Uzun yıllardır yazı yazan, kitapları yayınlanan ve de dergilerde yazmanın önemine bizzat şahitlik etmiş biri olarak Haksöz dergisinin 300. Sayısında dergi yazarlığının önemini ve bize kattıklarını bir metinle ifade edebilmem zor. Çünkü yazının ve yazanın ruhunda hayatın akışıyla paralel giden bir ritim vardır. Ve neyi nasıl, nerde, niçin yazdığını anlatırken bunun nasıl şekillendiğinden ziyade daha çok yazdıkları kendinin şahididir. Yazının serüvenini yine yazılanlar anlatır. En azından benim için öyle.
Yazı, benim çocukluk ve ilk gençlik yıllarıma dayanan bir süreç… İlköğretim yıllarından itibaren iyi bir kitap okuru olarak, o zamanın çocuk dergilerini de büyük bir ilgiyle takip eder, edebiyat alanında yapılan etkinliklere severek dâhil olurdum. Yazdığım öykü ve denemelerle yer almaya çalıştığım o gününsüreli yayınlarının daha o dönemlerden kaleme yön ve şekil veren etkisini görmüştüm.
Bu sonrasında da devam etti. Özellikle 1999 yılından sonra o hepimizi bunaltan 28 Şubat sürecinde Haksöz dergisinde yazmaya başlamak benim için kendimi diri tutmamda, öykücülükte yol almamda çok önemli bir adım oldu. Haksöz, bir edebiyat dergisi değildi. Ancak sözün güzelini ve hak olanını söyleyen herkese hangi alanda yazarsa yazsın sayfalarınıardına kadar açan bir okuldu. Bu da bize hem kendimizi ifade etmede hem de yazdığımız derginin misyonuyla örtüşen bir perspektif geliştirmede güzel bir zemin sağlıyordu. Dergiciliğin en büyük fonksiyonunun da kendi zaviyemden bu olduğuna inanıyorum. Nasıl İslam, ümmet bilinciyle yaşandığında kişiyi terbiye ediyor, başıboşluktan kurtarıyor, bilinçlendiriyor ve muhteşem bir kimlik inşa ediyorsa, Haksöz dergisinde yazmak da aynı dilden aynı kalple konuştuğumuz insanlar olarak birbirimizi anlamada, yönlendirmede, ortak bir dil oluşturmada, hatalarımızı birlikte gidermede, zaaflarımızı köreltmede, başarılarımızı tebrikte, aşırılıklarımızı törpülemede, zayıflıklarımızı güce dönüştürmede, ilim ve irfanın kolektif bir şuurla ivme kazanmasında, hâsılı kelam İslam kardeşliğinin bir derginin sayfalarında kalemin onuruyla yer bulmasında fırsat tanıyordu. Hele ki 28 Şubat’ta pek çok çevre, sinik, iğdiş, pasif, omurgasız bir duruş sergilerken, Haksöz ve çevresinin gerek yazılarla gerek duyuru ve eylemlerle nasıl tavizsiz ve direnmeci bir tutum gösterdiğine de yakinen şahidiz. Pratiğe dökülen tüm bu müspet adımlarda derginin ve misyonununyol göstericiliği ise hepimizin malumu…
Hep dergilerin bir okul vazifesi gördüğü söylenir. Fakat bunu dergilerde yazmayan kimseler pek anlayamaz. Özellikle günümüzün aceleci, bireyci, seküler insan tipine bir dergi atmosferinde aylarca, yıllarca aynı sayfalarda bir arada metin çoğaltmak, yazıda saf tutmak fuzuli gelebilir. Gittiğim pek çok okul, seminer vs. etkinliklerinde yazma yeteneği olan gençlerde de bunu gözlemliyorum. Kendinde yazma potansiyeli gören pek çok kimse ilk etapta hızlı bir şekilde kitap çıkarmaya hevesleniyor. Ya da yazarlık kurslarına, atölyelerine dâhil oluyor. Elbette bunlar da önemli. Fakat kişinin kendi düşünce yapısını ve kalemini olgunlaştırabilmesi için önce kendine rol modeli olabilecek kalemlerden feyiz alması, onlarla aynı ortamlarda bulunması, dergilerde yazması, tenkit ve övgüye açık olması gerekiyor.
Diğer yandan, sosyal medyanın aktif kullanıldığı çağda, dergiler kadar web sayfalarının da önemli olduğunu düşünüyorum. Bu sitelerin mesajı hızlı ve genele yaymada daha müsait olduğu bir vakıa. Nitekim Haksöz-Haber sitesinin bu alandaki konumu da önemli bir boşluğu dolduruyor. Bir haberin doğruluk kaynağını araştırmada ve güvenilir olana ulaşmada faydalandığımız güzel adreslerden birisi…
Haksöz dergisinde altı yıl kadar aktif yazmaya çalıştım. O günlerden aklımda kalan en heyecan veren enstantane, yazımı gönderdikten sonra derginin çıkacağı günü heyecanla bekleyişlerimdi. Dergi elime geldiğinde her ay bir kitabım çıkıyor mutluluğuyla duygulanarak okurdum.
Gündemi takip etme konusunda ve konjonktürel fikir geliştirmede de derginin oldukça faydasını gördüm. O günlerden bugünlere çok şey yaşandı, değişti ülkede, dünyada… Şimdi iseuzun yıllardergide yazdığım 28 Şubat öyküleri kitaplaşmış halleriyle liseli, üniversiteli gençlerimizin ellerinde ve gittikçe daha da artan bir seyirle okunmaya devam ediyor. Ve biz bu gençlerle yaptığımız söyleşilerde Haksöz dergisini ve o günlerdeki duruşumuzu konuşuyoruz. Hatta geçtiğimiz günlerde lisede bir öğrencinin şu sözleri beni çok etkiledi: “Kitabınızdaki öyküleri okurken o günleri yaşar gibi oldum. Gerçekten imam hatiplerde başörtüsü yasağı yaşandı mı? Bugünün şartlarında okulumun ve ülkemin kıymetini daha iyi anlıyorum.” Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz ki dergilerde yazmak, günün birinde yazdıklarımızın kimlerce, nasıl okunacağının da sinyallerini veriyor. Bize bambaşka yollar açıyor ve köprüler kuruyor. Biz farkında olmasak da tarih her yapılan Salih davranışın seyrini tutuyor.
Sözün özü…
Haksöz dergisinde eskisi gibi yazamasam da bana kattıkları, kalemime ve bilincime kazandırdıklarından dolayı teşekkür ederim. Benim için gerçekten bir okul oldu. Son yıllarda ise Haksöz web sayfası seyahat yazılarım için güzel bir pencere olmaya devam ediyor. Derginin ilk çıkan fasikül hallerini bilen biri olarak, 300. Sayıya ulaşması gerçekten takdire şayan. Rabbim, Haksöz’ün yolunu daim etsin! Dergiye emek veren bütün kardeşlerden Allah razı olsun. Söz uçar, dergiler kalır! Haksöz de aynen öyle. Selam ile…