Statüko Göçüyor!

Haksöz

2010 yılı Türkiye açısından statükonun güçlü biçimde sarsıldığı bir yıl oldu. Yılın ilk ayında gündeme bomba gibi düşen Balyoz ifşaatı ordunun kurumsal temelde tüm karşı çabalarına rağmen mecrasına oturdu ve askerî vesayetle hesaplaşma düzleminde önemli gelişmelere zemin teşkil etti. Tamamı ordu mensubu 195 sanıklı bu dava ile ilk kez darbeciler adli bir mahkemede hesap veriyorlar. Bu dava Ergenekon dava sürecinin daha ileri bir düzeye taşınması olarak da okunabilir. Ergenekoncular darbe için uygun zemin oluşturma, bir anlamda darbeye yardım ve yataklıkla suçlanmaktalar. Balyoz davasında ise doğrudan darbeci örgütlenme yargılanmakta. Halen Silivri’de görülmekte olan bu davada 20’den fazla muvazzaf generalin de sanıklar arasında yer alıyor olması sadece davanın çapına, ağırlığına değil, Türkiye’de ordu gerçeğine de ışık tutmakta.

Son yıllarda yaşanan gelişmeler orduyu geri çekilmeye zorlamakla birlikte militarizmin çok boyutluluğu ve yaygınlığı orduyu direnç göstermeye sevk ediyor. Hükümet tarafından terfi kararnameleri imzalanmayıp, bilahare açığa alınan 3 general ile ilgili olarak AYİM’in generaller lehine verdiği karar bir anlamda bitmiş maçı uzatma çabası! Bu tür zorlamalar Hükümeti daha tutarlı davranmaya ve sürmekte olan askerî üst yargı çarpıklığını düzeltmek için adım atmaya sevk etmeli!  

Asker ne kadar farkında pek anlaşılmıyor ama direncin giderek zayıfladığı ve güdükleştiği ortada. Dil tartışmasına ilişkin Genelkurmay’ın sitesinden duyurduğu bildirinin tehditkâr içeriğine rağmen kamuoyunda ciddiye alınmaması dikkat çekiciydi. Genelkurmay’ın Ankara Valiliğini Atatürk koşusu için güzergâh tayin etmemesi dolayısıyla “halka şikâyet” etmesi de süreci net ifade eden bir manzara oluşturmakta.

Askerin yargı bürokrasisi ile dayanışma içinde en sert savunma mevzilerinden biri olan başörtüsü yasakları konusunda önemli adımlar atıldı. Sorunun halen pek çok alanda devam etmesine rağmen yasakçıların süngüsü düşmüş durumda. Referandum ile birlikte yargı bürokrasisinin maçı kaybettiğinin anlaşılması ve olumlu psikolojik atmosfer sayesinde üniversitelerle başlayan rahatlamanın diğer alanlara da taşınması kaçınılmaz. Bunun için elbette başörtüsü savunucularının hiç olmazsa yasakçılar kadar bir irade ortaya koymaları gerekiyor.

Askerî vesayetin en ağır hissedildiği Kürt sorununda da önemli bir süreç işliyor. Siyaseten süreci karalama, yok sayma tutumu sergileyenlerin söylediklerinin aksine ne ülke bölünüyor ne de Kürt kimliğinin inkârı aynen sürüyor. Resmi ideolojiyle tam manasıyla hesaplaşılamamasının getirdiği bir sonuç olarak zaman zaman zikzaklar çizilmekle birlikte, sorunun tüm boyutlarıyla tartışılıyor olmasının bir ilerleme olduğu açık. En azından tutarlı ve adil bir çözüme dünden daha yakın olunduğu görülmeli. Bu noktada sürecin doğru değerlendirilmesi ve yönetilmesinde adaletten yana herkesin ortak sorumluluğu olduğu hatırlanmalı.

2011 yılının resmi ideolojik tahakkümün ve her türlü askerî vesayet zincirinin kırıldığı bir yıl olması dileğiyle, tüm okuyucularımızı selamların en güzeli ile selamlıyoruz!