"Esasen doğru bilgiye dayanma özelliği bir siyer için sadece tarihi değeri bulunan kitapları referans almak anlamına gelmemektedir. Bir siyer her şeyden önce Kur'an'la, Kur'an'ın sunduğu ebedi hakikatle çatışmamalıdır. Bir siyeri doğru yapacak asıl özellik budur ve bu özellik aynı zamanda tarihi açıdan gerçek doğruluğu da kapsamaktadır." (Vatandaş, 2007:18)
"Necip Fazıl (…) bizim insanımızdır. Hataları ve sevaplarıyla bizim insanımız. Sevaplarını zaten bizden başkası anlatmayacaktır. Hatalarını, zaaflarını da (…) bizler görmeliyiz." (Okay, 1994:163)
Siyer yazımı/bilgisi, genel anlamda Hz. Muhammed'in (s) hayatıyla ilgili geçmiş olayların bilinmesi ve kayda geçirilmesi şeklinde ele alınır ise bunun en temel öğelerinin vahyin nüzul süreciyle başladığını, bu sürece doğrudan tanık olan ilk muhataplarla daha da boyutlandığını ve sonra da tarihin değişik zamanlarında da devam ettiğini söylemek mümkündür. Yani siyer yazımının gelişimi, temel kaynakların, yani Kur'an'la ve hâdislerin kaydıyla başlar. Bizzat Kur'an'da peygamberle ilgili bilgiler verilirken, aynı zamanda yorumlar da yapılmıştır. Hâdislerin toplanması işi, Hz. Muhammed'in yaşadığı devri içine aldığı için, bu çalışmalar o zamanki siyerin dolayısıyla da İslâm tarihinin yazılması demek olmuştur. Doğrudan İslâm tarihi yazımına geçiş teşkil eden çalışmalar siyer, megazî, tabakât ve tercim olarak adlandırılmışlardır. İlk siyer yazarları olan Ürve, Eban b. Osman ve Zühri gibi kişiler, Hz. Muhammed'in hayatına ait bilgileri toplayıp yazılı olarak kaydetmişlerdir. Hz. Muhammed'in hayatını konu edinen bu çalışmalar, onun yakın çevresini, ilk Müslümanları, arkadaşlarını, savaşçıları, yaşadığı zamanı ve olayları, hatta dört halife dönemini de içine almışlardır. Bütün bunlar, hem İslâm tarihinin kaynakları hem de ilk İslâm tarihi yazım başlangıçlarıdır. (Hizmetli, 1991:10 vd; Sıddıkî, 1982:81 vd.)
Modern zamanlarda da siyer yazımı çeşitli biçimlerde devam etmiştir. Ahmed Cevdet Paşa ile başlayan bu süreç Türkiye'de dinî sahada yapılan yayıncılığın en önemli boyutlarından birini oluşturmuştur. Siyer yazım geleneğinin öteden beri sorunlarla yüklü bir alan olduğunu yetmişli yıllardan bu yana oluşan, tohumlanan öze dönüşçü tarih çizgisinin kazanımlarıyla daha yakından biliyoruz artık. Bugün Türkçe telif edilmiş veya Türkçeye tercüme edilmiş birçok siyer var. Bunların içerisindeki olumsuz olanları yani yanlış bir peygamber tasavvurunu dile getirenleri kadar birçok hakikati dile getirenler de var. Özellikle son yıllarda siyer yazımının önemli mesafeler alması, telif ve tercüme siyer sayısının artması ilk bakışta siyer yazımı bakımından müspet gelişmeler olarak değerlendirilebilir. Siyer yazımı meselesinin siyer yazanların dini inanış ve kanaatleri bakımından olduğu kadar, okurlar bakımından da irdelenmesi kaçınılmazdır. Öte yandan Peygamber'in anlaşılması noktasında klâsik bakış açısının ve yöntemlerinin, çağımızda Peygamber'in evrensel mesajına muhatap olan insanlar nezdindeki yeterliliği ise başka bir tartışma konusudur. Siyerlerde Hz. Muhammed'in nasıl anlatıldığını düşününce, bakış açımıza göre farklı sonuçlara varacağımız belli. Kimileri için mucizelerle örülü, mevzu haberlerle dolu siyer algısı hâlâ yaygınlığını korumakta. Meselenin bu iki yönlü veçhesi, siyeri bir sosyal olgu olarak görmemize imkân tanımaktadır.
Hz. Muhammed (s)'in ve diğer peygamberlerin tarihi üzerine yapılan araştırmalar, belgelere dayanmak durumundadır. Kabul edilmelidir ki, her alanın tarihiyle ilgili belgeler nitelik ve mahiyet bakımından farklılıklar gösterir. Siyer kitaplarının temel kaynağımız olan Kur'an-ı Kerim'i öncelemesi gibi bir zorunluluğu ve yükümlülüğü vardır. Siyerler için olmazsa olmaz hükümdeki bu ilke, Peygamberimizi anlatan eserlerin rivayetlerine özel bir dikkatle yaklaşılmasını zorunlu kılar.
Bu bakımdan bir siyeri başarılı kılan iki şey vardır. İlki siyeri ve siyer malzemesini algılama ve yorumlama biçimiyle yakından ilgilidir. İkincisi eserin biçimi yani estetik yanıdır. Bu konuda, yazarların hem siyerin içeriğini hem de estetik yanını öncelemeleri nedeniyle bunlardan herhangi birisine indirgenemeyecek bir bütünlüğe sahip olan siyerlerin daha dikkatli bir biçimde okunması gerekmektedir. Ağırlıklı olarak yazar ve şairlerin bireysel anlamda onu sevme, tanıma, bilme ve anlama görevlerini yerine getirmek için kaleme aldıkları eserler bir "peygamber edebiyatı"nın oluşmasına sebep olmuştur. (Özçelik, 2006:12)
Bu eserler, yazan kişinin peygamber karşısındaki tutum, düşünce ve tasavvurlarını anlatır. Bunların bir kısmı hem yazılış biçimi hem de rivayet malzemesi bakımından sıradan eserlerdir ve siyer yazınında önemli bir yer tuttukları söylenemez. Ancak peygamber algısının nasıllığını irdelemek isteyenlerin bu nitelikteki eserleri de dikkate alması gerekir. Çünkü siyer(ler)in tarihi sadece sahih malzemeye odaklanan nitelikli eserler tarihi değildir.
Türkçede yazılan siyerler üstüne konuşmayı denediğimizde üstelik bu eserlere sahih bilgiyi temel alarak yaklaşmayı seçtiğimizde bizi asıl uğraştıracak eserler, siyeri gerek içerik gerek üslup noktasında temsil etme kudretinde olan bu eserlerdir. Cumhuriyet döneminde Necip Fazıl'ın ve M. Asım Köksal'ın kaleme aldığı eserler sanatçı yaklaşımı ve duyarlılığı bakımından anılması gereken iki siyer örneğini oluşturur. Bu eserler, içeriklerinin zaaflarının beslediği peygamberliğin sınırlarını zorlayan düşünce ve tahayyülleri yanında yazarlarının tanınmışlığı nedeniyle de yüksek bir etkileme gücüne sahiptirler. Bütün sorunlu yanlarına rağmen, Türkçe düşünce dünyasında insanların yaşama biçimlerinin değişmesinde bu eserlerin çok büyük payı olduğu da unutulmamalıdır.
Çöle İnen Nur: "Çöle ve Bütün Zaman ve Mekâna"
Edebiyatın doğası gereği coşkulu, yer yer abartılı bir yanının olması edebi siyer olarak Çöle İnen Nur'un yerleşik peygamber algısını ortaya çıkarmak için biçilmiş kaftan olduğunu ortaya koyar. Sayısız insanın hayranlığını kazanan ve bugün edebi siyer denildiğinde ilk akla gelen çağdaş klasiklerden Çöle İnen Nur Osmanlı'dan tevarüs eden olağanüstülüklerle donatılmıştır. Mucizevi bir hayat yaşamış Hz. Muhammed algısını yansıtması dolayısıyla da son zamanlara kadar Türkçe siyerlerin genel karakteristiğini oluşturan Osmanlı siyer yazıcılığının menkıbe, abartılı haber ve hikaye ağırlıklı doğasıyla karşılaşırız. (Arpaguş, 2001:151 vd; Erşahin, 2005:337) Ayrıca bu eseri 19. yy'dan itibaren yaygınlaşan bilimsel tarihten daha ziyade edebi tarih geleneğini merkeze alarak okumak da mümkündür. Edebi tarih yazımının üç temel varsayımını bu esere uyguladığımızda Hz. Muhammed'in tarihi kişiliğini ve davranışlarını ortaya koyan gerçeklik, onun görevini fark etme ve tarihsel hafıza oluşturma durumlarıyla karşılaşırız. Çöle İnen Nur edebi yönü bakımından anlatı olması ve hem doğruyu hem de yanlışı içerebilmesinden dolayı da üzerinde durulması gereken eserlerdendir.
Siyer yazım geleneğinin edebi boyutta biçimlenişinin keşfi için bir tasarım ortaya koyma bakımından Cemile Sümeyra'nın Çöle İnen Nur üzerine yazdığı "Çöle İnen Nur: Önder ve Peygamber" başlıklı eleştirisi, düşünsel derinliği ve çözümleme yetisi bakımından bu eser özelinde yapılmış en değerli çalışmalardan biridir. Sümeyra'nın bu yazısından iki alıntı yaparak bu esere dair okumamızı sürdürelim: "Çöle İnen Nur, ne bir ilmi eser, ne de bir siyer olarak tanımlanabilir. Başından sonuna kadar esere ilmi bir eser titizliği hakim olsa da, edebi dili ve yer yer kronolojiyi ihlal eden, ezelde ve ebette geçen sayfalarıyla da diğer eserlerden ayrılmaktadır. (…) Necip Fazıl, Çöle İnen Nur adlı eserinde Müslümanın peygamber bilincini doğru bir şekilde kazanmasını hedeflemiştir. Tek hakikat yolunun tek hakiki yol göstericisi olarak peygamberi 'Gaye insan' olarak ele almış ve bu doğrultuda anlatmıştır." (Sümeyra, 2005:146-149) Gene de Cemile Sümeyra'nın örnek alınması gerektiğini düşündüğüm çözümleme yetkinliğinin eksik bir yanı var. Eleştirinin yazara ve esere karşı temel ölçütlerini belirleyememesinden kaynaklanan, bu yaklaşım sonunda yazılan eleştiriyi sahih bilgi nezdinden bir okumaya tabi tutmadığı gibi, çözümlediği eserin aşılması gereken boyutlarını gölgeleyebiliyor. Bu tutum önden gidenleri hayırla anma geleneğinden kaynaklanıyor. Elbette bunun da haklı tarafları yok değil. Ama şunun da unutulmaması gerekiyor: Yazarlara ve eserlere hakkaniyetli yaklaşmak bir tür dogmacılığa dönüşmemeli. Belki de kültürel dünyamızın eleştirel düşünceye kapalı olmasının neden olduğu bir hatadır bu. Belli dönemin biçimlerini her zaman olmazsa olmaz siyer tasarımına dönüştürmek, sonunda çözümleme yetkinliğini kısıtlar. Bu alışkanlıklar bir süre sonra doğru bir peygamber tasavvurunun önünde, geçilmesi güç kayalar gibi durur.
Edebi siyer bakımından öncü ve ilginç bir deneme olan Çöle İnen Nur'un yazılışı da bir hayli maceralıdır. İlk olarak 1950 tarihinde kaleme alınmış, 1952 Büyük Doğu'larında "Allah'ın Sevgilisi" ismiyle kısa bir bölümü tefrika edilmiş, 1956'da bu kez "O" başlığıyla yayınlanmaya başlamış, fakat yarım kalmış ve arada birkaç eksik kalan teşebbüsten sonra, 1969'da nihai şekline ve ismine kavuşmuştur. Çöle İnen Nur, siyer kitaplarının alışılmış anlatımlarından farklı bir üslubu ile edebi bir duyarlığı da yansıtıyor. Edebi siyer yazın alanını fazlasıyla aşan bir olgudur. Peygamberlik gerçeğini kavramamızı sağlayan temel yazım biçimlerinden biridir. Edebi siyer biçimini diğer siyerlerden ayıran özelliğe gelince, bu siyer biçiminin başta dipnotlar olmak üzere diğer siyerlerden farklılaştığı, tamamen kişisel bir tonda kaleme alındığı söylenebilir. Bunun sonucu olarak da bize söylediği şey bakımından öznelliğin süzgecinden süzülmüştür. Ne var ki, edebi siyerin kendine has bir yönünün olması onun temel bilgilerden ve sahih söylemden tamamen kopmasını gerektirmediği gibi, anlatılanların denetlenemez, dolayısıyla eleştirilemez olmasını da gerektirmez.
Kabul etmek gerekir ki Allah Resulü'nün hayatını yazmak önemli, önemli olduğu kadar onurlu bir iştir. Bu onurdan bütün inanmış ehli kalem bir pay almak ister. Esasen bu bile yeni bir siyer çalışması yapmak için başlı başına yeterli bir gerekçedir. Necip Fazıl, Çöle İnen Nur'un başında yer alan denemesel takdiminde, neredeyse bütün bütüne özetler kitabını; aynı zamanda eserinin farklılığını da vurgular: "Tefsir, hadîs, siyer ve nakil olarak en emin kaynaklardan devşirili ve kaynaklarını tek tek göstermek tasasından uzak bu eser, 'Başlangıç' yazısında da belirtildiği gibi, sadece iman sahiplerine hitap edici, hiçbir aklî teftiş, tespit ve ispat gayretine düşmeyici, mutlak 'doğru' üzerine hissî ve teessürî bir çatı kurucu ve eğer bir kıymeti varsa onu bu noktada toplayıcı bir denemedir; ve akla verdiği pay, onu bazı noktalarda yine akılla iptal etmekten ibarettir. Bu bir ilim değil, sanat eseridir ve ilmin içini ve dışını tahkik selâhiyetinde olmadığı mukaddes kapıya, ancak, inanmış ve teslim olmuş sanat tavriyle sokulmaktan başka çare yoktur."
"Ben bir şairim... San'ata, yalnız Allah'ı aramak, onun mahrem ülkesi meçhûller âleminin karanlıkları içinde rüyalardan daha zengin fener alayları tertiplemek ve eşyalarının takındığı duvakları birer birer kaldırmak gayesini biçtiğim gün, sanki boynumda 'mutlak hakikat'ten bir kement sezer gibi oldum. Bu kement beni çekti ve senin önünde durdurdu: -Kapı burasıdır; başka her kapı kapalı!" (Kısakürek, 1976) Eserin ilmi bir eser değil sanat eseri olduğunu kitabın hemen başında özellikle vurguluyor. Tabiî ki sanat eseri olması, onu bütün bütüne ilimden yoksun kılmaz. Tarih boyunca Peygamber (s)'in hayatıyla ilgili eserler kaleme alanlar, kendilerince tek tek nakillerini 'sahih' kaynaklardan göstermişlerdir. Ama burada sadece tarihi nakillere odaklanmak da sorunları çözmez, bu nakillerin Kur'an'la çatışmaması da gerekir. Öte yandan bu siyer türü Necip Fazıl için yalnızca bir edebi heves olarak görülemez. Yalnızca bir aktarım da değildir, görüleni, duyulanı dile getirmekle işini bitirmiş olmaz, çok daha geniş kapsamlıdır. Ama onun siyerinin belkemiği aynı zamanda yerleşik siyer algısının da belkemiğini oluşturur. Bu bakımdan alışılmış olan siyer yazımı anlayışını sürdürür, rivayetlerin sıhhatine dair bir bilinç ışığı yakmaz, var olan rivayetlerin sınırlarını zorlamaz.
Çöle İnen Nur'un ithafındaki şu satırlar yukarıda temas ettiğimiz siyer geleneğinin daha bütüncül bir ifadeyle din algısının özeti gibidir: "Eserimi... Her yıldızla her yıldız arası yollar ve yönler kadar çok ve dolaşık... Dünya yolları ve yönlerinden... Biricik ulaştırıcı yolu ve eriştirici yönü bana gösteren... Otuz yaşımdan sonraki hayatıma temel atan... 'Altun Halka'nın asrındaki en büyük kutbu... Efendim, irşad edicim, can kurtarıcım... Esseyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin yüce ruhaniyetine ithaf ediyorum..." Nitekim Ebu'l Kelam Azad'ın: "Her devirde bir eserin yazarı, normal olarak bağlı bulunduğu entelektüel çevrenin ürünüdür. İstisna olanlar ise kendilerine basiret ve vukuf bahşedilen kimselerdir." (1984:19) şeklindeki sözleri hatırlanacak olursa Necip Fazıl'ın gerek ait olduğu tasavvufi yorum gerekse edebi vukufiyetine ilişkin noktalar daha iyi anlaşılır.
Çöle İnen Nur, her şeyden önce edebiyatın penceresinden Peygamberimize olan muhabbetin örneklerinden biri olmanın yanında geçmişten günümüze edebiyatın, Peygamberimize muhabbetinin nasıl bir peygamber tasavvuru/edebiyatı oluşturduğunu da gözler önüne seren özel bir eserdir de. Bu bakış bir yandan Peygamberimize muhabbetin, salât ve selâmın ürünü olarak onun biricikliğine, örnek hayatına daha yakından tanık olmamızı sağlarken öte yandan da temel öncüllerinin çoğu zaman Kur'an'la oluşturulamaması biçimindeki yerleşik temayülden çıkan menfi sonuçları da içermektedir. Örneğin geçtiğimiz yıllarda yayımlanan Yedi İkim dergisinin Peygamberimizle ilgili özel sayısında yer alan Frithjof Schuon'un "Ey Allah'ım, biz O'na inandık, ne ki O'nu bu dünyada görmedik; öyleyse, öte dünyada O'nu görmekten bizi mahrum etme! Ve bizi O'nun şefaatine nail et!" biçimindeki duası bu bakış açısının örneklerinden biri olarak önümüzde durmaktadır. Elbette Kur'an'la temellendirilmeyen söz konusu temayülün biricik sorunu şefaat anlayışı değildir. İşte Necip Fazıl'ın eseri bu bakış açısının izinin sürülebilmesi bakımından hem de benimsediği dini yorum bakımından önemli bir imkan sunar okuruna. Bu eserde Necip Fazıl, kendi bilgi haritasını, peygamber imgelemini, kültürel belleğini koymuş, bunları tasavvuf ve söyleyiş kudretiyle örtüştürmeye çalışmıştır. Onun, Hz. Peygamber'i ve mücadelesini ele alması, ne tarih yazmaya dönük bir anlayıştır ne de geçmişi yeniden keşfetmeye yönelik bir arayıştır. Bundan dolayı onun siyeri siyer hakkında yeni bir bakış, farklı bir yöntem ya da geleneksel siyer yazımının hatalarından kurtulmasını sağlayacak bir bakış sunmamaktadır. Siyeri salt anımsama/tekrarlama düzeyinde görmesi, onun belirsiz bir siyer tasarımı kurmasına neden olmuştur. Çünkü, anımsamanın olduğu hâllerde tarihsel soruşturmaya gerek olmaz. Ancak, anımsanma olmadığı zaman tarihsel soruşturma, araştırma, belge bulma ihtiyacı olur, Necip Fazıl, siyer için herhangi bir ilke ve yöntem göstermediği gibi, tarihin anımsanmasında ortaya çıkacak eksikliklerin nasıl giderileceği konusunda da herhangi bir soru sormamıştır.
Necip Fazıl, 92 bölümden meydana gelen Çöle İnen Nur'da çeşitli gerçekleri atlayıp bazı konuları abartılı bir dille yeniden yinelemiştir. Kaynaklar sorunun(d)a ve rivayetlerin gelişme biçimlerinde abartılmış öğeleri atıp eleştirel bir bakış ortaya koymamıştır. Ait olduğu zaman dilimi ve entelektüel çevre nedeniyle kaynak ve olayları bilmemize aracı olan nesneleri kritik etmesi imkan dahilinde değildir. Yaşanmış geçmiş üzerine çeşitli tasavvufi söylemleri ve kendi öznel yaklaşımlarını işleyen Necip Fazıl doğrudan rivayetleri ve bunların yorumlanışını sorgulayan, peygamber algısını sakatlayan, bu bakışın bilgisini çözümleyen düşüncelere karşı konumlanışını da satır aralarında sunmuştur. "O ki olmasaydı, topyekûn oluş olmayacaktır. İşte O... O kadar evvel ve o kadar üstün... Bir arada sebep ve netice... O ki, varlık O yüzden..." "Sofra... Etrafında Allah resûllerinin dizildiği sofra... Ve bu sofrada başköşe... Sen!" gibi geleneksel siyerlerin popüler versiyonlarının önemli bir parçası olan rivayetlere özel bir vurgu yapar. Peygamberimizin kuşatıcı, evrensel ve siyasal özelliği olan bir çağrıyla gelmesini son derece vurgulu bir biçimde ortaya koyarken peygamberlerin esas itibariyle insan olmaları dolayısıyla fıtratlarının da aynılığı konusunda sorunlu bir peygamber tasavvuruna sahiptir. Bu bakımdan Kur'an'ın kullandığı tabirle hiçbiriyle diğeri arasında bir fark gözetmeme anlayışıyla çelişmektedir.
Hz. Peygamber'i olağanüstü ve hatta insanüstü olarak tanımlayan, akli olmaktan çok duygusal olan anlatımlar bu eserde çokça yer alır. Esasında halk muhayyilesinin ürünü olan çeşitli efsanevi anlatımlarda Hz. Peygamber, her şeyin varlık sebebi olan ilahi bir varlık olarak algılanmakta ve böyle sunulmaktadır. Bu anlatımlar bazen hadis olarak, bazen de Allah'a izafe edilerek 'kutsi hadis' tarzında ifadelendirilmektedir. Bazı kaynaklarda 'kutsi hadis' olarak yer alan ve hadisçilerce uydurma olarak nitelenen "Sen olmasaydın alemleri yaratmazdım!" ve hadis olarak zikredilen "Allah'ın ilk yarattığı şey Peygamberinin nurudur!" veya benzeri rivayetlerin eserde sıkça geçmesi Necip Fazıl'ın peygamber algısının esasını gözler önüne serer. Örnekleri Hz. Peygamber'le ilgili yazılan eserlerde bolca bulunan bu tanım, tavsif ve anlatımlar Kur'an'ın bize takdim ettiği, diğer insanlardan tek farkı vahiy almak olan "insan peygamber" modeline uymamaktadır. İnsanlara örnek olması için özellikle insanlar arasından seçilmiş olan peygamberlerin bu şekilde insanüstü tanımlanması ve bu yönlerinin çok belirgin bir şekilde ön plana çıkarılarak takdim olunmaları onların örnek olma özelliklerini ortadan kaldırmakta veya asgariye indirmektedir. Bu yaklaşım aynı zamanda siyer çalışmalarında "yaygın bir epistemolojik bunalıma" sebebiyet vermektedir. İşte burada Metin Önal Mengüşoğlu'nun şu tespitlerini hatırlamak gerekiyor: "(...) Kültürün öğretisine göre onun küçük yaşından beri başı üzerinde, kendisini sürekli gölgeleyen bir bulut vardı. Yahut on iki yaşından itibaren ikide bir, melekler tarafından yere yatırılarak, kalbi temizleniyordu. Bu yüzden mi temiz birisi idi? Yoksa temiz kalmasında kendi çaba ve iradesi mi vardı?" (2006:22) Bu ifadelerin tam aksi istikametinde bilgiler ve yorumlarla örülmüştür Çöle İnen Nur'un ilahi vahyin son elçisi Hz. Muhammed'in çocukluk ve ilk gençlik yıllarını anlattığı bölümler. Öz malzemesi, peygamberleri yarıştırmaya dayanan yerli yersiz anlatı formlarını kitabın özellikle ilk başlarında yoğun olarak kullanır. Bu rivayetlerde ele alınan olaylara, kendi bilgi ve yeteneğiyle orantılı bir söyleyiş gücü kattığı da bir gerçektir. Ayrıca "İnsanlığın Tâcı", "Gaye İnsan", "Ufuk Peygamber", "Mahzun Peygamber" gibi yeni tamlamalar ise tek kelimeye harikadır.
Peygamber'i (s) "Ey ufuk; insanoğlunun ufku!.." olarak gören Necip Fazıl "Sen de bizim gibi bir insansın! Sen bir derece daha fazlası olmayan bir insansın da, biz senden eksik olduğumuz kadar insanlığa uzak insanlarız." ifadeleriyle onun insani yönüne dikkat çektiği kadar onu anlamayanların beşeri yönüne dikkat çeker. Sahabe anlayışı da bu noktada geleneksellikten, özellikle de adı var kendi yok Ehl-i Sünnet telakkisinden kurtulamaz: "O'ndan ve sahâbîlerden emin el ve dille ne geliyorsa doğrudur." "Böyleyken ortaya bir Muaviye meselesi çıkarıp bu sahâbîye ağız dolusu söven, lanet okuyan sonra da Müslümanlık taslayan ve tesellisini Hz. Ali'den yana olmakta bulan bedbahtlara ne demeli? Bunlar, hiçbir inceliğe, sır idrakine ve ölçü hikmetine ruhları yatmayan, şeytan oyuncağı kafalardır. Allah Resulü'nün bu kadar açık ve aydınlık emri altında Muaviye kini güdenleri bizzat Kâinatın Efendisi ve O'nun sevgili ruh ve madde vârisi Ali ne düşünür diye en küçük nefs murakabesine girişmeksizin, güya Peygamber Evini ve Neslini koruma gayretiyle atıp tutanlar. Bilmezler ki, kalplerindeki 'Suret-i Hak' perdesini idare eden bizzat şeytandır." (Kısakürek, 1976:404 vd) Çöle İnen Nur'da Necip Fazıl sık sık 'araya girip' Neo-Platonculuktan tasavvufa, Budizm'den şiire kadar pek çok kavramı işlemiştir.
Sonuç Yerine
Tahsin Yücel, Yazın ve Yaşam'da eleştirinin işlevini, "bir yapıtın anlamsal ve biçimsel özelliklerini bütün yönleriyle ortaya koymak" olarak özetler ve ekler: "Ama eleştirenler kolaya kaçarlar çoğu kez, bir yapıtın, bir yazarın belli bir yönünü incelemekle yetinirler." Buradan başlayarak kolaya kaçar gibi gözüken ama aslında kolaycılıktan kaçan bir anlayışla Çöle İnen Nur'un özellikle belli bir yönünü ele alan ya da öne çıkaran bu eleştirinin yakından bakıldığı zaman Necip Fazıl'ın diğer eserlerinin de anlaşılırlığına katkı yapacağı da bir gerçektir.
Kuşkusuz onun siyeri hakkında yaptığımız bu eleştiriler, salt arşiv malzemelerine kapanarak antikacı bir edayla çeşitli sorunları gündeme getirmekle sınırlı değildir. Peygamber'i bir örnek olarak bu çağa taşımasını görmezlikten gelmek hakkaniyetsizlik olacaktır. Çöle İnen Nur'a niçin olumlu yaklaştığımızın gerekçesini belirttik. Ancak, Peygamberimizi ve içinde yaşadığımız dünyayı anlamamızda yardımcı olacak siyerlerin temel kaynağımızla irtibatlı olmaları da en önemli bir husustur. Önümüzdeki zamanların edebi siyer bakımından nasıl bir gelişme göstereceğini şimdiden bilemeyiz. Ancak var olanları sorgulamak noktasında sahih bilgiye odaklanan siyerlerin bütüncül yaklaşımı daha da önem kazanmaktadır.
Edebiyatçıların şimdiye kadar ortaya koyduklarının sorgulanması, zamana, mekâna ve anlayışlara dayalı yazılımların zaaf noktalarının belirlenmesi; alışılagelen tarihçiliğin yapısını bozsa da, yeni siyer yazımlarında bulunmanın imkânlarını da gündeme taşıyacaktır. Geçmişi bugüne taşıyan siyer yazımı, temel kaynağın perspektifini bugüne yansıtan bir rol üstlenmelidir. "Siyer nedir, neden siyer?" sorularından daha başka bir soru, belki "Nasıl bir siyer?" olmalıdır. Bunun en basit cevabı, "sahih bilgiye yaslanan edebi bir siyer"dir. Öncelikle tutumumuzu değiştirmemiz, elden geldiğince yanılgılardan, yan/lı/ş rivayetlerden kurtulmamız, gerçek peygamber tasavvuruna yaklaşmak için bu tür rivayetleri elememiz gerekir. Bu durumda, gerçek ve doğru siyer yazmanın biricik yolunun doğruyu aramak, yöntemle yorulmak, bıkmak bilmeden, okuyup işittiklerimizi temel kaynağımız Kur'an'ın evrensel bildirimleriyle karşılaştırmak olduğunu söyleyebiliriz.
KAYNAKÇA
Okay, Orhan (1994) "Sanat ve Edebiyat Dergisi Olarak Büyük Doğu", Bütün Yönleriyle Necip Fazıl, TYB Yay., Ankara
Vatandaş, Celaleddin (2007) "Hz. Peygamber'in Hayatı", Kitap Pınarı, Sayı: 1
Erşahin, Seyfettin (2005) "Osmanlı Toplumunun Hz. Muhammed Hakkındaki Bilgi Kaynakları Üzerine Bir Bibliyografya Denemesi", İslami Araştırmalar, C. 18, S. 3
Arpaguş, Hatice Kelptekin (2001) Osmanlı Halkının Geleneksel İslam Anlayışı ve Kaynakları, Çamlıca Yay., İst.
Hizmetli, Sabri (2006) İslâm Tarihi, Ankara Okulu Yay., Ankara
Sıddıki, Mazharuddin (1982) Kur'ân'da Tarih Kavramı, Çev. S. Kalkan, Pınar Yay., İst.
Sümeyra, Cemile (2005) "Çöle İnen Nur: Önder ve Peygamber", Hece Dergisi, Sayı: 97
Özçelik, Mustafa (2006) "Edebiyatımızda Hz. Peygamber", Kültür Dergisi, Sayı: 3
Mengüşoğlu, Metin Önal (2006) "Muhamed-ül Emin (Beşir ve Nezir)", Kültür Dergisi, Sayı:3
Âzad, Ebu'l Kelam (1984) Fatiha Tefsiri, Çev: Orhan Bekim, Bir Yay., İst.
Kısakürek, Necip Fazıl (1976 ) Çöle İnen Nur, (4. Basım)Büyük Doğu Yay., İst.
Yücel, Tahsin (1982) Yazın ve Yaşam, Yol Yay., İst.