Suriye İntifadası Bir Turnusol Kâğıdı İşlevi Görüyor

Nehir Aydın Gökduman

1- Suriye’de yaşanan isyanı diğer Ortadoğu ülkelerinde gerçekleşen isyan dalgasından ayrı düşünmek doğal mı? Ayrım gözetenler haklı verilerden mi hareket ediyorlar yoksa çifte standartlı mı davranıyorlar?

2- Suriye devriminin temel dinamikleri nelerdir? Ayaklanmanın halkın iradesini yansıtmayıp, temelde harici güçlerin kışkırtma ve provokasyonlarından kaynaklandığına dair iddialara ne dersiniz?

3- İsyanın başından itibaren bazı çevreler Suriyeli muhaliflere “İsyan etmemeliydiler!”, “Silaha başvurmamalıydılar!” vb. eleştiriler yöneltmekteler. Genelde Suriye halkı ve özelde muhalif kesimler sizce ne yapmalıydılar? Bundan sonrasına ilişkin ne yapmaları gerektiğini düşünüyorsunuz?

4- Suriyeli direnişçilerin Batı’ya, Rusya’ya, BM, NATO, Arap Birliği gibi kuruluşlara, İran’a ve Türkiye’ye yönelik yaklaşım, tavır ve beklentilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? 

5- İslami camianın Suriyeli Müslümanların maruz kaldıkları zulümler, işkence ve katliamlar karşısında iyi bir sınav verdiğini/verdiğimizi düşünüyor musunuz? Neden?

6- Türkiyeli Müslümanlar olarak “Suriye meselesi”ne ilişkin olarak bundan sonrası için ne tür bir tavır takınmalı, neler yapmalıyız?

 

1- Ortadoğu İntifadasının başladığı günden bu yana Suriye konusunda gerek dünya basını, gerekse Müslüman kamuoyu tarafından ayrımcı bir tutum sergilendi, sergilenmeye de devam ediyor. Bunun temelinde Suriye’den servis edilen taraflı haberler gösterilmek istense de sorunun asıl kaynağı; bazı ülkelerin gerek stratejik gerek siyasal açıdan kendi çıkarlarını koruma eksenli davranışlarıdır. Rusya ve İran gibi düşünsel anlamda taban tabana zıt iki ülkenin Suriye’nin zalim diktatöryasına birlikte omuz verebilmesi de bu gerçekliğin bir ürünüdür. Bugün bazı çevrelerce, “Elimizde ciddi veriler var. Özgür Suriye Ordusu Amerika ve İsrail’in güdümünde hareket ediyor!” şeklinde yapılan açıklamalar ise dış kaynaklı gazete haberlerini işaret etmektedir. Fakat tüm bu hesapların yanında, önemli bir şey varsa o da bir kan gölüne çevrilen Suriye’nin, Suriyeli kardeşlerimizin biz Müslümanlar için adeta bir turnusol kâğıdı görevi gördüğü gerçeğidir.

Bir yerde zulme isyan varsa, oradaki insanların kimliklerine bakılmaz. Suriye’de yalnızca gösterilere katılan ve Baas zulmünü protesto eden masum bir halk var; aynı zamanda bu halkın içinden çıkmış, eylemselliğini Baas güçlerine karşı koyarak gösteren bir Özgür Suriye Ordusu var. Ülke dışından direnişe dâhil olan Suriyeli ya da farklı ülkelerden Müslümanlar da mevcut. Böyle durumlarda tam anlamıyla homojen bir muhalefet yapılanmasını oluşturmak kolay değildir. Zaman alabilir. Bu süreçte bazı hatalar yapılabilir. Ya da art niyetli kimselerce kaos ortamı oluşturulmak da istenebilir. Fakat tüm bunlar Müslüman Suriye halkının topyekûn terörist ilan edilmesini gerektirmez. Hz. Musa’yı hatırlayalım. İsrailoğullarını Firavun’un zulmünden kurtarırken onların kimliklerini sorgulamış mıydı? Yoksa İsrailoğullarının uzun yıllar uğratıldıkları soykırım ve kimliksizleştirilme olgusunu onların kurtarılmasında yeterli mi görmüştü? Kaldı ki sonraki süreçte Hz. Musa’nın İsrailoğullarına kimlik aşılama meselesinde ne kadar zorlandığını biliriz. Öyleyse burada tartışılan nedir? Suriye’nin diğer Ortadoğu ülkelerinden farkı nerede? Muhaliflere güvenmeme, onlara çeşitli vehim ve zanlarla yaklaşma Esed zulmünün sürmesine destek vermek değil midir? Bugün muhaliflere destek vermediğini ancak Esed’i de desteklemediğini söyleyen kimseler tarafsızlıklarıyla neyi koruduklarını ifade ediyorlar acaba? Pek çok olayda tarafsızlık en basit taraflılıktan bile daha kötüdür. Tarih bize bunu defalarca ispat etmiştir.

2- Devrimin temel dinamiği tüm Ortadoğu halklarında olduğu gibi, onlarca yılı bulan bir diktatöryanın tasallutu ve halkın buna itirazıdır. Suriye, I. Dünya Savaşından sonra tıpkı diğer Arap ülkeleri gibi onlarca yıl Fransız sömürüsünde kalmış, emperyalizmden tam olarak kurtulamadan da kendi içindeki işbirlikçi yönetimlerin darbeleriyle sarsılmıştır. Baas rejimi ise bunların içinde en tescilli olanıdır. Suriye halkı, babadan devralınan Baas mirasının zorba idaresi altında on yıllarca çektiği acılarla bilinir. “Sosyalist Halk Demokrasisi” olarak kendini tanımlayan ve 1970’te darbe ile başa geçen Hafız Esed, iktidara geldiği ilk günden itibaren Müslümanlara yaptığı zulüm ve baskılarla saltanatını pekiştirmiş bir diktatördür. Suriye’de yüzde 11’lik bir azınlığı barındıran Nusayri inancına bağlı Hafız Esed ve ailesi, iktidar gücünü arkasına alarak sosyalist düşünceye sahip olmayan tüm görüşlere savaş açar. Ülkede büyük çoğunluğu temsil eden Müslümanlara akıl almaz işkenceler uygular. Baas yönetiminin ilk hedefi İslami kimliğin yok edilmesidir. Bu amaçla on binlerce Müslüman sebep gösterilmeden tutuklanır, şiddetli işkencelere maruz bırakılır. Bu zulüm ortamında çoğu idam edilir, büyük bir bölümü de kaybolur. 

Hafız Esed diktatöryasının en kanlı katliamlarından biri de Müslümanların en yoğun yaşadığı şehir olan Hama’ya 1982’de yapılan saldırıdır. Havadan ve karadan kuşatma altına alınan ve şiddetli bombalamalara sahne olan şehirde 40 bin Müslüman şehit edilir.

Hafız Esed’den oğluna geçen iktidar işte böyle bir tarihî süreçten evrilegelmiştir ve bu baskı heyulasında Suriye halkının Ortadoğu intifadasından etkilenmesi ve zulme isyan etmesi son derece beklenen bir harekettir. Burada şaşmamız gereken Suriyeli direnişçilerin mücadelesi değil, bu hareketi görmezden gelip zulmün bekçilerine destek verenlerin basiretsizliği olmalıdır. Halkın iradesini yansıtmayan hiçbir direniş 17 ay gibi bir sürede kanıyla canıyla böyle bir başkaldırıya imza atamaz. Öncesinde de dediğimiz gibi her devrim hareketi tam olarak homojen bir yapı sergileyemeyebilir. İran İslam İnkılâbında da Şahlık diktatöryasının yıkılmasında Müslümanlarla birlikte birçok farklı görüş mensubu kimse direnişe katkıda bulunmuş ve elbirliğiyle devrim gerçekleşmiştir. Bugün Suriye’de de muhalifler arasında farklı görüşlere sahip insanlar bulunabilir. Bu küfre ve zulme karşı birlik beraberlik olunamayacağı anlamına gelmez. Bir de sıkça tekrarlanan, “Direnişçilerin ardında Amerika ve İsrail var!” gibi savunular, direnişi karalama maksatlı ve Baas iktidarına destek veren ülkelere şirin görünme maksatlıdır. Bir an için Suriye’deki muhalif gücün ardında dış güçlerin olduğunu varsaysak bile, bu Baas sultasının süreğenliğine destek vermemizi hiçbir şekilde meşru kılmaz. Yıllarca halkının üzerinde zulüm politikaları estiren her firavun bir gün yaptıklarının karşılığını öder. İşte Baasçılar için de o gün bugündür.

3- Tabii dibinizde Tunus, Mısır, Libya, Lübnan, Ürdün, Yemen gibi komşu ülkeler bir alev topuna dönerken, Müslüman kardeşleriniz yıllardır kendilerine zulmeden basiretsiz idarecilere isyan etmişken ve Ortadoğu İntifadası bir çığ gibi büyüyorken, Suriyelilerin (Antartika’da yaşıyormuşçasına) olaya duyarsız kalması ve başındaki firavuna ses çıkarmaması gerekirdi! Bunu beklemek ve tavsiye etmek, yangın çıkmış bir tarlanın ortasındaki küçük bir bahçeye, sen yangına katılma, haline razı ol, burada kendini koru demek gibi bir şey olsa gerek! Bir nevi muhaliflere uslu çocuk ol, firavunlara ise diktatörlüğe sonuna kadar devam önerisi... Bu tam da başını kuma gömmüş, etrafında olup biteni görmek istemeyen devekuşlarına has bir tavır… Suriyeliler neden intifadaya katılmasınlar ki… İran, Amerika’ya, İsrail’e kafa tutabilmek için küfür odaklarından Baas rejiminden destek alsın diye mi? (Bu da küffardan umulan nasıl bir destekse!) Ya da Rusya kendine yeni dünya düzeninde daha iyi bir yer edinsin diye mi? Birilerinin siyasal, stratejik planlarını uygulamasının mazlum Suriye halkına ne faydası olacak? Başınızdaki diktatöryaya yarım asır katlanmışsınız ve tam sultanın yıkılması için uygun ortam oluştuğunda birilerinin çıkarı için (ya da birilerinin tabiriyle Baas gidip yerine daha kötüsü gelmesin diye) kaderinize razı olmak zorunda bırakılıyorsunuz. Neden Suriyeli muhaliflere silaha başvurmamalıydılar demek yerine Baas rejimine tonlarca silah satan Rusya ve diğerleri görülmüyor… Bence Suriye halkı yola çıkarak kararını vermiştir. Direnişçilerin artık geri çekilme ve yeniden aynı diktatörlüğün hegemonyasına girme gibi bir kurtuluşları da yoktur. Böyle bir durumda Suriye zindanlarında bir karış bile boş yer kalmaz. Öyleyse direnişe sonuna kadar devam edilmelidir. İnşallah Rabbim bu çabaların sonunda kardeşlerimize layık oldukları yönetimi tashih eder…

4- Suriye direnişçilerinin tek istediği bence ‘doğru anlaşılmak’. Yıllarca kişiliğinizi, kimliğinizi sindirmeye çalışan bir dikta yönetimine karşı canınızı hiçe sayarak bir direniş başlatmışsanız öncelikle samimiyetinizden kimsenin kuşku duymamasını istersiniz. Tabii bu bin bir çeşit hile ile kamufle edilmek isteniyorsa dünyaya söyleyecek pek de sözünüz olmaz. Suriyeli muhalifler bana göre bugünkü konumları itibariyle “Gölge etme başka ihsan istemem!” moduna getirilmişlerdir. BM, NATO, Arap Birliği gibi kuruluşlar, Baas diktasının yaptığı katliamlara seyirci olmaktan başka ne yapmaktadır? İran, Rusya ve Çin gibi ülkeler ise muhalifleri apaçık terörist ilân etmiş ve kanlı Esed diktasına destek vermişlerdir. Suriyeli direnişçilerin istedikleri tek şey köreltilmiş vicdanların yeniden harekete geçirilmesi ve Suriye devletine yapılan silah yardımının kesilmesidir. Şunu unutmamalıyız ki Suriye’den gelen her katliam karesinde Esed sultasına destek verenlerin vebali vardır. Bu vebal, eninde sonunda ele ayağa dolanır. Dilerim, bugün turnusol kâğıdında rengini belli edenler, ahirette de bu dünyada sahip çıktıklarıyla haşrolurlar…

5- Ne yazık ki iyi bir sınav veremedik. Özellikle Türkiye’deki bazı Müslüman çevreler, İsrail’e karşı Esed’i koruma, (Esed’i İsrail karşıtı ve Filistin’in hamisi gibi görme) İran’ın bölgedeki siyasi konumunu sağlamlaştırma (Amerika’ya kafa tutma) ya da bazı mezhebî takıntılar yüzünden direnişçiler için ilk günden bu yana karalama kampanyası başlattılar. Suriye’den gelen onca katliam görüntüsünü nasıl içselleştirdiklerini ve bu kıyımı nasıl izah ettiklerini anlamak mümkün değil. Kökleri katliam ve halkını sömürüye dayanan Baas çetesinin zulmünü, halkına yaptığı dayatmaları anlayabilmek için daha vahşetin hangi boyutuna tanık olmak gerekiyor? “Biz Suriye’deki Baas iktidarını desteklemiyoruz, yalnızca ‘muhalefet’ denilen olgunun samimiyetine inanmıyoruz.” diyenler, Esed sultasının ayakta kalması için nasıl dayanışma gösterdiklerini fark edemiyorlar mı? Esed giderse Suriye’ye Amerika güdümlü bir yönetim gelir vehmiyle zulüm diktasını muhafaza etmeye çalışmak dökülen masum kanına ortak olmak anlamına gelmez mi?

6- Dünyanın neresinde bir mazluma zulmediliyorsa, Müslümanların gözü, gönlü, kalbi orada olmalı. Bugün Arakan’da, Afganistan’da, Çeçenya’da ve daha birçok yerde Müslüman kardeşlerimizin kanı dökülüyor. Suriye Ramazana bombalar altında girdi. Masum çocuklarımız ve savunmasız kadınlarımız yine en mağdur olan canlarımız. Hâlbuki diğer yerlerde olduğu kadar Suriye’deki direniş de ümmetin direnişi değil midir? Bunu kolektif bir şuurla yükselttiğimizde yapılan katliamların ve dökülen kanın son bulacağına inanıyorum. Suriye halkının “Allah’ım katından bir kurtarıcı yok mu?” çağrısına Türkiyeli kardeşleri olarak topyekûn ses verelim. Mazlumların çığlığı kalplerimize ayna tutsun! Dost ellerimiz hesapsız, kitapsız, çıkarsız uzansın Suriyeli mustazaflara. Kardeşlerimizin onurlu mücadelesini hep birlikte sahiplenelim inşallah.