İki aylık bir sürede tamamlanan Afrin operasyonu aktörler, zamanlama, biçimi ve olası sonuçları itibariyle Suriye’deki gelişmeler açısından birkaç açıdan ele alınmayı gerektirecek bir muhtevaya sahip.Öncelikle Türkiye’nin bu operasyonunun değişen siyasal-sosyal yapısının somut unsurlarından biri olduğunu belirtmemiz gerek. Amerika ve NATO bağımlılık ilişkisi ya da Rusya baskısı altında hareket etmeyi aşan üçüncü bir yol bu durum. Gelişmeleri zorunlu olarak ABD ve Rusya belirlenimi altında yorumlama alışkanlığı/ezberi içinde olanlar Afrin olayını da bu bağlamda değerlendirebilirler. Oysa başta ifade etmek gerekir ki Afrin operasyonu büyük oranda ABD ve Rusya’ya rağmen gerçekleştirildi. Uluslararası ilişkileri zorunlu olarak tek tarafın belirleyici olduğu bir kalıpta açıklamak olay ve olgularının hakikatini dikkate almadan ezber, şablonik ifade kalıplarını kullandırmaya sebebiyet veriyor. Hiçbir somut bilgiye dayanmadan Afrin operasyonunun karşılığında Türkiye’nin örneğin İdlib’in verilmesine razı olduğu gibi iddialar makuliyet içermiyor. Esed ve İran güçleri Afrin’in muhaliflerinin kontrolüne geçmesini yoğun propaganda argümanlarıyla“şüphe ile yaklaşılması gereken ve sevinilmemesi gereken bir olay” haline getirmeye çalışıyorlar. Ne yazık ki zaman zaman başarılı da oluyorlar.
Sevinmek Müslümana Yasak mı?
Güya Rusya, İran, Türkiye’nin birlikte beraber bazı şeyleri planladıkları, karara bağladıkları ama Türkiye ile rejimin direkt görüşmeden bu çalışmaların yapıldığı ve Fırat Kalkanı ile Doğu Halep’in rejime bırakıldığı; şimdi Afrin operasyonu ile de Guta’nın rejime bırakıldığı propagandası yapılmakta. Bazen de Guta yerine İdlib kullanılmakta. Artık hangisi tutarsa! Halep’in hangi şartlarda ve nasıl bir kuşatma içerisinde terk edilmek zorunda kalındığını hatırlamak istemeyen ya da unutanlar bu masala çarçabuk inanıyorlar. Fırat Kalkanı bölgesine Halep’ten kaydırılan birkaç yüz savaşçı yüzünden mi o bölge kaybedildi? Rusya, Esed ve İran’ın son iki yılda geliştirdikleri tamamen imha odaklı savaş politikası karşısında mücadele vermenin zorluğu gözden kaçıyor. Hava gücünün olağanüstü kullanımı gerçekleştirilirken karada ise koordineli çalışma ve kuşatma politikası ortaya konuluyor. Müslümanlarda ise illa kendisi dışındaki unsurlara karşı kuşku beslemek!
Düşmanın propagandalarına inananlar bindikleri dalı kesmekteler. Başkası için çok rahat kullanılan argüman gün geliyor kullananı da vuruyor. Afrin’e karşılık Guta tezini dillendirenler bunu temellendirirken daha önceki dönemlerde rejimin kuvvetleri herhangi bir yerde operasyon yapmaya kalktığında İdlib’den hareket eden savaşçıların rejimin kontrolündeki bölgelere saldırılarda bulunduğunu hatırlatıyorlar.Şimdi ise Doğu Guta’ya operasyon yapılıp oradaki en önemli örgütler; “Başka bölgelerde cephe açın, başka bölgelere saldırın!” haykırışlarına rağmen İdlib’den herhangi bir saldırının olmadığını ve bu örgütlerin İdlib’e gitmek zorunda kaldığını sinsice tedavüle sokuyorlar. Üstelik bu bölgeden rejime bağlı Suriye Kaplanları olarak bilinen askerî özel bir birliğin İdlib’den Guta’ya götürülmesi durumu da var. Erdoğan ve AK Parti’yi eleştirmek adına bu tarz söylemlere prim verenler son kertede Suriye direnişinin ana omurgasını oluşturan bütün Müslümanları itham altında bırakıyorlar. Düşmanın taktik-stratejileri, plan ve koordinasyonu, askerî kapasitesi, savaş gücü gibi unsurları hiç göz önüne almadan afaki yaklaşımlar ortaya koyma yanlışlığı vakayı tahlilden çok uzak. Sevinmek de savaşın bir unsurudur oysa. Komplocu argümanların temel hedefi muhalefet cephesi saflarında “Ortada sevinilecek bir durum yok!” psikolojisini hâkim kılmaktır.
Eşeği Önce Kaybettirip Sonra Buldurmak
Afrin operasyonu Suriye direnişinde başından itibaren halkın, muhalefetin yanında duran nadir ülkelerden biri olan Türkiye’nin yine duruşuyla çelişik bir şekilde ilk defa esaslı bir şekilde ama gecikmiş olarak sahaya inmesi anlamına gelmekte. İran, Rusya, ABD başta olmak üzere birçok ülke hiçbir ahlaki ve hukuki meşruiyetleri olmamasına rağmen halkın muhalefetini bastırmak, statükoyu korumak, katliam yapmak için Suriye topraklarında bulunurken objektif koşullar yıllar öncesinden müsait olmasına, halkın ve muhalefetin sahada aktif destek taleplerine rağmen Türkiye pasif, tutuk, yanlış politikalar içerisinde oldu. Bunun da faturası ağır oldu nitekim. İran, Rusya ve ABD’nin sahadaki etkin varlığıyla rejim ve PKK alan hâkimiyeti açısından genişlerken halkın ezilmesi katmerleşti. PKK/PYD’nin bu kadar güçlenmesinin gerekçesi olarak sadece Amerika’yı, emperyal güçleri göstermek süreci doğru tahlil anlamına gelmemekte. Hükümetin ‘Çözüm Süreci’ndeki bazı politikalarının yanlışlığı örgütün ulusalcı kimliği tabana yayma anlamında olağanüstü imkânlar bulmasına yol açtı.Örgüt, Rojava ve Kobani süreçlerini de bu kazanımın ateşleyici unsuru olarak değerlendirirken hükümetin adamları ise devletlû kibirleriyle poz vermekle meşguldüler.
Elbette AK Parti hükümeti zaviyesinden bu duruma birçok mazeret gösterilebilir. FETÖ meselesi ve TSK’nın içyapısı buna gösterilebilecek en büyük gerekçe. Oysa devlet işleyişinin iç mantığını göz önüne aldığımızda bu operasyonlar yine de yapılabilirdi. Sorun Suriye politikasını hükümetin yanlış adamlar ve çekingen mantık üzerinden yürütmesi idi. Elbette hükümette Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu haricinde halkın muhalefetini destekleyen vasatın olmaması önemli bir zaaf idi lakin ümmeti ilgilendiren birçok gelişmede aynı dezavantajlı durum sözkonusu.
Devlet Değil, İradedir Esas Olan
Türkiye gecikmiş ama doğru bir hamle yaptı Afrin operasyonuyla. Bu durum Suriye halkının son kertede yaşam alanlarının genişlemesi ve garantörlük kapsam alanlarının oluşması açısından önemli. Bu bağlamda Türkiye’nin garantörlük alanlarının genişlediği operasyon yaygınlığı halkın menfaatine. Türkiye ve ÖSO’nun birlikte gerçekleştirdiği bu operasyonun şüphesiz en dikkat çekici yönlerinden birisi sivillerin zarar görmemesi için gösterilen hassasiyettir. İran, Esed, Rusya, ABD’nin bırakınız zarar görmemeyi sanki özellikle siviller zarar görsün mantığıyla yaptığı operasyonları göz önüne aldığımızda şüphesiz ki bu önemli bir olumluluk. Elbette bu durumun ortaya çıkmasında Türkiye’nin operasyonunu adım adım takip edip falso arayan İran, Rusya, Esed, Amerika, Avrupa’nın tersinden katkısını da unutmamak lazım. Bu kadar çok kem göz fazlasıyla dikkati de beraberinde getiriyor. Bununla birlikte esas unsurun İslami endişe olduğunu belirtmemiz gerek. Son tahlilde TSK ve ÖSO’ya verilen talimat savaşdışı unsurların, suçsuz insanların zarar görmemesi. Haksız yere bir insanın öldürülmesinin büyük bir suç olduğunu hatırlatan siyasi iradenin varlığı burada dominant olan. Askerler nasıl motive edilip yönlendiriliyorsa ona göre hareket ediyorlar. ‘Bizim devletimiz’, ‘bizim ordumuz’ yapmaz mantığı saçma olduğu gibi tarihsel gerçeklere de uymuyor. Laik-Kemalist sistemin tarihi sivillerin katledildiği, şehirlerin yerle bir edildiği sayısız örnekle dolu. Sadece 1990’larda yaşanan faili meçhuller, yargısız infazlar, köy yakmalar bu duruma verilecek en trajik örnekler. Afrin operasyonu ve benzeri hareketlilik eğer Devlet Bahçeli’nin mantığıyla yapılacak olursa örneğin yine aynı zulüm tablosu ortaya çıkacaktır. Nitekim insaf, hak ve adalet çizgisiyle alakası olmayan milliyetçilik muhataba şunu vaz ediyor: “Afrin’i yerle bir edeceksin!” Zaten Bahçeli aynen böyle söylüyordu. Oysa Allah’tan korkan bir Müslüman önce “Sivillere, savaşdışı unsurlara hatta hayvanlara, ağaçlara zarar vermeyin!” hatırlatmasıyla ilk adımını atar. Afrin’de bunun kazanılmış olması önemli bir gelişme ve örnekliktir. Müslümanların hükümetin bu noktadaki perspektifinin korunmasına ve geliştirilmesine yönelik uyarı, ikaz ve hatırlatmaları ise sorumlulukları kapsamında bulunmakta.
Cahilî Mantıkla Nereye Kadar?
Erdoğan ve AK Parti hükümeti Afrin operasyonunda sivillere yönelik yaklaşım itibariyle başarılı bir sınav vermelerine rağmen milliyetçi söylem bakımından ise problemli bir görüntü yansıtmaktalar. MHP ile girilen ittifak ilişkisi salt siyasal birlikteliği de aşacak şekilde Erdoğan ve AK Parti yönetiminin milliyetçi söylem, jargon, sembolleri zaman zaman kuşanması görüntüsü ortaya çıkarıyor ki bu durum başlı başına problem demektir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri için iki oy daha fazla gelsin diye milliyetçi libası giyinmek de neyin nesi? İnanılarak yapılıyorsa daha feci? Türkiye’de İslamcılığın 50 yıllık mücadelesi bütün zaaflarına rağmen milliyetçi kirlilikten arınma mücadelesidir. ‘Kitab’ ile ‘Bozkurt’un kavgasıdır bu! Üç beş oy için kurtçuların işaretini yapmak bütün bir tarihe, onca hassasiyete, emeğe yönelik zamane kültürün alamet-i farikası nobran davranışı marifet zannetmektir. İktidar zaten 15 Temmuz sonrası elde ettiği gücün sarhoşluğuyla nereye ne asacağını şaşırmış durumda. Cami duvarlarına hatta yer yer minberlere dahi Türk bayrağı asılması fahiş yanlışlığı bağımlılık yapmış olacak ki bunu Afrin içinde de uygulamaktan neyse ki tepkiler üzerine vazgeçildi.
Irk boyutunu aşan bir şekilde (böylece ırkçılıktan kurtulunduğu zannediliyor) olaylar üzerinden hareket ederek hamaset temelinde yükseltilen milliyetçi dalga hükümet tarafından özellikle teşvik ediliyor. Afrin olayı da bu dalganın güçlü bir aşaması olarak değerlendirildi. Böbürlenme temelinde inşa edilen Türk kimliği hamasi yönü itibariyle cesaret, kahramanlık içerikli mühendislik ürünü enstrümanlarla takviye edilirken aynı zamanda bu kimliğin içeriği de yeni Türkiye’ye uygun formda doldurulmaya çalışılıyor. Kahramanlıkla birlikte söz konusu yerli ve milli kimliğin ‘ahlaki’ açıdan da diğerlerinden, örneğin etrafından, farklı ve üstün olduğu -nasıl bir tezattır ki- iyiliklerin başa kakılması seremonisiyle gösteriliyor.
Yeni Türkiye’nin ideolojik hattı olarak gösterilen ‘yerlilik’ ve ‘millilik’ de özü itibariyle milliyetçi söylem ve kültürün oluşumuna zemin hazırlarken hamaset ise en sevdiği üslup olmakta. Hükümet karşıtı unsurlara cevap verirken Erdoğan’ın söylediği “Türk milletinin bir mensubu olmak bizim için şereflerin en büyüğüdür. Tabi biz ülkemizden şikâyet edenlerin derdinin taşı toprağı değil, insanı olduğunu çok iyi biliyoruz. Türk milletinin bir ferdi olmak bizim için şereflerin en büyüğüdür. Rabbime bana bu milletin ferdi olmayı bahşettiği için ne kadar şükretsem azdır.” ifadeleri yanlış bakış açısının geldiği yeri göstermesi açısından ibretamiz. En büyük şerefin ne olduğuna dair paradigmal şaşkınlık ifadesinin taşıdığı tehlikeli sapma iktidar koltuğu selameti için önemsenmiyor anlaşılan.Doğrularla yanlışları adeta bilinçli bir politikayla birlikte götürme siyaseti Afrin sürecinde de gösterildi. Israrla milliyetçi temelde operasyonun meşruiyet zemininin oluşturulmaya çalışılması yanlışı terk edilmedi. Oysa hak ve ahlaki temelde oluşturulmuş bir meşruiyet zemininin her açıdan daha kuşatıcı, sahih ve doğru olduğu görülmek istenmiyor.
Emperyalizmin İşbirlikçisi Sol
Ajitasyon ve propaganda konusunda hiçbir ölçü tanımayan PKK ve sol ise Afrin’de verdikleri savaşı ‘asrın direnişi’ olarak sunmaya çalıştılar. Aşağısı da kurtarmıyor; her yaptıkları ‘asri’ maşallah! Gelin görün ki “Afrin’i Türkiye’nin Vietnam’ı yapacağız!” diyenler iki ay bile dayanamadılar. Oysa Amerikan emperyalizminden aldıkları binlerce silah, Baas rejiminden bugüne kadar beslendikleri nice teçhizatları, mevzileri olmasına rağmen. Sırtlarını dayadıkları Amerika ve Rusya sahada kavga anında bekledikleri desteği vermeyince pabucun pahalı olduğunu görerek Afrin halkını bırakıp kaçtılar.
Afrin yenilgisi Kürt milliyetçisi tabanda hissedilir bir moral bozukluğuna yol açması sonrasında PKK her zamanki gibi yalan temelinde geliştirdiği argümanları ortaya attı. “Stratejik geri çekilme yaptığı”iddiasıyla tabanına moral aşılamaya çalışarak durumu toparlamaya çalışıyor. Özelde Afrin genelde Suriye olayı emperyalizm karşıtlığı iddiasındakisol-sosyalistlerin nasıl rezilce yalan söyleyebildiklerini açık bir şekilde ortaya defaatle koydu. Amerikan ve Rus emperyalizminin askerlerinin gölgesinde kızılyıldız üniforması giymekten utanmayanlar bir de her koşulda emperyalizmle varlık-yokluk savaşı veren Müslümanları itham etmekten çekinmiyorlar. Sahadaki gelişmeleri aynel yakin takip etme şuur, ahlak, irade ve bilincinden yoksun güya İslamcı yazar familyası mensupları da vebal üstüne vebal ahvaline duçar olmuş bir şekilde bu zavallıların argümanlarıyla beslenmeye devam ediyorlar.Haksızlık etmemek lazım. Diğer bir beslenme kaynağı ise İran. Siyasal kültür kodlarının toplumsallaşması çabasında daha sinsice çalışma yürüten İran da yine hatırı sayılır bir şekilde zehrini camia içinde akıtabilmekte. Afrin operasyonunun başarısızlığa uğraması için olağanüstü çaba sarf eden İran da bu operasyon dolayısıyla yenilgiye uğrayan güçtür PKK’dan sonra.
İslami Direniş Farkı
PKK ve solun Afrin yenilgisi bağlamında tam da bu noktada Afrin-Guta kıyaslaması yapmamız gerekir. Guta’da 5 yıldan beri Esed, İran ve Rusya sistematik ve gittikçe yoğunlaşan bir şekilde kuşatma politikası uyguladı. Binlerce sorti neticesinde sağlam bir bina bırakmamasına rağmen insanlık tarihinin en çarpıcı direnişlerinden birine sahne oldu. Normalde böyle bir coğrafyanın, savaş alanının sadece savaşçılardan müteşekkil olması beklenirdi. Oysa dört tarafı kuşatılmış bu toprak parçasında dörtyüz bine yakın insan mücahidlerle birlikte mücadele etti. Bazı tabloları hissederek düşünmeye çalışmak, tahayyül, tasavvur sınırını sonuna kadar işletmek olayın boyutunu anlamak açısından insana imkân sağlar. Herkes kendisini ailesiyle birlikte evinde tahayyül etsin. Savaş uçakları, tanklar, toplar, her Allah’ın günü evlerinizi bombalıyor. Ev viran, elektrik yok, su, yiyecek sınırlı. Sayısız yaralıya ancak bir doktor bakabiliyor. İlaç hak getire! Kaçıp gitme, teslim olma ya da mücahidlere sitem edip artık yeter denilme ihtimali var ama hayır! Başta Müslümanlar olmak üzere dünyanın ilgisizliğine rağmen aylarca değil yıllarca direndiler. Bunu insana ancak iman yaptırabilir. Afrin’de ise tablo ortada!