Sosyalist Modelin Çöküşü ve Sol Sapmalar

Murat Aydoğdu

İnsanlara olduğu gibi, toplumların nefislerine de takvayı ve fücuru ilham eden Allah; toplumu fıtrata uygun harekete yönlendirir. Bunları enfüsi ayetler olarak tanımlayabiliriz. İnsanın ve toplumun doğa ile ilişkisi de afakî ayetler çerçevesinde değerlendirilmelidir. Üretim-iktisadi faaliyetler bu afakî ayetlere uygun biçimlendirilmelidir.

Sosyalizm Avrupa tarihi sürecinde, bu afakî ve enfüsi ayetleri okumaya çalışmıştı. Vahyin yardımını reddeden bu okuma, ana hatları ila kapitalist Batı kültürüne karşı içeriden bir tepkiydi. Sosyalizm, süreç içerisinde emekçilerin hâkim sermayedarlara ve iktidarlara karşı mücadelede önemli bir yere sahip oldu. Sovyetlerin dağılmasından çok önce sinyal veren ve nihayetinde Batı sömürü düzenine karşı başarısız bir model olarak tarihte yerini aldı.

Özellikle Müslüman kitlelerde, Batı kültürel sızması ile 1950’lerde gerçekleşen sağ sapma ve muhafazakârlaşmanın etkileri oldukça yıkıcı oldu. Buna karşılık, genç, heyecanlı ve gelenekten kopmuş ama seküler etki altında olduğunun farkına varamayan Müslümanlarda da tepkisel sol sapma ortaya çıktı.

Sosyalizmin başarısız bir model olmasının belli başlı temel nedenleri incelenmelidir. Zira günümüz toplum katmanları ciddi bir şekilde Batı kültürü etkisi altındadır. Bu inceleme, gerek diğer toplumların Batı saldırılarına karşı direnişinde, gerekse Batı toplumlarının içine düştüğü çöküşten kurtulması açısından önemlidir.

Dünya çapında çöken sosyalist modeller, Batı kültüründe bazı boşluklara neden oldu. Türkiye’de, bu boşluk çoğunlukla liberalizm tarafından doldurulsa da ezilen kitleler üzerinde İslami söylemin daha etkili olması mümkün. Ama bu sağlam bir tahlile, hatalardan ibret almaya ve kendi paradigmasını oluşturmaya bağlıdır. İslam kültürü; daha Hicri birinci asırda Hint, Mısır, Mezopotamya ve Yunan medeniyetlerinin insanlık tarihi sürecindeki kazanımlarını kendi vahye bağlı özellikleri ile değerlendirebilmiştir.

Çöküşün Temel Nedenleri

Sosyalist modelin çöküşünün temel nedeni kültürel olarak Batı paradigmasından bağımsız olmamasına dayanır. Bazı Müslümanlarda bulunan zaafların da etkisi ile sol sapmaya neden olan temel noktalar şunlardır:

1- Batı düşünce yapısı, İslam coğrafyasındaki farklı toplulukların kendi hukuk ve siyasal yapılanmaları gibi çok kültürlülüğe yabancıdır. Batıda gelişen 'ulus model'le ilgili sosyalizmin net bir tavrı yoktur1 ya da öteleyicidir.2 Ne Marks ne de Lenin kendilerinden sonra ulus modellerin ne tip facialara yol açacağını yeterince göremediler.

2- Toplumsal yapılanma Batı’da iktidar üzerinden tepeden aşağıya ve zorla şekillenir.5 Sosyalizmdeki toplumsal temelde aşağıdan yukarı komünal düzenlenme iddiası, gerek proletarya diktatörlüğü gerekse parti-teşkilat doktrini ile gerçek dışı kılınmıştır. İdeal olanın aksine bütün pratiklerinde, sosyalist örgütlenme biçimlerinde; katı hiyerarşik ve tek tip yapılanma vardır. Komünal yapılanma sağlansa bile, bu tek tip toplum modeli olarak; farklı siyasal, hukuki ve sosyal yapılanmalara izin vermez.

3- Batı’da, toplumsal sınıflar tarihî gelişmeci3 ama en önemlisi çatışmacı4 yapıda şekillenmiştir. Marksizmin diyalektiği toplumsal sınıfları ezen-ezilen ayrımından öte iktisadi ilişkilerine göre ayırır. Burada işçi, köylü, tüccar, esnaf, zanaatkâr ya da kapitalizmin ikinci döneminde önem kazanan hizmet sınıfları kendi içlerinde iyi-kötü ayrımına tutulmadan çatışma içerisinde olduğu varsayılır.

4- Batı tarih tezleri seküler ve deterministtir, sürekli ileri gidişi öngörür. Toplum yapılanmasında değerlerin, inançların ve manevi yapıların yeri zayıftır. Toplumun iyiye ya da kötüye gidişi bu ilerlemeci mantıkla anlamsızlaşmıştır. İleri gidiyorsa bu iyidir, dolayısı ile feodal olarak algıladığı Müslüman, Hıristiyan ya da Asya tipi topluluklar kapitalizmden geri olarak algılanır.6

5- Avrupa sosyalizmi 19. yy’dan beri protest, tepkisel bir harekettir, kendi üretemez. Marks, diyalektiği idealistlerden devşirir, Hegel diyalektiğini ters çevirir. İktisadi üretim tezleri, kapitalist kuramcılar Adam Smith ve Ricardo’nun tezlerine dayanır, muhalefeti bölüşüm üzerinedir. Oysa üretim ilişkileri ve üretim tarzı aynı materyalist değerler üzerine şekillenmiştir.

6- Özellikle Marksist model vahyin yardımını reddederek noksanlaştırdığı okumasını mutlaklaştırır.7 Okuması metot üzerindendir ve bilimsellik iddiasında olup tartışmaya kapalıdır.

Manifesto komünistlere yönelik eleştirilere, sürekli olarak “Zaten burjuvazi bunları gerçekleştirdi.” diyerek cevap verir.8 Engels felsefi tezlerini, Duhring’in antitezi olarak üretir. Oysa sağ, muhafazakâr olmalı; sol, yenilikçi olmalıydı. Marksizm gelişmeci tarih-toplum tezi ile bundan sıyrılmaya çalışır. Kapitalizm ve burjuva sınıfı feodaliteye karşı ilerici ve devrimciydi, yani sol’du. Günümüz dünyasında sol’un muhafazakârlaşması, liberallerin değişimciliği savunmasının temelinde bunlar yatar.

7- İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, kapitalizm kendini yenileyen bir sürece girer. İkinci sanayi devrimi de denilen süreçte, teknik gelişmelerin ve iktisadi dengelerin de etkisi ile işçi sınıfının sayısal artışı durur, hatta azalmaya başlar. Hizmetliler sınıfı denilen kesim çalışanların içerisinde sürekli artar. Marks’ın proletarya toplumun çoğunluğuna ulaşacak öngörüsü çöker. Marks, makineleşmenin işsiz bırakacağı proleterlerin, hem de fakirleşerek9 devrimcileşeceğini düşünmüştür. Oysa yeni istihdam alanları ve nüfus artışının durması bu öngörüyü de yanlışlar. Diğer yandan göreceli olarak kapitalizm bazı alanları kamuya terk eder. 19 yy'da devletin bazı üretim faaliyetlerine girmesi kapitalizm için kabul edilemezken, özellikle kârlı olmayan ya da stratejik öneme sahip sektörlere devlet el atar. Gerçekte sermaye tekelci mantıkla devletle iş tutarak bu kaynakların kaymağını yemesine karşılık, bir çeşit doğrudan muhatap olmaktan çekilir. Üretimin artması, tüketimin teşviki gibi sebeplerle işçi sınıfında göreceli bir hayat standardı düzelmesi gerçekleşir. Oysa Marks proletaryanın sürekli fakirleşeceğini öngörmüştü.

Kapitalizmin ilk yarısında, toplumsal sınıfların diğer tabakalarındaki nitelikli elemanların sınıf atlamaları oldukça zordu. Nitekim bazı burjuva aydınları proleter sınıfa geçip onlara öncülük ediyorlardı.10 Oysa ikinci sanayi devrimi ile kapitalizm bu geçişleri kolaylaştırdı. Organizasyon yeteneği olan kişilerin, bırakın proleter sınıfa atılmasını, proleterlerin içerisindeki bu nitelikteki kişiler dahi devşirilmeye başlandı. Sonuçta insan doğasının nefsanî istekleri sınıf mücadelesinin öncü kadro potansiyelini yuttu. Marksizm’in buna karşılık verecek iç dinamikleri ise yoktu/gelişmemişti.

8- Sol, tarihi mülkiyet mücadelesi olarak görür ve merkeze bunu yerleştirir. Oysa mülk kavgası; hırs, kibir ve fücurun sadece bir parçasıdır. Kibirden doğan tahakküm güdüleri ile mevki, makam ve şöhret için malını mülkünü harcayan insanlar görürüz. Fücurdan doğan kıskançlıkla; hem kendi mülkünü hem de muhatabının mülkünü heba edenleri görürüz. Bu daraltılmış bakış açısı genellikle kişilik bozukluklarına yol açar. Zira asıl sebepleri gizleyen bir zihne sahiptir. Mülkü gasp edenlere karşı, kendi gasp edecek gücü ya da imkânı olmayanların ideolojisi haline gelir. Mele ve mütref kesimin müstekbirlikleri bazen şoven milliyetçiliklere dönüşür. Ve materyalist düşünce bu kültür baskısını göremez, sorunu sadece ekonomik gelişmelerle halledeceğine inanır. Bunu yaşadığımız coğrafyanın kadim sorunu olan, kimlik inkâr politikalarında rahatlıkla görebiliriz. İnsan nefsine zulmedebilen, kendine zarar verebilen bir varlık. Sosyalizm, insanı/toplumu sadece sosyo-ekonomik varlık olarak görür, nefis muhasebesi zayıftır.

9- Sosyalist model bütün Batı kültüründe olduğu gibi ayrıştırıcıdır, azınlıklara verilen belirli hakları bile onları coğrafi sınırlara ayırarak verir. Farklı toplumsal kesimlerin iç içe olmasını ve bu şekilde kendilerine ait siyasal ve hukuki yapılanmalarının oluşturulmasına yabancıdır. Oysa İslam toplumlarında bu tip modeller tarih boyunca iç içe yaşamıştır. Bir şehir ya da belde içerisinde Yahudi tüccar, Ermeni zanaatkâr, Rum köylü gibi toplumsal kesimler kendi hukuki ve siyasal yapılanmaları ile varlıklarını sürdürebilmişlerdir.

Marks'ın Öngörülerini Mutlaklaştırma

Marks, bulunduğu tarih diliminde proletarya/işçi sınıfının konum ve imkânı üzerinden bir öngörüde bulunur. İşçi sınıfı sömürüldüğünün farkına vardıkça, kaçınılmaz olarak devrimcileşecektir. Belirli merkezlerde toplanmış, şehrin iletişim araçlarına da ulaşabilen işçi sınıfı, devrimi yapacak tek sınıftır.11 Tarihin diyalektiği bunu determinist/kaçınılmaz kılmaktadır. Bu düşünce gerçekte insan iradesini inkâr eder.12 Marks’ın toplumun kaçınılmaz seyri olarak tanımladığı bu süreçte toplumun iç dinamikleri de önemsizleşir.13

Zora dayanmayan bir mülkiyet,14 doğal kapitalist süreç, buna karşılık çatışmacı bir sınıf mücadelesi nasıl olur? Zor neden değilse emperyalizm de doğal, gerekli ve hatta devrimciliğe yararlı bir şey olmuyor mu? Mülkiyet zora dayalı değildir ama başka bir yerde mülkiyetin ilk olarak aile içerisinde zor ile oluştuğunu söyler.15 Bu çelişki gibi görünen aslında tarihin deterministik diyalektiğidir. Kölelik zor değil, o dönem için gerekli, sömürgecilik de devrimciliğe hizmet eden süreç mi demek istiyor?16 Yine aynı neden belirginleşiyor, “Çatışmanın kutsanması”.17

Marks’ın dünyayı algılama biçimi de çatışmacı bir mantık üzerinedir. Doğanın ve toplumların diyalektiği çatışma üzerinedir. Doğada uyum yoktur ve doğa insana yetersizdir. Sonuçta doğadan alınan üretim insana yetmeyeceği üzerinden sınıf çatışmaları oluşur.18 Çatışma tarihi bir gereklilik olması yanında, toplumsal yapının sürdürülemez hale getirilmesi gereklidir.19

Sonuçta iyi ya da kötü değişkendir, bugün iyi olan yarın kötü olacaktır.20

Peki, devrim nereye oturuyor?

O kaçınılmaz, iradi değil.

Bütün bu zihin yapısı üzerinden sosyalizm, örgütlenme biçimini, hareket metodunu ve söylemlerini mutlaklaştırdı.

Bunu neden yaptı? Mehmet Ali Aybar şöyle der:

“Marksizm’in politikacıların elinde militanları yüreklendirmek, onların ‘iman’larını tazelemek için bir çeşit din haline getirilmesi gerekliydi. Çünkü inanç haline getirilen bir teorinin değişmez olması esastır. Her gün şurası burası değiştirilen öğretinin ardından kimse gitmez.”  (Mehmet Ali Aybar İle Söyleşi, Uğur Mumcu)

Marksist Devrimlerin Fırsatçı Dinamikleri

Marks’ın öngörüleri kendi çağında gerçekleşemez. Ona göre proletarya sürekli artacak, gelişecek, kapitalizm çelişkileri içerisinde yozlaşacak ve devrim proletarya diktatörlüğü şeklinde gerçekleşecekti. Marks, örnek isteyenlere 1871 Paris komününü gösterir. Oysa Paris komünü işçi sınıfının değil, Proudhon’cu anarşistlerin çoğunlukta olduğu yapılanmaydı. anarşistler de ağırlıkla aydın kesim, burjuva sınıfının isyancı kesimleri ve sınıf tanımlamasının dışında kalan işsiz kalmış yığınların, dışlanmışların etkinliğindeydi. Diğer yandan Paris komünü, kırsalı olmayan, sadece şehirden oluşan, ticaretin aksadığı, yani kendine yeterli olmayan bir toplum modeliydi.

Birinci Dünya Savaşı’na kadar Marksistler bir varlık gösteremediler. Sosyalist hareketin meclisi diyebileceğimiz Enternasyonal’de de azınlıktaydılar. Krallara, imparatorlara ve oligarşik yapılara dönük eylemlerle anarşistler bu döneme damgalarını vurdular. Rusya’da Narodnik denilen entelektüellerin kırsal kesime geçip, köylüleri örgütleyerek devrim hayalleri yenilgiye uğradı. 1905 işçi ayaklanmaları başarısız oldu.

Buna karşılık Marksist tezler, iktidarı önceleyen bakış açısı ile Lenin tarafından ihtilalcı mantığa dönüştürüldü.21 Zaten Marks’ın toplumsal değerler ve kültürel oluşumu yadsıması Lenin’in ihtilalcı çıkarımının da temelidir.

Günümüze kadar süren bu süreç içerisinde sosyalistler için kültür, tanımlanması zor bir kavram haline gelir. Toplumları tanımak ve tahlil etmekte zorlanır ve 'kültür emperyalizmi' gibi bir kavramı da tam şekillendiremezler. Bu trajikomik bir şekilde antiemperyalist iddiasındaki sol hareketlerde çelişkiler oluşturur. Hatta ister istemez Batı kültürünün üçüncü dünya ülkelerine taşıyıcısı haline gelirler.

1905 devrimi girişimi de 1905 Rus-Japon savaşının kısmen yıprattığı çarlığı devirmeye yetmemişti. Ama Lenin, parti-teşkilat-doktrin yapılanması ile Birinci Dünya Savaşı’nın yıprattığı Rus Çarlığında Ekim 1917 devrimini gerçekleştirdi. Kaos dönemlerinde, merkezî yapılanmanın çöktüğü durumlarda, en örgütlü ve disiplinli yapının iktidarı ele geçirmesi normal bir durumdur. Nihayetinde Lenin’in teşkilatlanma yapısı hem toplumun çoğunu oluşturmuyordu hem de çoğunlukla işçi olmayan kesimlerden oluşuyordu. Ama Lenin işçi sınıfı adına hareket etti, hem de işçi sınıfını kutsayarak.22 Lenin tarafından iyice yerleştirilen bu Ortodoks Marksizm, sonraki yıllarda Sovyet modelinin temeli ve sosyalizmin aşamadığı en önemli çıkmazı oldu.

Sosyalist sistemin sonraki bütün başarıları, sorunu öteleyen göz boyamalara dönüştü. Çünkü bütün başarılar Sovyet devrimine benzer fırsatlar sayesinde oluşmuştu. Küba’da güçlü olmayan basit bir çete iktidarı olan Batista diktatörlüğüne karşı öncü savaş ile iktidara ulaşıldı. Vietnam örneği ise bir çeşit ulusal savaştı.

Bütün başarılı devrimlerin ortak bir yönü daha vardı. Devrim doğrudan, iktidarı elinde tutan ve zayıflamış oligarşik yapılanma ile çatıştı. Toplumda herhangi bir sebeple oluşmuş diğer katmanlar ya yoktu ya da karşı cepheye alınmamıştı.

Sosyalizmde Ayrışmalar ve Temellerin Çöküşü

Karşı toplumsal katmanlar ya da daha örgütlü teşkilat yapıları ile karşılaşan sosyalist hareket ne ile karşılaştı? Sorunun cevabı iki dünya savaşı arasında faşist yapılanmalar karşısındaki yenilgilerle ortadadır. Zira faşist yapılar kolaylıkla merkezî devlet erkini ve sermaye sınıfını yanlarına alabiliyorlar ve oluşan otorite boşluğunda, iktidara sosyalistlerden daha kolay ulaşıyorlardı.

Marksizm’in 'doğanın ve üretimin insana yetersizliği' tezi de yıpranmaya başlamıştı. Özellikle tüketim güdüsü çalışanlarda bir illüzyon oluşturdu ve sosyalizmin çekiciliği iyice düştü.

Toplumsal zemin ayağının altından iyice kayan Marksizm, karşı savunularla sorunu sürekli erteledi. Göreceli gelir artışının, hayat standardındaki yükselmeye devam etmenin, üçüncü dünya ülkelerinin sömürülmesi ile oluştuğu tezi ile bir çeşit antiemperyalist çekim alanı oluştursa da merkezde çözülmeye başlamıştı.

Sovyet modeli bu çözülmeye, Stalin döneminde devleti koruma ve güçlendirme ile cevap verdi.23 Proletarya diktatörlüğünde, Marks’ın öngörüsüne göre devletin zamanla yok olması gerekecekti. Sovyet modelinde proletarya yerine parti geçtiği gibi, devlet daha da güçlenmeye başladı. Sovyetler önce ekonomik gelişmeyi ve iktisadi anlamda güçlü olmayı hedefler. Artık Sovyet komünist partisi için enternasyonalizm Sovyet çıkarlarının ideolojik paravanıdır.

Artık politbüro da tek güçtür, sadece Sovyetlerde değil, Yugoslavya gibi komünist modellerde bile hiyerarşik bir parti-devlet yapısı oluşmaya başlar. Milovan Djilas24 buna Yeni Sınıf diyecektir. 1956 Kruşçev döneminde, Stalin dönemi için 'lider fetişizmi' tanımlaması yapıldı, devlet gücünün ve politbüronun hiyerarşisi zayıflatılmaya çalışıldı. Destalinizasyon denilen bu süreç, Ortodoks Marksistlerce revizyonizm/sapma olarak tanımlandı.

Kriz, ikinci dünya savaşının ardından Euro-komünizmin ortaya çıkmasına neden olur.

İspanyol komünist partisi lideri Santiago Carillo, Euro-komünizminin temellerini atar. “Avrupa Komünizmi ve Devlet” adlı kitabında 'sınıf savaşı' yerine 'sınıflararası işbirliği' der. Ona göre Marks'ın proletaryanın tek devrimci sınıf olduğu tezi, dönemi için geçerliydi.

İtalyan komünist partisi liderlerinden Palmiro Toglatti, 1944’te “İtalyan Sosyalizmi” yapıtında, temel amacın proletarya diktatörlüğü değil faşizm ile savaş olduğunu söyler ve ilerici demokrasi tanımı yapar. Ardılı olan Enrico Berlinguer, tarihsel uzlaşım tezi ile konuyu devam ettirir. Berlinguer’e göre burjuvazi ve proletarya dışında sosyal katmanlar da işçi sınıfı ile çıkarlarını birleştirebilirler.

Euro-komünist liderlerden Alman sosyal demokrat partisinden Eduard Brenstein ve Karl Kautsky, doğrudan proletarya diktatörlüğüne karşı çıkarlar.

Fransız Komünist Partisi Moskova’ya daha yakın dursa da 1976’da proletarya diktatörlüğü kavramını parti programından çıkarır. Sosyalist Parti ile ortak program hazırlar ve Mitterand hükümetinde koalisyona katılır. Fransız Komünist Parti lideri George Marchais, proletarya diktatörlüğü yerine demokratik reformlar hedefini ortaya koyar. 1960’larda Çin modeli benzer bir sürece girer.

Çin Komünist Partisi işçi sınıfının tam gelişmediği Çin modelinde işçi-köylü sınıfı işbirliğini öne çıkarır. Diğer yandan Sovyet modelinin mutlaklaştırılması ile Sovyetler Birliği Komünist Partisi yapılanmasına karşı çıkar. Bu zamanla Lenin’in parti-teşkilat doktrinine de karşı çıkmayı getirir. İktisadi alanda ise Sovyetlerin önce ekonomik gelişmeyi ve güçlü devlet olma hedefine de itiraz eder. Doğrudan kültür devrimi ve halk komünleri oluşumuna öncelik verir.

Euro-komünizm ve Mao’nun Çin modeli Marksizm için içtihat kapılarını açma girişimleri olur. Ama temel Marksist tez hâlâ geçerliydi ve çözülmeyi önleyemiyordu. 1980’lere kadar Euro-komünist oylar ve parti üye sayısı sürekli düştü.25 Çin kapalı yapısı ile kendisini korumaya çalışsa da gelişmeye kapandı.

Küba modeli olarak sunulan ise öncü savaş stratejisi olarak bir çatışma halidir. 1968 Çekoslovakya müdahalesi ayrışmanın noktasını ortaya koyar. Çekoslovak lider Dubçek’in Sovyetlere karşı çıkan yapılanması Moskova tarafından otoriteye tehdit olarak görülür ve ezilir. Dünyanın diğer sosyalist hareketleri için bu devletin sosyalist ideallere üstün tutulması olarak görülür.

1968 kuşağı bütün efsaneleştirmelere rağmen bir model değil, idealist bir kalkışmadır. Aydın-öğrenci genç dinamizminin isyanı etkili izler bıraksa da devrim hareketi değildir. Hareketin liderleri ağırlıkla anarşist görüşlere sahiptir. Sonuçta toplumsal bir zemin ve hareket sürekliliği oluşturmaz. Bu hareket çözülmüş olan sosyalist hareketlerin sonucunda başıboş kalmış gençliğin isyanıdır.

Türkiye'de Sosyalist Hareket ve Hatalar

Anadolu ihtilalı Sovyetlerle önemli benzerlikler taşır. Birinci Dünya Savaşı’nın yıprattığı imparatorluğa karşı yeni Türkiye cumhuriyeti kurulmuştur. Sosyalist bir teşkilatlanma biçimi yerine asker ve bürokrat hareketi sosyalistlerle aynı Batı kültüründen beslenir ama burjuva kültürü ve kapitalist iktisat sistemini kabul ederek sosyalizmi dışlar. 

Kemalist kadrolarla bütün uzlaşma ve iktidara ortak olma isteklerine rağmen sosyalist hareket Kemalistler tarafından dışlanır ve ezilir. Türkiye Komünist Partisi lideri Mustafa Suphi’nin Karadeniz’de boğulması, komünist partinin yasaklanması ve Nazım Hikmet gibi komünist aydınların sürülmesi gibi hadiseler gerçekleşir. Kemalizm kendisinden başka hiçbir yapılanmaya izin vermez.

1945'te CHP güdümlü öğrenciler, komünist oldukları iddiası ile Tan gazetesini basar ve gazeteyi yakarlar. Benzer bir olay, 1947'de İzmir'de Zincirli Hürriyet matbaasında gerçekleşir. Buna benzer bütün linç girişimlerine karşı, sosyalist hareket Kemalizm’e karşı bir mücadele ortaya koymaz.26 Bunun sebebi Kemalizm ile aynı kültür ve dönüşen toplumsal üst yapıdan beslenmesidir.

1950’lerden önce kayda değer ne sermaye sınıfı ne de işçi sınıfının olamaması, sosyalist yapılanmayı sadece Kemalistlerden kalan küçük bir öğrenci-aydın kesime hapseder. Türkiye’de 1950’den itibaren işçi sınıfı oluşumu gözlenir ve bu sınıf 1980’lere doğru kendi içinde ikinci kapitalist döneme girer. Bu dönüşüm hâlâ sürmektedir. 

1949'da M. Ali Aybar, Cumhurbaşkanı İnönü’ye karşı bir bildiri yazar: “CHP Genel Başkanı İnönü, memlekette tüm, irticai, gerici cereyanlara destek olmaktadır veya müsamaha göstermektedir.” Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, Aybar’a 3 yıl hapis cezası verir. Aybar, 1950’de DP döneminde af yasası ile çıkar, 1946’da DP listesinden bağımsız milletvekili adayı olmuştur. İlk anlarda CHP içerisinden çıkan DP, kısmen daha fazla imkân verdiğinden sosyalistler DP'ye yakın dururlar. DP’nin Anadolu'da kitleselleşmesi ve mevcut sosyalizmin öğrenci-aydın profili DP ile uyumsuzdur. Sonuçta sosyalistlerin, Kemalizm’in katı devletçi uygulamasına dönüşü kaçınılmazdır.

27 Mayıs darbesinin anayasal düzlemde sağladığı imkânlar, iktisadi gelişimin de etkisi ile sosyalizme zemin hazırlar. Hâlbuki 27 Mayıs darbesi sonrası, devlet daha da güçlenmiştir. Anayasa Mahkemesi, Milli Güvenlik Kurulu ve Danıştay’ın yetkileri darbe sonrası oldukça artırılmıştır. Kitlesel olmayan ve ihtilalcı mantığa yatkın sosyalizm için, devlet kurumlarının yetki artımı ve güçlenmesi sorun değildir. Hollandalı tarihçi Eric Jan Zücher 1960-1980 arasını, İkinci Türkiye Cumhuriyeti olarak tanımlamaktadır.

1960’lardan itibaren gelişen TİP, Kemalizm’den devşirilmiş bir kurucu kadroya sahiptir.

1935'te yayına başlayan Kadro dergisi Kemalist’tir. 1961'de Yön dergisi ihtilalcı komünisttir. 1967'de Yön kapanır Devrim açılır. Aybar’ın İP'i İngiliz İşçi Partisi’ni örnek alır. İP %3’ün altında oy almasına ve hiçbir koalisyona katılmamasına rağmen gerçek ideolojik temele sahip ilk partidir. İP tam anlamı ile komünist bir parti olmasa da TKP’nin önemli bir kısmını kadrosuna alır ve Türk solu için laboratuar vazifesi görür. TKP Moskova yanlısıydı, 1956 Macaristan olaylarından sonra etkisi azalmaya başlamıştı. Dünya ölçeğindeki tartışmalar TİP’e de yansır. Bu dönemde DİSK hareketi ise işçi sınıfı ile sınırlıdır ve Türkiye’de işçi sınıfı hâlâ zayıftır.

Üniversitelerde ise FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu) çevresinde öğrenci kitlesi kendisini toplumun itici gücü olarak görür. Zaten 27 Mayıs darbesinde öğrenci-aydın-asker gücü hafızalarda tazedir. Mihri Belli önderliğindeki MDD (Milli Demokratik Devrim) grubu, Türkiye’nin feodal özelliklere sahip bir Asyalı toplum olduğunu ve proletaryanın hayli zayıf olduğunu söyler. Onlara göre devrimci değişim ancak aydınlar ve subaylar koalisyonu ile olabilir.

Komünizmi benimsemiş General Madanoğlu ve ordu içerisinde hatırı sayılır destekle, 9 Mart 1970 Baas tipi bir darbe planı yapılır. Kemalizm’in daha güçlü kanadı darbeye izin vermez ve 12 Mart muhtırası sol’un darbe ile ihtilal şansını tamamen tüketir. 16 Mart’ta Madanoğlu cuntası ile ilgili 13 subay, 18 Mart’ta 9 General, 11 albay tasfiye edilir. Ardından alt kademelerdeki tasfiyelerle ordu homojen Ortodoks Kemalist bir yapıya dönüşür.

12 Mart 1971'de tasfiyelerle ihtilal şansını kaçıran sol içindeki gençlik, öncü savaş stratejilerine yönelir. 1968 FKF'de hâkim olan bu gruptan Dev-Genç örgütlenmesi çıkar. 68 kuşağı etkisi ile moral kazanan Dev-Genç, TİP’in Çekoslovakya olayı ile bölünmesinin ardından daha da güçlenmiştir.  Gerek 9 Mart cuntasının dağılması gerekse 1970 Küba öncü savaş başarısının etkisi de beraberinde, ajitasyonun yeterli olmadığı tezi ile TKP-ML silahlı gerilla mücadelesini doğurur. TİKKO, THKO/Deniz Gezmiş, THKP-C/Mahir Çayan hareketleri istikrarsızlaştırma hedefi ile silahlı mücadeleye başlarlar. Ama işçi sınıfı ve diğer kitlelerle bağlantıları kopmuştur.

Hesaba katılmayan bazı faktörler, genç idealist devrimcileri başarılı olacakları düşüncesine kaptırmıştır. Oysa hemen hemen bütün sosyalist aydınlar; 1970-1980 arasını çözümsüzlük yıları olarak değerlendirir. 1978-1979’da eylemci örgütlerin liderleri de artık kontrolü kaybettiklerinin farkındadırlar.

Siyasal bir hareket saldırı altında, belli kriterler etrafında şiddete başvuracaktır. Çeşitli siyasal görüşlerin metodik yapılanmalarında bu kriterlerin sınırları farklıdır. Terör ise şiddetin metot olarak benimsenmesidir. Genellikle anarşist hareketler bunu bir metot olarak benimser. Marksist hareketlerin tam anlamı ile terör olarak adlandırılması ise tartışmalıdır.27

Genel kabule göre şiddet; proleterya ya da parti-teşkilatın devrimci mücadelesinde, kendilerine yönelik şiddet karşısında başvurulan bu metottur. 'Öncü savaş teorisi', istikrasızlaştırma ve iktidara ulaşma için kullanılırken, 70’li yıllarda Türkiye siyaset sahnesinde silahlı propaganda olarak iyice yerleşir. Gerçekte istikrarsızlaştırma, Marks ya da Lenin zamanında olmayan ve kapitalizmin iç çelişkileri ile yıkılmayacağının anlaşılması ile anarşistlerden devşirilen bir kuramdır.28 Zamanla şiddet, sadece iktidara karşı değil, muhalif siyasi örgütlenmelere ve kitlelere yönelir. Nihayetinde varlık sebebi olarak yerleşir.

Türk eylemci sosyalist hareketlerinin en önemli bir problemi de karşı kitlesel kesimlerin oluşması ve bunlarla çatışmaya girmeleridir. İktidara yönelik bütün söylemleri de ilginçtir, sadece seçilmiş siyasal sağ iktidarlara yönelir. Kemalizm, askerî kurumlar ve CHP kadroları söz konusu olunca sosyalistlerin ezici bir kesimi uzlaşmacı bir metot takip eder. 12 Eylül sonrasında alışık oldukları sağ parti ya da kitle yapılanmaları ile karşılaşmayınca eylemlerin bıçak gibi kesilme sebebi budur.29 Günümüzde de birçok kesim hâlâ bu minvalde mücadele yürütmektedir.

Baskı sosyalizmi nasıl geriletebilir? Hâlbuki olgunlaşmış ve olgunlaştırılmış toplumsal süreçte baskı arttıkça devrimin hızlanması gerekirdi. Nitekim Kürt ulusal hareketi böyle şartlarda kitleselleşti, ama onun dinamikleri farklı.

Sol çatışma üzerine hareket metodolojisi getirir. Bunun başarısını sağlayacak toplumsal dönüşümü gündeme almaz.

Yenilginin ardından sosyalist hareket savrulur: Liberalleşenler, Kemalizm’e geri dönenler ve inatla aynı temelde mücadeleyi sürdürmek isteyenler...30

Başarısız Modele Öykünme, Sol Sapma

Kesin olan bir gerçek şu ki; sosyalizm, kapitalizm ile kavgasını kaybetmiş başarısız bir modeldir.

Sosyalizmin çözülmesinin ardından, ona umut bağlayan ezilenlerin boşlukta kalan taleplerine cevaplar üretmek ve onların savunulması gerekmektedir. Ama bu sosyalist söylemle yapıldığında ciddi zihin problemleri doğuracaktır. Hele teşkilatlanma ve metodolojik kopyalama başarısız bir modeli tekrar olacaktır. Zira böyle bir yapılanma tarzı, süreç içerisinde oluşmuş değerleri ve zaafları da devşirecektir.

Nefis terbiyesi adı ile reel hayattan uzaklaşmak ne kadar sağ sapma ise nefis terbiyesini terk eden sekülerleşme de o kadar sol sapmadır. Muhafazakârlaşma ve sağcılaşma ne kadar eklektik ve işbirlikçi ise solculaşma ve materyalistleşme de o kadar eklektik ve işbirlikçi tavırlardır.

Sosyalizmin önemli bir zaafı muhafazakâr kitle ile çatışma üzerine kurulu hareket tarzı, iktidarı önceleyen ve tepeden dönüşümcü ihtilalcı zihindir. Kazanılması gereken bir kitlenin düşmanlaştırılması ve zora dayalı olarak eğitilmeye çalışılmasıdır. Bu zaaf, kitleden kopma ve toplumu ıslah olanaklarını kaybetmeye neden olur. Türkiye Müslümanları özelinde de bazı yansımaları böylece oluştu. Bir dönem; ötekileştirici, kendi toplumunu ıslah yerine, onunla çatışan hareketler tepkisel, Batı zihin yapısından etkilenmiş Müslüman örgütlenmeler görülmektedir.

İşbirlikçi olarak algılanan, sistem içi mücadele metodu yürütenlerin tamamı aynı kefeye koyulmaktadır. Muhafazakâr kesim içerisinde; devşirilenlerle sistemi çözmeye çalışanlar siyasetin garip cilvesi iç içe hareket etmektedirler. Toplumun önemli bir kesimi bu muhafazakâr faaliyetlere bel bağlamış ve rehavet içerisindedir. Türk solunun büyük hatalarından birisi de seçilmişlere cephe alıp, asker-sivil bürokratik oligarşiye bel bağlamasıdır. Bunun sonucu da hem darbelerden medet umması hem de darbe sonrası en büyük zararı görmesidir. Sol sapmanın bir göstergesi de seçilmişlerle bürokrasinin kavgasını görmezden gelmesidir. Oysa seçilmişlerin bir kısmının problemi kitleyi kandırmak, bir kısmının ise sınıf atlamaktır, yani bu toplumsal bir problemdir. Bunun yanında seçilmişlerin yapabileceklerinin sınırlı olması da daraltılmış siyaset alanından kaynaklanır, bu ise metodik bir problemdir. Bürokrasi ise doğrudan müstekbir, zalim ve baskıcı sistemdir. Kitle önünde devşirilenlerin deşifresi, daha samimi olanların ise etkilenmesi ile oluşacak kitle yapılanması yerine muhafazakâr düşmanlığı ve çatışmacı söylem hatta ona muhalif sol tandanslı kesimlerle stratejik ortaklık 1970-80 arası sol metodolojik hatasının tekrarından başka bir şey değildir. Siyasal iktidar çekişmesinin figürleri arasında kaybolmayı getirir. Unutulmaması gereken acı bir tecrübe var: 12 Eylül 1980 öncesi sosyalist hareket, karşısına sürekli sağ siyasi partileri almış, darbe sonrasında figür karşıtı olmadığından mücadelesini sürdürememiştir. Revizyonist/eklektik hareketlerle  bu tip acilci hareketler arasında tercih zorunluluğu kısır tartışmalar doğurur.

Sola sapmanın etkileyiciliği nerelerden kaynaklanıyor?

Mevcut sosyalist yapılanmaların birikimi, örgütlenmesi ve değerlerine bağlı söylem gücü oldukça gelişmiştir. İşbirliği ile hareket metodu ile sosyalist yapılanmanın içerisinde figüran olmak ve seküler düşünceye yedeklenmek kaçınılmazdır. Çünkü sosyalist hareketin ana gövdesi Türkiye’de Kemalizm’in misyonuna sahiptir. Cumhuriyet dönemince Kemalizm’in yoğun İslami değerleri tahkir faaliyetlerinin etkisinin boşalttığı alanda sosyalizmin yüksek medya popülaritesi vardır. Sosyalizm sanat, müzik, entelektüel birikim gibi alanlarda rasyonalist eğitim sisteminin de yardımı ile oldukça gelişim kaydetti. Bütün bunlar bazı kimselerde kompleks oluşumu ile öykünme sebebidir.

Sol’un problemi örgütlenme, birikim ve cesaretsizlik değil, topluma yabancılaşmadır. Muhafazakârlık ve gelenekçilik ise uyuşturulmuş bir kitle eğilimidir. Doğrudan saldırgan bir suç değil, müstekbir sınıfın farkında olmadan suç ortağı olmaktır. Bu mustazaf ve mazlum kesime karşı; bir zikr/hatırlatma, bir beyan/açıklama, bir nezir/nezaret etme, uyandırma, bir beşir/müjde olması gereken mesaj müstekbir ve zalime yönelik olması gereken adavet/düşmanlık ve sonuçta onlara yabancılaşma Ortodoks sol’un düştüğü hatayı tekrardır.

Batı’nın işgali ve saldırısı karşısında teslimiyetçi politika gütmeyen direniş hareketleri gelişti. Ama bu direniş hareketlerinin çatışma kültürü üzerinden ve soyutlanarak süren mücadelesi bir noktada tıkanmaya başladı. Günümüzde önemle takip edilmesi gereken Arap intifadaları, revizyonist modellerle yeni toplum tezleri ve mücadele metotları arasında gelişmektedir. Buradan işbirlikçi de olmayan, acilci de olmayan süreç kuvvetle muhtemeldir.

İktidarın/kudretin ve devletin/gücün sadece hiyerarşik bir yapılanma olarak algılanması ve kutsanması ayrı bir problemdir. Dünya ölçeğinde, tek otoriteye mutlak bağlılık, bunun her halükarda korunması ve İslami iktidarın dış politikada dengeler üzerine revize olması, dünya mazlumlarının mücadelelerinin buna kurban edilmesi, Sovyetlerin Çekoslovakya’da yaptığı hatanın tekrarıdır. Günümüzde benzer bir sapma eğilimi Bahreyn, Suriye gibi Arap ülkelerindeki intifadaların yalnızlaştırılmasında gözlenmektedir.

Kur'an mesajı ilke ve değerler üzerinedir. Tarih, sayılar, toplumsal ve siyasal sistemler, iktisadi yapılanmalar ve metotlar değişik ortamlarda bu ilke ve değerler üzerinde farklılıklarla şekillenir. Metodun mutlaklaştırılması dinamik mesajın belirli kalıplara hapsedilmesidir.

Batı toplum modeli, oluşumu itibarı ile zaafları olan bir tecrübedir. Toplumsal ilişkilerimizin kendi değer yargılarımız üzerinden şekillendirilmesi ve toplumsal zihnin aydınlanması uzun soluklu bir mücadeledir.

Dipnotlar:

1- “Kapitalizmin gerekirliliği olarak da ortaya çıkan ulus modelle ilgili Marks’ın herhangi bir tahlili yoktur. Proleter diktatörlükte ulusların kendiliğinden kalkacağını söyler. Hatta Lenin tarafından ezilen ulusçuluklar pragmatik olarak desteklenmiştir.”

“Burjuvaziyi yenmekte olan ulusların, uluslararası sermayenin devrilmesi için ulusal planda en büyük fedakârlıklara katlanmaya hazır olmaları gerekir.” (V. I. Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, s. 219, Sol Yay.)

2- “İçerik açısından değilse de biçim açısından proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesi ilk aşamada ulusaldır. Her ülkenin proletaryası elbette önce kendi burjuvazisiyle hesaplaşmak durumundadır.” (Marx-Engels, Komünist Manifesto)

3- “Geniş çizgileriyle, Asya üretim tarzı, antikçağ, feodal ve modern burjuva üretim tarzları, toplumsal ekonomik biçimlenmenin ileriye doğru gelişen çağları olarak nitelendirilebilirler.” (Karl Marks, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 25-26, Sol Yayınları, Ankara 1976.)

4- “Belli bir toplumda, toplumun bazı üyelerinin uğraşı, ötekilerin uğraşı ile çatışır. Toplumsal yaşantı çelişkilerle doludur. Tarih, uluslar ve toplumların kendi içerisinde olduğu kadar, uluslarla toplumların arasında da bir savaşımıdır. Birbiri ardından gelen devrim ve gericilik, barış ve savaş, durgunluk ve hızlı ilerleme ya da düşüş dönemlerini ortaya koyar.” (K. Marks, Kapital, I. Cilt, s. 95)

“Tarihte sınıf mücadelesinin tek bir sorunu bile yoktur ki şiddetten başka bir yolla çözülmüş olsun. Şiddet, emekçiler tarafından, sömürülen kitleler tarafından sömürücülere karşı uygulandığında, biz şiddetten yanayız!” (V.İ. Lenin, Devlet ve Devrim, s. 27, Agora Kitaplığı, 2009)

5- “Devrim hiç kuşkusuz olup olabilecek en otoriter şeydir; nüfusun bir kesiminin diğer kesimine topla, tüfekle, süngüyle, kısacası hepsi de fevkalade otoriter olan araçlarla kendi iradesini zorla kabul ettirmesidir. Zafer kazanan taraf, egemenliğini, silahlarının gericilerde uyandırdığı korkuyla sürdürmek zorundadır. Eğer Paris Komünü burjuvaziye karşı silahlı halkın otoritesini kullanmamış olsaydı, tek bir gün bile ayakta kalabilir miydi?” (V.İ. Lenin, Devlet ve Devrim, s. 68, Agora Kitaplığı, 2009)

6- “Marks, Asya Tipi Üretim Tarzı olarak sınıflamaya çalıştığı yapıyı bir çeşit komünal yapı olarak tanımlaması bunu değiştirmez. Zira Marks, kapitalizmi ilkel komünal yapılardan daha ileri bir aşama olarak değerlendirir.”

7- “Bir tek bilim tanıyoruz, tarih bilimi; doğanın ve insanların tarihi.” (K. Marks, Oeuvres Philosophiques, s. 153-154)

8- “Özel mülkiyeti ortadan kaldıracağımızı söylüyorsunuz. Oysa burjuva toplumunda nüfusun onda dokuzunun özel mülkiyeti ortadan kaldırılmış durumdadır.

Aileyi ortadan kaldıracağımızı söylüyorsunuz. Günümüzdeki burjuva ailesi, sermayeye dayanıyor.

Ev içi eğitimin yerine toplumsal eğitimi getirerek en sıcak ilişkileri yok ettiğimizi söylüyorsunuz. Toplumun doğrudan ya da dolaylı müdahalesiyle olsun, okul kanalıyla olsun,  sizin eğitiminiz de toplumca belirlenmiyor mu?

Komünistlerin kadınları ortaklaşa kullanacağını söylüyorsunuz. Burjuva, kendi karısını salt bir üretim aracı olarak görüyor.  Kadın ortaklaşalığını komünistlerin getirmesine hiç gerek yok ki; hemen her zaman vardı o.

Komünistlere ayrıca vatanı, milliyeti ortadan kaldırmak isteme suçu yüklendi. İşçilerin vatanı yoktur. Zaten onların olmayan bir şeyin, alınması da mümkün değil.

Din ve ahlaka gelince; her toplumsal durum için ortak olan, özgürlük, adalet vb. ebedi hakikatler vardır. Oysa komünizm, ebedi hakikatleri ortadan kaldırıyor, dini, ahlakı, yeniden biçimlemek yerine düpedüz kaldırıyor.” (K. Marks, Manifesto, Proleterler ve Komünistler)

9- “Modern işçi, endüstrinin ilerlemesiyle kalkınacağına, kendi sınıfının koşullarının da daha altına düşmektedir sürekli. İşçi sefilleşiyor ve sefalet, toplumdan ve zenginlikten daha hızla gelişiyor.” (K Marks, Manifesto)

10- “Sanayinin ilerlemesiyle egemen sınıfın pek çok kesimleri bütünüyle proletaryanın içine fırlatılırlar. Bunlar da proletaryaya pek çok eğitim öğesi sunar. Nasıl geçmişte bu yüzden soyluların bir bölümü burjuvazinin saflarına geçmişse, şimdi de burjuvazinin bir bölümü, özellikle de tarihsel hareketin bütününü kuramsal olarak kavrama yolunda çalışmış bir kısım burjuva ideologu, proletarya saflarına geçmektedir.” (K. Marks, Manifesto)

11- “Bugün burjuvazi ile karşı karşıya bulunan bütün sınıflar içinde, bir tek proletarya gerçekten devrimci bir sınıftır. Öteki sınıflar, modern sanayi karşısında çürümekte ve sonunda yok olmaktadır.” (Marks and Engels, Komünist Manifesto, Selected Works, Moscow 1962, vol. I, s. 33-36, 43-45)

“Köylüler, huzur adına hep gerici ve tutucu siyasi akımların destekçisi olurlar.” (K. Marks, 18. Brumaire)

“Köylüler, parlamentoya feodalleri ve toprak ağaları sürüsünü yollayan sınıftır; ama aynı zamanda kent sanayi işçilerine en yakın olan, onlarla aynı yaşam koşullarını paylaşan, onlarınkinden bile derin bir sefalet içinde bulunan sınıflardır. Ufalanmış ve dağınık olduğu için sınıf güçsüzdürler.” (F. Engels, Köylüler Savaşı, s. 15)

12- “İnsanların varlıklarını belirleyen, bilinçleri değil, sosyal durumlardır. Toplumun hareketini yöneten doğal yasanın izlediği yol ne bir sıçrayışta aşılabilir; ne de buyrukla değiştirilebilir; olsa olsa doğum süreci kısaltılabilir ve sancılar azaltılabilir.” (K. Marks, Ekonomi Politiğin Eleştirisi, Önsöz)

13- “Sosyalizm insani, ahlaki, akli vs gibi sübjektif ölçülere göre değil, bizzat somut ve tarihi gelişmenin ürünü olan toplumsallaşma üzerine kurulacaktır.” (Marks, Yazın ve Sanat Üzerine I)

“İnsanlar kendi varoluşlarının toplumsal üretimi içinde kaçınılmaz olarak kendi iradelerinden bağımsız ve vazgeçilmez nitelikte belirli toplumsal ilişkilere, yani kendi maddi üretim güçlerinin gelişimindeki verili bir aşamaya özgü üretim ilişkilerine girerler. Maddi hayatın üretilme tarzı, genel toplumsal, siyasî ve düşünsel hayat sürecini belirler.” (K. Marks, 1875 Gotha Programı’nın Eleştirisi)

“Yasalar da, ahlak da, din de, proleter için ardında bir o kadar burjuva çıkarları gizlenmiş burjuva önyargılarıdır.” (K. Marks, Manifesto)

14- “Özel mülkiyetin kuruluşu, ekonomik nedenlere dayalıdır. Zor bu işte hiçbir rol oynamaz.” (F. Engels, Anti Dühring, s. 270, Sol Yay.)

15- “Kadınla çocukların; erkeğin kölesi durumunda olan aile, böylece işbölümünün de, mülkiyetin de kaynağıdır.” (Uğur Mumcu, Aybar İle Söyleşi, s. 88)

16- “Sömürgeleştirilme, sömürgelerle alışveriş, mübadele araçlarında ve genel olarak metadaki artış, ticarete, gemiciliğe, sanayiye görülmemiş bir yükselme getirdi ve böylece de yıkılmakta olan feodal toplumun içindeki devrimci öğeye hızlı bir gelişme sağladı.” (K. Marks, Manifesto)

17- “Eski toplumdaki çatışmalar esasen proletaryanın gelişme sürecine birçok yönden katkı sağlamıştır.” (K. Marks, Manifesto)

18- “Üretici güçlerin üretimi toplumun tümüne yetmediğinden, toplumun gelişmesi azınlığın çoğunluğa egemen olması ile olanaklı olmuştur.” (K. Marks)

19- “Ezilen sınıfın özgürlüğüne kavuşması için, eldeki üretim yetkileri ile var olan sosyal ilişkilerin artık varlıklarını birlikte sürdüremez olmaları gerekir. Ezilen sınıf böylece de devrimci hale gelir.” (K. Marks, Felsefenin Sefaleti, s. 99-113)

20- “Diyalektik felsefede, hiçbir şey, kesin, mutlak ve kutsal değildir. Diyalektik felsefe, her şeydeki ve her şeyin içindeki geçici niteliği açıklar; kesintisiz varoluş ve yok oluş süreci ve daha aşağıdan daha yukarıya doğru sonsuz akış süreci dışında hiçbir şey onun karşısında duramaz. Ve diyalektik felsefenin kendisi de düşünen beyindeki bu sürecin salt yansımasından başka bir şey değildir.” (F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 69)

21- “Önce iktidarı alırız, kültürü sonra elde ederiz.” (Lenin)

22- “Oportünizm; proletarya diktatörlüğü ile sonuçlanacak sınıf savaşımı yerine sınıflar arası işbirliğini savunmak, Marksizm’i burjuva ulusçuluğu adına saptırmak, yasal savaşımı tek amaç olarak benimsemek, sınıf savaşımını devrimci yöntemleri yadsımaktır.” (Lenin)

23- “Bir parti, bir ihtilalcı grup devleti ele geçirebilir, üretim araçlarını kamulaştırabilir, sosyal reformlar da yapabilir. Ama halk, sosyalizmi kurmak için özveriye hazır değilse, bu reformlara “Evet” demiyorsa, devleti ele geçirenler zora başvuracaklardır.” (U. Mumcu, Mehmet Ali Aybar İle Söyleşi, s.199, Tekin Yay.)

24- Milovan Djilas, (1911-1995) Komünist Yugoslavya Başbakan Yardımcısı,

25- PCI (İtalyan Komünist Partisi) üye sayısı 1980’de üye sayısı 1.751.000, 1985’te 1.595.000.

Fransız Komünist Partisi 1946’da %28 oya sahip, 1969’da %20, Euro-komünizm ile 1970’te %25, 1981’de %15, 1986’da % 9.

PCE (İspanyol Komünist Partisi) 1975-1980 arası 100.000 milis, 1985’te 85.000, 1982’de oy oranı %3,8.

26- “Ekonomide, siyasette, maliyede, askerlikte, kültürde, ideolojide tam bağımsızlık, Atatürk’ün tam bağımsızlık anlayışı tanımıdır. Sosyalist Devrim Partisinin bağımsızlık anlayışı da budur.” (U. Mumcu, Mehmet Ali Aybar İle Söyleşi, s. 62, Tekin Yay.)

27- “Bir toplumun zaafa uğraması, yeni toplum biçiminin kurulmasının dış şartıdır. Sosyalizm, antikapitalizm değildir. Nasıl kapitalizm antifeodalizm değilse.” (Lenin, Sosyalizm Bunalımı: Ne Yapmalıydık, s. 37, Birikim Yay.)

28- “Saint Simon, Owen ve Fourier toplumsal düzeni yeniden ve daha iyi olarak kurmak istiyorlardı. Ama hazin başarısızlıkları, onlar gibi tüm toplumu, insanları kurtarmak isteyen yeni ama öfkeli ütopyacıları önce yıkıcılığa itti. Yeniden kurmak için tümüyle yıkacaklardı. Kropotkin yeni kurulanın da eskiye benzeyeceğini düşündü, öyleyse, kurmaya çalışmak boşunaydı, düzen istenilir bir şey değildi. O zaman düzene karşı düzensizlik yüceltildi anarşizm doğdu.” (Ömer Laçiner, “Uluslararası Sosyalist Harekette Bunalım”, Birikim, Aralık 1975)

29- “Günümüzde de liberal sağ partiler olmadıkça, sosyal demokrat partilerin sağ sınırları da belirlenemez.” (Mehmet Ali Aybar İle Söyleşi)

30- “Sosyalist hareketin giderek artan buhranını anlayamayan veya anlamak istemeyenler 80 sonrası şartların tekrar düzeldiğini ve iç tartışmalardan ders çıkardıklarını zannederek toparlanıp yükselişe geçeceğini düşünüyorlar.” (Ömer Laçiner, “Yeniden Sosyalizm ve Sosyalizmde Devrim”, Birikim, Mayıs 1989)