Bu yazı İle'l-İmam dergisinde Arapçı bir perspektifle kaleme alınmıştır. Ancak yazıdaki bazı siyasi analiz ve öngörülerin emperyalist ve siyonist yayılma karşısında dikkatleri celbedecek önemli değerlendirmeler içermektedir. Yazı İttilaat gazetesinden özetlenerek çevrilmiştir.
Ürdün kralı ve siyonist rejim lideri arasında gerçekleşen gizli görüşmeler sonucunda yapılan ve haber ajansları tarafından tüm dünyaya duyurulan açıklamalar öngörülmeyen cinsten değildi. Çünkü bölgesel barış girişimlerinde, perde arkasından "geçici ve hatta kesin sınırlar"' çerçevesinde gerçekleşen görüşmelerin sonucunda oluşan hava, bizi şu görüşe ulaştırıyordu: Özellikle Arafat-Rabin anlaşmasından, Arap ülkeleri ve Siyonist rejim arasındaki görüşmelerden sonra Filistin halkının haklarını yok sayan Tel-Aviv rejiminin ve Amerika'nın istekleri doğrultusunda hazırlanan yeni planı Ürdün üzerindeki hakim rejimin kabul etmesi şaşılacak bir olay değildir.
İsrail rejimi ve Araplar arasındaki problemlerde jeopolitik konumu dolayısıyla Ürdün özel bir yere sahiptir. İsrail'in Doğu'da Ürdün'le, Kuzey'de Golan Tepeleri'nin bulunduğu bölgede Suriye ile sınırı var. Amman'ın iktisadi ve askeri bünyesinin zayıflığına rağmen, İsrail'in tecavüzkar politikası ve bölgesel yayılma isteği, vatanlarından uzak Filistinliler için Ürdün'ü ikinci önemli ülke yapmıştır. Buna ilave olarak Ürdün, Arabistan, Irak ve Suriye'yi birbirine bağlayan güzergah üzerindedir.
Amman (genellikle) bölgede çelişkili siyaset takip etmiştir. Çelişkinin sebebi, bir tarafta ABD ve İngilizlerle sağlam ilişkiler kurulması, diğer taraftan da Ürdün halkıyla, Filistin halkının tarihi, toplumsal ve siyasi açıdan çok köklü ilişkilere sahip olmasıdır.
İsrail ile Arap rejimlerinin barış görüşmeleri aşamasında, Ürdün ile Tel Aviv arasındaki hududun değiştirilmesi meselesine İsrail makamları pek önem vermemişlerdir. Tel-Aviv için önemli olan Ürdün'ün jeopolitik konumu idi. Orta Doğu pazarını kapmak isteyen İsrail, Amman'ın iktisadi coğrafyadaki jeopolitik konumundan faydalanarak, Arap ülkeleri arasındaki iktisadi uçurumu artırmak ve Arap Birliği'ne darbe vurmak istemektedir. Irak, Suriye, Yemen, Libya ve hatta Camp David anlaşmasını imzalayan Mısır'ın ileri gelen devlet adamları, Tel-Aviv rejimini tehdit edebilecek kuvvetlerinin, kendi aralarındaki ihtilafların artması ve bölgesel ayrışmaların kullanılması sonucunda oluşacak çatışmalarda kendi imkanlarının heder olmasından çekiniyorlar.
Arafat-Rabin buluşmasından sonra, İsrail ile Ürdün arasında yapılan anlaşma; Orta Doğu'da barış sağlama girişimleri; Amerika'nın dış politikası çerçevesinde Arap-İsrail anlaşmazlığını çözmek için hazırladığı, Tel-Aviv rejiminin de onayladığı ve gün geçtikçe Arap ülkeleri tarafından kabul edilen bu anlaşma, temelde Arap ülkelerini yalnızlaştırma politikası gütmektedir. Şüphesiz İsrail-Ürdün anlaşmasının neticeleri, özellikle iktisadi açıdan ve güvenlik sorunu çerçevesinde görülmelidir. Anlaşmanın sonuçları Madrid Barış Konferansı'ndan .sonra görüşmelerin Ürdün'e taşınması ve iki ülke sınırlarının yeniden düzenlenmesiyle sınırlı değildir. Anlaşmanın gelecekteki muhtemel sonuçlarına aşağıda işaret edilmiştir:
1. Irak, Lübnan ve Suriye'den Ürdün'ü uzaklaştırmak.
2. Gazze-Eriha Anlaşması'na muhalif Filistinli örgütleri sınırlamak.
3. İsrail, Gazze-Eriha, Ürdün ekseninde gerçekleşecek Orta Doğu pazarının kurulması için lazım olan girişimleri başlatmak.
4. Irak'ı Arap ülkelerinden uzaklaştırıp ilişkilerini İran ve eski SSCB'den ayrılmış, bağımsız müslüman devletlere sınırlandırmak.
Bu yeni şartlarda Amerika, İsrail ve Ürdün'e hakim olan rejim arasındaki gizli görüşmeler sonucunda askeri güvenlik açısından bazı değişikliklerin gerçekleşmesi ihtimali vardır. Fakat taraflar kendilerini tehlikeye atacaklarını bilmelidirler, çünkü bölgede etkisizleştirilen, kendi kaderlerini tayin hakkı görmezlikten gelinen, arzuları gerçekleşmeyen Araplar, Amerika ve siyonist rejimin istediği bölgesel barış için tehlike arz edecektir.
Siyonist rejim ve Ürdün liderleri arasında geçen gizli görüşmelerle, İsrail'in Güney Lübnan'a asker göndermesi, Bekaa'daki Hizbullah üslerine saldırısının aynı zamana denk gelmesi, Amerika ile Siyonist Rejim Cephesinin bölge geleceği için hazırladıkları planların, aslında onların en önemli siyasetleri olan terörizm ve tecavüzkarlıkla bölge üzerinde sulta kurma planı olduğunun ve "Orta Doğu Barışı"nı da ancak bu yolla sağlayacaklarının göstergesidir.
Şimdi şu suali sorabiliriz: Arap liderlerinin birer birer anlaşmasından sonra bölge bir uçurumun kenarında duruyor, acaba gelecekte Orta Doğu nasıl şekillenecektir? Amerika'nın bu suale kendi emperyalist çıkarları ve Arap ülkelerinin meşru olan haklarına ve menfaatlerine saygı göstermeksizin kendine göre vereceği bir cevabı vardır. Bizim cevabımız Amerika'nın ve Batı'nın cevabı gibi değildir. Ayrıca bu sorunun cevabı için bizim muhatabımız, ABD ve İsrail için siyasi faaliyet yürüten insanlar da değildir. Bizim muhatabımız Arap dünyasına yayılmış savaşçı örgütlerin tamamı ve Arap milli güçleridir.
Muhtelif siyasi konumlara ve ideolojik farklılıklara göre bu sorunun cevabı değişebilir. Fakat istikameti savaşmak olan gerçekçi çözüm yolunu benimseyen farklı ideolojik ve siyasi gruplar arasında mutlaka karışıklık çıkacağı anlamına gelmez. Buna ilave olarak bir eylem yapmada veya çözüm yolunu araştırmada iç kuvvetlerle dayanışmaya girerek, uluslararası emperyalizmle mücadele etmek, onların esaretinden kurtulmak için gayret sarf etmek, sırf bölgesel değişimin sonuçlarını incelemek ve tahlil etmek değildir.
Bu durumda siyasi oturumların, kültürel toplantıların veya konferansların düzenlenmesi ulusal-ulus üstü mücadelenin yayılması yolunda çok fazla öneme sahip değildir. Zaten Arap toplumlarının kuvvet hazırlamaları için olağanüstü çabaya ihtiyaç var ki birbirinden haberli, etkin bir şekilde teşebbüsler gerçekleştirilebilsin.
Belki milli günleri yeniden tesis etmek, var olanları yenilemek konusunda en önemli vazife bu zillet dolu anlaşmaya karşı çıkan grupların teşebbüslerini desteklemek, günlük değişen duruma ve işbirliği esasına dayanan demokratik birliktelikler oluşturmaktır.
Siyonist rejim emperyalist Amerika'nın bölgedeki varlığı ve sınırsız mali, siyasi himayesi ile çeşitli Arap ülkelerindeki karar verme merkezlerinin uzlaşmacı tutumları sayesinde gasp varlığını devam ettirebilmekte ve uluslararası ilişkilerde yasallık kazanmaktadır. Fakat şurası unutulmamalıdır ki İsrail'e yasallığın verilmesi yalnız bölge halklarının elinde ve ihtiyarındadır. Onlar siyasi sömürünün mahiyetini çok iyi bilmektedirler.
Ancak girilen süreçte uzlaşmanın gidişatını durdurma ve muhtemel kötü sonuçları engelleme uğruna verilen mücadelede yeterince planlama ve alt yapı çalışmalarına önem vermeyen bir basiretsizlik mağlubiyet de getirebilir.
Ittilaat 8 Ağustos 1994 - Çeviren: Emin Altun