Bir sükût çölünde sürgün gözlerim
andımız hala dilimde kardeşim
diri vakitlerdeyim
bilsen şimdi deli divane ellerim
kentlerde
ölüm biçimleri farklı olsa da
nice ahlar işitirim
günler her gün biraz daha ateş
istanbulda
bağdatta
kudüste
umudum bilenir yaralı kuş seslerinde
canım yanar toprağında kudüsün
zulüm konar başıma ah istanbul
açlıktan ölür çocuklar ve analar
abanmış acılarına bağdatta
tez ol gün bitecek
giyin sina onurunu
dinsin zeytin gözlerde kan olan gözyaşı
unutma
bu damar aşkı vurur
açan kırmızı laleler sürgünler
ve biz yürüyoruz kolkola
aramızdan boy versin hamza
bir ateşten bir yangına
bu yol böyledir
bazen güneş bile acıyla kıvranır
belli bir vakte dek
bürünürüz yeryüzünde hüzün hırkasına
sen yarınların gül çocuğu
gözleri sürgün bakışlı
acının ve ateşin üstündesin
yaşamak böyle eklenir günlere
yüzün kanadıkça dökülür yağmurlar
yüzün ki mahzun saçların kumral
her gün kanarsın penceremde ebabil şehrinde
kadim sevdanın ak benizli çocuğu
sen ey diriliş tohumu
istanbulda
bağdatta
kudüste
sen ey aşkın neferi
ve gözlerim yedi iklime taşıyor seni
güller kanar da istanbulda bağdatta kudüste
bahçıvanlar sürgün gözlerden yaşlar dökmez mi...