‘Arap Baharı’ diye nitelendirilen ve Tunus özelinde başlayan birikmiş bir sosyo-politik patlamanın bir ürünü olarak ortaya çıkan isyanlar, diktatörlerinin zulüm ve dayatmalarından bıkmış Arap halklarını ayaklandırmanın yanında bazı Batılı ülkelere dahi (İspanya, ABD, İtalya gibi) örneklik teşkil etmiştir. Eylemlerin ekonomik, dinî ve politik uygulamalara dayalı olanlarına karşı hükümetler yeni reform paketleri, özgürlük açılımları ve halka maddi yatırımlar sunarak süreci en az zararla atlatmaya çalışmışlardır. Fakat Tunus, Mısır, Libya ve Yemen diktatöryaları önlem almada geç kalarak kanlı da olsa devrimin önüne geçemeyip, rejimlerini akıbetten kurtaramamışlardır. Suriye ise isyana sahip olan verilere sahip olmakla beraber taşıdığı özel durum ve konum itibariyle farklı pozisyondaydı. Ortadoğu’nun en stratejik konumunda olması, İsrail’e komşu ve kalkan olması, İran ile Hizbullah arasında köprü vazifesi yapması, Rusya’nın Akdeniz’e açılan kapısı ve tek üssünün bulunduğu yer olması, baskıcı Baas diktatörlüğünün yanında tarihin en zalim azınlık iktidarına sahip olması bu farklılıklarından bazılarıdır.
Bütün bu unsurların yanında dinî hayata dahi yön veren Baas cuntasının Müslümanlara karşı uyguladığı yer yer katliama varan olağanüstü hal, işkence, cezaevi, sürgün ve baskıcı uygulamalar belki de Suriye halkını devrime en çok ve en acil ihtiyacı olan halk konumuna getirmişti.
Suriye devriminin dinamikleri çocuklar, gençler ve Cuma eylemleridir. Üç-beş kişinin dahi bir araya gelemediği Suriye’de Cuma namazı, en önemli hareket alanı, söylemi ve yöntemi olmuştur. Tamamen sivil-masum eylemlerle başlayan süreç Baas güçlerinin gözaltı, işkence, tecavüz ve katliama varan acımasızlığı karşısında bence geç de olsa silahlı direnişe dönüşmüştür.
42 yıllık iktidarlık dönemi göstermiştir ki Baas yönetiminin devamı, İsrail’in de güvenliği düşünüldüğünde Batılıların da arzu ettiği bir durumdur. Filistin davasını kullanarak İslam dünyasında yer edinmeye çalışan despot yönetim gerçekte İslam düşmanı ve İsrail yanlısı bir düzendir.
Hal böyleyken Libya’da menfaatleri gereği kısa zamanda müdahalede bulunan NATO, devrim sonrası istediğini alamayınca aynı hataya Suriye’de düşmeyip 1,5 yıldır Esed rejimine zaman kazandırarak değişik planlarla var olan rejimi korumaya çalışmaktadır.
Kitlesel gösterinin olduğu her yerde elbette provokasyon olabilir. Değişik grup ya da devletlerin farklı hesaplarını genele mal etmek insafsızlık olur. Bir iki yerde ve dar kapsamlı olarak ifade edilen eylemler bugün Suriye’nin tamamını sarmış bulunmakta. Eylemlerin ve direnişçilerin istikrarı tüm dünyayı şaşırtmış, artık Suriye halkının devrim ya da ölümden başka bir çözümü olmadığını göstermiştir.
Suriye’deki kardeşlerimizin 42 yıldan beri çektiklerini bilmeyen Müslümanların, ayaklanmalara karşı saray mollalarının fetvalarına, gazeteci kılıklı ajanların dezenforme edilmiş bilgilerine, olaylara mezhepsel-duygusal-ideolojik ve İran gözüyle bakan içimizdeki beyinsizlerin çarpıtmalarına dayanarak yaptıkları yorumları dikkate almamak gerekir. Olmamalıydı, yapılmamalıydı, zamanı değildi şeklinde düşünenlere Suriye halkının onlarca yıldır Baas zindanlarında ve sürgünde bedel ödediğini ve bu anlamda da bu halkın özgürlük tercihini kendisinin tayin etmesi gerektiğini hatırlatırım.
Suriye demografik yapısı itibariyle içerisinde pek çok etnik, dinî, mezhebî ve siyasi dokuyu barındırmaktadır. Baas’a karşı direnen grupların içerisinde ulusal, sol, dinî ve mezhebî mücadele edenlerin yanında farklı ideolojik yapılar ve uluslarla etkileşim halinde bulunanlar olabilir. Fakat üç beş kişinin ya da bir grubun Batılı güçlerle ilişkisine veya beyanatlarına dayanarak bir halkın özgürlük mücadelesini gölgelemek sabote etmektir.
Batı’nın silahıyla katledilen bir milletin kendini savunma hakkını kullanırken elindeki silahın markasına bakarak işbirliğiyle itham edilmesi ucuzculuktur. Suriye halkının kendini her şekilde ve silahla savunma hakkı meşrudur. Bizce Suriye halkının geneli NATO, BM ya da ABD’den yardım beklememektedir. Arap Birliği, krallıklarını korumak için Esed’e karşı çıkmakta ve reformlarla koltuklarını korumaya çalışmaktadır. Rusya ve Çin, müttefiklerini destekleyerek Ortadoğu’daki güçlerini yaşatmaya çalışmaktadır. İran ve Hizbullah ise mezhebî menfaati öncelemekle tarihi bir kez daha tekerrür ettirerek İslam dünyasının karşısında durmuş ve Esed rejiminin varlığını korumayı görev addetmiştir.
Suriye halkının en büyük yardım beklentisi, sınır komşusu Türkiye’den olmuştur. Fakat Türkiye Hükümeti de ABD politikası dışına pek fazla çıkamamış, sadece Özgür Suriye Ordusu ile kısmi yardım ve işbirliği içine girmiştir. Lakin şu anda jet krizi bu süreci biraz daha gevşetmiş olabilir.
Müslümanlar olarak bizlerin Suriye’de yaşanan işkence ve katliamlara karşı duyarlılık gösterdiğimiz söylenemez. Genel olarak uzun bir süredir İslam dünyasına olan ilgisizliğimiz, bilgi eksikliği ve enformasyon yetersizliği, yaşanan olaylar karşısında pasif tavır geliştirmemizde etken olmuştur. Yazılı ve görsel medyada içimizdeki Baasçı Müslüman yazar-çizerlerin karşı propagandaları kafa karışıklığına yol açıyor. Öyle ki kitlesel eylem ve basın açıklamalarında dahi gözlemlenebilen bu ilgisizlik ve kafa karışıklığı, eylemlerin kamuoyu oluşturmasının önüne geçiyor.
Türkiyeli Müslümanlar olarak bizler, destek eylemlerine katılarak İslami ve vicdani sorumluluğumuzu yerine getirmekle beraber artık Suriye’de farklı bir aşamanın yaşandığını yakinen idrak etmeliyiz. Suriye’de değişim ve devrim istenirken halka ölümü gösterip sıtmaya razı etmek gibi ya da denize düşen yılana sarılır mantığıyla ulusalcı, demokratik ve laik açılımlar yerine İslam’ı referans alan bir özgürlük yolu sunulmalıdır.
Bu bağlamda Suriye direnişçilerinin içerisinde farklı İslami unsurları dikkate alarak İslami direniş cephelerine yardım edilmeli, Batı’nın yön vereceği demokratik-ulusalcı kitleler değil, İslam’ın bayrağının yükselmesi için mücadele edenler desteklenmelidir. Bu yardımlar da artık eylem, basın açıklaması gibi faydalı etkinliklerin ötesine geçerek direnişçilere lojistik destek sağlayacak tedarikçi-maddi olanaklar şeklinde olmalı.
İnşallah Suriye halkı, ödediği bedellerle ve şehitlerinin kanlarıyla İslami bir devrim ve dönüşüm gerçekleştirir ve diğer bölgelere de güzel bir örneklik teşkil eder.