2011 yılında Suriye’de önce barışçıl bir ayaklanma olarak başlayan, ardından iç savaşa dönüşen kriz, zamanımızın en trajik ve yıkıcı çatışmalarından biri oldu. Yüzbinlerce Suriyeli öldü, ülkenin yarısı yerinden edildi ve milyonlar çaresizlik içerisinde yoksulluğa ve açlığa zorlandı.
Geçtiğimiz ay Suriye savaşı on yaşına girdi. On yıllık bir katliamın anılması ve hatırlanması gerektiği üzere medyada ve dünya siyasetinde belli bir ağırlığa sahip oldu. Makaleler, haber yayınları, seminerler ve törenler oldu…Tüm dünya bu ayın anlamını ve tarihini yanlış anlayıp yorumladı.
Bütün dünya 15 Mart 2011’de başlayan, ilk büyük protestoların 18 Mart’ta olduğu bir Suriye ayaklanmasını hatırlayacak. Avrupa, on yıl boyunca analiz ve politikalarını çarpıtarak sistemik önyargılarıyla hareket etti.
Ve sonuç işte bu: 10 yıllık bir savaş.
Der’a Protestoları
2011 yılının Mart ayının ortalarında Arap Baharı, bir halk protesto dalgası olarak bölgedeki ülkeleri etkisi altına almaya başladı. Ortadoğu, haftalarca kargaşa içerisinde kaldı. Uzun süredir hüküm süren diktatörler, Tunus ve Mısır’da yerlerinden edilmişti. Yemen, Libya ve Bahreyn’deki ayaklanmalarla liderler sular altında bırakıldı. Ancak bölgedeki en sert diktatörlüklerden biri olan Suriye neredeyse hiç kıpırdamamıştı.
Tarihler Mart ayını göstermeye başladığında ise bu hareketsizlik değişmek üzereydi. Bölgede olup bitenlerden esinlenen ve son zamanlarda yerel güvenlik şeflerinin tacizlerini artırmasına öfkelenen küçük bir grup, 18 Mart 2011 günü öğleden sonra güneydeki Der’a kentinde Cuma namazından çıkarak yürüyüşe geçtiler ve şehrin/ülkenin ilk halk protestosunu ortaya koydular.
Göstericiler, “Özgürlük” ve “Bugünden sonra korku yok!” sloganları arasında acımasız güvenlik şefleri, yolsuzluğa bulaşmış yetkililer, yoksulluk, işsizlik ve diğer yerel sorunlar hakkında şikâyette bulundular. Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in istifası için herhangi bir çağrı yapılmamış gibi görünüyordu. Ancak bu, rejimin gözünde hiçbir fark oluşturmadı.
On yıllardır, Suriye’nin yönetici elitine yönelik eleştiriler yasaktı. En ufak bir açık protesto işareti bile polisin baskılarını artırmasını tetikliyordu. Arap diktatörlerin dört bir yanda devrilmesiyle beraber Esed rejimi gergin ve paranoyak bir haldeydi. Der’a’da da protestoların başlangıcından itibaren rejim sert ve çirkin yüzünü hemen ortaya çıkarmış ve protestoculara karşı şiddet uygulamaya başlamıştı.
O cuma öğleden sonra olayların tam olarak nasıl gerçekleştiğini söylemek zor. Ancak sahte haberler ve çevrimiçi sahteciliğin arasında bile Der’a ilinde protestoların gerçekleştiğini kesin olarak biliyoruz. Protesto olayının ayrıntılarını bilmek çoğu zaman belirsiz bir durum olarak kalabilir. Ancak Suriye’de yaşananlar cep telefonları ve internet çağı sayesinde bir direnişin başladığını gösteriyordu. Zaten o akşam, titrek cep telefonu görüntüleri YouTube’da dolaşıyor ve dünya televizyonlarında tekrar tekrar yayınlanıyordu. Grenli görüntülerde hareket halinde olan kalabalık insan gruplarının taş atmaları, gökyüzünde vızıldayan helikopterlerin çıkardığı sesler, arka planda bir yerlerde patlayan silah sesleri Suriye’de bir şeylerin olduğunu kanıtlıyordu.
O cuma günü en az iki genç öldürüldü. Bugün hâlâ Suriye muhalefetinin destekçileri tarafından şehit olarak anılan Mahmud Cevabrih ve Hüssam Ayyaş, direnişin ilk kanı dökülenleri idi. 19 Mart’taki cenazelerini izleyen insanlar gösterilerini ve protestolarını giderek daha fazla insanın katılımı ile sürdürdüler. Ve her saat Suriyeli protestocuların tutuklandığı, yaralandığı ve öldürüldüğü bir protesto ve baskı sarmalı başladı.
Facebook, YouTube ve el-Cezire’de 18 Mart’taki cinayetlerin haberleri yayınlanırken; Şam, Banyas ve Lazkiye gibi şehirlerde ve Suriyelilerin çoğunun bile bilmediği uzak köylerde Der’a ile dayanışma gösterileri düzenleniyordu.
Bu, Suriye devriminin başlangıcıydı. On yıllarca süren zorunlu sessizlik ve acımasız diktatörlüğün ardından, gösterilere katılanlar için gerçek bir toplu eylem ve umut anıydı.
Der’a Yolunda
Peki, tarihler neden farklı anılıyor? 18 Mart 2011’de olan bir şey tüm dünyada 15 Mart 2021 olarak anılıyor? Der’a protestoları cuma günü başladıysa, dikkatler nasıl bir önceki salı gününe kayıyordu?
15 Mart’ın artık neredeyse evrensel olarak Suriye direnişinin başladığı tarih olarak tanımlanmasının nedeni; Esed karşıtı muhalefetin iç siyaseti ile Batı medyası, akademi ve siyasetin çatışmalara nasıl yaklaştığı ile ilgili.
2011’deki krizin başlangıcında, birleşik bir Suriye muhalefeti yoktu. Aslında, Esed’in iktidarından giderek artan hoşnutsuzluğa rağmen, en ufak bir muhalefetin adı dahi yoktu. On yıllardır süren baskı bunu tetiklemişti.
Muhalefet adına sadece; bir dizi küçük yasadışı siyasi parti, muhalif entelektüel, solcular, liberaller, feministler, Arap milliyetçileri ile bazı İslamcılar ve Kürt milliyetçileri ve bir dizi insan hakları aktivisti vardı sadece.
2011 öncesi bu muhalefetin çok daha fazla sempatizanı olmasına rağmen, birkaç bin aktif üyeye sahip olması şaşırtıcıydı. Çünkü yasadışı muhalefet faaliyetlerine katılmaya cesaret eden insanların çoğu, kaybedecek çok az şeyleri olduğu için bunu yapıyordu. Ellili, altmışlı veya yetmişli yaşlarında, yıllarca hapis yatmış veya yatan insanlardı. Kimileri de zaten rejim tarafından yakın gözetim altında tutuluyordu.
Onlarınki uzun ve yalnız bir mücadele olmuştu. Ancak 2011 baharında dünya değişti. Aniden, genç üniversite öğrencileri ve Arap Baharı’ndan ilham alan diğerleri tarafından çevrimiçi olarak ve gizli görüşmeler muhalefeti oluşturmaya başladı. Mısırlı ve Libyalı göstericileri desteklemek için küçük mum ışığı nöbetleri düzenlendi. Rejim kimi zaman çekimser kalırken kimi zaman da toplantıları zorla dağıtmak için müdahalelerde bulundu. Bu tür toplantıların sahnelenmesi Suriye için emsalsiz bir durumdu. Arap Baharı dengeyi değiştirmeden önce belki de imkânsız bir şeydi. Örneğin Libya’ya sessiz desteklerde bulunulması ve rejimin buna sessiz kalması başka bir şeyken, Suriye içinde Suriyeli yetkililere karşı bir halk protestosu düzenlemek bambaşka bir şeyi düşündürtüyordu.
Sokaklarda söylenemeyen şey internette yayılıyordu. Birkaç yıl boyunca Facebook ve diğer sosyal medya araçları ‘modern tarihte ilk kez’ Suriyelilere yarı açık bir tartışma alanı sağlıyordu. Çevrimiçi mesajlar elbette izleniyordu ancak katı veya etkili bir şekilde değildi. Muhalefet yanlısı aktivistler haber, rapor ve video klipleri yaymak ve daha da önemlisi yurtdışındaki Suriyelilerle iletişimde kalmak için Facebook’u zaten kullanıyorlardı.
Ülkede solcular ve liberaller de dâhil olmak üzere büyük bir mülteci diasporası vardı. Aynı zamanda 1980’lerden beri sürgünde olan ve Suriye muhalefetinin en büyük bölümünü oluşturan Müslüman Kardeşler de etkinliğini koruyordu.
Suriyeli çevrimiçi aktivistler, göstericilerin Kahire’nin merkezindeki Tahrir Meydanı’nda bir araya gelerek devrim için bir ‘fırlatma rampasına dönüştürdüğü’ protesto tarzını taklit etmek istediler.
Zaten 4 ve 5 Şubat 2011’de Facebook aktivistleri Suriyelileri sokaklara çağırmaya çalıştı. Çaba tamamen boşa çıktı ve Suriye meydanları boş kaldı. Ancak birkaç hafta sonra popüler bir Facebook grubunun aracılığıyla bir kez daha denediler. 15 Mart’ın Suriye’nin “Öfke Günü” olacağını duyurdular. Bu defa yüzlerce aktivist bir protesto yürüyüşü için Şam’ın eski kentinde bir araya geldiğinde küçük bir isyan dalgası oluştu. Kısa bir olaydı. Ancak Arapların akşam haberlerinde bir sıçrama yapmaya yetecek kadar da sıra dışıydı.
Ertesi gün, Suriye İçişleri Bakanlığı önünde; Şam’ın merkezindeki Merce Meydanı’nda küçük bir kalabalık toplandı. Siyasi tutukluların özgür bırakılması için bakanın bir dilekçe vermesini istediler. Ancak bu sefer hükümet hazırlıklıydı: Belirli bir işaret ile beraber güvenlik görevlileri ve sopalı haydutlar göstericilerin arasına dalarak protestocuları dövdüler. Tanınmış eski vicdan mahkûmları da dâhil olmak üzere birçok kişi bu gösteriler esnasında tutuklandı.
Bu olayda sıradan bir gösteri olarak tarihteki yerini alabilirdi hatta aktivistlerin toplumsal tabanı bir araya getirememesinin yeni bir örneği olabilirdi. Polis kamyonetlerinin içinde haykırarak ve kanayarak kaybolup giden bir düzine muhalifin arkasından bakılan bir olay olabilirdi.
Ancak iki gün sonra Der’a protestosu olarak patlayan bir dalga hareketi başladı.
Protestonun Kökleri
Güney Suriye’nin köhne taşra kasabalarındaki sosyal ve politik ortam, Şam’ın merkezindeki ortamdan çok farklıydı. 2011 öncesindeki muhalifler de oradaki karışımın bir parçasıydı. Ancak Şam’ın aksine, Der’a’daki protestolar tamamen veya hatta esasen, köklü rejim eleştirmenleri, aydınlar ve eski mahkûmlardan oluşmuyordu.
Daha ziyade, Der’a’daki protestoların ardındaki güç; şehrin önde gelenleri, aşiret reisleri ve din adamları etrafında örgütlenen geniş ve birbirine bağlı ailelerin hareketiydi. Bu ilk liderlerin en önemlisi, muhtemelen, hükümet çizgisine ayak uydurmayı reddettiği için kürsüden men edilen popüler bir Der’alı din adamı olan Ahmed Sayasneh’ti. Göstericiler 18 Mart’ta Şeyh Sayasneh’in bağlı olduğu Ömer Camii’nden çıktı ve daha sonra rejim güçleri tarafından şiddetle bastırılana kadar küçük bir Tahrir Meydanı olan Der’a’da bir araya geldi. Rejim, protestocuları dağıttığında protestocularının ana toplanma yeri bu cami olacaktı.
Der’a’nın sosyal tabanı baştan beri oradaydı: Şehrin eski, sıkı sıkıya bağlı yerel kültürünün etkili bir kesimi rejime karşı sesini yükseltti. Şehrin diğer sakinleri de yerel dayanışmanın dışında kalmadı. Ülkenin diğer bölgelerinden gönderilen birliklere karşı saf tuttular. Şam’da göstericileri dövmek ve polis kamyonetlerine bindirmek mümkündü. Ama Der’a’da hiçbir dayak ve çatışma işe yaramadı. Rejimin cinayetleri de şehri öfkelendirdiği gibi ateşe vermiş oldu. Birkaç kısa gün içerisinde, güneydeki protestolar Der’a’yı da kapsayacak şekilde daha geniş insan kitlelerine ulaştı. Yüzlerce insanın tavrı ve rejimin saldırıları on binlerce insanı harekete geçirdi.
Tarihler bu yüzden Der’a’ya göre ayarlandı. Çünkü asıl olaylar bu şekilde burada başladı.
Hafıza Siyaseti
Herhangi bir Suriyeliye sorun: Size devrimin -ya da bakış açısına bağlı olarak olayların, krizin veya komplonun- Der’a’da başladığını söyleyecektir. Ancak bazıları yine de ayaklanmanın gerçek başlangıç tarihi olarak 15 Mart’ı gösterecektir. Suriye muhalefetinin iç siyaseti de burada devreye giriyor.
Şam protestolarına çağrıda bulunan veya katılan gruplar ve bunlara siyasi olarak destek verenler için tarihler de kendi elleriyle yazılabilir olmakta.
Ama aynı zamanda ülkedeki iç siyaset de hesaba katılırsa kimi olaylar daha iyi anlaşılabilir. 15 ve 16 Mart protestoları esas olarak 2011 öncesi muhalefet üyelerinden oluşuyordu. Özellikle 16 Mart gösterisine liberaller, komünistler, milliyetçiler ve insan hakları aktivistleri gibi seküler kesimler öncülük ediyordu. Ancak olay yerinde muhafazakârlar ve İslamcılar da her zaman için vardı. Hem erkek hem de kadın, çoğu yüksek eğitimli üniversite mezunları veya öğrencilerden oluşan çoğunlukla orta sınıf insanlardan oluşan bir kalabalıktı bu eylemlerdeki insanlar. Aleviler ve Hristiyanlar da dâhil olmak üzere birçok Suriyeli ülkede ve eylemlerde azınlık gruplardı ve başkentte ikamet etmelerine rağmen ülkenin her yerindeki direnişleri selamladılar.
Der’a’da, olanları bir araya getirebildiğimiz ölçüde tüm bu politik kategorileri de dâhil ettiğimizde Suriye’deki ayaklanma daha iyi anlaşılır olmakta. Komünistler, sendika liderleri, Arap milliyetçileri de bulunuyordu eylemlerde. Sosyal yapı farklı olsa da hedef ve amaçlar aynıydı. Yine de protestolardaki asıl aktörler; neredeyse tamamı erkek, tamamı Sünni ve tamamen Araplardan müteşekkil gruplardı. Ve görünürde ‘herhangi bir liderlik durumu olduğunda’ yerel liderler, önde gelenler ve dindar muhafazakârlar baskın kesimler oluyordu. Protestoların homojenliği, başkalarının aktif olarak dışlanmasının bir sonucuydu. Bunun basit nedeni Der’a idi: Fakir, kırsal, sosyal açıdan muhafazakâr ve ezici bir şekilde Sünni Arap şehri olması onu rejimin yok etmeye çalıştığı bir yer olduğu izlenimini güçlendiriyordu.
O baharın ilerleyen dönemlerinde diğer Suriye şehirlerinde olduğu gibi, Der’a’daki ilk protestocuların çoğu ‘kelimenin normal anlamıyla’ pek de politik değillerdi. Arkadaşlarına ve akrabalarına ne olduğunu gördüklerinden öfkelenen yerel gençlerdi; Suriye’nin yolsuzluk ve korku atmosferinden bıkmış; yoksulluk ve işsizlikten bıkmış; Esed ailesi altındaki aşağılanmalarına bir son vermek için Arap Baharı’ndan ilham alıyorlardı.Diktatörlüğe, belirli bir parti veya ideoloji için olduğundan çok daha fazla karşıydılar. Bunun ötesinde, ilk göstericilerin fikirleri ve değerleri ‘muhtemelen yaşadıklarından ötürü’ diğer protesto şehirlerini anlamalarında ve desteklemelerinde önemli rol oynuyordu. Protestoların 2011 ilkbahar ve yazına kadar en hızlı yayıldığı yerleşim yerleri ile de adeta eşdeğerdi. Sünni Arap kırsalının kötü muamele görmüş ve yoksullaştırılmış kasaba ve köyleri yapılanları görüyor, duyuyor ve biliyordu. Bu onların hareketliliğini ve rejime olan öfkelerini diri tutuyordu.
Birleşik bir muhalefet liderliğinin yokluğunda Suriye ayaklanması, en başından itibaren binlerce farklı yönde patlak verdi. Bölünmüş olmaları, âdem-i merkeziyetçi rejim için net bir karşıtlığı oluşturmuyordu. Rejim kafası olmayan bir hareketin başını kesemezdi.Ama bu durum rejim için bir lanet haline geldi. Kıt kaynaklar üzerindeki rekabet, iç çatışmalar ve nihayetinde savaşmuhaliflerin de yapısını değiştirdi.
Suriye muhalefetinin farklı kolları, geçtiğimiz on yılın olaylarını anlatıp tartışırken farklı semboller, temalar ve tarihî olaylara karar verdiler. Bazen bu anlatılar, yaşanmış deneyimi ve köklü kişisel duyguları da temsil eder hale geldi. Bazen politik nedenlerle kasıtlı olarak yeniden düzenlenen günler, tarihler oldu. Başka yerlerde olduğu gibi Suriye’de de kolektif hafızadan gelen yerleşik tarih, her şeyin bir kısmını kapsama eğilimindedir.
Anekdot olarak ve aşırı genelleme riski altında, ayaklanmanın sembolleri olarak 15 Mart veya 18 Mart tercihleri temel de farklı grupların olaylara bakışını resmediyor. Solcu, liberal, azınlık, diaspora ve 2011 öncesi muhalefet fraksiyonları genel olarak olaylara 15 Mart eksenli bakarken; muhafazakâr Sünniler, İslamcılar ve silahlı isyancılar da dâhil olmak üzere diğer grup ve fraksiyonlar ise 18 Mart olarak bakıyor. Bu durum Suriye iç siyasetinin getirmiş olduğu büyük bir farklılık olsa da kahir ekseri kesimler Suriye direnişinin tarihine 18 Mart’taki Der’a olarak bakıyor. Şam’daki olayların pek çoğunun kayıt altına alınmadığı ve Der’a’daki olayların çok büyük bir değişimi tetiklediği düşünüldüğünde 18 Mart’ın daha anlamlı olduğu görülüyor. Rejim yanlıları tarafından dahi kabul edilen bir tarih olması da o günü başlangıç kabul ettirmekte daha avantajlı kılıyor.
Bu konuyla ilgili bir tartışmada Suriyeli bir direnişçi lider bana, tüm gösteriler camilerden çıktığı için ‘sekülerlerin orijinal devrimi temsil ettiklerini iddia etmelerinin saçma olacağını’ söylemişti. Öte yandan, bir Alevi solcunun 2011’de ilk kez cuma namazına nasıl gittiğini anlattığını da hatırlıyorum: Cami, kendisinin ve arkadaşlarının protestolardan önce yasal olarak toplanabilecekleri tek kamusal alandı.
Hem Suriye muhalefetinin bir üyesi hem de onun en duyarlı analistlerinden biri olan Suriyeli entelektüel Ahmed Ebu Zeyd, 15 Mart - 18 Mart ikilemini, biri kentsel olmak üzere ikili bir sembolik referanslar ve kolektif kimlikler dizisi olarak kavramsallaştırıyor. Birini ulusal ve modernleşen bir tarih olarak diğerini ise kırsal, yerel ve gelenekçi olarak betimliyor.
Ebu Zeyd’in anlatımına göre; 15 Mart anlatısı, “sivil” ve “ulusal” alanda faaliyet gösteren “vatandaşların” kendi sahalarında siyasi eylemlilikle rejime nasıl meydan okuduğuna ve buna karşılık olarak da tutuklandığına dair tarihsel bir yapıyı yeniden üretiyor. Ayrıca diasporaların katılımının yoğun olduğu çevrimiçi aktivizmi ve muhalefet medyasının çalışmasını da kapsayarak insanlara aktarıyor.
18 Mart ise “yerel toplumun” “sert ve şefkatli dokusunun” rejimi “yabancı bir unsur”muş gibi sınır dışı etmeye çalışarak baskıya nasıl tepki verdiğine, ancak ölümcül şiddetle karşılaştığına dair bir vizyonu ortaya koyuyor. Aynı zamanda, kriz uzadıkça sokak protestolarından silahlı isyana dönüşen kırsal-aşiret ahlaki dayanışmasının bir “savaş alanı” ethosunu hatırlattığını ifade ediyor.
Bu farklı bakış açılarının sürekli bir gerilim içinde olduğu ve birbirini dışlamadığı düşünülmemelidir. 15 Mart gerçekten oldu. Ve 18 Mart da oldu. Semboller ve değerler olarak Suriye ayaklanmasının daha geniş kapsamlı anlayışında bir arada var olabilirler ve eğer ikisi de varsa bu tarihlerden birine Suriye muhalefetinin ‘Devrim Günü’ olarak öncelik verilmelidir. Bu da nihayetinde Suriye muhalefetine kalmış bir karardır.
Batı Gözüyle
Tarihsel kayıtlar farklı bir konu. Muhalif olmayan Suriyeliler ve Suriyeli olmayanlar için tarih yazımını muhalefet içi anlatı tartışmalarına yer vermek pek mantıklı olmayacaktır. Mart 2011’deki olaylar kayıtlı birer gerçek olarak yaşandı.
Bu olaylar hakkında belgeleri ve kanıtları inceleyen herhangi bir tarafsız araştırmacı, ilk cinayetlerin gerçekleştiği Der’a’daki 18 Mart protestosunu, Suriye’nin ‘siyasi bir acil duruma düştüğü devrilme noktası’ olduğu sonucuna varmak zorundadır. Bundan önce protesto çağrıları yapılmıştı. Ancak hiçbiri kamu düzenine küçük bir tehdit dahi oluşturmamıştı. 15 ve 16 Mart’ta Şam’da yaşananlar da buna dâhil. Ancak 18 Mart’ta gösteriler tamamen yeni bir ölçekte patlak verdi. Ve Esed kontrolünü kaybedene ve Suriye’nin geleceği değişene kadar yayılmaya ve büyümeye devam etti.
Yine de 15 Mart o zamandan beri tüm dünyada kabul edilen tarih oldu. Bu yılki onuncu yıldönümü makaleleri ve açıklamaları, 18 Mart tarihini, Suriye’deki olayları daha ileriye taşıyan bir dayanak noktası olarak gördüler.
Bu tarihlerin değiştirilmesindeki bir diğer daha az önemli etken ise Suriye muhalefetiyle ABD’li ve Avrupalı gözlemcilerin 2011’den bu yana girdikleri etkileşimdir.
Kriz başladığından beri, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’daki gazeteciler, politikacılar ve araştırmacılar, çatışmayı genel olarak Suriye muhalefetinin ve özellikle de laik, liberal ve (her şeyden önce) İngilizce konuşan muhalefetin perspektifinden görme eğiliminde idiler. Ve dünyanın işleyiş şekli göz önüne alındığında, Amerikalılar ve Avrupalılar küresel haber anlatımının hâkim zirvelerinde oturanlar olarak anlatıları da şekillendirmeye muktedirdirler. Reuters, AFP, Associated Press ve büyük uluslararası gazetelerin haberleri insanların zihinlerini şekillendiren görüşleri barındırarak sunuluyor. İngilizce başlayan yayın akışı Arapça dâhil diğer tüm dillere hâkim medyanın dilinden etkilenerek geçiyor.
Ayaklanmanın başladığı dönemlerdeki ilk ABD ve Avrupalı haberlerdeki tanımlara göre; yerel, köklü, kimlik temelli, ekonomik ve sosyal güçleri yıkma pahasına gerçekleşen bir devrim vardı. Suriye direnişinin sivil toplum, evrensel değerler yönüne odaklanılmıştı. İlk haberlerde ve analizlerde alıntılanan insanlar neredeyse tamamen köklü muhalifler, protesto liderleri veya çevrimiçi aktivistlerdi. Başka bir deyişle, “Batı” 18 Mart’ı ve neyi temsil ettiğini bir kenara bırakarak Suriye’yi 15 Mart filtresinden görme eğiliminde davrandı ve davranıyor.
“Batı” belirli bir olay hakkındaki hâkim görüşünü oluşturduğunda, bu anlayış süreç içerisinde diğer tüm haber medyasını da aynı şekilde ‘konuşmaya’ devam edecek şekilde harekette bulunmaya zorluyor. Hatalar ve önyargılar çok açık olmadıkça, bu şekilde üretilen bilginin, geleneksel hâkim görüşü ve bilgiyi ezmesi daha muhtemeldir.
Batı filtresinin etkileri, zamanlar ve devrilme noktaları hakkındaki tartışmanın çok ötesine geçiyor. Genel olarak Suriye’deki olayları anlamak için daha göze çarpan çerçeveyi kanıtlayan ayaklanmanın 18 Mart yönüyle devam edersek; Suriye’nin barut fıçısını alevlendiren şeyin Der’a ayaklanması olduğunu daha net görüyoruz. Şam’daki protestoların etkisi şu anki durumun başlangıç noktası değildi.
Bugün hâlâ ülkenin ezilmiş, bombalanmış kuzeyinin büyük parçalarını kontrol eden, Suriye isyanının kırsal, dinî ve muhafazakâr kanadıdır. Bu kesimler aynı zamanda, bu bölgelerde silahlarıyla milyonlarca sivili ‘benzer geçmişlerden’ koruyup kontrol etmektedir. Laik, kentli ve demokratik güçler 2011 tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır. Ancak aynı zamanda savaşın ilk kurbanlarıdır da. Neredeyse hepsi uzun zamanlı sürgüne gönderilmişti.
Savaşın ilk günlerinin haberine, retoriğine ve analizine dönüp baktığımızda, çoğu Avrupalı ve Amerikalı yorumcunun kendi prodemokratik, sivil ruhlu önyargıları karşısında krizin acımasız, karışık gerçekliğini anlayamayacak kadar gözlerini kapattığı aşikâr görünüyor.
Hiper-yerelliğin muhalefet birliğini nasıl engellediğini ve Esed rejiminin ne kadar inatçı olacağına dair çok az bilgileri vardı. Mezhepsel ve etnik çatışmalara veya silahlı çatışmanın yayılmasına ilişkin erken uyarılardan uzaktılar. Bu sorunlar, görmezden gelinemeyecek veya ele alınamayacak kadar ezici hale gelene kadar ‘esprili’ bir şekilde Batı medyası ve siyasileri tarafından reddedildi.
Suriye’deki olayların anlaşılması noktasında sorumluluk; kesinlikle sadece Suriyelilere ait değildir. Suriye toplumunun tüm karmaşıklığıyla boğuşmayı reddeden, Suriye’deki görüşlerin, çıkarların ve değerlerin kendilerininkinden farklı olduğunu düşünen ve iddia eden ve çatışmayı gerçekçilikle ele almayan ‘uluslararası topluluğundur’.
Bu durumu, önyargıyı ve yıkıcı etkilerini hatırlamak için önemli bir aydı.
Suriye savaşının onuncu yılında; Suriye’deki direnişin başlangıcını, onu başlatan olayın tarihinden üç gün önce anmaya devam ederek, bu anlatıya uymayan Suriyelileri silerekkendi siyasi eğilimlerimize uyan bir anlatıyı pekiştirmeye devam ediyoruz. Suriye direnişinin belkemiğini oluşturmaya devam edecek olan Sünni kırsalın; yoksul, marjinalleştirilmiş ve öfkeli gençlerinin tarihidir bu. Siz onlardan hoşlanmayabilirsiniz ama bu tarih de onların.
The Century Foundation / 15 Mart 2021 / Çeviren: Fatih Demir