İslam dışı sistemler karşısında İslam'dan yana tavır alan, cahili sistemlere ve zulme karşı boyun eğmekten kaçınan tutum, kuşanılan tavrın erdemli olanıdır. İslam'dan yana tavır almak eşyanın tabiatına uygun olanına, yaratılış amacına ve adalete yönelmektir. Bu tavır Kur'an'daki kullanımıyla "hanif" olmanın ifadesidir. Zaten Kur'ani hükümlere teslim olan müslümanların en seçkin vasıflarından birisi de yüzlerini İbrahim dinine/tevhîd dinine yöneltmeleridir.
Ancak bugün, kendisini İslam'la bağlı kabul eden bir çok müslüman, arzuladığı veya karşı çıktığı sistemleri tanıma konusunda yeteri kadar bilgi ve bilinç düzeyine ulaşabilmiş değildir. Bu düzeysizliğin Kur'an'la mevcut olması gereken ilişkilerin zayıflığından, tevhidi bilgi ve tavır eksikliğinden doğduğu açıktır. Ancak bu düzeysizlik, sisteme karşı tavır alan ve aynı sistemin tebası konumundayken bu sistem içinde alternatif açılımlar üretmeye çalışan bilinçli müslümanların dikkatlerini ve mesaisini ikiye bölmektedir. Bir taraftan egemen sistemin denetimi, diğer taraftan sistemin denetlediği müslüman kitlelerin olumsuz kabul ve alışkanlıklarıyla beslenen yüzeysel baskılar.
Bir taraftan sistemin baskı ve kontrolüne rağmen bağımsız bir kimlik oluşturup, bu oluşumun güçlenmesi için sisteme rağmen bazı imkanların değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer taraftan bağlısı olduğumuz toplumla ilişkilerimizi kesmeden ve pragmatik yaklaşımlara kaymadan, genellikle topluma sunulan sistem içi araçların aşıladığı uzlaşmacı, teslimiyetçi, kaderci, sığınmacı kabul ve alışkanlıkları gidermemiz ve toplumun kendi halini değiştirme şartlarını güçlendirmemiz gerekmektedir.
Varlığımızı ve kazanımlarımızı sistemin kontrolündeki araçları kullanmaksızın oluştaramaz mıyız diye düşünülebilir. Ancak tümünü değiştirmeyi düşündüğümüz sistemin siyasal parti, vakıf, dernek, dergi gibi kullanılması imkanlı olan araçlarını -bu araçların üzerimizde tahakküm oluşturacağı düşüncesiyle- bilinçli olarak kullanmaktan kaçınsak bile, aynı sistemin okul, basın, adres, ufak işletme, fabrika, resmi daire veya pazardaki tezgah gibi diğer araçlarına mahkum olduğumuzu ve rızkımızı bu araçları kullanarak temin ettiğimizi hatırlamamız gerekir.
Öncelikle çerçevesini cahili duygu ve telkinlerin belirlediği teslimiyetçi tutum aşılıp, bizi vahiy dışı uygulamaların mahkumu kılan zindanların zincirlerini koparma ve kapılarını kırma idealine ulaşılmalıdır. Eğer dışarıdan yardımımıza koşacak hayali bir beklentinin avuntusu içinde değilsek, ancak bu ideali bizi kuşatan zindanların içindeki uygun araç ve gereçleri kullanarak realize edebiliriz. Kurtarıcı bekleyenler için bile, zindanda uygun bir ortamın hazırlanması kaçınılmazdır. Kurtuluş fikri idealimiz, idealimizi gerçekleştirecek reel imkanlar da zindan içinde kullanabileceğimiz uygun araç ve gereçlerdir.
Ancak her sistemin kendini korumaya yönelik tedbirleri vardır. Çağdaş sistemlerin en önemli koruma mekanizmaları ise, tebalarına imkan ve özgürlük vaadiyle sundukları sistem içi mücadele araçlarının aldatıcılığıdır. Egemen sistem sunduğu bazı araçlarla muhaliflerini kendi sahnesinde oynamaya mahkum kıldığında, sistem içi araçların tebayı oyalayıcı ve sistemin işleyişine katıcı fonksiyonu belirginleşir. Bu mekanizmayı şeytanın bir hilesi olarak görenler, şeytanın sahnesinde oynarken çoğu zaman Allah'ın tuzağının daha üstün olduğuna imanla bu şartları aşabilecekleri bir beklenti içinde olurlar. Ancak İslam'da emeksiz kazanç, amelsiz başarı olmadığı gibi şartları oluşmamış ve gerekli donanıma kavuşmamış bir mücadelenin de önemli bir değişim çığırı açamayacağı ortadadır.
İslami mücadele için sistemin sahnesinde, sistem içi araçları kullanabilmek, bu araçlara mahkum olmayacak bir yeterliliği gerekli kılar, Bu yeterlilik, fikri ve metodolojik netliği, istişari birlikteliği, dayanışmayı, işbölümünü ve fedakarlığı gerektirir. Zaten ilkelerini Kur'an'da bulan bilinçli, kararlı, bağımsız vs yasal araçların kaybedilmesiyle yol olmayacak düşünsel ve davranışsal bir birliktelik oluşturmamız "iyiliği emretme, kötülükten nehyetme" görevimizin ifası için kaçınılmaz bir farziyettir. İstikbarın zincirleriyle kuşatılmış olan müslümanların, bu zincirleri kırma düşüncesi, ancak böyle bir farziyetin yerine getirilmesiyle anlam kazanabilir. Egemen sisteme alternatif ve sistem üstü bir karşı çekim alanının oluşturulması da; pratiğe yönelen düşüncelerimizin sistemin araçlarına mahkum olmaması garantisi de bu farziyetin gerçekleştirilmesiyle mümkün olur.
Medine'de bağımsız bir İslam: yönetime ulaşıncaya kadar Hz. Muhammed'in kendini çepeçevre saran egemen cahili sistem karşısındaki tutumunu yönlendiren Kur'an nasslarından, çağdaş boyunduruk altında yaşayan bizlerin de bugün için önemli dersler çıkarması gerekmektedir. Kur'an ilk nazil olduğu andan itibaren hitap ettiği kişileri ve cahili ortamı tevhidi ilkelere çağırmış, egemen yapıyı ve anlayışı açıkça eleştirmiştir. Tevhidi ilkelerin açıkça beyanı, egemen kültürün itikadı ve sosyal değerlerinin eleştirisi, müslüman olmayanlara itaat edilmemesi, meclislerine boyun eğilmemesi hususunda mevcut sisteme karşı açıkça tavır alınmıştı. Ancak Rasulullah ve arkadaşları aynı cahili sistem içinde bazı imkanları da kullanmışlardı, Lakin sistem içi bazı araçların kullanılması, bu araçlar sayesinde müslümanların yumuşayacağını ümit eden müşriklerin beklentisine rağmen taşınan mesajın netliğini yumuşatmamıştı.
Zira müslümanlar sistemi aşan ve sistem içi araçların sınırlayamayacağı bir düşünceye teslim olmuşlar ve vahyin belirleyiciliğinde tüm nefsani ve beşeri hesaplardan arınarak mü'mince birbirlerine kenetlenen, birbirlerine dayanan ve güvenen, bağımsız, ilkeli, tavizsiz, yasal araçların esiri olmayan bir sosyal birlikteliği gerçekleştirmişlerdi. Ancak sistemin küçümsemeleri, hakaretleri, işkenceleri, sosyal ve ekonomik yaptırımları ve terörü karşısında böyle bir sosyal olgu ile karşı durulabilir ve sistem içi araçların getireceği olumsuzluklar böyle bir dayanışma ve denetleme mekanizmasıyla aşılabilirdi.
Rasulullah'ın Mekke şirk sistemi içerisindeki örnek mücadelesini yönlendiren Kur'an ayetlerinin seyrini iyi takip edebilirsek şunu görürüz: Mevcut sistemi dönüştürmeyi amaçlayan tevhidi güç oluşumu, sistemin tüm baskı ve takibatlarına, zulüm ve işkencelerine rağmen denetlenemez bir kimlik oluşturmuş ve sistemin alternatifi olarak küçük de olsa kendine yeter, bağımsız, dinamik bir yapı kurmuştu. Bu yapı, varlığını sistem içi araçlara borçlu olmayan, vahiyle eğitilmiş, dinamik ve üretici bir oluşumdu. Ama yaşadığı sistem içinde mesajını kitlelere taşımak için ve gerekli açılımlar yapabilmek amacıyla sistemin uygun olan bazı imkanlarından da kendi denetimi altında yararlanmasını bilmişti.
Sistem üstü alternatif bir oluşumu gerçekleştirmeden, varlığını veya tüzel kişiliğini parti, vakıf, dernek, ticari kurum, resmi dini kurum gibi sistem içi araçlara dayanarak oluşturmayı hedefleyen çabalar, egemen sisteme rağmen İslami kimliklerini açık ve net bir şekilde ortaya koyamazlar. Süreklilikleri sistemin iznine bağlıdır. Ayrıca gizlenen kimlikleriyle birlikte, mesajlarını da gizlemiş ve bulandırmış olurlar. Allah'ın ayetlerini gizlemek ve reel şartlara uydurmaya çalışmak ise tevhidi ilkelerle bağdaşmayan ve Kur'an'da kınanan bir tutumdur.
Sistem içinde sisteme karşı toplumsal bir muhalefet oluşturmanın sorumluluğu yanında, bir de bireysel anlamda sistem içi konumlarımız söz konusudur. Beslenme, barınma, giyinme, sağlık, eğitim gibi zorunlu ve gerekli ihtiyaçlarımızı gidermeye çalıştığımızda, sistem içi konumlarımız gündeme gelmektedir. Yine bu konuda da sistem üstü alternatif bir İslami oluşumun bağlısı olmayan veya böyle bir oluşumun sosyal denetleme mekanizmasından kendisini müstağni gören kişilerin, sistem içinde memur, işçi, yönetici, işadamı, esnaf ve diğer statüleriyle yer almalarının; kendilerine göre ne kadar ahlaki davranırlarsa davransınlar, neticede sistemin işine yaradığını söyleyebiliriz. Zira sisteme karşı kimliğimizi koruma iddiası, İslami kimliğimiz gereği bizi, mevcut sistemi ve cahili anlayışları değiştirmenin sünnetine uygun ibadi bir pratiğe sevketmiyorsa, bu iddia sadece nefsani bir aldanmacanın ifadesi olur. Sistem içi araçlar ve sistem içi konumumuz, ancak Kur'an merkezli, bağımsız bir oluşumun istişari inisiyatifi ve denetimi altında ise anlam taşıyabilir. Bu çerçevede anlam taşımayan veya anlam yükleyemediğimiz araç ve konumlar, sisteme entegre edici bir fonksiyon görürler.
Bir de serbest alan vermeyen veya doğrudan egemen sistemin varlığını korumaya programlanmış konumlar ve sistem içi araçlar vardır ki, buralarda alınan roller, sistem üstü bir anlayışın denetlemesini kabul etmezler. Bunlar İslami hareketlerin ve sistem muhalifi tüm güçlerin varlığına kasteden egemen sistem için gerekli konum ve aygıtlardır.
İnkılapçı kavrayıştan uzak kişiler sık sık sistem içi araçların kullanımında tağutun sarayında görev alan Yusuf peygamberin kıssasını örnek gösterirler. Gerçekten Hz. Yusuf kıssası doğru anlaşıldığında, ibret alınacak bir örnekliği sergiler. Burada Yusuf'un sarayda olup olmaması tartışmasından çok, Yusuf'un nasıl davrandığı önemlidir. O hevasına veya reel şartların gereklerine göre mi davranıyordu, yoksa açıkça tevhidi kimliğini ve ölçülerini ortaya koyan ve tamamen vahyin denetiminde bir tavır içinde mi idi? İşte önemli olan nokta da budur.
Sistem içi konumumuzu tartışmak yanında sistemi aşma sorumluluğumuzun boyutu gözden kaçırılmamalıdır. Cahili temelli sistemlerin tümüne karşı oluşumuz, bu sistemler karşısında açık tavır alışımız ve kimliğimizi izhar edişimiz tevhidi inancımızın gereğidir. Ancak gerekli donanım ve güce erişilmeden ilk planda sistemi tümden değiştirebilmek de olanaklı değildir. Yüce Kitabımızda düşmanın atları karşısında atlar hazırlamamızı öğütleyen ayet, başarının nesnel şartlarına uygun hazırlıklar yapılmasına işaret etmektedir. O halde sistem karşıtlığımız, kazanacağımız uygun mücadele alanlarında donanımımızı güçlendireceğimiz bir süreçle anlamlaşır.
Mekke'nin ilk yıllarında egemenlerin batıl ölçüleri açıkça eleştirilmiştir. Bu batıl ölçülerin neden olduğu kız çocuklarının diri diri gömülmesi, öksüzün itilip kakılması gibi konular kınanmıştır. Egemen sultalara itaat edilmemesi ve meclislerine (nadiye) boyun eğilmemesi tutumuyla hakim iktidara karşı açık tavır alınırken; aynı iktidar insanların haklarını kıstığı, yoksulu açta-açıkta bıraktığı için suçlanmış ve kısılan haklar için eleştirilmiştir. Ve teraziyi doğru tartmak, ölçüde eksiklik yapmamak gibi sistemin çarşısına yansıyan haksızlıklarını düzeltmeye yönelik gayretlere şahit olunmuştur.
Kur'an'ın ilk inen ayetlerinde açık hükümleri bulanan bu tutumlar; cahili sistemi itikadi ve siyasi boyutuyla toptan değiştirmeyi öneren açık bir tavır yanında, sistem içi bir mücadelenin daha doğrusu sistem içi muhalefetin inisiyatifinin de ele geçirildiğini göstermiyor mu? Egemen sistem içinde özgün, istişari ve ilkeli bir yeterlilikle toplumsal muhalefetin inisiyatifini ele geçirmek, genel dönüşümü hazırlayıcı ve hızlandırıcı yeni mevzilerin kazanımı anlamına gelmiyor mu?
Uygun mücadele alanları ve imkanları demek; sistemden bazı parçalar koparmamız ve gasbedilen haklarımızdan bazılarını geri almamız anlamına gelir. Bu tarz kazanımlar sistemle uzlaşım veya sistemden bir bağış bekleme değil; kararlı, özgün, tavizsiz mücadelemizle cahili sisteme geri adım attırmamız demektir.