Suriye Direnişine İçerden Bakış: Esir

Erkam Kuşçu

Bazı yazarlar vardır, yeni bir kitap yayımladıklarında ister istemez mutlu olursunuz. Bu yazarlar hayatı, çeşitli yaşanmışlıkları, tecrübeleri sizin düşünce dünyanıza yakın bir perspektifle ele alan kimselerdir. Sizin gibi düşünür ama sizden daha fazla malumata ve deneyime sahiptirler. Bu isimleri okumak birikiminizi görmeniz ve artırmanız için çok değerli bir arka plan sunar.

Adem Özköse’nin ister gazeteci kimliği ister Müslüman aktivist kimliğiyle olsun bu yazarlardan birisi olduğu tartışma götürmez. Zira coğrafyamızın çok farklı memleketlerinden farklı hareketlerden oluşan devasa birikiminde bizlere getirdiği “haberler” ile önemli bir farkındalık oluşturdu. Buradaki ‘haber’ kelimesine dikkat çekmek isteriz. Çok sık vurgulandığı üzere iletişim çağında yaşıyoruz. İletişimin artık hızlandığı, saniyelere indirildiği bir zaman dilimi içerisindeyiz. Ancak bu durum varolan iletişimin muteber bir şey olduğu anlamına gelmiyor. Bu hız bazen bizzat iletişim kuramamanın birinci sebebi olabiliyor. Gelen haberler de bu bağlamda her zaman doğru yere, zamana ve mekâna denk düşmeyebiliyor. Bu noktada haberi getirenin güvenirliğini test etmek gerekliliği ortaya çıkıyor. Zira Rabbimiz bizleri haberlerin doğruluğunu araştırmaya davet ediyor. Bu davet aynı zamanda bir sorumluluk ve görev olma anlamına geliyor. İşte tam da bu noktada Adem Özköse gibi isimlerin yaptıkları çalışmaların değeri ortaya çıkmış oluyor. Bahsetmeye çalıştığımız şey, habercinin tarafsızlığı, objektifliği meselesi değil. Zaten biz bir anlamıyla böyle bir şeyin mümkün olmadığı kanaatindeyiz. Zulmün ve tuğyanın olduğu bir yerde Müslüman kimliğine sahip bir insanın -gazeteci de olsa- tarafsız olması düşünülebilir mi? Tarafsızlık değil ancak adaletli ve insaflı olmak demek daha doğru olabilir. Tarafsız olamayız ama adil olmak zorundayız. Bize zararı dokunsa dahi adaleti elden bırakmamalı ve mazlum kim olursa olsun insafla yaklaşmalıyız.

Suriye’de Neler Yaşandı?

Suriye’de, 2011 senesinden beri yaşanan çatışmalarda yaklaşık 470.0001 sivilin hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. 7.600.0002 civarında kişinin ülkesini terk ettiği düşünülmektedir. Suriye halkının 8 yıl önce başlattığı kıyam bugünde devam ediyor. Halk hâlâ toplanabildiği şehirlerde gösteriler ve yürüyüşler düzenliyor. Toplanabildiği şehirler diyoruz çünkü insanlar bombardıman ve katliamlardan kaçmak için yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kaldılar. Türkiye’de de sayıları 4 milyona yaklaşan Suriyeli sığınmacılar ülkeleri ile birlikte eski hayatlarını da terk ettiler. Sığındıkları ülkelerde kendi ülkelerindeki zalimin destekçileri tarafından tepki ve nefretle karşılanan bu insanlar bir şekilde “yeni” ülkelerine uyum sağlamaya çalışıyorlar.

Suriye üzerine yazmak gerçekten zor bir durum. Bir diktatöre karşı başlatılan bu mücadele -sözü dolandırmadan belirtmek gerekirse- yapayalnız bırakıldı. Burada yalnız bırakılan bir mücadelenin her şeye rağmen varlığını sürdürebiliyor olması bizce en ibretlik durumu oluşturuyor. Bu bağlamda Türkiye’de siyasi bilince sahip Müslümanların Suriye kıyamı ile ilgili iyi bir imtihan vermediğini belirtmek isteriz. Suriye’de yaşananlar alenen zalim ve mazlum arasındaki bir hak ve adalet mücadelesiyken, komplocu yaklaşımlar, mezhepçilik ve basiretsizlik meselenin doğru bir düzlemde tartışılmasını dahi engelledi. Sadece kardeşlik bilincinin bir gereği olarak dahi sahiplenilmesi gereken bir kıyam üstenci bir bakışla tutarsız eleştirilere kurban edildi. Çok acı bir durum olarak belirtmek gerekir ki şuan Türkiye’de Esedçi gruplar bu desteklerini alenen ifade edebiliyorken, Müslümanlar, Suriye’deki mücahid grupları açıktan destekleyememektedir. Bu durum bile halimizi görmemiz için yeter.

Suriye’de yaşananlar yeteri kadar anlaşılamadı. Suriye halkının tepkisi ve kıyamı başka sebepler ve beşinci boyuttan gelen izahlar ile açıklanmaya çalışıldı. İşte tam da bu noktada Adem Özköse’nin “Esir” isimli çalışması bizleri meselenin ortaya çıktığı tarihe ve kaynağa götürerek çok önemli bir “haber” boşluğunu dolduruyor. Özköse’nin kameraman arkadaşı Hamit Coşkun ile belgesel için gittikleri Suriye’de, Baas destekçisi çeteler tarafından kaçırılmaları ile başlayan esaret günlerini anlatan kitap, bireysel bir tanıklık hikâyesi olmanın çok ötesinde bir halkın toplu kıyamının güncesini tutuyor.

Adem Özköse “anlatma” isteğini şu şekilde aktarıyor: “Türk medyasındaki Suriye ile ilgili haberler çok canımı sıkıyordu. Türkiye’de komplo teorileri almış başını gidiyor, kimse sokakta neler olup bittiğini, Suriye halkının yaşadığı acıları anlamaya çalışmıyordu. Türkiye’ye gidip insanlara Suriye’de neler olup bittiğini anlatmaya karar verdim. İki buçuk ay boyunca bir gazeteci olarak Suriye’de yaşanan halk isyanına şahitlik etmiştim. Artık Suriye’de bambaşka bir halk vardı. O korkak, tedirgin, sürekli susan insanların yerini kurşunlara meydan okuyan cesur bir halk almıştı.”3

Birebir şahitlikler ile örülü olan hikâyemiz yazarın Suriye üzerine derin birikimini de gözler önüne seriyor. Adem Özköse yıllarca Suriye’de gazetecilik yapmış bir isim olarak enformasyon kirliliğinin yaşandığı bir meselede tutarlı, bilgi ve deneyim yüklü veriler sunuyor okuyucuya. Bu açıdan eserde, adil ve insaflı bir duruş ortaya konulduğunu gönül rahatlığı ile ifade edebiliriz. Birçok enstantanenin bulunduğu kitapta en ilgi çekici hususun, Baas sorgusunda, Adem Özköse ve Hamit Coşkun için yapılan eylemlerin yansımalarına şahit olmak olduğu da ifade edilmeli. Bu noktada verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı gurur duyduğumuzu belirtmek isteriz.

Hapishane günlerinde işkencecilerin psikolojileri ve mahkûmlar ile kurdukları hastalıklı ilişki biçimleri üzerine yazarımızın gözlemleri de okunmaya değer. İşkenceci askerlerin kendi dünyalarında kurdukları gerçekliği yaşatmak için direnişçilere çeşitli biçimlerde şiddet uygulamaları aslında tam bir acziyet haline işaret ediyor. Aynı durum bugün de Suriye’de, Mısır’da, Bangladeş’te ve Suudi Arabistan’da yaşanmaya devam ediyor. “Eğer hayatında hiçbir değeri yoksa insanoğlu belli bir zaman sonra yeryüzünün en vahşi yaratıklarından birine dönüşebiliyormuş.”4 Böyle iğrenç bir durumu tecrübe etmek çok acı olsa gerektir.

Yukarıda zikredilen çerçeveyi atlamadan şu hususun altı çizilmelidir ki Müslümanlar ümitsizliği karakter haline getiremezler. Suriye’de çok fazla sıkıntı yaşandığı bir gerçek. Ancak halkın ortaya koyduğu kararlı duruş meselenin özünü oluşturmaktadır. Ortadoğu intifadaları için yapılan menfi yorumlar son olarak Sudan ve Cezayir’de yaşanan halk ayaklanmaları ile tekrardan gözden geçirilmelidir. Müslüman halklar özgürlük için çaba göstermeye hazır beklemektedirler. Bu bağlamda bizlere kardeşlerimizden daha fazla “haber” getirilmesi gerekmektedir. Umut ve kardeşlik, direniş ve kıyam bilinci her daim önümüzü aydınlatıyor. Yeter ki ye’se kapılıp kardeşliğimizi unutmayalım.

Haberler sorulmaya da devam edilecektir, özgürlükten, kardeşlikten, mücadeleden, ümmetten… Öyleyse haber getirene selam olsun!

Dipnotlar:

1- Şubat 2016, SCPR tahmini

2- Temmuz 2015, UNHCR tahmini

3- Adem Özköse, Esir, s. 35, Pınar Yayınları

4- Adem Özköse, A.g.e., s. 148