İmam Nevevi’nin Kırk Hadis’inde geçen ve Ebu Zer’in Resulullah’tan, onun da Rabbinden rivayet ettiği bildirilen uzunca hadiste, Allah Teâlâ “Ey kullarım! Şüphesiz zulmetmeyi kendi nefsime haram kıldım. Ve onu sizlerin arasında da haram kıldım. Öyle ise birbirinize zulmetmeyin.” diye buyuruyor.
“Dikkat edin! Allah’ın laneti zalimler üzerinedir.” (Hud, 18)
Peygamberlerin gönderiliş amaçları ve yeryüzündeki sorumluluklarının en önemlilerinden biri zulme ve zalimlere karşı mücadele vermek ve adaleti tesis etmektir. İnsanların hayatları üzerinde söz sahibi olup da bu hâkimiyetlerini zulüm düzenine dönüştüren ve kurdukları zulüm düzenlerinde Allah’ın kullarını kendilerine kul yapanlar, tarih boyunca hep olagelmiştir. Hâkimiyetlerini baskı, işkence, ölümlere dönüştüren bu zalimler, küfür âlemi içinden çıktığı gibi, İslam âlemi içinden de tarihe geçmiş çokça zalim çıkmıştır. Tarih kitapları, çok azını aktarabildiği bu zalimlerin yaptığı zulümlerle doludur.
Yaşadığımız çağın küfür aleminde boy gösteren küresel zalimleri, çok büyük zulümler icra ettiler ve dünyayı kana buladılar. Milyonlarca insanın açlığına, sefaletine, ölümüne sebep oldular ve halen olmaya devam ediyorlar. İslam âlemi içinden de çıkmış muasır zalimler, kan dökmekte, işkence ve zulümde diğer zalimlerden geri durmadılar ve zulümlerini işlemeye devam ediyorlar. Şu farkla ki, küfür âleminin zalimleri çoğunlukla başka milletlere zulmederken, İslam âleminin zalimleri çoğunlukla kendi milletlerine zulmettiler. Şu ittifakla ki, zalimler ortak hedef olarak İslam’ı ve Müslümanları seçtiler.
Ne hazindir ki, yaşanan zulümler hep İslam âlemi içinde vuku buluyor. Kanları dökülenler, evleri-yurtları bombalananlar, tecavüze uğrayanlar, zindanlara doldurulanlar, yurtlarından sürülenler hep Müslümanlar oldu ve olmaya devam ediyor. İslam âlemi içinden veya dışından çıkan zalimlerin ortak özelliği, İslam topraklarını, Müslüman halkları ve nihayetinde İslam’ı hedef seçmeleridir.
Bugün yeryüzünün tüm bölgelerinde akan kanlar Müslümanların kanlarıdır, zulme uğrayanlar da Müslümanlardır. Arakan, Patani, Doğu Türkistan, Çeçenistan, Afganistan, Irak, Filistin, Keşmir, Somali, Filipinler… Hepsi Müslümanların kitlesel olarak zulmü yaşadığı diyarlardır.
Yakın tarihinde Müslümanlara yönelik çok büyük zulümlerin yaşandığı ve bugün zulümde sınırların tanınmadığı, Müslüman gayrimüslim, tüm halkın topyekûn zulme tabi tutulduğu Suriye, bugünlerde zulüm diyarlarının başlarında yer alıyor. Suriye’de yaşananlar katışıksız zulümdür ve Esed de tarihe geçecek zalimlerden biridir. Hem de öyle bir zalim ki, saltanatını kaybetmemek adına şeytani akla gelebilecek her şeyi yapacak kadar gözü dönmüş bir zalimdir. Süreci takip eden ve iyi tahlil eden her Müslüman ve insaflı insan, Suriye’deki zulmü ve Esed zalimini görüyor. Gelinen nihai noktada –Suriye’ye müdahil çok farklı unsurların sürece dâhil olmasına binaen- Esed’in zulmüne mazeret üretenler, çok acıdır ki, Esed’in zulmünü zemzem suyuyla yıkamaya çalışıyorlar.
Bugün Suriye’de rejim muhalifi olan herkes öldürülüyor. Sadece rejim muhalifleri değil ölen ve zulme uğrayan, sıradan vatandaşlar ve hatta rejim taraftarları da bu zulümden nasibini alıyor. Çünkü dağınık ve kontrolsüz birer terör grupları olan Şebbiha, kaos ortamının karışıklığında keyiflerince öldürüyor, yağmalıyor, tecavüz ediyorlar.
Zulmün ne olduğunu ve mahiyetini bilen her Müslüman, özellikle Müslümanlar başta olmak üzere Suriye halkının yarım yüzyıldır Baas rejimi ve Esed ailesi elinde çok büyük zulümler yaşadığını biliyor. Bütün mazlum halkların, zamanı ve şartları oluştuğunda, başlarındaki zalimlere başkaldırı hakkı olduğu kadar, Suriye halkının da zulme başkaldırı hakkı vardı. Bu hakkı Suriye halkına çok görenler, zannedersem Suriye’de bu zulmü yaşayanlardan biri olsalardı, herhalde bu çarpık ve sapkın fikri inanca kahrolacaklardı.
Kaldı ki, Suriye halkının şiddetten uzak sokak gösterileriyle başlangıçtaki talepleri, bazı reformlardı. Ama bu taleplere uçaksavarlar, işkence ve tecavüzlerle cevap verildi. Nefsi firavunlaşmış Esed, halkı imha yoluna gitti, sürece Suriye üzerine hesapları olan bölgesel ve küresel çok farklı aktörler de dâhil olunca, Suriye bir çıkmaza sürüklendi. Şimdi Suriye çıkmazında hesaplar ve çıkarlar konuşuyor. Şunu açıkça ifade etmek gerekirse, kimin ne hesabı olursa olsun, Suriye halkı katliamlara uğrama derecesinde mazlum, Esed de Allah’ın laneti üzerine olacak derecede zalimdir. Bu, vakıanın bir yüzüdür. Vakıanın başka bir yüzü daha var ki; halkın mazlumiyeti, Esed’in zulmü yanında -süreç içinde ve gelinen noktada- Suriye’de yaşananlarda Suriye dışı aktörlerin dehaletlerini ve hesaplarını da gözden kaçırmamak lazım. Suriye dışı aktörler neyin peşinde?
Rusya, Çin ve İran ile Hizbullah, çıkarlarını Esed’de görüyor ve bugüne kadar ona destek verdiler ve vermeye devam ediyorlar. Arap halklarının ayaklanmalarına hazırlıksız yakalanan Amerika, İsrail ve Batı dünyası ise devrime gebe halk ayaklanmalarının bir kısmına düşük ve bir kısmına da gayr-i meşru doğumlar yaptırmaya çalıştı. Düşük yaptırdıkları da oldu, gayr-ı meşru doğumlara dönüştürdüğü de. Yani bu cephe, Ortadoğu’yu kendi kaderine ve halklarına bırakmıyor, bölge ülkelerini çıkarlarınca şekillendirme mücadelesi veriyor.
Suriye muhalefetinin mahiyeti ve durumu aslında Müslümanların pek de bel bağlayacağı bir yapıda değil. İhvan-ı Müslimin hariç, Suriye’de ayaklanan halkla doğrudan ilişkisi bulunmayan muhaliflerin çoğu, şimdilerde Suriye diktasının destekçisi olan Rusya da dâhil olmak üzere Batı dünyası kapılarında meşruiyet ve destek arıyor. Müslüman halkın gönlünde yer alan İhvan’ın ise Suriye’deki varlığı teşkilatsal yönden çok zayıf. Bunun sebebi de zalim Esed ve babasının İhvan’a hayat hakkı tanımayıp, çok aşırı baskılar uygulamasıdır. Teşkilatlanma yönünden daha hazır ve güçlü olan Mısır İhvanı ve Mısır’ın toplumsal yapısına rağmen, Mısır’da yaşananlar ortada.
Mısır’ın İhvan’ın eline geçme tehlikesi yaşayan Amerika ve İsrail’in başını çektiği küresel İslam düşmanlarının, Suriye’ye yaklaşımlarında Mısır örneği de belirleyici bir rol oynuyor. Suriye’ye müdahale konusunda uluslararası mekanizmaların işleyişi içinde, Rusya ve Çin’in muhalefetinin engel olarak gösterilmesi de bu açıdan çok doğru değil. Batı dünyasının baştan beri Suriye’ye yönelik yaklaşımı, uzun sürecek bir iç savaşla tarafları kırdırmak, ölümlerin pençesinde kırılmış ve savaştan bıkmış bir halkın başına, dışarıda şekillendirdikleri bir yönetimi getirmek. Buna yönelik hazırlıkları ve çalışmaları da devam ediyor.
Arabistan ve Katar’ın başını çektiği Arap ülkeleri, Esed’e karşı halkı destekliyor ve silahlandırıyor olsa da bu ülkelerin amacı halkına zulmeden bir diktatöre karşı, mazlum halka yardım etmek değil elbette. Öyle olsaydı Bahreyn, Yemen ve diğer ülkelerde mazlum halka karşı diktatörlere destek vermezlerdi. Ordular gönderip, oradaki mazlum halkı bastırmak suretiyle, zalimlere yardım etmezlerdi. Söz konusu ülkelerin Suriye halkına yardımı, İran’a ve stratejik ortaklarına karşı ataklardır.
Bu arada tarihî süreç içinde çok ciddi derinlik kazanmış olan Şii-Sünni cepheleşmesi ve düşmanlığı, Suriye ile beraber yeni bir ivme kazandı. Uzun tarihî geçmişi içinde iki tarafın da aşırıları, derinleşen bu düşmanlığı sürekli beslediler. Bu mezhepsel düşmanlık üzerine küresel İslam düşmanlarının da çok ciddi hesapları vardı. Bu fitne ateşini kızıştırmak için, devlet bütçelerinden milyar dolarları bulan hatırı sayılır meblağlar ayırıyorlardı. Bunun için oluşturdukları fonlar ile hem Sünni dünyada ve hem de Şii dünyada çalışmalar yürütüyorlardı. Suriye onlara hiç ummadıkları bir fırsat sundu. Devlet bütçelerinden milyar dolarları bu iş için ayıran Batı dünyası, Suriye sayesinde daha masrafsız ve de daha etkili bir fırsatı yakaladı. Şimdi sevinç içinde bu fırsatı değerlendiriyor ve yarına dair hesaplarını bunun üzerine yapıyor. Bu konuda Batı’nın şeytani planlarını görmekle beraber İslam dünyası olarak kendisine bakmalı. Evet, Batı dünyasının beslendiği ve devam ettirmek istediği bir Şii-Sünni fitnesi var. Ancak bu fitne ateşine odun taşıyanlar, çoğunlukla ümmet içi unsurlar oldu.
İran ve Hizbullah, Esed’in bekası üzerine çıkarlarını düşünürken, yakın tarihte İsrail ve Amerika’ya karşı Hizbullah’ın ve İran’ın yanında yer alan Suriye halkının da haklarını ve gönüllerini düşünmeliydiler. Başından itibaren söylemleri ve destekleriyle, var olan mezhepsel fitneyi güçlendirdiler. Mazlum halkı görmediler ve anlamadılar. Amerika ve İsrail yandaşları olarak suçlama ve tehditler yoluna gittiler. İşin başında daha akıllıca yaklaşabilir, denge politikaları ile hareket edebilirlerdi. Esed üzerindeki nüfuzlarını kullanarak, bazı reformlar ile (Fas’ta olduğu gibi) sokakların taleplerine müspet cevap verdirip, süreci yumuşatmak suretiyle yaşananlara engel olabilirlerdi. Hem belki sürece daha sağlıklı yön vermiş olur, çıkarlarını da yönetim ve halk nezdinde korumuş olurlardı. Şimdi ise ömrünü uzatmaya çalıştıkları devrilmeye yüz tutmuş Esed’e karşılık, Suriye halkını kendilerine düşman ettiler. Hâlbuki yöneticiler gidici, kalıcı olanlar ise halktır. Halka ekilen nefret ve düşmanlık tohumları, geleceğe taşınıyor ve yarınlara bir miras olarak kalıyor.
Kur’an ve sünnetin vasat birliğinden uzaklaşan ve fikrî, ırki, mezhebî, akidevi ihtilafların bölünmüşlüğünü yaşayan ümmetin bu alanlarda vahdet oluşturması, imkânsızlık derecesinde zor görünüyordu. (Ancak Allah dilerse…) Ümmetin vahdetinin bir tek yolu vardı: Dünya Müslümanlarının yaşadıkları küfrün ve zulmün haksızlıkları karşısında birlikte hareket etmek. Yani siyasi vahdeti oluşturmak. Bunun için Filistin gibi uygun bir vesile ve zemin de vardı. Ancak ümmet bu zemini de ihtilaflarına ve ayrılıklarına kurban edip, bugüne kadar iyi değerlendiremediği gibi, bugünden sonra da Suriye cepheleşmeleri siyasi vahdet ihtimaline de ciddi bir set oldu.
Ümmetin belini kıran, ümmetin ihtilafları, çekişmeleri ve parçalanmalarıdır. Bunlar da ümmetin fitneleridir. Ümmetin yenilgi ve zilletinin en büyük sebebi, bu fitnelerdir. Yoksa iç ve dış İslam düşmanlarının döktüğü kanlar değildir. Ümmetin içinde bulunduğu ihtilaf ve çekişmeler, her ne kadar bugün küfrün ve zalimlerin saldırılarına zemin hazırlıyorsa da yarın ümmet içi unsurların savaşına dönüşme potansiyelini çok ciddi olarak içinde barındırıyor. Küfür cephesinin İslam âlemi üzerine nihai hesabı da böyle bir savaşı çıkarmaktır. Dolayısıyla aklıselim sahibi Müslümanların bu büyük tehlikeyi ve fitneyi görmesi lazım ve taraflar olarak bu konuda halklar içinde var olan nefreti artırmaktan ziyade, dindirmek gerekir. Bu konuda tarafları temsilen öncü girişimlerde bulunulabilir, ümmet içi unsurların kopuk diyalogları tesis edilebilir. Bunu da hareketler düzeyinde Hamas ve Hizbullah, ülkeler düzeyinde ise Mısır, Türkiye ve İran yapabilir. Gelinen nokta itibariyle bu diyalogların Suriye özelinde hemen bir karşılığı olmasa da ümmetin geneli ve geleceği açısından ciddi karşılığı olacaktır.
Dünya Müslümanları olarak içinde bulunduğumuz hal, yaşanan zulümler karşısındaki sorumluluklarımız açısından iyi bir imtihan vermediğimiz ortada. Hatta bunun daha büyük belalara sebebiyet vereceği korkusu taşıyorum.
Allah, yeryüzünün tüm zalimlerini kahretmek suretiyle mazlum halklara yardım etsin ve İslam düşmanlarına fırsat vermesin. Ümmeti de fitnelerden korusun.