Daha önce Afganistan'ın Rusya işgaline karşı direnişini konu alan ve Yöneliş Yayınları tarafından Türkçe'de yayınlanan Afganistan'da Direniş ve İslam adlı eseriyle Türkiyeli okuyucunun tanıma fırsatı bulduğu Olivier Roy, dünyanın önde gelen İran-Orta Doğu uzmanlarından bir Fransız. Metis Yayınları arasından çıkan bu kitabıyla da, son yıllarda artan siyasal İslam tartışmalarına katılıyor.
Roy, kitabında, kendisine çağdaş İslami hareketleri konu alıyor. Yani, kendi tanımıyla, İslam'ı bir din olduğu kadar bir siyasal ideoloji olarak da algılayan hareketleri. Bunu yaparken de, oryantalist bakış açısının İslam'ı ve müslüman toplumları genellemeci bir tarzda ve zamanla kayıtlı olmayan kültürel sistemler olarak algılama hatasından uzak kalmaya çalışıyor.
"Fundamentalist çevreler(in)de eleştirel bir kafa yapısı ve felsefi bir düşünme tarzı" bulduğu Türkiye'yi; Mısır, Pakistan, Suudi Arabistan, Cezayir, İran ve Afganistan'ı yoğun olarak işlediği eserinin dışında tutuyor.
Yazar, şeriatın iktidar tarafından hukuki olarak uygulanmasını istemekle yetinen geleneksel ulemanın tavrını fundamentalizm olarak adlandırıyor, İslamcılık ise, ona göre, meselenin hukukla bitmeyip "toplumun da İslamileştirilmesi" isteğiyle gündeme geliyor. Ve bu çaba, "yukarıdan aşağıya", yani devleti ele geçirdikten sonra toplumun İslamileşebileceği anlayışına ulaşıyor. İslamcılar, egemen iktidara olduğu kadar bu iktidarların destekleyicisi olarak değerlendirdikleri ulemaya da karşıdırlar. Ulemaya karşı oluş, aynı zamanda "içtihad kapısının tekrar açılması" isteğinde de somutlaşıyor, İslamcıların diğer bir özelliği de, kadınların sosyal ve siyasal hayata katılımları konusundaki serbestçi tavırlarıdır.
Olivier Roy, İslamcılığın yükselmesini kendi başarılarından ziyade modernizmin ve Sovyetler'in kriziyle alakalandırıyor. Modernizmin başarısızlığının bir ürünü olarak gördüğü İslamcılığın, sosyolojik olarak, birer modern mekan olan üniversitelerde boy vermesini de bu iddiasına delil olarak alıyor.
Yazara göre İslamcılık içinden çıktığı sorunlara yeterince cevap veremediği için günümüzde -kendisinin "yeni fundamentalizm" adını verdiği- toplumu "aşağıdan yukarıya" doğru İslamileştirmeyi ilke edinmiş akıma evrilme durumunda. Yeni fundamentalistler, oluşturdukları İslamileştirilmiş alanların belli bir seviyeye geldikten sonra iktidara dayatıp meşruiyet kazanarak toplumun İslamileştirilmesi stratejisini takip ediyorlar. Roy'a göre, yeni fundamentalistler İslamcılar'a oranla daha dar bir ufka sahipler.
Cezayir, İran, Pakistan, Suudi Arabistan ve Afganistan örneklerini genişçe inceleyen Olivier Roy, İslamcılığın "başarısız" olduğu sonucuna varıyor. İslamcılar'ın İran'da iktidarı ele geçirmelerine rağmen bir model geliştirememelerini/ Afganistan'da işgalci güçleri kovduktan sonra kabilesel çatışmalar içine düşmelerini, Suudi Arabistan ve Pakistan'ın hiley-i şeriyyeci bir tavırla oluşturdukları bankacılık sisteminden öte gitmeyen içi boş İslami ekonomi uygulamalarını örnek vererek bu kanısını delillendiriyor. Yine ona göre, Cezayir'de FIS'in iktidara gelmesi kaçınılmazdır, ama FIS başarılı olamayacaktır. Olivier Roy, başarısızlığın sebebi olarak da; İslamcıların, amaçlarına ulaşmak için gerekli kurumları oluşturmak yerine, İslami bir toplumun veya İslami bir devletin temelini bireylerin "erdem"i üzerine kurdukları "ahlaki" tavrı göstermektedir.
Roy'un, eserinde belirttiği gerek "kurumlaşamama" ve gerekse de diğer birtakım eleştirilerine katılmakla beraber, bu "başarısızlık" vurgusu üzerinde bir iki hususa dikkat çekmek istiyoruz. Öncelikle şunu belirtelim ki, hayat durağan bir süreç değildir. Dün başlayıp bugün sona ermemektedir. Dünya hayatı kıyamete kadar, sürekli bir çatışma içerisinde ve sorunlarla dolu olarak geçecektir. Bu zorluğa hazırlıklı olmak gereklidir. Bu nedenle de, dünya hayatında "yeryüzü cennetleri" aramanın pek fazla bir anlamı yoktur. Söz konusu arayış, bu dünyada ulaşılamayacak bir çabadır ve sonu da hep "başarısızlıkla bitecektir". Roy, burada realiteden kopuklukla eleştirdiği İslamcıların durumuna düşmektedir. Olivier Roy'a söyleyebileceğimiz sadece şudur: Bu kadar radikalliğe gerek yok!
Herhangi bir toplumsal olayı, tarihsel süreçten soyutlayıp ele almak bu noktada birtakım hataların içine düşülmesine neden olmaktadır. Örnek olarak, yazarın bizden daha yakin olarak bileceğine inandığımız Fransız İhtilali'ni ele alalım. 1789'da gerçekleşen İhtilali, mesela 1810'da değerlendirmiş olsaydık, ihtilali başarısız görecek ve sonu gelmez kavgaların nedeni olarak mı açıklayacaktık? Ancak, tarihi sürecine bakıldığında Batılı modelin oluşmasında ihtilalin güçlü izlerini görmek mümkündür. Yine benzer şekilde, Batılı yaşam tarzı bir iki on yılın sonunda ulaşılmış bir model midir? Kesinlikle hayır. Tarihe bakacak olursak, Batı'nın 15. yüzyıldan itibaren büyük bir çaba içerisine girdiğini ve bilinen anlamdaki kurumlarını oluşturmuş Batı'nın ancak 19. yüzyılda meydana geldiğini görürüz. Tarihte yaşanan örneklerin başarılı olup olmadıkları, kendilerinden -belki de yüzlerce yıl- sonra gerçekleşecek olaylarla ortaya çıkıyorsa, günümüzdeki İslami mücadelelere de bu perspektif ve hoşgörü ile yaklaşmak ve anlamlandırmak zorundayız. Yazarda gördüğümüz bu tarihsel perspektif yokluğu, bizce, çalışmanın en önemli zaafını oluşturuyor.
Bugün yaşadığımız dünyada, egemenlerin, İslami hareketlerin farklı tarzlarına yönelik oluşturdukları çözümlerin -ki bunlar da sistemin birer hiley-i şeriyyesidirler- bir sınıra geldikleri ve sistemlerinin tıkandığı gözden ırak tutulması gereken bir sonuçtur. Bunda, kısa bir tarih dilimi içerisinde değerlendirildiğinde başarısız olarak değerlendirilen hareketlerin, akımların büyük rolleri olduğu da unutulmamalıdır.
Ayrıca şunu da belirtelim ki, gerek İran Devrimi'nin, gerek Afganistan ve Cezayir mücadelelerinin bizce en önemli sonucu, müslüman dünyaya, sahip oldukları zenginliklere ve kendi geleceklerine başkalarının tahakküm etmelerine izin vermemeleri gerektiğini öğretmesidir. Kazanılan bu bilinç, hiç de azımsanacak bir şey değildir. Devam edecek başarılar, bu tarihsel mücadeleleri iyi etüd etmiş bugünkü İslami hareketlerin basiretlerine ve çalışmaları üzerine bina edilecektir. Bu hususta da herhangi bir kuşkumuz bulunmamaktadır.
Burada boş bir İslamcılık savunusu yapmak arzusunda değiliz. Yazarın dile getirdiği birtakım eleştirilere biz de katılıyor ve bunların İslami hareketlerin önünde engeller oluşturduklarını düşünüyoruz. Ancak müslümanların, kendilerine yönelik eleştirileri -ki bu eleştiriler yalnızca Roy'dan gelmemektedir, benzerleri Türkiye'de de çeşitli çevrelerden ifade edilmektedir- daha farklı bir gözle okumaları gerektiği kanaatindeyiz; Eleştirilerin tutsağı olmadan, kendi geleceklerini çizmede onlardan yararlanabilmek gerekmektedir. Çünkü bu eleştirilerin sonunun gelmeyeceği bilinmelidir. Bugün İslami hareketleri "yeni bir toplum modeli oluşturamamıştır, modernizmi veya Batı'yı içselleştirmiş" diye eleştirenler, yarın "kendi gettolarına kapandılar, global kültürden kopuklar, evrensel kültüre bir katkıları yok" diyeceklerdir. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Bizce aslolan, müslümanların ne yapmak istediklerine, neyi amaçladıklarına karar verebilmeleri ve buna uygun araçların oluşturulmasını sağlamalarıdır.
Kitap, -Roy her ne kadar oryantalist bakış açısından kendi kurtarmaya çalışsa da- yazarının Batı kültürünün bir ürünü olduğu unutulmadan, okunması ve faydalanılması gereken bir eserdir. Zira, anlatılan İslam dünyasındaki kardeşlerimizin hikayesidir, dolayısıyla da bizim.