Nedir ruhu renklerinden mahrum bırakan?
İsabet eden o şey neydi bedene, işgalcinin kurşunları dışında? (m.b.)
Filistin mücadelesi tüm dünya Müslümanlarının ortak davası ve geleceğidir. Bu yüzden Ortadoğu sorunu sadece bu coğrafyada yaşayan milletlerin sorunu ya da bir Arap davası şeklinde algılanamaz. İsrail'in Filistin toprakları üzerinde sürdürdüğü işgal politikasının tek yönlü ve bölgesel bir problem olarak düşünülmemesi de bu gerçeğin bir sonucudur. Sosyal, siyasal, dini ve edebi açılardan pek çok yazarın dilinden defalarca anlatılmıştır Filistin'in öyküsü. İsrail işgali sürdükçe, işgalin ve işgale direnenlerin hikâyesi de sürecek; onurlu kalemler Filistin'i anlatmaya devam edeceklerdir. Bu hikâyelerden bir tanesi de Filistinli şair Mourid Barghouti'nin İsrail işgali nedeniyle mülteci olarak yaşadığı otuz seneyi ve Filistin'e dönüşünü anlattığı eseridir.
Mourid Barghouti'nin yaşadığı sürgün ortamından Batı Şeria'daki Ramallah semtine dönüş sürecini eseri "I Saw Ramalla/Ramallah'ı Gördüm" adlı eserinde oldukça duygusal ve coşkulu bir dille ifade etmiş. Kitap 1997 senesinde ilk yayınlandığında Arap âleminde büyük bir yankı uyandırmış, aynı yıl Necip Mahfuz Edebiyat Ödülü'ne layık görülmüştür. Daha önce İspanyolca, Almanca, İtalyanca ve İngilizce gibi pek çok Batı diline çevrilmiş olan eser, Ekim 2004'te A. Melis Hafez'in tercümesiyle Klasik Yayınları tarafından basılmış, okuyucuya "Şairin Filistin'i" ismiyle sunulmuştur. Eserin önsözü Filistinli ünlü fikir ve mücadele adamı Edward Said tarafından kaleme alınmış.
Barghouti'nin eseri Filistin'in işgal edilmesinin belki de en ağır bedelini ödeyen mültecilerin sürgünde iken yaşadıkları zorlukları, onların ailelerine, ocaklarını üstünde yemekleri olduğu halde açık bırakıp geri dönmek üzere çıktıkları evlerine, arkadaşlarına duydukları hasreti sürgünü yaşamış birinin ağzından anlatan bir eser olması açısından büyük bir önem taşıyor. Fakat bu kitaba derin bir kendine özgülüğün esas damgasını vuran esas cihet Edward Said'in deyimiyle "onun hayat bahşeden şiirsel niteliği"dir. Gerçekten de Barghouti'nin Filistin'i anlatışı tek tek olaylardan yola çıkan bir anlatıma değil, yaşanan zulmü zihinde ve kalpte duyulan acıyla, kinle, mutlulukla, hasretle tasvir eden ve aynı ruh halini okuyucuya da yaşatan bir üsluba sahip. Eserin başarısını bu şiirsel üsluba borçlu olduğunda kuşku yok.
Kitap yazarın sürgünden geri dönüşü ile başlıyor. Ve okuyucu için başlangıçta muamma olan sürgünün sebeplerine ve geçmişe gidip geliyor yazar. Bir bakıma Filistin'e geri dönüşünü neden geri dönemediğini anlatarak anlamlandırıyor. Mourid Barghouti 1967'den beri sürgünde geçirmiştir ömrünün otuz yılını. O yıllarda Kahire Üniversitesi'nde öğrencidir. Farklı ülkelerde onun gibi öğrenci olan diğer üç kardeşi gibi. 1967 yılı Arap-İsrail savaşının ve Haziran bozgununun yaşandığı yıldır. Yenilgi Filistin dışındaki Filistinlileri birer mülteci durumuna getirmiştir. Barghouti genç bir öğrenci iken okumak üzere ayrıldığı ülkesine, ancak yaşlı bir adam olduğunda geri dönebilmiştir. Geri dönüş tuhaf bir şey olmuştur Barghouti için. Yıllarca bir gün geri döneceği bir Filistin'i olduğunu bilerek ve söyleyerek yaşamıştır. Ama geri döndüğünde bulduğu Filistin hiç de bıraktığı Filistin gibi değildir. Yakılmış, yıkılmış, çoraklaştırılmış bir ülke bulur geri döndüğünde. En önemlisi de yerleşimlerle çirkinleş(tiril)miş bir Filistin. Yerleşimler bütün gerçekliği ile önündedir. Ve onlar "çocukların meccona'dan ya da lego'dan yapılma hisarları değil. Bunlar İsrail'in ta kendisi İsrail ideolojisinin, coğrafyasının, hilesinin ve bahanelerinin… Bizim olan yer bulması. Ve onlar kendilerine ait kılmadalar. Bu yerleşimler onların kitabı, onların aldığı şekil. Onlar bizim kayboluşumuz yitişimiz. Yerleşimler Filistin diasporasının da ta kendisi." Yazar bu tablo karşısında kendisine şunu sormadan edemez. "Hangisi daha zor? Sürgünde olmak mı? İşgal altında yaşamak mı?"
Yazar geri dönüşündeki hislerini okuyucuya iç dünyasındaki yansımalarla, mazisindeki kişilerle ve olaylarla anlatmaya çalışır. Belki de yaşananları perdeye aksettirmenin, onları korumanın en iyi yolu olduğunu düşünerek yapar bunu. Böylece yazarın geçmişi, mültecilik günleri ve gözlemleri başarılı bir biçiminde okuyucuya aktarılmış olur.
Barghouti "silahı bizim yabancılaşmamızın tarihidir" dediği İsrailli askerin kontrolünden geçerek Ramallah'a girer. Döndüğü ülkesini ilmeklerini yerleşimlerin ve kontrol noktalarının oluşturduğu bir halıya benzetir. İsrailliler istedikleri yerde ve istedikleri zaman sizi durdurabilirler ve siz de onlara etmek zorundasınızdır. Yapılan müzakereler belki İsraillilerin Filistinlilere ait evleri boşaltmasını sağlamıştır, ama evlere giden yolların işgali hala devam etmektedir. Barghouti Filistin'in gerçekliği ile yüzleşir: "Onlar hala buraların efendisidir."
Barghouti'nin yaşam öyküsünü farklı kılan sadece bir mülteci olması değildir hiç şüphesiz. O aktivist bir mültecidir ve onun geri dönüşünün bu kadar uzun süre engellenmesinin sebebi de budur. Barghouti kendine özgü bir siyasete sahiptir. Mısır'da geçirdiği yıllarında Filistin Radyosu'ndaki politik yorumları ile ön plana çıkmıştır. Radyo istasyonu Enver Sedat'ın İsrail ziyaretinin ardından tamamen susturulmuştur. Barghouti'nin muhalif tavrı bundan sonra da devam etmiş, bu nedenle mülteci olarak geçirdiği yıllar hiç de kolay geçmemiştir. Enver Sedat suikastının ardından bütün muhalif aydınların başına geldiği gibi Mısır'dan sürülmüştür. Geride eşini ve henüz beş aylık olan oğlunu bırakarak Macaristan'a gitmek zorunda kalmış ve 20 yıl boyunca bir daha Mısır'a girişine izin verilmemiş ve bu süre içinde ailesi ile sadece yılda iki defa görüşebilmiştir. Yazar yaşadığı sıkıntıları anlatır. Ancak bunları yaşamaktan şikâyetçi olmaz ve garipsemez. Kendi ifadesiyle "Filistin de ya da diasporada yaşayan bir tek Filistinli aile dahi daha zalimane felaketlere uğramadan yaşayamazken, ailesinin dağılması nedeni ile şikâyet edecek kadar aptal" değildir ve bu nedenle eserde kendi sorunlarına çok az değinir ve bunları abartmaz.
Eserde siyasi vurgular oldukça azdır. Ancak yazar Filistin mücadelesinin tarihi olaylarına dair değerlendirmeler yapmaktan da kendini alıkoymaz. Kendisi yıllarca FKÖ temsilcisi olarak görev yapmıştır. Ancak bu vasfına rağmen tartışmasız itaat eden biri değildir. Zaman zaman FKÖ'nün kahramanlık yıllarına, parçalanışına ve kendi vatandaşlarını tutuklayan, hapse atan ve işkence yapan bir hale gelişine, yapılan anlaşmalara ve müzakerelere, tüm bu evrelere değinir, muhalefetini açıkça belirtir. Esasen yazar'ın Filistin'e dönüşünü de Arafat'ın FKÖ'sü ile İsrail devleti arasında vuku bulan ve gülünç bir şekilde 'Barış Süreci' olarak adlandırılan dönem ve Oslo anlaşması mümkün kılmıştır. Barghouti Oslo'nun imzalanışının üçüncü gününde girmiştir Filistin'e ve değerlendirmeleri bu açıdan da ayrı bir önem taşır.
Eserde İntifada'dan hep övgüyle bahsedilmiştir. Yazarın Oslo anlaşması üzerine Filistinli dostlarıyla yaptığı sohbetlerde hep İntifada yıllarına olan özlemin vurguları, şehit ailelerinin göklere değen haklı gururlarının izleri vardır. İntifada'yı yadsıyan veya içini boşaltmaya çalışanlara sitemde bulunur. Eserde intifada şehitleri gururla anılır. "Onlar Walt Disney'in bir ürünü değiller yahut El-Menfaluti'nin imgeleminden fırlamadılar. Diriler yaşlanabilirler fakat şehitler gençleşirler." der Barghouti.
Kitapta İntifada sırasında yaşanan olaylar anlatılmış. Asıl ilginç olan yazarın mülteci olmasına ve bizzat şahit olmamasına rağmen İntifada yıllarının onun zihnindeki diriliğidir. Basılan köylerden, okula giderken vurulan daha on sekizine bile varmamış çocuklardan ve İntifada'nın fedakâr kadınlarından bahseder Barghouti. Ona göre İntifada'da yer almış kadın olgusu hayran olunmaya değerdir ve bu kadınların hikâyelerine de yer verir satırlarında…
Barghouti, ülkesine hasretini tüm kitap boyunca belirtmesine rağmen ulusçu ya da milliyetçi bir hamasetten de uzak durmaya çalışmıştır. Kendisine "…çok farklı bir ulusuz değil mi? " diye soran Filistinli gazeteciyi büyük bir şaşkınlıkla karşılar ve asıl sorunun dünya üzerindeki sömürgeleştirme politikası olduğuna dikkat çekerek hapishane ve tevkifhanelerin sadece Filistin'de bulunmadığını söyler.
"Filistin'in Şairi" bize hiçbir yerde rastlamadığımız sahnelerde sunuyor Filistin'e ve Filistinlilere dair.
Filistinlilerin kendilerine has sohbetleri, işgal öncesi dönemde günlük yaşam, işgal yıllarının halka yaşattığı yokluk ve fakirlik, bu durum karşısında Batı Şeria ve Ramallah'ta bazı bürokratların ve siyasetçilerin cep telefonu ve rahat arabalarıyla öne çıkan yaşamları. Diğer tarafta diasporada yaşayan mültecilerin durumları da var kitapta. Dünyanın dört bir yanına dağılmış olmalarına rağmen birbirleriyle irtibatlarını her an canlı tutmaları, Filistin'den uzakta doğan çocuklarına ayrıntılarıyla anlattıkları Filistin ve şehadetlerde, cenazelerde bir araya gelmeye verdikleri önem dikkat çekici tablolar arasındadır.
Yazar şairlik vasfının doğal bir sonucu olarak eserinde kısa şiirlere de yer vermiştir. Bu şiirlerde geri döndüğü ama onun olmayan, ondan alınan Filistin'e olan hasret ve işgali yarma arzusu ön plandadır. Barghouti şöyle der: "…İşgal, meçhul bir sevgiliye âşık nesiller yarattı bizden; uzak, çetrefil, muhafızlarla, surlarla, nükleer füzelerle ve katıksız bir terörle çevrilmiş bir sevgiliye." Ancak her şeye rağmen umut vardır şiirlerde. Ve şiirler hayatın hayatta kalanlarla devam ettiğine dair bir ima taşır hep.
Mourid Barghouti'nin eseri hayatı sürgünlerle, tutuklamalarla geçmiş bir mültecinin dönüşü ile işgalin Filistin'ine yaptığı şahitliği anlatıyor. Filistin'e dönebilmesine rağmen özgür bir Filistin'e kavuşamamış, sürgünü hala devam etmekte olanların öyküsüne ortak olmak için okunmaya değer eşsiz bir eser "Şairin Filistin'i".
Kapıların kapısı,
Elimizde bir anahtar yok. Fakat biz girdik,
Mülteciler olarak yabancı bir ölümden kendi doğumumuza.
Ve mülteci, eskiden bizim olan evlerimizde. Ve geldik.
Çizikler var neşemizde,
Gözyaşlarından görünmez olmuş, ta akıp gidinceye değin…