi, beri taraftan küresel emperyalizmin saldırgan politikaları. Bu ikilem içinde "Saddam'a da Amerika'ya da hayır!" diyebilmenin zorluğu ortaya çıkıyordu, Bu konu etrafında etraflıca tartıştığım eski bir avukat arkadaşım, açık yüreklilikle içinde bulunduğu çözümsüzlüğü ifade etti: "Ya Saddam ve Saddam gibilerin kahredici istibdadı altında ilelebet yaşama zilletine rıza göstereceğiz -çünkü la' diyecek imkan ve güçten yoksunuz- ya da Amerika'nın gelip bunları alaşağı etmesini hoş göreceğiz." ABD'nin emperyalist hedeflerini ve nasıl kanlı bir tarihi geçmişin üstünde yükseldiğini unutmadığını hatırlatarak söylüyordu tüm bunları. Amerika'ya 'evet' demiyordu bu arkadaş ama içinde bulunduğu ikilemden de kurtulamıyordu. Sanırım Suriye'de birçok kişi bu sorunu yaşıyordur.
Irak'ın işgal edilmesinden önce Haksöz'ün internet sitesinde ABD'nin baskı ve tehditlerinin yoğunlaştığı bir dönemde gerçekleşen İran'daki öğrenci eylemleriyle ilgili bir tartışma konusu açılmıştı. 'Emperyalist tehdit altındaki bir İslam ülkesinde iç ifsada karşı geliştirilecek tavır nasıl olmalı?' sorusu çerçevesinde yapılan önemli bir tartışmaydı bu.
Evet ister İran gibi İslami bir ülke olsun isterse de Irak ve Suriye konumundaki ülkelerle ilgili olsun iç ve dış denge nasıl sağlanmalıydı? Ne yerli zorbaların ne de küresel emperyalizmin ekmeğine yağ sürmek için ne tür bir tavır sergilenmeliydi?
Galiba birçok konuda olduğu gibi bu sorunda da Filistin intifadası bizlere ışık tutuyor. Filistinliler, Siyonizm'in uyguladığı vahşete zor şartlarda direnirken kendi sorunları içinde kaybolmamış, İslam dünyasındaki gelişmelere de tepkilerini ortaya koymuşlardı. Irak'a yönelik ABD saldırılarına sessiz kalmayarak yüz binlik gösteriler tertip etmişlerdi. Aynı şekilde İsrail ve Filistin Özerk Yönetimi'yle olan ilişkilerde de bizlere yol gösterici olmuşlardır.
Mücadele şartları çok ağırlaşabilir ve birçok cephede birden savaşım vermek zorunda kalınabilir. Bu çetin şartlar bizleri ümitsizliğe sürükleyip gevşekliğe itmemeli, doğrularımızdan ve ilkelerimizden alıkoymamalı, hikmetten ve basiretten yoksun yanlış tutumlar sergilemeye yöneltmemelidir.
Suriye'de Mücadele İmkanları
Suriyeli Müslümanların 80'li yıllarda yaşadıkları kötü tecrübenin ardından ülkede sürekli mücadele içinde olma ve güçlü bir direniş geliştirme imkanı kalmamıştır. Ancak Beşşar Esad'ın, yönetimi babasından devralmasından sonra görece olarak baskıların azalması 20 yıldır toplumun içinde bulunduğu gerginliği birazda olsa azaltmış. Muhalif seslerin yükselmeye başladığı ve zaman zaman ufak çaplı gösterilerin yapıldığı ülkede muhalefet güçlü bir örgütlülüğe sahip değil. Muhalefet partilerinin, insan haklan teşkilatlarının bulunmadığı ve basının tamamen resmi ideolojinin güdümünde olduğu bir ülkede doğal olarak sivil muhalefet imkanları da oldukça kısıtlı. Beşşar Esad'la başlayan yeni dönemle birlikte bazı esnekliklerin olacağını düşünen Suriyeliler, şimdiden sistem içi araçları kullanarak mücadele geliştirme arayışına girmiş bulunuyorlar ve bu çerçevede tartışmalar yapıyorlar. Müslümanların ülkelerinde ve dünyada sürüp giden zulüm döngüsüne bir çomak sokmaları gereği vurgusunu işliyorlar. Özellikle insan haklarının savunulması alanında çok pasif kalındığı, İslam ülkelerinde bu sorumluluğu yerine getirmede sol kesimden bayağı gerilerde kalındığı ve Suriye'de aynı atalete düşmek istemediklerini özellikle belirtiyorlardı.
Türkiye'deki Müslümanların, son dönemlerde mahalli ve bölgesel her türlü zulme ve ifsada karşı gerçekleştirdikleri mücadele onlarda özlemle karışık bir heyecan seli oluşturdu. Savaşa ve İşgale Hayır Platformu ile Filistin Dostları Girişimi'nin icra ettiği faaliyetler, elde ettiği kazanımlar, ortak sorunlar karşısında ortak eylemlilikler gerçekleştirme bilinci ve bu aktivitelerin Müslümanlara kazandırmış olduğu olumlulukları kendilerine aktardım. Ayrıca ABD'nin Irak'a saldırı sürecinde sol kesimle gerçekleştirilen eylem birliği, Özgür-Der'in bu noktada sağladığı önemli katkı, bu anlamda oynadığı rolü taşıdığı misyona paralel olarak gerçekleştirme hassasiyeti ve sol kesimle geliştirilen diyalogun doğurduğu müspet sonuçlar onlar için bir moral kaynağı oldu.
Suriye'de de bizlere moral verecek gelişmeler yok değil; aksine Cevdet Said'in öğrencileri olduklarını öğrendiğim bir grubun gerçekleştirdiği eylemlilik hepimizi heyecanlandıracak güzel tavırlardı. Bu Müslümanlar, Şam'da çeşitli aralıklarla eylemler düzenliyorlar. Bu eylemler bazen üç gün üst üste devam ettiriliyor. ABD ve mallarını boykot, toplumsal fesat ve rüşvet gibi konularda yürüyüşler düzenleniyor, tek tek ziyaret edilen esnafa sunulan karanfillerle birlikte hedeflenen mesaj aktarılıyormuş. Yürüyüş kortejinin en önünde çocuklar yer alıyor, onların arkasından üzerlerinde "Bir toplum kendini değiştirmedikçe Allah da onları değiştirmez" ayetinin yazılı olduğu beyaz önlüklü gençler yürüyor ve bunların hemen ardından da bayanlar geliyormuş. ABD mallarının boykot edildiği son eylemde 8 kişinin tutuklandığını belirten arkadaşlar böyle aktivitelere Şam'ın pek tanık olmadığını ve bunun kendileri için bir ilk sayıldığını söylüyorlar. Gerçekten de Suriye ortamında -katılım az da olsa- böylesine kadınlı çocuklu eylemler, önemsenmesi gereken ileri bir tavrın göstergesi.
İnsan hakları alanında mücadele verme imkanlarını araştıran Suriyelilerin, bunun için şartların iyileşmesini beklemeleri gerekecek. Beşşar Esad, halk üzerinde olumlu bir izlenim bırakmış durumda. Bazı reformları hayata geçirmek için çaba harcıyor ancak değişime karşı direnen eski kadroyu aşması zaman alacağa benziyor. Suriye yönetiminin kilit noktalarında hala eski kadrolar görev yapıyor. Esad'ın bunları yavaş yavaş tasfiye etmeye başladığı biliniyor. Bir yandan dış baskılar, öte yandan tabandan gelen talepler, bu süreci hızlandıracağa benziyor.
Filistinli Direniş Grupları
Bir yıla yakın bir süredir Amerikan emperyalizminin tehdit ve baskılarına maruz kalan Suriye, ilk günden beri Filistinli gruplara olan desteğini sürdürmüş ve diğer Arap ülkeleriyle kıyaslanmayacak güçte Filistin davasını sahiplenmiştir. Stratejik öneme sahip olan Golan Tepeleri'ni, 1967'den bu yana işgal altında tutan İsrail'le savaş durumunu devam ettiren Suriye, direniş gruplarına meşru desteğini her platformda savunmuş ve bu grupların 'terör Örgütleri' olduğu savına şiddetle karşı çıkmış, aksine bunların birer kurtuluş ve özgürlük hareketleri olduğu gerçeğini dile getirmiştir. Filistin direniş hareketleri, Siyo-emperyal güçlerin saldırılarına bilfiil maruz kalan Suriye'nin düşmanlarına kez vermemek için bu ülke sınırları dahilinde yürüttükleri her türlü faaliyeti durdurmuşlardır. Hatta siyasi ve kültürel faaliyetler de belli ölçüde sınırlandırılmıştır.
Arap ülkeleri içinde Filistin davasına en çok desteği veren ülke olmanın yanı sıra Suriye, kendisine sığınmış Filistinli mültecilere kucak açmıştır. Ülkedeki Filistinliler, sığınmacı olma psikolojisinde değiller. Diğer Arap devletlerinin aksine burada iyi sayılabilecek durumdalar. Resmi görevlerde bulunuyor ve çeşitli müdürlük makamlarına getiriliyorlar.
Fetih Dergisi eski editörlerinden ve Arap Yazarlar Birliği üyesi Filistinli yazar Abdüllatif Muhenna ile sohbet etme fırsatım oldu. Kendisiyle Filistin, Irak, Türkiye ve bölgedeki diğer gelişmelerle ilgili bilgi alışverişinde bulunduğum yararlı bir görüşme yaptım. Şam Filistin Araştırmalar Birliği'nin başkanlığını da yapan Muhenna, İsrail'in Suriye'ye yönelik son saldırısını yorumlarken asıl tehdit altında olan ülkenin Lübnan olduğunu belirterek İsrail'in Lübnan'a yönelik geniş kapsamlı bir saldırı düzenleyebileceği tehlikesine dikkat çekti. Irak'la İlgili olarak: "Irak'ın etnik ve dini ayrım temelinde bölünmesinin ciddi olarak sorun yaratacağı ve bunun adil bir bölünme olamayacağı" tespitinde bulundu.
Abdüllatif Muhenna ve Suriye'deki diğer dostlardan edindiğim bilgilere göre gerçekten de çetin direnişin yanı sıra ortada ABD'nin önünde çetrefilli bir durum daha var. Irak'ın en büyük Arap kabilelerinden birinin fertlerinin yarısı Sünniyken yaklaşık diğer yarısı da Şii, üstelik kabile reisi Sünni. Kuzeydeki Sünni Kürtlerin dışında Irak'ın güney doğusunda Şii Kürtler bulunuyor. Lort (Fili) olarak bilinen bu Kürtler, hem Kürt hem de Şii oldukları için Saddam rejiminde en çok zulme maruz kalan grup olmuş ve birçokları İran'a sığınmış. Sayılarının üç milyonu bulduğu söyleniyor. Bu rakam abartılı olsa da sonuçta güneyde azım-sanmayacak miktarda Kürt var. Bunlar verilen istatistiklerde Kürt nüfustan değil Şii mevcuttan sayılıyorlar. Bir de Süleymaniye bölgesinde bir grup Alevi Kürt bulunuyor. Türkmenlerin büyük bir kısmı Şii ancak onlardan da Sünni olanlar var. Bunların yanı sıra Asuri, Süryani ve Keldani gibi küçük etnik azınlıkları da göz önünde bulundurursak; böyle bir tablodan ırk ve mezhep esasına dayalı bir bölünme nasıl ortaya çıkarılabilir? Böyle bir bölünme adil ve sorunsuz olabilir mi?
İnkar Politikaları Karşısında Var Olma Mücadelesi Veren Kürtler
Şam'da eylemlilik içinde olan ve haklarını arayan bir diğer önemli kesim de Kürtler. 17 milyon nüfusa sahip Suriye'de yaklaşık iki buçuk milyon Kürt var. Bunların 200-230 bini 'ecnebi' yani yabancı statüsünde. Ataları ve dedelerinin yaşadıkları topraklarda yabancı konumuna düşen bu Kürtler, kimlik ve pasaport sahibi değiller, askere alınmıyorlar, gayri menkul edinemiyorlar ve ancak yabancılara tanınan kontenjanla üniversiteleri okuyabiliyorlar ama resmi görevlerde çalıştırılmıyorlar. 'Ecnebi' Kürtler en büyük sorunu evlenme konusunda yaşıyorlar; vatandaşlık haklarından yararlanamadıkları, ekonomik sıkıntı çektikleri ve çocukları 'mektum' sayıldığı için kimse bunlara kız vermek istemiyor. Evet bir de 'mektum' Kürtler var Suriye'de. 'Ecnebi' anne veya babadan olan çocuklar 'mektum' sayılıyor. Sayıları 70 bini bulan bu 'mektum' Kürtler, 'ecnebi' olan ebeveynlerinin sahip olduğu sınırlı haklardan bile yararlanamıyorlar. Okul okuyamıyor, çalışamıyor, geçici bir belgeye bile sahip olamıyor ve sıradan ticari ilişkilere giremiyorlar. Kısacası kelimenin tam anlamıyla 'yok' sayılıyorlar.
Büyük bir çoğunluğu örgütlü olan Suriye Kürtleri doğal ve meşru haklarını elde edebilmek için Şam'da üç-dört kez eylem düzenlediler. Bu eylemlerde 'Ecnebi' ve 'mektum' sayılan Kürtlere vatandaşlık haklarının verilmesini, azınlık olarak tanınmalarını, ana dilde eğitim, Kürtçe yayın yapma gibi kültürel taleplerini dillendiriyorlar.
Abdullah Öcalan Suriye'den çıkartıldıktan sonra ülkede PKK'nın etkinliği yok denecek kadar azalmış durumda. Son günlerdeki cesur çıkışlarıyla dikkatleri üzerine çeken ve Suriyeli Kürtlerin yoğun desteğini alan 'Yekiti' (Birlik) Partisi bu boşluğu doldurmuş durumda. Kürtlerin Şam'da gerçekleştirdikleri eylemlere öncülük eden 'Yekiti' Partisi'nin aynı adla yayınladığı bir de aylık dergisi var, 'Yekiti' partisi, sık aralıklarla çeşitli rapor ve duyurular yayınlıyor. Parti gibi tüm bu faaliyetler Suriye yönetiminin kısmi hoşgörüsü dahilinde gayri resmi olarak yapılıyor.
Suriye, en önemli Arap ülkelerinin başında geliyor; hatta Araplara ağabeylik yapma konusunda Mısır'la ezeli bir rekabet içinde. Geliştirdiği istikrarlı ve tutarlı dış politikası, Siyonizm'e ve Amerika'ya karşı onurlu tutumu kendisine genel bir saygınlık kazandırıyor. Önümüzdeki günlerde bölgedeki gelişmelerin baş aktörü olmaya devam edeceğe benziyor. Bu açıdan Suriye, yakından takip edilmeyi hak eden bir ülke.