Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla
8. sayımızla II. yılımızı tamamlamış bulunuyoruz.
Bu sayımız, genel seçim atmosferinin ülkemizi tümüyle kapladığı bir ortamda çıkıyor. Seçim mekanizmasının, asıl olarak, arada bir nefesi tıkanan laik-kapitalist diktatörlüğe halk katında sahte bir meşruiyet-i güven tazeleme işlevini yerine getirmeye yönelik bir aldatmaca olduğu açık. Bununla birlikte bu tesbit, insanı ve toplumu bir bütün olarak dönüştürmeyi hedefleyen devrimci müslümanların içinde yaşadıkları toplumda meydana gelen siyasal ve sosyal gelişmelere hiç bir şekilde 'kayıtsız' kalmaları sonucunu doğurmamalı. Dönüştürmeyi amaçladığımız toplumu -olumlu veya olumsuz olarak- etkileyen tüm oluşumların mutlaka ilgi sahamıza dahil olmaları gerektiğine inanıyoruz. Hele bu, genel siyasi seçimler gibi, tüm halkın gündemini, beklentilerini, geleceğe dönük umutlarını ve umutsuzluklarını, düzene ilişkin tavır alışını, toplumsal mevzilenişini ve kimliğini ifadesini birinci dereceden etkileyen bir konu ise, ilgimizin mutlaka daha bir yoğunlaşması ve düşünce ve eylemlerimizin kendimize ve çevremize karşı sorumluluklarımızla uygunluk arzetmesi gerekir. Bu konuyla ilgili ayrıntılı yorumumuzu 'Gündem' başlığı altında okuyabilirsiniz.
Genel seçimlerle ilgili olarak belirttiğimiz, toplumsal olaylara karşı aktif tavır takınmak sorumluluğu bahsi, işçi sınıfının mücadelesine ilişkin olarak da aynen tekrarlanabilir. Kur'an'dan yola çıkarak, müstezaf kitlelerle kucaklaşan bir mücadele perspektifine sahip olması gereken Türkiyeli İslami hareket, ne yazık ki kimi harici, kimi dahili çeşitli faktörlerin etkisiyle uzunca bir süre, -toplumsal kökleri itibariyle bu kesime dayanmasına rağmen- genelde tüm ezilen, sömürülen mahrum kitlelere özelde de bu kesim içinde dinamizmi ile öne çıkan işçi sınıfına ilgisiz kalmıştır.
Arkadaşımız H. Türkmen konuya ilişkin makalesinde bu ilgisizliğin köklerine ışık tutmaya ve olumlu bir gelişim olarak bu konuyla ilgili yeni yeni taşınmaya başlanan gerekli ideolojik-politik duyarlılığa dikkat çekmeye çalışmaktadır.
'Cezayir', emperyalist iletişim tekelinin bilinçlice tercihi ile uluslararası kamuoyunun gündeminin dışında tutuluyor. Kontrolden çıkarak rejime karşı topyekün bir tehdit oluşturmaya başlaması üzerine Cezayir İslami hareketine karşı işbirlikçi laik diktanın son bir çırpınışla askeri darbeye başvurmasının ardından yaklaşık iki ay geçti. Bu sıcak yazın Cezayirli müslümanları mücadelelerinde daha da pekiştireceğini ümit ediyoruz.
Yeri gelmişken, Cezayir'de gerçekleşen darbe ile geçtiğimiz günlerde Rusya'da meydana gelen darbe teşebbüsüne karşı demokrat maskeli sömürgeci küfür dünyasının gösterdiği tepki ve tavır alış arasındaki açık farklılaşmaya dikkat çekmenin yararlı olacağını belirtelim. Sovyetler Birliğinin ABD emperyalizmine peşkeş çekilmesine ve Sovyet insanının Batı karşısında her geçen gün daha bir aşağılanmasına karşı 'dur' demeyi amaçlayan müdahaleye karşı emperyalist Batılı çevreler ve işbirlikçileri tarafından adeta kıyamet kopartıldı. Sanıldığı gibi kitlelere değil, emperyalist Batılı güçlere sırtını dayayarak kahramanlık gösterilerine girişen 'demokrasi havarisi Yeltsin' edebiyatı hiç biteceğe benzemiyor. Halbuki daha iki ay kadar önce aynı uluslararası demokrat(!) kamuoyu Cezayir'de gerçekleştirilen kanlı darbeyi avuçlarını patlatırcasına alkışlamaktan çekinmemişti. Darbecilerin cinayetleri, tutuklama kampanyaları, insan hak ve özgürlüklerine yönelik kısıtlamaları 'gericilerin-yobazların tepelenmesi' şeklinde sunularak onaylanıyor, sömürgeci artığı işbirlikçi ordu 'Cezayir'de kaybolan istikrarı yeniden sağlayan güç', 'Cezayir'in çağdaşlaşmasının garantisi' olarak olumlanıyordu.
Bu iki olay karşısında iki tavır alış bizi bir sonuca götürmemekte; Batılı emperyalist çevrelerin sakız gibi her gün ağızlarında çiğnedikleri uluslararası hukuk, özgürlükçülük, demokrasi kavramları yalnızca ve yalnızca sömürgeci işleyişe (tezgaha) malzeme oluşturmaktan öte bir anlam taşımamaktadır.
Bu sayımızda Cezayir İslami hareketinin dününü ve bugününü ele alan iki yazı yer alıyor. Çağdaş Cezayir İslami hareketinin oluşması için, bir takım eksiklikleri ve yanlışları ile birlikte büyük ölçüde altyapı işlevi görmüş bulunan Bin Badis'in önderliğindeki Ulema Birliği'nin geniş bir değerlendirmesinin yapıldığı bir söyleşinin tercümesini sunuyoruz.
Diğer yandan Muhammed Amireş 'Cezayir'de İslami Kurtuluş Cephesi' başlıklı makalesinde Cephe'nin ve son zamanlarda yaşananların genel bir değerlendirmesini yapıyor. Dergimizde yayınlanması için M. Amireş'in bu makaleyi kaleme almasını sağlayan dostumuz Asaf Hüseyin'e bu vesileyle teşekkür etmek isteriz.
Bu sayımızda Arap milliyetçiliğini konu alan iki yazının çevirisine de yer verdik. A. Baram'ın, sınır ötesi Arap milliyetçiliği ile bölgesel Arap milliyetçilikleri arasındaki uyum ve gerilimi ele aldığı makalesinde; kökleri ve uygulama biçimi ile yer yer Türk ve İran milliyetçiliği ile benzeşen Arap milliyetçiliğinin genel olarak hem İslam dışı - İslam karşıtı çizgisi, hem de tüm milliyetçi akımlar gibi bir çıkmaza saplandığı gerçeğinin ipuçları kendini ele veriyor. Öte yandan H. Kaşan; Körfez Krizi'nin patlak verdiği ilk günlerde gerçekleştirdiği anket çalışmasıyla Arap milliyetçiliğinin potansiyel ve fiili gücünü tespit etmeye çalışmış. Yazarın anket bulgularına dayanarak vardığı sonuçların önemlice bir kısmı Körfez Krizinin sonucuna bağlı olarak, bugün pek bir anlam taşımıyor. Bununla birlikte yazarın çalışması Arap dünyasından siyasal bir kesit sunması açısından ilginç sayılabilir.
Bu sayımızın 'Tartışma' bölümünde A. Ertürk 'siyasi parti'nin müslümanlar açısından anlamlı gördüğü bir takım yapısal özelliklerine dikkat çekiyor. Yoğun olarak yaşanan bir seçim atmosferi ve müslümanlar arasında "İslami parti" tartışmalarının sürdüğü bir ortamda bu konunun çeşitli yönleriyle ayrıntılı değerlendirmelere tabi tutulmasının daha bir önem kazandığını düşünmekteyiz. Bu itibarla farklı yaklaşımlara da sahip olsa konuya ilişkin değerlendirmelere dergimizin önümüzdeki sayılarında yer verebileceğimizi hatırlatırız.
9. sayımızda birlikte olmak dileğiyle...