Alem dergisi, topraklarından uzaklaştırılan Filistinlilerde Merci Zuhur'daki çadırlarında buluştu. Çadırların bulunduğu yer Güney Lübnan Ordusu ve Siyonist kuvvetlerin denetimi altındaki Zümriye Geçidi'ne yaklaşık 3 km. uzaklıktadır. Filistinliler, Filistin halkının davası galip gelinceye kadar mücadelelerini sürdürmeye ve vatanlarına dönmeye kararlı olduklarını ifade ettiler. Uzaklaştırılan Filistinliler uzaklaştırma işleminin daha önceden tasarlanmış bir planın ve siyasetin uzantısı olduğunu vurguladılar. Şamir'de olduğu gibi Rabin'in de sindirme, kovma ve öldürme vasıtaları hazırdır. Uzaklaştırılan Filistinliler konuşmalarında tüm dünyayı, uluslararası ve İslami kuruluşları kurtarılmaları ve topraklarına dönmeleri konusunda acil harekete geçmeye çağırdılar.
Siyonist hükümetin sizlere yönelik sürgün politikasının amacı nedir?
Dr. Abdulaziz Rantisi (Filistinliler'in resmi sözcüsü):
Rabin hükümetinin stratejik hedefleri halkın ortasından çıkmış bulunan bu kültürlü kesimi Filistin'den uzaklaştırmak onları (geride kalanları) akademik kariyere sahip insanlardan mahrum etmektir. Aynı zamanda Rabin'in yerini sağlamlaştırmak. Bu boşaltma işleminin devamında topraklarının tamamen hakiki sahiplerinden arındırılarak işgal etme işinin daha kolay hale gelmesini sağlamaktır. Ben burada Rabin'in üzerinde duruyorum, çünkü o kendisini dünyaya barış güvercinlerinden bir güvercin gibi gösterdi. Hakikatte ise o, kötü ve çirkin yüzlüdür. Herkes biliyor ki o sürgüncü ve terörist bir adamdır. Yine o başka bir yüzle ortaya çıkmaya insanların akıllarıyla alay etmeye çalışıyor. Rabin'in ve takımının düşmanlık, teröristlik ve nazilik konusunda daha önce dünyanın hiç görmediği bir seviyeye ulaştığını dünyanın öğrenmesi için onun üzerinde duruyorum.
Rabin, İsrail'in Filistin halkının kemiklerini kırma öğretmeni olarak ortaya çıkan siyasetinden sonra başka bir yüzle ortaya çıkmak istedi.
Uzaklaştırma kararı ve toprakların boşaltılması gibi kararlar dünya siyonizminin kararlarıdır. Biz bunu Siyon protokollerinde de okuduk. Ve yine biz onların halksız bir toprağa sahip olmaya çalıştıklarını da biliyoruz.
Uzaklaştırma sebebi olarak İsrailli askerin öldürülmesi gösteriliyor. Uzaklaştırma sebebi boş bir sebepti, israil'in halkı uzaklaştırmak için takip ettiği yol sebeplere ihtiyaç duymaz. Eğer bahsedilen sebep olmasaydı bile, yine uzaklaştırma olacaktı. Sürgündekilerin yarısından fazlası İsrail hapishanelerinde idi. Bu kişiler bırakın öldürmeye iştirak etmeyi, televizyonda dahi olayı görmemişlerdi.
Hamid Elbeytevi (Filistin Alimler Birliği'nin Reisi ve Mescid-i Aksa'nın Hatibi ve Tulkarim Hukuk Hakimi):
Meydana gelen toplu uzaklaştırma olayı daha önceden tasarlanmıştı. İsrailli askerin öldürülmesi ise bu olay için bir bahaneydi. İsrail hükümetinin bu işi uzun zamandan beri planladığı tutuklama ile/ve uzaklaştırma arasında geçen zaman içerisinde sabit olmuştur.
O Filistin arazisini vatandaşlardan özellikle de alimlerden arındırmak istiyor. Öyle ki bu topluluğun içerisindeki en az yüz kişinin alim ve cami hatibi olması buna ek olarak bir çoğunun Filistin üniversitelerinde ve şeriat fakültesinde öğretim üyesi olması da bunu gösteriyor. Bu ilk uzaklaştırma olmayan ve son uzaklaştırma olmayacaktır. Bu sürgünü önceden planlanmamıştı. Bunun gibi daha önce 1948 ve 1967'de de zorla göç ve yolculuk olayları yaşanmıştı. Aynı zamanda bu senelerde binlerce kişi zorla hicret ettirildi.
Tutuklanma ve uzaklaştırma işi nasıl tamamlandı?
Elbeytevi: Gerçekten ben ve binlerce kardeşimiz 14 Aralık günü yapılan geniş çaplı tutuklamalarla ansızın karşılaştık. Bu tutuklamalar ansızın ve tüm kanunları hiçe sayarak yapıldı. Hiç bir araştırma ve yargılama olmadı. Bilakis evlerimizden alınıp ellerimiz ve ayaklarımız bağlı, gözlerimiz kapalı olarak Gazze hapishanesi ve Ensar kampındaki tutuklama merkezlerine götürüldük. Nereye gittiğimizi bilmeden otobüslere bindirilerek hiç tahmin edemeyeceğimiz daha doğrusu beklemediğimiz bir yöne, Lübnan'ın güneyine getirildik.
Herkesin bildiği gibi siz 1990 senesinde de tutuklanmıştınız. O zamanki suçlama ne idi?
Elbeytevi: Bu doğru. 1990 senesinde tutuklandım. Çünkü ben Mescid-i Aksa'da hatiplik yapıyordum! Beni Siyonist düşmanın liderleri namaz kılanları işgale karşı harekete geçirmekle itham ettiler ve beni bir yıl idari hapis cezasına çarptırdılar. Onlara birçok kere izah etmeye çalıştık. Siyonist hükümetten Filistin halkı üzerindeki zulmü kaldırmalarını, üniversiteleri kapatmamalarını, evleri yıkmamalarını, başta Mescid-i Aksa olmak üzere mescitlere tecavüzü durdurmalarını talep ettik. Ancak onlar bunu kabul etmeyerek taşkınlıklarına devam ettiler. Birçok kere Mescid-i Aksa'ya saldırdılar ve onu yıkıp ortadan kaldırmayı ve yakmayı denediler. Sonra onlar mescidin alanında (meydanında) birden fazla toplu katliamı uyguladılar. Bunların en vahşisi 1990 yılında yapılan meşhur katliam ki orada yirmi gencin şehadeti ve bir o kadarından fazlasının yaralandığı katliamdır. Bu katliam anında ben de namaz kılanların arasındaydım. Neticesi ise tutuklanmam ve mahkemeye çıkarılmam oldu. Ve mahkeme reisi, benim katliamın nedeni olduğumu söyleyince; ben de, asıl sebebin, Allah'ın evini imar etmemize mani olmaya çalışan İsrail hükümeti olduğunu söyledim. Onlara Filistin halkı olarak Mescid-i Aksa'nın himayesi yolunda binlerce şehid vermeye hazır olduğumuzu anlatmaya çalıştım. Kudüs bizimdir ve Kudüs halkı Yahudi zulmünden en fazla nasibini alanlardır. Ve şimdi onlar camide namaz kılmayı, namaz kılanlardan korktukları için engelliyorlar. Namaz kılanların sayısı geçen Ramazan'daki bir Cuma günü 200 bine kadar ulaşmıştı. İşte bu Siyonistleri korkutan bir durumdu ve namaz kılanları özellikle de gençleri zora sokmaya çalıştılar. Ve sonunda toplu namaz kılmayı yasakladılar. Muhalefet edenleri ise, tutuklayıp hapishaneye kapattılar. O kadar ki şu anda mescidde ihtiyarlardan başkası imam olamamaktadır. Namaz kılanların sayısı Cuma günü şimdi 10 bin kişiyi geçmiyor.
Cihad Cerar (Kudüs üniversitelerinde ve enstitülerinde öğretim görevlisi):
İsrail uzaklaştırmayı hukuki bir kanun haline getirdi. Yirminci asrın sonuna geldiğimiz şu günlere rağmen İsrail tüm bir halkı vatanından etmeye çalışıyor. Eğer kuvvet dengeleri değiştiğinde ki bu da 10-15 sene sonra olacak. O zaman Filistinliler'den Yahudilerin uzaklaştırılması hukuki bir sorun mu olacak? Bu işi hazırlayan şu anda kovma siyaseti güden taraftır. Bu taraftan kastım İsrail idarecileridir. Medeni dünya onları daha fazla teşvik ederken bir yandan da insan haklarına çağırıyorlar. Ve onlar bu meseleleri aştıklarını söylerlerken Filistinli Araplar'dan oluşan köyleri tamamıyla yağmalayanların tavrı karşısında susarken hiç utanmıyorlar mı? İsrail bu yönde hareket etmeye devam etmekle tabutuna çivi çakıyor. Aslında o kendisi ileride kuvvetler dengesi değiştiği zaman uzaklaştırmaya hukuki dayanak sağlamış oluyor. Çünkü kovma işlemi o zaman Yahudiler için meydana gelecek. Bu işe kim başladıysa o bunun mesuliyetini taşıması lazım.
İsrail Adalet Mahkemesinin kararına gelince; Yüksek Mahkemenin kararı daima İsrail siyaseti yönünde oluşuyor. Bu konudaki gariplik onlar şu: Onlar önceden hukuki şekle çok önem verirlerdi. Uzaklaştırma kararını mahkemenin rahatça verebilmesi için hükümet bir takım sebepler öne sürerdi. Daha sonra uzaklaştırma gelirdi. Yani mahkeme hiç bir insanı tahkikten önce uzaklaştıramazdı.
Fakat bizim durumumuz için İsrail hükümeti son derece hayasızca davrandı.
Uzaklaştırma tam anlamıyla bir sürgündür ve o hukukla alakası olmayan siyasi bir karardır ve o ahlaksız bir karardır. Ne gariptir ki İsrail hükümeti bunu yaparken Rabin'in kararına bir örtü (bahane) aradı. İsrail adalet mahkemesi de ona bu örtüyü verdi. Aynı zamanda dünyada hiç bir kimsenin bu karara aldanması mümkün değildir. Neticede dünya İsrail adaletine güvenini kaybedecektir.
Bununla beraber ben İsrail adalet mahkemesinin kararın uzaklaştırılanların önündeki kapıyı kapattığını söylemek istemiyorum. Çünkü İsrail hükümetinin kararından dönme hürriyeti vardır. Yüksek adalet mahkemesinin kararı hükümeti uygulamaya mecbur etmez.
İsrail kanunları, işgal altındaki topraklarda yüksek Adalet Mahkemesi'nin herhangi bir kararını Savunma Bakanlığı'na iptal etme yetkisini veriyor. Geçmişte İsrail daha önceden verdiği karardan geri döndü ve sürgüne gönderilenleri geri getirdi, yani uzaklaştırma kararını iptal ettiler. Bizimle geçmişte geri dönenler arasındaki fark, Rabin'in yetkiyi eline almış olması ve topun tersine dönüp uzaklaştırılmamızda. Yani eski uzaklaştırma kararını iptal eden Rabin'in 418 yeni kişi için yeni bir karar çıkartmış olmasıdır. Nerede öyleyse konuşup durdukları kanun hakimiyeti ve demokrasi?
Dr. Salim Ahmet Selamet (Gazze İslam Üniversitesi Rektör Vekili):
Uzaklaştırma işi daha önceden planlanmıştı ve askerin kaçırılması ise esas sebep değildi.
Daha önceden İsrail, İslam alimi olan Şeyh Abdulkerim Ubeydi, Güney Lübnan'da evlatlarının arasından İsrailli bir pilotla değiştirmek için kaçırdı. Bununla birlikte kahramanlarımız da gözleri dili ve kalbinden başka bir yeri hareket etmeyen felçli bir alimi değiştirmek için İsrailli askeri kaçırdılar.
Dr. Selamet: Hiç bir kimse işgal edilmiş Arap topraklarındaki hayatın zorluğunun boyutunu tasavvur edemez. İktisadi, eğitim, sağlık ve toplumsal durumlar çok kötü bir durumdadır. Bu durum ailelerimizin yanında iken böyleydi. Onlara bakan bizlerin uzaklaştırılmasından sonra durum nasıl olur?
Biz sadece vatanımızda kalmak istiyoruz. Lübnan'da ikamet etmek istemiyoruz. Lübnan arazisi üzerine 14. kampı da kurmak istemiyoruz. Lübnan'ın bizim için çektikleri yeter. Lübnan'ın bizim için çektikleri yeter. İşte toprağımız onlarca metre uzaktadır. Niçin bize engel konuyor ve önümüzdeki yol mayınlanıyor ve İsrail askerleri sınır muhafızları için karşı koyuyor. Bizimle ailemiz arasını ayırıyorlar.
Eğer İsrail Başkanı uzaklaştırılmamızın intifadayı söndüreceğini sanıyorsa, biz ona diyoruz ki, halkımız mübarek topraklar üzerinde hür devletini kuruncaya ve tüm haklarını alıncaya kadar mücadeleye devam edecektir. İntifada'yı devam ettirmeye kendi kendine yemin etmiştir.
Arap kardeşlerimizden tek bir adamın saf duruşu gibi halkımızın İntifadası karşısında ve uzaklaştırılan bizlerle beraber saf tutmalarını temenni ediyorum. Ayrıca daha fazla sürgün olayının yaşanmaması için Lübnan'la hudutların kapatılmasının yanında yer almalarını da temenni ediyorum. Onların hesaplarını tekrar gözden geçirmeleri gerekir. Şamilin hedefi toprağın tamamen boşaltılmasıydı. İşte Rabin yüzünü gösterdi.
Dr. Ömer Salih Pervane: Kahire'de Tıp Fakültesi'nden mezun oldum. Doktoramı Londra'da aldım. İhtisasımı ise Avusturalya'da yaptım. Avusturalya'dan dönüşümden on gün sonra tutuklandım. Çalışmak için muayenehanemi hazırlıyordum. Bana gerektiği gibi ailemi görme fırsatı bile verilmedi.
Dönüş çadırındaki hayat şartları gerçekten çok çetin, her çadırda 10 kişi kalıyor. Sabah ve akşam kendilerine çeşitli kuruluşların bağışladığı sandiviçler dağıtılıyor. Biz dünyadan haberleri dinlediğimiz radyo hariç (onu saymazsak) dışlanmış gibiyiz. Geldiğimizde herkes yorgunluktan ve ağırlıktan bitkin bir haldeydi. Şiddetli soğuğun izleri olan göğüs iltihapları, ishal, burun akıntıları açığa çıkmaya başladı. Muhakkak ki biz zamanın ağırlığını ve baskısını hissediyoruz. Biz dönüş kararını beklemekten dolayı öfkeliyiz. Tek bir isteğimiz var, o da vatana geri dönmek. Biz Lübnan'da kalmayı değil, bilakis güneye Zemariyyeha Gazze'ye ve Rasu Nakure'ye dönmek istiyoruz. Bizim için başka çıkar yol yok ve hedefimiz vatanımıza dönüştür. Buradan bütün dünyaya diyoruz ki; bize bakınız, örneğin ben. Okula giden çocukları ve hanımı olan bir insanım. Onları bir baba şefkati ve sevgisiyle kucaklamak ve yine onları okula giderken uğurlamak, döndüklerinde ise karşılamak benim için çok mühimdir. Ben herkes gibi çocuklarımın istikbalini, öğretimini ve yaşamını sağlamak zorundayım.
Biz işgal altındaki Arap topraklarında çok kötü koşullar altında bile evlatlarımıza verebildiğimiz kadar bilgi ve kültür vermeye çabalıyoruz ve onları güzel ahlakla terbiye etmeye çalışıyoruz. Çok kötü koşullara rağmen Siyonistler bizi her şeyden mahrum etmek ve uzaklaştırmak için çalışıyorlar.
Şeyh Abdullah (Şehidler Camii'nin imamı ve hatibi):
Biz işgal edilmiş Arap topraklarına dönme girişiminde bulunduk, fakat İsrailli askeri yetkililer bize doğru ateş ettiler ve yolları mayınladılar. Bazı arkadaşlarımız yaralandı. Eğer hava kötü olmasaydı ve içimizde yaşlılar, yaralılar ve acizler olmasaydı, buraya geri dönmeyi düşünmezdik. Bizler dünyanın gözü ve kulağı önünde cereyan eden vahşete karşı uluslararası kuruluşlar harekete geçer umuduyla kampa geri döndük. Ve dünya seyrediyor, gözetliyor, hiç kimse kıpırdamıyor. Yine bizler yağan yağmurdan bile bizi koruyamayan bu çadırların gölgesinde gökyüzü ve yıldızlar arasındaki bir yerde yaşıyoruz. Hepimiz ailelerimize ve vatanımıza dönme arzusu ve ümidi ile yaşıyoruz. Herbirimiz kardeşlerini, ailesini, çocuklarını hatırlıyor. Dünyada herkes seyrediyor. Güvenlik konseyi sadece İsrail'i kınayan bir karar çıkartıyor, dünyanın başka bölgelerinde ise kararlarını uygulamak için kuvvet kullanıyor. Amerika ise sadece İsrail'i Güvenlik Konseyi'nin aldığı karar doğrultusunda eleştirmekle yetiniyor. Niçin bununla yetiniyor? Savunduğu insan hakları ve önerileri nerede?
Bu ıssız, terkedilmiş bölgede olmaya mecbur edildik. Madem ki biz burada kalmaya mecburuz, kurtuluş yolu açılıncaya, mesele halloluncaya kadar kalacağız. Tabii ki yollarda usanmayacağız. Girişimlerimizi azaltmayacağız. Kesinlikle çabalarımız bedeli ne olursa olsun dönüş için tekrar tekrar direneceğiz. Yaşadığımız bu zor durumda Arap Birliği Örgütü'ne şöyle bir çağrı yapıyoruz: Biz Arap vatanının kültürü ve tarihine mensup Arap halkının çocuklarıyız. Niçin suskunuz? Bu Arap teşkilatı uzaklaştırma kararının iptali için İsrail'e baskı ve bize yardım etmeden ve davamızı çözümlemeden ve uluslararası kuruluşlardan başlayarak Birleşmiş Milletleri ve geri kalan bize yardımla ilgili tüm tarafları harekete geçirmek için niçin bir ortak tavır belirlemeden duruyor.
Ve İslam Konferansı Örgütü'ne diyoruz ki, biz İslam ismiyle uzaklaştırıldık. Çünkü biz gerçekten ahlak, suluk ve akide taşıyoruz. Eğer onlar müslümanları düşünüyorlarsa ve İslam ve müslümanlar adına konuşuyorlarsa niçin susuyorlar? Biz onları bu işe, bize bu zor anımızda yardım için, müdahil olmaya davet ediyoruz.
Dr. Tahir Ahmet Mahmud: Bu çağrımı tüm dünyaya bütün bütün bu çektiklerimize rağmen Allah'a olan teslimiyetimiz ve güvenimiz içinde yöneltiyorum.
Şu anda söylediklerimiz dünyadaki mazlumların haklarının korunması amacıyla, milletler ailesinin gerekli misyonu yüklenmesi için dünya kamuoyuna fırsat tanımayı hedefleyen bir çabadır. Ve bu yerimizden Amerika'ya diyoruz ki: Yiyeceğin korunması insanın korunmasından daha mı önemlidir? Onlar ki bir günden bir güne hiç birisi ne bir silah, ne bir bıçak taşımadılar ve Filistin'den sürüldüler. Ve onların hepsi yüksek okul diplomasına sahiptirler. Aralarında doktorlar, cami imam ve hatipleri, alimler ve üniversite hocaları vardır. Onları adil davanın yardımcıları ve fikir taşıyıcıları olduğu için uzaklaştırdılar.
İsrail demokratik bir devlet olduğunu iddia ediyor.
Ve çoğunlukla tartışma bunun etrafında dönüyor.
Bazı Yahudiler sövüp küfrederek başkalarına saldırıyorlar. Fakat yerlerinde kalıyorlar. Ama bir Filistinli görüşünü açıklarsa durum tamamen farklıdır. O ya hapsedilir, ya öldürülür veya Filistin'den kovulur. Peki bütün bunlardan sonra hakiki demokrasi nerede? Onların demokrasisi aldatmaca ve yalandır. Ve onların gerçek hakikati ırkçılık ve terördür.