Şubat 1997'de yapılan MGK toplantısı sonrasında ülke gündeminde herhangi bir sükûnet oluşmadı. Aksine RP'yi ve sistem dışı kesimleri sindirme girişimleri sistemin bütün kurumları ve sivil uzantıları tarafından tırmandırılıyor. Senfoni orkestralarından futbol stadlarına, üniversite rektörlerinden yargı elemanlarına değin hemen herkes tam bir vecd içerisinde bihakkın görevini ifa ediyor.
Ve nihayet 31 Mart 1997'de yapılacak MGK toplantısı öncesinde gündem büyük ölçüde sekiz yıllık kesintisiz eğitim -daha doğrusu İHL'lerin kaldırılıp kaldıramayacağı- noktasında düğümlendi.
İstatistiklere göre şu an zorunlu olan beş yıllık eğitimde okullaşma oranı yüzde doksan, zorunlu olmamasına karşı ortaokulda okullaşma oranı ise yüzde yetmişbeş. Yani zorunlu eğitim ile, zorunlu yapılmak istenilen dönem arasında sadece yüzde onbeşlik bir okullaşma oranı farkı var. Elbette ki kesintisiz sekiz yıllık zorunlu eğitim tartışmasının amacı bu yüzde onbeşi okullara getirmek değil. Amaç, toplumsal eğilimlerin önünü kesmek, yönelişleri değiştirmek, resmi tercih ve doğrulara yeniden hayat alanı yaratmaktan başka bir şey değil. Esas sorun, tek "tip insan yetiştirme" ve "yeni bir halk üretme" konusundaki egemenlerin öngörülerinden kaynaklanıyor.
Öngörülenin yeterince gerçekleşememesinin nedeni olarak egemenler İHL'lerini algılıyor. Bu felsefe toplumu her şeyiyle belirlemeyi amaçlayan tipik bir dayatmacılığı örneklendirmektedir.
Bir türlü yeni bir halk üretme konusunda tam sonuç alamayan egemenler, daha önce bir kaç kez askeri darbe yaparak "iman tazeleme" operasyonu yapmışlardı. Bu kez açık darbe yerine daha modern yöntemler kullanıyorlar. Böylece toplum kesimlerinde kamplaşmayı körükleyerek etkin bir halk kesiminin almayı deniyorlar. Oldukça rizikolu bir yol olsa da yetmiş küsur yıldır bir türlü hedeflerini tam tutturamayan, üstelik de karşı bir tepki potansiyelinin güçlenmesine şahit olan, egemenler için diğer seçeneklerin sayısı çok değil. "Nereden inceldiyse oradan kopsun" diyebilmeleri, biraz da karşıt kesimlerin tepkisini ölçmeyi amaçlıyor. Daha önce de güdümlü partiler açtırmış, güdümlü demokrasi denemeleri yapmış ve hep halkın eğilimine yenilmiş ama karşı tepkileri ezerek sindirmişlerdi.
Egemenlerin İşlekleri ile halkın çok önemli bir kesiminin yaptığı tercih, sistemin/statükonun bir toplumsal meşruiyet sorunu yaşamasına neden olmaktadır. Eğitime de yansıyan bu toplumsal meşruiyet sorunu, hem sivil kaynakların eğitime yönlendirilmesi hem de başarı için gerekli olan hedef ve şevk konusunda problemler oluşturuyor. Bugünkü eğitim sisteminin en önemli açmazı budur. Diğer sorunlar, bu meşruiyet krizinden kaynaklanan ikincil sorunlardır. Sorunun bu boyutunu gözlerden kaçırıp eğitimi kesintisiz sekiz yıla çıkararak çözüm üretmeyi gündeme sokmanın en önemli -belki de tek- amacı İHL'leri ve Kur'an kurslarını kapatmaktır. Yoksa, Tevhid-i Tedrisatçı bu zihin, kesintisiz sekiz yıl eğitime geçildiğinde daha kaliteli bir eğitim vermek amacıyla herhangi bir tedbir falan da almış değil, Önemli olan önce İHL'leri kapatmaya zemin hazırlamak, sonrası gelir. Bunu yaptıkları zaman, özgün kişiliklerin oluşumunda önemli olan bu yaşlarda çocukları dinin etkisinden kaçırmayı ve sistemin kutsalları içinde yoğurmayı başarabileceklerini sanıyorlar. İHL'lerin ülke güvenliğinin ele alındığı MGK'da gündeme alınması, halkın tercihlerinin ülke güvenliğini tehdit ettiğini düşünen bu algılayıştan kaynaklanmaktadır. Bu onların geleneği olduğuna göre bunu yadırgamamalıyız. Bir de, sessiz çoğunluktan bahsedip duran ve kendilerini de bu kümeden sayan insanlara bir hatırlatma; Yüzde üç-beş diyerek küçümseyip durduğunuz tepkili ve de etkili insanlara karşı koyun kendinizi ortaya. Yoksa "mustaz'af zalim"lerden olursunuz.