Sivas'a Darağacı

Ali Değirmenci

"Sivas Davası" son yılların en çok konuşulan, gündem oluşturan ve tartışmalara neden olan davalarından biri oldu.

Yaklaşık dört buçuk yıl sonra, Yargıtay 9. Dairesi'nin bozma kararı doğrultusunda Ankara 1 Nolu DGM kararını verdi. 100'e yakın sanığa verilen cezaların 38'ini "idam" kararı oluşturuyor. 1 sanığın cezası aklî dengesi yerinde olmadığı, 4 kişinin ki de olay esnasında yaşlan 18'den küçük olduğu gerekçesiyle idamdan 20'yıla dönüştürülüyor. Çok sayıda sanık da değişik cezalara çarptırılıyor.

Bu olayla ilgili olarak DGM tarafından verilen nihaî karar, âdilliği, hukukîliği, hangi delillere dayanılarak verildiği kadar bağlı bulunduğu süreç ve konjonktür açısından da tartışılmaktadır.

Sol ve laik kesim, baştan beri, ilgili ilgisiz her yerde bu dâvayı gündeme getirdi. Sistemli ve maksatlı yayınlar yapıldı. Olayla ilgili olduğu iddia edilen insanların bir kısmı da bu tür ispiyonlarla tutuklandı. Kamuoyu oluşturulmaya, mahkemenin akışı yönlendirilmeye ve bir baskı unsuru teşekkül ettirilmeye çalışıldı. Sonuca bakıldığında bunda başarıya ulaşıldığı da gözlemlenebiliyor.

Değil bir silah, bir çakı bile bulunmadan, rastgele ya da ihbarlar sonucu toplanan insanlar, "Anayasal düzeni cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek" suçundan en ağır cezalara çarptırıldılar. Hem de olay anında ve mahallinde bir tek kişi bile yakalanmamışken.

Dört yıl boyunca değişik yerlerdeki cezaevlerinde, tutuklanan insanlara ve yakınlarına nice sıkıntılar çektirildi. Cezaevlerinde üstlerine gidildi, idarî baskılar yapıldı, üzerlerine elleri sopalı, silahlı gardiyanlar ve askerler salındı. Mahkemelerde tahkir ve tezyif edildiler. Onlarca aile acılara boğuldu, gözyaşları döküldü, görüşler için eziyetler çekildi. Bir o kadar insan tedirgin edildi, kovuşturmaya/soruşturmaya uğradı, yıldırılmaya çalışıldı. Sivas'ın üstüne bir bunaltı, bir siniklik, bir ürkeklik havası çöktürülmeye gayret edildi. Adeta koca, bir şehir, topyekün "suçlu" ilan edilmeye, boğulmaya çalışıldı. "Allah Sivas'ın yüreğini her yönden yoklamıştı" sanki...

Öbür tarafta, konuyla ilgili olarak biriktirilmeye çalışılan duyarlılık; ciddi ve kapsamlı bir boyut kazanamadı. Asıl sorular yüksek sesle sorutamadı, birçok nokta da karanlıkta kaldı ya da kasıtlı olarak gözardı edildi.

Her yıl Banaz Köyü'nde yapılan etkinlikler, uyarılara rağmen niçin şehir merkezine alınmıştı? Valinin ve Kültür Müdürü'nün bunda özel gayretleri var mıydı? Salman Rüşdi'nin küfür dolu kitabını yayınlama teşebbüsünden dolayı müslümanların nefretini kazanan Aziz Nesin, davet edilenlerin niçin en başında yer alıyordu? Aydın insanlar Nesin'in bu tutumuna niçin karşı çıkmıyor ve onun yanında yer alıyorlardı? Dini değerlerle nasıl alenen alay edilebiliyordu? Dışarıdaki insanlara, polis tarafından, neden içeride kimse olmadığı söyleniyordu? Kurşunlanarak öldürülen insanlar üzerinde neden durulmadı? "Provokasyon var" diyenler bile, bunun niteliği, nasıl olduğu hakkında neden konuşmadılar? Olay sonradan Alevi-Sünnî çatışmasına döndürülmek istenmesine rağmen, olay esnasında bu yönde neden bir tek slogan bile atılmamıştı? Nûmûne Hastanesi başhekimi niçin istifa etti ya da görevden alındı? Ali Baba Mahallesi'ne "ispiyon tahtası"nı kim, neden yerleştirdi? Olaylardan sonra Aydınlık Gazetesi'nin üstlendiği misyon neyle örtüşüyordu? Birkaç saat içinde 50 bin kişilik bir "örgüt" nasıl oluşturuluverdi? Madımak Oteli nasıl Meclis Binası gibi algılanıverdi?

Evet... Olayların niçin ve nasıl başladığı unutuldu. Hava indirmesi yapılmasını hatta şehrin bombalanmasını isteyenler bile gündemden düştüler. Ali Baba Mahallesi'nin Alevî kökenli muhtarının; "Biz de Kur'an'a inanıyoruz, dinimize kimse küfredemez, asıl suçlular dine küfredenlerdir, dışarıdan gelenlerdir" sözleri, bu gürültü arasında hiç duyulmamıştı zaten

Sorular ve tartışmaya açık hususlar çoğaltılabilir. Nitekim dâva dosyalarında olayla ilgili ciddi ve somut hiçbir delil bulunmamaktadır. Aslında yanarak ölen bir tek kişi de yoktur. Ölenler dumandan boğularak ve kurşunlanarak yaşamlarını yitirmişlerdir. Meclis Komisyonu'nun raporu da bunu teyid etmekte ve olaydaki tahrike dikkat çekilmektedir. Ancak Yargıtay Aziz Nesinin tahrikini de reddetmiştir. Yangın otelin direkt olarak yakılmasından değil, otel önündeki bazı arabaların yakılması sonucu gerçekleşmiştir. Bu husus da sürekli gözden uzak tutulmuştur. Mahkeme, bazı kişilerin olay mahallinde bulunmadıklarına dair MİT raporunu bile dikkate almamıştır. Süreç içerisinde birçok traji-komik olay yaşanmıştır.

İdam kararlarına şiddetle karşı çıkanlar, şimdi bu karara alkış tutabilmektedirler. Bu olay bahane edilerek halâ müslümanların üzerine gidilmek istenmekte, her şey çarpıtılarak yansıtılmakta hatta bazı televizyon kanalları, haberi, yağlı urgan ve darağacı resimleri eşliğinde verebilmektedirler.

Malum çevrelere ait bu tür tavır ve tutumlar, her şeye rağmen, çok da şaşırtıcı ve anlaşılmaz değildir. Belki daha çok üzerinde durulması gereken husus, genel olarak işleyen sürecin ve bu arada müslümanların konumunun değerlendirilmesidir.

Sivas hadisesiyle ilgili olarak, ne yazık ki, İslami duyarlılığı yüksek kimi kişi ve çevrelerin bile bir anlama zaafına düştükleri bir gerçektir. Bu zaaf İslami değerlerin savunulması gayretini bile gölgede bırakabilmekte ve olayın başındaki, halkın onurlu karşı çıkışı dikkatlerden kaçabilmektedir. Sivaslı müslümanları da en çok üzen, olayı, müslümanlara anlatabilmekte bile zorluk çekmeleri olmuştur. Hadisenin sonucunun oluşturduğu etki ve şiddetli saldırı ve çarpıtmaların etkisi altında kalan birçok müslüman, sahiplenmek ya da anlamlandırmak şöyle dursun, çarpık zihniyetle aynı safta bulunabilmişlerdir. "Şeytan Ayetleri" kitabı, Salman Rüşdi ve Aziz Nesin'in saldırıları, bu uğurda verilen mücadeleler bir anda unutulabilmiştir. Başbağlar'da öldürülen 33 insan için bile yeterli bir kamuoyu oluşturulamamış, bu olayın üzerine gerektiği şekilde gidilememiştir. Bu konudaki duyarsızlık ve mecalsizlik hala devam etmektedir. Sivas Davası'nda önemli çabalan olan Mazlum-Der'in bile, gerek başlangıçla gerekse karar ertesinde konuyla ilgili olarak esef ve üzüntü verici, inanılmaz cümleler içeren beyanatlarına rastlanabilmektedir. Adı geçen dernek tarafından derinlikli ve yerinde araştırmalar yapıldığı söylenmesine rağmen; "Hiçbir özgürlük, insanların kutsal bildiği değerlere saldırıyı, hiçbir tahrik insanların diri diri yakılarak öldürülmelerini meşrulaştıramaz" ifadesi sarf edilebiliyordu

Refahyol koalisyonuyla birlikte yeni bir sürece girildiği ve müslümanlar üzerinde çeşitli bahanelerle bir baskı oluşturulmaya çalışıldığı herkesin malûmudur. Kimi kararlar ve keyfî uygulamalar da bunu açıkça teyid etmektedir. Sivas davasında çıkan son karar da bu sürecin akışına tekabül etmektedir. Önemli olan müslümanların fikri ve fiili alanda özgürleşebilmek için direnmeleri, kendi kimlik, güç ve konumlarını onarabilmeleridir. Bütün bunlar bireysel ve müşterek imtihanımızın bir parçasıdır. Korkuyla, sindirmeyle, mal ve canla imtihan her zaman karşımıza çıkabilecektir Hiçbir şey ahiret rızkından ve Allah'ın adaletinden daha yüce değildir. Şerefli ve güzel yaşayabilmek, yanı sıra geleceği kurmak; direnen ve mücadele eden, kimlikli ve onurlu bir irade ile gerçekleşebilecektir, "İstiklâl Mahkemeleri" sürecine benzeyen bu süreçte "bedel ödeme"ye hazır olmak gerekmektedir. 146 kere idama mahkûm edilse de müslümanı ayakta tutan; "Biz Allah'a aitiz ve tekrar O'na döneceğiz" şiarı olmalıdır. Uzlaşan, yaltaklanan, kanaralaşan ve dünyevileşerek çözülenler hüsrana duçar olanlardır. Cunta süreci içerisinde, "irtica ile mücadele" adı altında İslami değerlere tavır alanlara karşı vereceğimiz en iyi cevap, kendimizi/kimliğimizi rehabilite edip, olaylardan ders ve ibret alarak dimdik ve şereflice ayakta durabilmemiz olmalıdır. Susurluk'u çetelerin, kumar ve rantiye çevrelerin, zorbaların üzerine gidemeyen fakat inancı, ahlâk ve erdemi, başörtüsünü kuşatmaya/boğmaya çalışanlara karşı "direniş, adalet ve özgürlük" şiarı yaşamlaştırılmalıdır. Çünkü direniş onur bahşeder ve onur, yalnızca insan türünde bulunur. Evet... Sivas Davası, suskun ve mecalsiz müslümanların bakışları arasında, kirli ve boğucu bir süreç içerisinde, bir "hukuk skandalı" sayılabilecek bir karar eşliğinde sonuçlanmak üzere

Yazıklar olsun!..

Fakat Allah'ın Kitabı, bizi her tarafta, düştüğümüz yerden kullandırmaya, bize hayat, kimlik ve onur bahşetmeye, bizi dönüştürmeye devam ediyor. Kur'an'ın sunduğu ve Rasulullah'ın örneklendirdiği hidayet yoluna tabi olanlara selâm olsun!

"Peygamber, mü'minler için kendi nefislerinden daha sevimlidir ve onun zevceleri de mü'minlerin anneleridir"(33/Ahzab, 6)