Suriye-İsrail Barış Pazarlıkları ve Filistin

Ahmet Emin Dağ

Filistin, Suriye'deki yönetim açısından bir "dış sorun" olduğu kadar "iç politikayla" yakından ilgili bir olgudur da. Her şeyden önce, kendini Arap milliyetçiliğinin lideri olmaya adamış bir ülkenin, "Arapların davası" olarak gösterilmeye çalışılan Filistin konusunda kayıtsız kalması veya onlar aleyhine bir tutum takınması hayal bile edilemez. Böylesine büyük bir iddianın yanı sıra, Suriye'nin Filistin konusundaki hassasiyetinin temelinde, Filistin'in "Büyük Suriye"nin gasbedilmiş bir parçası olarak görülmesinin ve Suriye'de yaşayan on binlerce Filistinli göçmenin oluşturduğu güçlü kamuoyunun rolü inkar edilemez. 

"Arap Birliği"nin kurulması ve "Siyonist İsrail'le mücadele"den (dolayısıyla Filistin'in kurtuluşu) oluşan iki yönlü hedef, Suriye'nin dış politikasının esaslarını oluşturur. Öteden beri Şam'daki yöneticiler için öncelikli sorun, Suriye çevresinde odaklanmış bir Arap birliğinin oluşturulması ve bu yolla tüm sorunların çözümü için güç birliği yapılmasıdır.1

Suriye'nin temel dış politika amaçlarından biri, Nil'den Fırat'a kadar tüm Arap topraklarını işgal etmeye çalışan düşman İsrail'le stratejik karşılaşma ve ardından işgal altındaki Filistin topraklarını kurtarmaktır. Hatta bu düşünce de o derece ileri gidilmiştir ki, Filistin'in kurtarılması,  işgal altındaki Suriye toprağı Golan tepelerinin geri alınmasından bile bir dönem daha önemli olarak görülmüştür. Suriye için İsrail her şeyden önce Suriye'nin varlığına ve siyasi bağımsızlığına karşı bir tehdit oluşturuyordu.2

Suriye'nin genel anlamda Filistin konusundaki politikalarını üç döneme ayırmak mümkün: 1948-1970 arasını devrimci iktidarların militarist çözüme yoğunlaştıkları dönem, 1970-1991 arasını pragmatist pazarlıklar dönemi ve 1991'den bu güne yaşanan süreci de, Filistin davasından ayrışma dönemi olarak nitelemek mümkün.

Filistin toprakları üzerine kurulmasından bu yana İsrail'i, kendi ulusal çıkarları için en büyük tehdit olarak gören Suriye, resmi bağımsızlığını kazandığı 1946 yılından 1970 yılına kadar Filistinlilere ciddi anlamda hamilik yapmıştır. 1948, 1967 ve 1973'de İsrail ile üç büyük savaş ve 1975 yılından sonra Lübnan topraklarında sayısız küçük ve orta boyutlu savaş yapmış olan Suriye'nin bu savaşlarında hedefleri arasında Filistin topraklarının bağımsızlığına kavuşturulması da vardı.

Bununla birlikte, 1970 yılında Hafız Esad'ın iktidara gelmesiyle birlikte Suriye'nin Filistin politikasında daha pragmatist bir eğilim ortaya çıktı. Daha önceki radikal iktidarların Filistin konusunda uyguladıkları siyasetin, Suriye'yi İsrail karşısında savunmasız hale getirdiğini düşünen Hafız Esad, romantik bir Filistin politikasından ziyade gerçekçi bir çizgi izlemeye çalışmıştır. Bu gerçekçi çizgi, Filistin direnişini kontrol altına alma çabalarıyla birleşince, Şam yönetimi ile Filistin liderliği arasında gerilim zaman zaman çatışmaya dahi dönüşmüştür. Tıpkı 1975 Lübnan müdahalesinde olduğu gibi, Suriye, Filistin liderliğini kontrol altına alamayacağına inandığı dönemlerde onları tasfiye etmekten kaçınmamıştır.

1991 yılından sonra başlayan üçüncü dönem ise Filistin ve Suriye'nin yollarını tamamen olmasa da büyük oranda ayırmıştır. Madrid'te başlayan Ortadoğu Barış Süreci önce 1993'te Filistin tarafının, sonra 1994 yılında da Ürdün'ün İsrail'le barış anlaşması imzalamasıyla Arap bloğunda ciddi çatlaklara neden oldu. Her Arap ülkesi İsrail ile pazarlıklarını kendi başına yapmaya kalkınca bu, Arap bloğunu zaafa uğratmakla kalmamış, aynı zamanda Suriye'nin Filistin davası üzerindeki nüfuzunu da zayıflatmıştır.

Savaş ve Barış Arasında 'Gel-Git'ler

İsrail'in kuruluşu ardından 1948'de tüm Arap cephesinin açtığı kapsamlı savaşta cephelerden sadece biri olmasını saymazsak, Suriye ile İsrail'in en ciddi karşılaşması 1967 yılında gerçekleşmiştir. Suriye bu savaşta yenilerek Golan tepelerini kaybederken, Filistin ise (o gün elinde bulunan) tüm topraklarını İsrail'e kaptırdı. 1967 Savaşı sırasında İsrail'i destekledikleri gerekçesiyle Amerika ve İngiltere ile ilişkilerini kesen Suriye, savaş ardından Batılı ülkeler tarafından sunulan hiçbir çözümü kabul etmeyeceğini açık bir dille bildirmişti. İngiltere'nin 16 Kasım 1967 tarihinde BM Güvenlik Konseyi'ne sunduğu karar tasarısı Konsey tarafından uzun tartışmalardan sonra 242 sayılı karar olarak kabul edildiğinde, Suriye bu tutumunu değiştirmemişti. 4 maddeden oluşan kararla;

-İsrail'in son savaşta işgal ettiği tüm topraklardan çekilmesi,

-Taraflar arasında bütün iddiaların ve kavgacı tutumun sonra erdirilmesi,

-Bölgedeki her devletin egemenlik, toprak bütünlüğü ve siyasal bağımsızlığıyla, güven ve barış içinde yaşama hakkının kabulü,

-Bölgedeki her devletin tehdit ve kuvvet kullanımından korunarak, karşı tarafça tanınmış sınırlarına saygı duyulması ve bu durumun taraflarca onaylanması,

-Bölgedeki sularda seyrüsefer serbestliği,

-Mülteci sorununa adil bir çözüm bulunması,

-Bölgedeki devletlerin askerden arındırılmış bölgeler oluşturması da dahil, toprakların dokunulmazlığının korunması,

-Bölgedeki her devletin siyasal bağımsızlığının korunması konusunun güvence altına alınması isteniyordu.3

Söz konusu karara üç yıl direnen Suriye, 1967 Savaşı'nda kaybedilen Arap topraklarının durumu ve Filistinlilerin hakları konusunda siyasi çözüm öngören (ve aynı zamanda İsrail'i siyasi bir varlık olarak kabul eden) 242 sayılı BM kararını görüşmeler için temel olarak kabul ettiğini açıkladı. Bu açıklama, Suriye için büyük bir geri adım olduğu kadar, reel-politik meşruiyet açısından Suriye'nin işine yaramıştır.4

1967 yılından sonra İsrail'e yönelik eylemlerini artıran Filistinli gerillaların yol açtığı gerginlik, Suriye, Mısır ve Ürdün gibi ülkelerin kaybettikleri toprakları geri alma istekleriyle birleşince 1972 yılında bölgedeki gerginlik had safhaya ulaşmıştı. Cemal Abdünnasır'ın ölümünden hemen önceki "1967 yenilgisini telafi etme" arzusu Süveyş Kanalı boyunca süren yıpratma savaşında ve Mısır ile Suriye ordularının SSCB tarafından silahlandırılmasıyla ivme kazandı.

Mısır, 6 Ekim 1973'de Süveyş Kanalı'nın doğu yakasındaki İsrail güçlerine karşı ansızın saldırıya geçerken, Suriye ordusu da aynı anda Golan'da  güçlü ve yoğun bir saldırı başlattı. Suudi Arabistan, Irak ve Ürdün savaşa doğrudan katılmamakla birlikte, Suriye ordusunun yanında savaşmaları için binlerce asker ve askeri teçhizat göndermişti. Bunun yanı sıra, çoğunluğunu petrol ihraç edenlerin oluşturduğu 10 Arap ülkesi (Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Bahreyn, Mısır, Irak, Kuveyt, Libya, Katar, Suudi Arabistan ve Suriye) 17 Ekim 1973 tarihinde Kuveyt'te yaptıkları zirvede, "İsrail işgal ettiği topraklardan çekilinceye ve Filistin halkının meşru haklarını iade edinceye kadar, Eylül 1973 sonu rakamları esas alınarak ve 1 Ekim'den başlamak üzere, petrol üretiminin her ay yüzde 5 nisbetinde azaltılmasına" karar verdiler.5

İki hafta süren savaş sonunda, 22 Ekim tarihinde BM Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilen 338 sayılı kararla, ateşkes yürürlüğe girdi. Amerikan Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'ın Tel Aviv ile Şam arasında gerçekleştirdiği mekik diplomasisi sonunda, "toprak karşılığı barış" prensibi çerçevesinde 31 Mayıs 1974 Suriye-İsrail Barış Anlaşması imzalandı. Anlaşma, Suriye'ye 1967 Savaşı'nda kaybettiği stratejik Kuneitra bölgesini geri veriyor ve İsrail askerlerinin geriye çekilmelerini öngörüyordu ama Golan konusunda hiçbir şey yapılmamıştı.6

Şam yönetimi, savaştan sonra büyük bir gevşeme içine giren Mısır'ı yeniden Arap dayanışması içine çekmek ve İsrail karşısında güçlü bir blok oluşturmak amacıyla Ekim 1974 tarihinde Fas'ın Rabat kentinde yapılan Arap Zirvesi toplantısında, ilk defa İsrail ile "Stratejik Denge" kavramını gündeme getirdi.7 Sonraki dönemde Mısır'ın, Suriye'yi bilgilendirmeksizin İsrail ile 1974 ve 1975 yıllarında alelacele birtakım anlaşmalar imzalayarak tek taraflı bir tutum içine girmesi, Şam yönetimini İsrail karşısındaki pazarlıklarda yalnız bıraktı. Bu gelişme Şam'daki Hafız Esad idaresinin hem Amerikan yönetimi, hem de Mısır ile yollarını ayırmıştı. Suriye, İsrail ile geniş kapsamlı bir barış imzalama sözünü uzun yıllar kullanmamak üzere sözlüğünden çıkardı.8

Savaştan sonra Suriye, Enver Sedat liderliğindeki Mısır ile arasındaki çekişmelerden dolayı yeni ittifaklara yöneldi. Irak, Ürdün ve Lübnan'dan müteşekkil "Kuzey Cephesi"ni güçlendirmeye yönelip, İsrail'in kuzeyindeki ve doğusundaki Arap güçlerini kendi ekseni etrafında toplamaya çalıştı. Böylece hem Amerika'ya karşı bir koz elde etmiş, hem de Mısır'ın Arap dünyasındaki lider rolüne meydan okumuş oluyordu. Suriye'nin bu tutumu Sovyetler Birliği tarafından da desteklendi. Yaptığı siyasal girişimler sayesinde Suriye, 1975 yılının ilk yarısında Lübnan, Ürdün ve FKÖ üzerinde etkinlik sağlamayı başarmıştı.9

1976 yılının başına gelindiğinde, bir Suriye-Ürdün-Filistin Federasyonu'ndan söz edilmeye başladı. Öte yandan Filistinlilerin Suriye'nin uygun göreceği yöntem ve formüllere karşı pürüz çıkarmaması için FKÖ'nün denetimi sürdürmesi gerektiğini düşünen Suriye, Filistin devriminin her hangi bir Arap ülkesinin vesayeti altına girmesine kesinlikle karşı olan El-Fetih'i ele geçirmesi gerektiğinin farkındaydı. FKÖ liderliğine Yaser Arafat'ın yerine, Baas'ın FKÖ içindeki uzantısı olarak bilinen el-Saika'nın lideri Zuheyr Muhsin'i getirmeyi düşünen Şam yönetimi, Lübnan savaşı sırasında Arafat karşıtı Filistin gruplarına ve el-Saika'ya yaptığı yardımlarla bunu gerçekleştirmeye çalıştı.10

Cenevre Konferansı'nın Ortak Başkanları sıfatıyla 1 Ekim 1977 tarihinde bir bildiri yayınlayan ABD ve SSCB Dışişleri Bakanları, (Cyrus Vance ile Andrei Gromyko) en geç Aralık 1977 tarihinde, Ortadoğu'daki soruna kapsamlı bir çözüm bulmak için yeni bir Cenevre Konferansı toplanması konusunda anlaştıklarını açıkladılar. İsrail'in "görüşmelerde Filistin'i temsilen bağımsız bir heyet bulunması"nı reddetmesine tüm Arapların kızdığı bir sırada (Kasım 1977 tarihinde) Enver Sedat'ın Kudüs'e gitmesi üzerine Suriye ve FKÖ öncülüğünde toplanan Libya, Cezayir, Irak, Demokratik Yemen temsilcileri, "Kararlılık ve Sertlik Cephesi" oluşturdular. 242 ve 338 sayılı kararları tümden reddeden cephe, Cenevre Konferansı dahil bütün milletlerarası konferansları boykot kararı aldı.11

Giderek artan Mısır-İsrail flörtünün 1978 yılında ABD Başkanı Jimy Carter'ın arabuluculuğunda kısmi bir anlaşmaya dönüşmesi, Arap aleminde büyük tepkiye yol açtı. Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ve İsrail Başbakanı Menahem Begin arasında 17 Eylül 1978 tarihinde imzalanan Camp David Anlaşması, İsrail'in Sina'dan çekilmesini öngördüğü halde, Golan'ın işgalini hiç konu edinmediği gibi, Bağımsız Filistin'den söz etmediği için, bu uzlaşmaya da gösterilen tepkilerin en serti yine Suriye'den geldi. Yayınlanan bildiride de Camp David anlaşmaları reddedilerek, Cenevre'de uluslararası bir konferansın toplanması gerektiği yeniden istendi.12

Ancak, Suriye'nin Lübnan'a müdahalesinde bariz şekilde ortaya çıkan ve daha sonra Mısır'ın yerini doldurma çabalarında daha da perçinlenen öncülük rolü uzun sürmedi. 1980 yılında başlayan İran-Irak savaşında, kendisi ile Irak arasındaki Baas ekollerine dayalı geleneksel rekabetten dolayı İran tarafını tutması, bölge ülkeleri ile arasındaki ilişkileri soğuttu.13

Suriye'nin bu yaklaşımını fırsat bilen İsrail, Aralık 1981 tarihinde Golan tepelerini resmen ilhak ettiğini açıkladı. Ardından 1982 Haziran'ında Lübnan'a müdahale etmesi üzerine, Lübnan'da Suriye birlikleri ve Filistinli gerillaların dahil olduğu sert çatışmalar yaşandı. Golan'ın ilhak edilmesi Esad'ı çok kızdırmıştı ancak, yanında Mısır olmadığı için tek başına İsrail'in karşısına çıkacak bir gücü kendinde hissedemiyordu. Yalnız başına İsrail'e saldırmak, 1973 Savaşı'nda Şam'a kadar gelen İsrail askerlerinin bu kez Halep'e girmelerine yol açacak bir felakete dönüşebilirdi. Suriye için en akıllıca yol, başka bir ülke topraklarında kozları paylaşmaktan başka bir şey değildi. 1982'den sonra Suriye ve İsrail jetleri Beyrut üzerinde çarpışırken, İsrail ablukası sonucu Batı Beyrut'un dünya ile ilişkisi kesildi. Savaşta 35 bin Lübnanlı hayatını kaybederken, Amerikan askerlerinin müdahalesi çatışmalara uluslararası bir boyut katmış ve Lübnan iç savaşı, Suriye'nin burada mutlak hakimiyeti ile sonuçlanmıştı.

1982 yılına kadar ciddi bir ilerleme kaydedilemeyen barış görüşmeleri, Enver Sedat'ın öldürülmesiyle tamamen kesildi. Bunun üzerine süreci canlandırmak için harekete geçen Amerikan yönetimi, 1 Eylül 1982 tarihinde 'Reagan Planı' adı ile yeni bir barış önerisi sundu. Camp David Anlaşması ve BM'nin 242 nolu kararları çerçevesinde barış sürecinin devam ettirilmesini isteyen plan, Suriye'nin Golan tepelerinin iade edilmesi, Filistinlilere bir yurt sağlanması gibi Esad açısından pratik önem taşıyan unsurlara ciddi olarak değinmiyordu. Bu plana cevap, bir hafta sonra Fas'ın Fez kentinde toplanan 12. Arap Zirve toplantısında geldi. Suriye'nin endişelerini yansıtan 'Fez Planı'na göre, İsrail'in işgal ettiği tüm Arap topraklarından çekilerek, Filistinlilerin devlet kurma haklarını kabul etmesi istenmekteydi. Zirve toplantısı ardından başlayan diplomatik görüşmeler, Sabra ve Şatilla katliamları üzerine yeniden belirsizliğe büründü.14

Bu dönemden sonra İsrail-Suriye ilişkileri Soğuk Savaş dönemi sonuna kadar değişik boyutlar kazanarak, Lübnan'daki Filistinli ve yerel gruplar eliyle yürütülen savaş çerçevesinde sürdü. İsrail ile doğrudan bir cephe harbi ile savaşmak yerine, İsrail karşısındaki direniş örgütlerinin daha büyük kayıplar verdirdiğini keşfeden Esad, bu grupları desteklemeyi tercih ederek, bu dönemden itibaren sürekli olarak Lübnan'daki ve işgal altındaki topraklarda bulunan Emel, Hizbullah, El-Cihad el-İslami ve Hamas gibi örgütlere destek olmayı tercih etti.15

Soğuk Savaş Sonrasında Esad'ın Barışa Bakışı

Soğuk Savaş dönemi dengeleri sebebiyle, Batıya her zaman mesafeli durmaya özen gösteren Suriye, Körfez Savaşı sırasında Saddam'a karşı oluşturulan uluslararası ittifakta önemli bir rol oynayarak belki de tarihinde ilk defa Amerikan güdümlü bir hareketin içinde aktif şekilde yer alıyordu. Şüphesiz bunda, en güçlü müttefiki Sovyetler Birliği'ni yitirmesinin rolü olduğu gibi, İsrail'den hakkını almasının yolunun, tıpkı Enver Sedat'ın yıllar önce yaptığı gibi, "Washington'la iyi geçinmek ve onun İsrail'e baskı yapmasını sağlamak" tan geçtiğine olan inancın etkisi de büyüktü. Sedat'ın 1967 Savaşı'nda kaybedilen Sina yarımadasını geri almasında ABD karşısında teslimiyetçi bir üslup takip etmesinin etkili olduğuna şüphe yoktu. Şam yönetimi, uluslararası konjonktürün uygun olması fırsatını değerlendirdi ve ileride Golan'ın geri dönüşünü garanti altına alabilecek bir yumuşama içine girdi. 1991 yılında Madrid'te başlayan Ortadoğu Barış Süreci görüşmelerinin Körfez Savaşı'nın hemen ardından başlamasıyla, tüm gözlemciler geri dönülemez bir yola girildiğini düşünüyordu. Ama Amerikan yönetiminin öncülüğünde Washington'da yapılan tam 10 tur görüşme ardından ortaya kesin olarak çıktı ki, Barış Süreci'nin Suriye ve Lübnan ayağının kolayca çözümlenmesi halen mümkün görünmüyordu.

Amerika'nın, Güney Lübnan'daki tüm saldırganlığına ve Arap topraklarını işgaline rağmen İsrail'i desteklemekten çekinmemesi, Suriye yönetiminin sahip olduğu güvensizliği artıran bir faktör olarak hala hayatiyetini sürdürüyordu. Bu nedenle ABD'nin, o dönemdeki Dışişleri Bakanı James Baker eliyle Ekim 1991 tarihinde tüm taraflara ilettiği "Güven Mektubu", Esad'ı fazla etkilememişti. Söz konusu mektup, bazı maddelerinde Suriye-İsrail barışından bahsedip "iki ülkenin anlaşmaya varması halinde sınır garantörlüğü teklifi" içerse de, Suriye için hiçbir cazip yönü bulunmuyordu. 30 Ekim 1991'de Madrit'te başlayan Ortadoğu Barış Konferansı, daha sonra İsrail-Suriye barış sürecinin de yeni düzende ilk adımını oluşturdu. Ancak görüşmelerde tarafların 242 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararının yorumu üzerinde takılıp kalmaları ve birinin diğerinden önce bir açılıma razı olmaması nedeniyle ciddi bir ilerleme sağlanamadı.16

Suriye-İsrail barışı için 1993 Ağustos'unun ilk günlerinde yeniden atağa geçen ABD, Dışişleri Bakanı Warren Cristopher'ı bölgeye göndererek, tıkanan Suriye-İsrail görüşmelerini ileriye götürmeyi amaçlıyordu.17

Ama sonraki haftalar gösterdi ki, İsrail ve Suriye iki ülkeyi ilgilendiren barış konusunda değil sonuca ulaşmak, barışın tanımı konusunda dahi bir anlaşmaya varamamışlardı. Esad, "Toprak karşılığı barış"tan bahsederek İsrail'in 1967 yılında işgal ettiği Golan tepelerinden çekilmesini hala barışın en önemli koşulu olarak görürken, İsrail yönetimi ise barıştan, "savaş halinin acilen sona ererek" kendi güvenlik kaygılarının gözetildiği "siyasi, ekonomik ve kültürel alanları içine alan çok yönlü bir işbirliği"ni anlıyordu.18

Filistin Tarafı Esad'ı Şaşırtıyor

1993 yılına kadar Oslo'da yürütülen gizli görüşmelerde Arafat yönetiminin tıpkı 1978 yılında Enver Sedat'ın yaptığı gibi Suriye'yi bilgilendirmeden İsrail ile "Özerklik Anlaşması" imzalaması, Şam'da tepkiyle karşılandı. İsrail karşısında ortak bir Arap cephesi oluşturmaya çalışan Şam, Arafat'ın Arapların İsrail ile sürdürdükleri görüşmelerin sonucunu beklemeden alelacele kendince çözüme razı olmasının Arapların pazarlık gücünü zayıflattığına ve zaafa uğrattığına inanıyordu. Oslo Anlaşması'nın, Suriye'nin pazarlık şansını azaltma ve uluslararası arenada artık "Filistin sorununu" koz olarak kullanmasını önleme konusunda kendilerine avantaj sağladığını İsrail tarafı da inkar etmiyordu. Dışişleri Bakan Yardımcısı, İsrail televizyonuna yaptığı açıklamada "küçük bir bedelle bütün cephelerde kazanca geçtik" diyordu.19

Oslo'dan sonra yapılan ilk Suriye-İsrail görüşmelerinde İsrail heyeti Golan ve Güney Lübnan'dan çekilme konusunu gündeme bile almadan, tüm görüşmeleri "güvenlik" ve "askeri komiteler" oluşturulması pazarlığına dönüştürdü. Arafat'ın imza attığı 'İlkeler Bildirgesi'nin 5. maddesi, mevcut sorunları birbirinden ayırarak Golan'dan çekilmeyi gündemden düşürdü. Oslo Anlaşması, Suriye'ye daha fazla baskı yapmaları için İsrail ile Amerikan yönetimlerinin eline büyük bir fırsat verdi.20

İsrail Devleti ilk defa dünya çapında diplomatik olarak büyük bir atağa kalkma cesaretini kendinde buldu. Göstermelik de olsa hala yürürlükte bulunan ambargoları kaldırma, o güne kadar yapmış olduğu işgalleri kınayan uluslararası kararları değiştirme ve düşünülen Ortadoğu Ekonomik Düzeni'nde yer edinerek büyük miktarda kredi elde etme çabalarına yöneldi.

Suriye'nin İsrail ile görüşme konusunda daha önce ileri sürdüğü "Golan'dan ve Güney Lübnan'dan çekilme" ön koşullarında ısrar etmesine karşın, Ürdün-İsrail barış sürecinin başarılı olmaya başlaması, 1993 yılı Ekim ayının sonlarına doğru Amerika'yı yeni bir plan yapmaya itti. FKÖ'den sonra Ürdün'ün de tek başına İsrail ile barışa yanaşması, Washington yönetimini "Arapları İsrail'in karşısına tek tek çıkarma" politikasının başarılı sonuçlar verdiğine daha fazla inandırmıştı. İsrail'in Golan'dan koşulsuz çekilmeyi kabul etmemesi üzerine kilitlenen barış görüşmelerini harekete geçirmeye çalışan Amerikan yönetimi, Cenevre'deki zirvede de bunu başaramayınca 1994 yılının ortalarına doğru, Suriye-İsrail görüşmeleri 1991'deki başladığı seviyeye geri döndü. İsrail'in, daha önce Arafat ile imzaladığı Filistin Anlaşması'nı Şam aleyhine kullanmayı sürdürdüğünü gören Esad, Tel Aviv yönetiminin bu şekilde Araplar'ın hem ortak bir cephe oluşturmasını engellediğini, hem de çıkarlarını çatıştırarak bundan istifade ettiğini düşünüyordu. "Arapları bölme" ithamıyla Arafat'ı suçlayan Hafız Esad, İsrail'in güvenliği konusunda birçok sözler veren ve bunu sıkı biçimde uygulayan Arafat'ın, Hamas ve İslami Cihad karşısındaki tavrını da eleştiriyordu. Arafat'ın bu şekilde İsrail yönetimine büyük bir manevra alanı sağladığını savunan Esad, görüşmeleri ağırdan alarak İsrail'in güvenlik konusunda mümkün olduğu kadar çok taviz almaya çalıştığını ileri sürüyordu.21

İsrail'in, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Cristopher aracılığı ile 1994 Mayıs'ında Esad'a önerdiği barış koşulları, İsrail askerlerinin 5-7 yıl süren 3 merhalede Golan'dan çekilmesini ve birinci yıl iyi niyet gösterisi olarak 3 kasabadan derhal çekilmesini ön görüyordu. Cristopher'ın ilettiği planın diğer maddeleri ise bu ana koşula dolgu malzemesi görüntüsündeydi:

-İsrail, ilke olarak Golan'dan çekileceğini ilan edecek.

-İki ülke arasında diplomatik ilişkiler kurulacak, elçilikler karşılıklı olarak açılacak ve ekonomik işbirliğinin artırılmasına çalışılacak.

-İsrail'in işgal altında tuttuğu Arap topraklarının tümünden 10 yıllık bir süreçte çekilmesi konusunda anlaşılacak.

-Su kaynakları konusu araştırılacak.

-Olası bir anlaşmanın uygulanmasını denetlemek üzere, iki ülke sınırlarına uluslararası bir güç yerleştirilecek.22

İsrail, bu erken çekilme hamlesiyle Suriye'nin ön şartı olan "bir defada tamamen çekilme" koşulunu bertaraf etmeyi ve barış sürecini devam ettirme konusunda samimi olduğunu ispatlamayı amaçlamıştı. Suriye, Cristopher'in önerilerine olumsuz yanıt vererek ama barış için kapıyı açık tutmak şartıyla, Golan'dan çekilme konusunda aşama (merhale) kabul etmediklerini yineledi. Filistin'le Şam'ın yolları, Filistinli örgütlere destek dışında tamamen ayrılmıştı.

1995 yılı Mart ayının 12 ve 13'ünde bölgeye bir gezi daha düzenleyen ABD Dışişleri Bakanı Cristopher, Şam'ı İsrail'e biraz daha yakınlaştırmak amacına dönük olduğu ilk bakışta anlaşılan yeni öneriler getirdi. Rabin ve Esad'la görüşen Bakan, iki taraf arasında tıkanan görüşmelerin hem diplomatik, hem de askeri yetkililer arasında Washington'da yeniden başlaması için, kendisinin Şam'ın görüşlerine eğilim gösterdiğini ima ederek, orta yollu önerilerle ABD'li askeri uzmanların doğrudan görüşmelere katılmasını önerdi. Amerikan diplomasisi, bunun bir benzerini Camp David'deki İsrail-Mısır pazarlıklarında denemiş ve başarılı olmuştu. Tarafların görüşlerini birbirine kabul ettirmelerini beklemek yerine, yeni bir öneri paketi hazırlayarak tarafları bunun üzerinde pazarlığa zorlamanın mantıklı olduğuna inanan Amerikalılar, böylece iki tarafında görüşlerinden karşılıklı taviz vermesini sağlamayı hedefliyordu.23

İsrail Başbakanı İzak Rabin'in Yahudi bir fanatik tarafından öldürülmesi ardından oluşan siyasi atmosfer, Suriye ile İsrail arasında muhtemel bir barış için uygun zemini hazırlamıştı. Rabin'in öldürülmesine duyulan tepki; onun uğruna öldürüldüğü barışın (!) bir an önce gerçekleştirilmesi gerektiği düşüncesini oluşturmuş, bu nedenle 1995 yılının Haziran ayından itibaren kesilen görüşmelere, altı aylık bir aradan sonra 27 Aralık 1995 tarihinde Amerika'nın Mariland kentinde tüm iletişim araçlarının etkisinden uzak bir köşede yeniden başlanmıştı. Ancak tarafları uzlaşmaya razı etmek için Rabin'in öldürülmesinin yol açtığı psikolojik etkenler yeterli olmadı.

Barışla doğrudan ilgisi olmasa da, bir yanda Türkiye ve İsrail arasında derinleştirilen askeri işbirliği, diğer tarafta Irak'taki uçuşa yasak bölgeleri denetleme amacıyla Ürdün'e konuşlandırılan Amerikan askerleri Suriye'yi kaygılandırıyordu. Suriye'nin, biri kuzeyinde diğeri güneyinde meydana gelen eş zamanlı bu gelişmelere tepkisi beklenildiği gibi oldu. "ABD ve İsrail yönetimlerinin söz konusu manevralarıyla Suriye'yi çember içine almaya çalıştığını" ifade eden Suriye gazeteleri, bunun bölge barışı için istenmeyen sonuçlara yol açabileceğini belirtiyordu.24

Müzakerelerin Çöküşü

İsrail'deki parlamento seçimlerinde Benyamin Netanyahu liderliğindeki Likud Partisi ve aşırı sağcı partilerin oluşturduğu koalisyonun kazanması üzerine 3 Haziran 1996 tarihinde Kahire'de Mübarek ile bir araya gelen Esad, yeni oluşan dönemde ortak bir Arap cephesinin daha bir zorunlu hale geldiğini tartıştı. Barış sürecinin yeniden canlandırılıp canlandırılmamasının öncelikli mesele olmadığını açıklayan Şam yönetimi, asıl sorunun "Araplar'ın İsrail karşısında ortak bir dil kullanma vaktinin geldiğini anlamaları" olduğunu duyurdu.25 Netanyahu'nun keskin politikaları nedeniyle Suriye-İsrail barış görüşmeleri 1996 yılının içinde bıçakla kesilir gibi sona ererken, Suriye'nin Filistinli gruplara desteğini artırması yeniden gündeme geldi.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan'ın 22 Mart 1998 tarihindeki Suriye ziyareti, Şam yönetimi için uluslararası kamuoyunu etkileme konusunda önemli bir fırsat daha verdi. Barış süreci açısından oldukça anlamlı olan ziyaret, Şam'ın görüşlerinin dinlenilmesi ve barışın sağlanması için Esad'ın öneminin anlaşılması konusunda çok açık ipuçları verdi. Bunun farkında olan Kofi Annan zirveyi tek bir cümle ile özetliyordu: "Suriyesiz barış olmaz."26

Doğu Kudüs'ün İsrail tarafından 1967 Savaşı'nda işgal edilişinin 30. yıldönümünü kutlamayı amaçlayan 24 Mayıs 1998'deki törenler, İsraillilerce gösteriye dönüştürüldüğü sırada, Suriye'nin başkenti Şam, Filistin gruplarının yaptığı büyük bir toplantıya ev sahibi oldu. Filistinli sol ve İslami grupların katıldığı geniş tabanlı İstişare toplantısını, İsraillilerin 67 Savaşı'nın yıldönümünü kutladıkları güne denk getiren Suriye, İsrail karşısındaki Filistin direnişinde inisiyatifin kendisinde olduğunu göstererek, mesajını böyle bir günde vermeyi yeğlemişti. Netanyahu'nun "1967 Savaşı'ndan önceki sınırlara kesinlikle dönmeyeceğiz" şeklindeki sert açıklamasını yaptığı saatlerde, İsrail'deki birçok bombalı saldırıyı üstlenen Hamas'ın (Filistin İslami Direniş Hareketi) kurucusu Şeyh Ahmed Yasin'i yanına alarak basına poz veren Esad, İsrail'e karşı halen yürütülmekte olan mücadele yöntemini desteklediğini ortaya koyuyordu.27

Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad'ın 16-18 Temmuz 1998 tarihleri arasında Fransa'nın başkenti Paris'e düzenlediği resmi gezi, zamanlaması açısından barış sürecinin en kritik anında gerçekleşti. Gezi, aslında, Esad'ın barış sürecini Amerikan tekelinden kurtarmak amacıyla başlattığı uluslararası kampanyanın ilk ayağını oluşturuyordu.28

Bu, yıllardır Ortadoğu sorunlarını ABD'ye havale etmiş olan Avrupa'nın da eksikliğini hissettiği stratejik bir açılımı, Fransa'nın gayretleri sayesinde AB'ye yeniden sağlayabilirdi. Özellikle barış sürecinin iyi gittiği dönemlerdeki muazzam yatırım olanakları, Avrupa'nın bölgeye daha fazla önem vermesinde itici güç olmuştu. Böyle bir ortamda Avrupa desteğini de arkasına alan Fransa, eski sömürgesi olan Suriye ile bölgede yeni bir stratejik tutunma merkezi kurma politikalarını hayata geçirdi.29 Aynı yıl Fransa Devlet Başkanı Jacques Chirac'ın Ortadoğu'ya gerçekleştirdiği ziyaret, tarafların dile getirdiği gibi "tarihi" öneme sahipti.30

Son girişimler Ortadoğu'da yeni cepheleşmenin ilk işaretleri olmuştu. Suriye, Fransa'nın ABD'ye karşı geliştirdiği yeni nüfuz savaşında en önemli bölgesel dayanağı olmaya başlıyordu.31 Amerikan yönetimi Ortadoğu barışının yönlendirilmesindeki ayrıcalığını başka güçlerle paylaşma konusundaki isteksizliğini resmi olarak ortaya koymasa da, Eylül 1998 tarihinde Wye Plantation'da Arafat ile Netanyahu'yu bir araya getirerek gelişmelerin hala kontrol altında olduğunu ispatlama çabasına girişti.

Balkanlarda yaşanan kargaşa sebebiyle ABD ve Rusya'nın birbirine diş bilemesi, Suriye'nin Moskova ile yeni askeri anlaşmalar imzalaması ve barış sürecindeki tıkanıklığın üst üste gelmesiyle, 2000'lere girerken bölgede tansiyon hiç de azımsanacak gibi değildi.

14 Mayıs 1999'da yapılan İsrail genel seçimlerinde, Ehud Barak'ın İşçi Partisi birinci gelmişti. İsrail'deki bu iktidar değişikliğinin Suriye ile yaşanan barış sürecine olumlu etki yapması için, daha önceki Netanyahu hükümeti döneminde bölge ülkeleri ile artan soğukluğun giderilmesi ve yeni bir güven ortamının yaratılması şarttı. Zira, Netanyahu döneminde sadece Suriye ile değil, bölgedeki tüm Arap ülkeleri ile gergin bir sürece girilmişti. Koalisyon görüşmelerinin hareketli gündeminden kurtulup Haziran ayının ikinci yarısından itibaren dikkatini dışarıya çevirebilen Barak, çıktığı bölge gezilerinde önce Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, Filistin lideri Yaser Arafat ve Ürdün Kralı Abdullah ile ayrı ayrı görüşmeler gerçekleştirdi. Görüşmeler, çok olumlu geçmiş ve Suriye'nin başını çektiği çabalarla muhalif bir blok görünümü sergileyen bu ülkelerin, 4 yıldır İsrail aleyhine tutumları tersine dönmeye başlamıştı. Görüştüğü tüm Arap liderler, eğer barış sürecinde bir ilerleme sağlanacaksa bunun Barak'la olacağına ikna olmuşlar ve barış konusunda ellerinden geleni yapacaklarını kaydetmişlerdi.

15 Temmuz 1999 tarihinde çıktığı ABD gezisinde Ortadoğu'ya mesaj gönderen Barak, görüşmelerin yeninden başlamasına olumlu bakması halinde Golan'ın bir kısmından çekilebileceklerini açıklayarak, Esad'ın beklentilerine sıcak baktığını gösterdi. Barak'ın açıklamalarında ABD Başkanı Clinton'ın teşviklerinin önemli rolü olduğu kadar, görüşmeler sırasında 1-2 milyar dolarlık yeni bir yardım paketi ile İsrail Savunma Filosu'nu güçlendirecek gelişmiş yeni savaş uçaklarının verilmesi anlaşmalarının imzalanması da etkili oldu.32

Barak'ın ABD gezisinden az önce, diplomasi trafiğinin Türkiye cephesi de oldukça hareketlenmişti. Benyamin Netanyahu döneminde Suriye ile ilişkileri germe pahasına Tel Aviv hattındaki ilişkilerini stratejik boyutlara taşıyan Türkiye, Barak'ın Suriye'yle barış için verdiği mesajlardan kaygı duymuyor değildi. Apo'nun Şam'dan kovulmasından ve taraflar arası güvenlik görüşmelerinin başlamasından beri Türkiye-Suriye ilişkileri fena sayılmazdı ama İsrail'in Ankara'yı hesaba katmadan atacağı adımlar kaygı uyandırıyordu. Bu endişeleri en üst ağızdan, usulüne uygun bir şekilde iletmek ve karşı tarafın yeni döneme ilişkin düşüncelerini öğrenmek amacıyla Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Barak'ın ABD ziyaretinden az önce İsrail ve Filistin'e 3 günlük resmi bir ziyaret düzenledi. Demirel, gezisi sırasında, diplomatik metinlere açıkça yansıtılmasa bile Ankara-Tel Aviv ilişkilerinin, İsrail-Suriye yakınlaşmasından olumsuz etkilenmeyeceği konusunda güvenceler aldı.33

Barak'ın ABD ziyareti ardından, Suriye-İsrail barış sürecinin ön hazırlıklarına hemen başlandı. 1999 yılı Aralık ayının 15'inde İsrail Başbakanı Ehud Barak ile Suriye Dışişleri Bakanı Faruk Şara bir araya geldi. 1946 yılında Suriye'nin ve 1948 yılında da İsrail'in kurulmasından bu yana iki ülke arasında ilk defa bu denli üst seviyede gerçekleşen görüşme, buzların eritilmesini ve basit bazı teknik konuların çözümünü amaçlamıştı. Clinton'ın dikkatli bir şekilde bizzat katıldığı oturumlarda ve sohbet havasında geçen görüşmelerde bu nisbeten başarıldı.

İki taraf açısından da başarıyla biten birinci tur görüşmelerden sonra, 3-10 ocak 2000 tarihleri arasında ikinci tur oturumlar başladı. Görüşmelerin, 4 komisyon çerçevesinde ayrı oturumlarda ama aynı anda yürütülmesi herkes tarafından kabul gördü. Sorunların çıkmaza girmesi üzerine Barak, tüm komisyonların aynı anda çalışma koşulundan vazgeçerek, bunun yerine her birinin sırayla çalışmasını isteyen ABD önerisini kabul etti. Buna göre, görüşmelerde sıralama şu şekilde olacaktı: Güvenlik, barışçı ilişkiler, sınır çizimi ve su.

Sıralamaya göre, İsrail'in işgal ettiği Lübnan ve Suriye topraklarından geri çekilmesi için öne sürdüğü "güvenliğinin garanti edilmesi" ve "bu sınırlardan kendisine yönelik saldırıların durdurulması" yolundaki koşulunun kabul edilmesi öne alınmıştı. Esad ise, İsrail'e karşı elinde en önemli koz olarak duran "tehdit" faktörünü kolayca harcamak istemediğinden, öncelikle İsrail'in geri çekilme iradesini ortaya koymasını ve bu konuda samimi olduğunu davranışlarıyla ispatlamasını istiyordu. Suriye'nin halen güçlü biçimde desteklediği İsrail karşıtı Hamas ve İslami Cihad gibi Filistinli gruplarla ve Hizbullah gibi Lübnanlı grupların tasfiye edilmesi tartışması, her geçen gün daha fazla sorun oluyordu. İki tarafın da ilk tavizi rakibinden beklemesi, ABD'nin "eş zamanlı tavizler" önerisi ile birleşince ikinci tur görüşmeler, üçüncüsüne umutsuz bir başlangıç yapmak üzere sona erdirildi.

Aşırı görüşlü sağcı Şas Partisi ile kurduğu koalisyon nedeniyle iç politik dengelere fazlasıyla bağımlı bulunan Barak'ın, aynı anda hem Lübnan'dan hem de Golan'dan çekilmeyi zorunlu kılan bu sınır değişikliğine kolayca razı olması mümkün değildi. Tüm askeri birimleri ve Yahudi yerleşimcileri ile birlikte çekilme maliyetinin 65 milyar doları bulması bir tarafa, Golan'da yaşayan 17 bin Yahudinin İsrail'e geri getirilmelerinin yol açacağı sosyal sorunlar ve bunun koalisyon hükümetini yıkabileceği endişesi, Barak'ın seçimlerin hemen ardından verdiği "barış" mesajlarının tabansız olduğunu ortaya koydu.34 Aynı şekilde Esad'ın, İsrail karşısında askeri açıdan oldukça güçsüz olan ülkesinin pazarlık şansını artırmak amacıyla geleneksel politikası haline getirdiği "örgüt" unsurunu kullanmaktan kolayca vazgeçmesi mümkün değildi.

Böyle bir ortamda 19 Ocak 2000 tarihinde yapılması gereken 3. tur görüşmelerin ertelenmesi hiç de şaşırtıcı olmadı. Eylül ayında muhalefet lideri Şaron tarafından Mescid-i Aksa'ya gerçekleştirilen provakatif ziyaret Aksa İntifadası'nı başlatırken, şiddetin artmasına paralel biçimde Suriye'nin tavrı da sertleşti. Barak'ı iktidardan düşüren erken seçimlerden sonra Şaron'un iktidara gelişi, Esad'ın ölümü ve Amerika'da radikal sağcı iktidar gibi olumsuz olayların ardı ardına gelmesi, Suriye-İsrail pazarlıklarını 1990'lar öncesine taşıdı.

Irak'ın işgaliyle birlikte Suriye'de de bir iktidar değişikliğini gündeme alan Amerikan yönetimi, Filistinli örgütlere verdiği desteği kesmesi konusunda göstereceği cesarete bağlı olarak Suriye'ye karşı tavrını belirleyeceğini ortaya koymuştur. 'Yol Haritası' adıyla sunulan son barış planı ve planın işletilmesi için yapılan Şarmu Şeyh ve Akabe zirveleri, Suriye'nin Filistin pazarlıklarından tamamen dışlandığını gösteriyor. Mayıs 2003 tarihinde ABD Dışişleri Bakanı Powell'ın Şam'a yaptığı ziyaret, "Suriye'nin Filistinli gruplara desteğe son vermesi" yönündeki tehditlerin ilk elden iletilmesini sağlanmış ve bunda kısmen başarılı olunmuştur.

Dipnotlar:

1- Ma'oz, Esad, s. 139.

2- Ma'oz, Syria Under Hafiz al-Asad, s. 13.

3- Kararın tam metni için bkz. Documents on Palestine, The Middle East and North Africa 1995, Regional Surveys of the World, Europa Publications, London 1997, s. 93 yada Ribhi Halloum, s. 287.

4- Hopwood, s. 57.

5- 1973 savaşında petrolün ilk defa bir silah olarak kullanılması ile ilgili olarak daha ayrıntılı bilgi için bkz; Daniel Yergin, Petrol Para ve Güç Atışmasının Epik Öyküsü, "Petrol Denen Silah" bölümü, T.C. İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1995, s. 675-702

6- Fraser, The Middle East 1914-1979 (Documents of Modern History), s. 132-133.

7- Major Shawn Pine, "Israel's Chimera and Assad's Peace Strategy", Freeman Center for Strategic Studies, www. freeman.io.com.

8- Armaoğlu, a.g.e. s. 337-347.

9- Pipes, s. 144.

10- Pelletiere,  s. 8.

11- a.g.e. s. 381.

12- a.g.e. s. 424.

13- Elie Chalala, Syria's Support of İran in the Gulf War: The Role of Structural Change and the Emergence of A Relatively Strong State, Journal of Arab Affairs, [Vol 7] Fall 1988, (No 2) s. 107.

14- Rabinovich, Asharq al-Awsat, [No: 7067] 4 Nisan 1998 London.

15- Rubin, "Islamic Radicalism in The Middle East: A Survey and Balance Sheet"

16- Atay, s. 137

17- Qadhaya Dowaliyah  (Political Weekly Report) Institute of Policy Studies, Sayı 193, 6 Eylül 1993 Pakistan, s. 4.

18- a.g.e. s. 5.

19- Qadhaya Dowaliyah (Political Weekly Report) Sayı 194, 13 Eylül 1993, s. 6

20- a.g.e. s. 6.

21- Qadhaya Dowaliyah  (Political Weekly Report) Sayı 222, 4 Nisan 1994, s. 14.

22- Qadhaya Dowaliyah  (Political Weekly Report) Sayı 228, 16 Mayıs 1994, s. 14.

23- Armaoğlu, a.g.e. s. 412.

24- a.g.e. s. 5.

25- Qadhaya Dowaliyah, (Political Weekly Report) Sayı 338, 24 Haziran 1996, s. 14.

26- "Annan: Üşecciu el-Gadete Ala es-Sa'y ila es-Selam", El-Hayat, 23 Mart 1998.

27- "Netanyahu: La Avdete İla Hududi 1967 ve Dimeşk: el-Fasailü el-Filistiniyye Tectemiu bi Huduri Yasin ve Kıyabi Habaş", El-Hayat, 25 Mayıs 1998.

28- "Mehavirü Mahadesati el-Esad-Chirac: Ameliyyetü es-Selam ve eş-Şiraketü el-Avrupiyye-es-Suriye ve el-Alakatü es-Sınaiyye" El-Hayat, 8 Temmuz 1998.

29- "Şiraketün İstiraticiyyetün Beyne Suriye ve Avrupa Džne Tecavüzi el-Vasatati el-Amerikiyyeti fi el-Şarkü el-Awsat" El-Mecelle, 26 Temmuz-1 Ağustas 1998, [sayı 963].

30- a.g.e. s. 15.

31- "El-Avde min Bevvabeti Dimeşk" El-Alem, 25 Temmuz 1998, [sayı 629].

32- El-Hayat, 19 Temmuz 1999.

33- Jerusalem Post, 23 Temmuz 1999.

34- Jerusalem Post, 14 Ocak 2000.

KAYNAKÇA

Armaoğlu, Fahir. Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları (1948-1988),Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1994.

Atay, Mehmet. "Ortadoğu'da Terör Savaşı ve Barış Arayışları", Avrasya Dosyası, Yaz 1996, cilt 3, sayı 2.

Chalala, Elie. "Syria's Support of İran in the Gulf War: The Role of Structural Change and the Emergence of A Relatively Strong State", Journal of Arab Affairs, Vol 7 Fall 1988, London.

Fraser, T. G. The Middle East 1914-1979 (Documents of Modern History), Edward Arnold Publishers Ltd. London 1980.

Hopwood, Derek. Syria 1945-1986 Politics and Society, Unwin Hyman Puplisher Ltd., London 1989.

Ma'oz, Moshe. Syria Under Hafiz al-Asad, The Hebrew University of Jerusalem, Jarusalem, Israel 1975.

____________  Esad (Şam'ın Sfenksi) Akademi Yayınları, İstanbul 1991.

Pelletiere, Stephen C. Assad and The Peace Proces The Pivotal Role of Lebanon, U.S. Army War College Strategic Studies Institute,  Washington February 1995.

Pipes, Daniel. Greater Syria The History of an Ambition, Oxford University Press, first puplished New York 1990.

Rabinovich, Itamar. "Kadıyyeti'l Muhadesati'l İsrailiyye's-Suriye" Asharq al-Awsat, 4/4/1998 No: 7067, London.

Rubin, Barry. "Islamic Radicalism in The Middle East: A Survey and Balance Sheet", Middle East Reviev of International Affairs, may 1998, www.biu.ac.il.