Yeni bir darbe sürecinin habercisi olan "Genç Subaylar Tedirgin" manşetleri temelde yanlış değil fakat eksikti. Çünkü "tedirginlik" sadece "genç" olanların değil gerçekte bütün bir silahlı bürokrasi kadrolarının kronik ruh halini yansıtan en iyi tanı/kavramlardan biridir. Cumhuriyet tarihinin 80 yılını özetlerken Tek Parti, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat diye devam eden silsilenin, ülkenin dört bir köşesinde uygulanan karartma geceler ve bütün bir halkın üzerinde estirilen tehdit ve baskı politikalarının tedirginliğini çoktan aşmış ideolojik ruhsal yapının paranoyak derecesinde seyredişinin gözler önüne serer. Yetmezmiş gibi 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim, 30 Ağustos, 10 Kasım vb. rutine bağlanan günlerin yıldönümleri güç gösterisi, kararlılık mesaj bahanesiyle resmi ideolojinin ve rejimin teminatı TSK'ya gönülden bağlanmamakta diretenlere korku salma, sopa gösterme seansları olarak icra edilir.
I- Panel mi, "Yeni Darbe Süreci"ne Start mı?
Hilafetin ilgası ve Tevhidi Tedrisat Kanunu'nun kabul edildiği 3 Mart tarihi de silahlı bürokrasi ve uzantıları tarafından 80. kez bildik bir mizansen ve müsamere tekniği ile sopa gösterme seansı sadedinde kamuoyuna sunuldu. Hikaye ve hikayenin kahramanlarında bir değişiklik var mı? Hayır. Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Ankara'da Üniversite, Sendika ve sivil toplum örgütlerinin desteğiyle bir panel düzenliyor ve bu panele TSK'nın komuta kademesi tam kadro katılıyor. Çok sayıda üniversite öğrencisi Rektörlükler emrine tahsis edilen otobüslerle panelin düzenlendiği ATO Sosyal Tesisleri'ne getiriliyor, ellerinde Türk ve KKTC bayrakları ile "Dayan Denktaş Uyan Türkiye" pankartı açarak "Komutanlı Panel"in figüranları olarak yerlerini alıyorlar. Panelin konuşmacıları Nur Serter, Anıl Çeçen, Çetin Yetkin gibi askeri cuntanın akademisyen kılıklı emir erleri olduğu için ne konuştuklarına ilişkin kimsede bir ilgi ve merak söz konusu değil. Çünkü her zaman olduğu gibi içeriksiz klişe söylemler havada uçuşuyor. Bu yüzden paneli altı orgeneral ve iki korgeneralin yanı sıra çok sayıda emekli generalin ve 15 üniversite rektörünün coşkulu, uzun ve güçlü alkışlar eşliğinde, 10. Yıl Marşı ve Gençlik Marşı ile izliyor olması yeni bir 28 Şubat sürecinin başlaması için "işaret fişeği" olarak kabul edilmesi medya tarafından özellikle öne çıkartılıyor. Panel bahanesiyle malumu ilam ederek ses verme ve örgütlenmeyi hedefliyorlar. Her ne kadar "Ulusal Uyanış ve Birlikteliğe Çağrı Metni" başlıklı ortak bildiride "Asker ve sivilin 'sıradışı' buluşması" askerin bir çeşit bayrak göstermeleri olarak nitelense de tamamen rutin bir işleyiş olduğunu hemen herkes biliyor. Psikolojik Harb'in gazete sayfalarından görünen yüzü mesela şu başlıklarla halka taşınıyor: "TSK; Tam Tekmil Panele Katıldı", "Ön Sıraya Dikkat", "Ulusal Bilinç Saf Tuttu", "Komutanlara Ayakta Alkış", "Gövde Gösterisi", "Hilafet Paneline Komutan İlgisi" vd. Fakat darbecilerin psikolojik harb teknikleri ile nasıl bir hukuksuzluk, yolsuzluk ve ahlaksızlık düzenini inşa ettiği, nasıl ağır bir bedele dönüştüğü konusunda sadece halkın değil, önceki dönemlerde darbecilere destek veren, teşvik eden gerek ulusal gerekse uluslararası merkezler de özellikle bu süreçte Kemalist darbecilerden uzak duruyor. Bu sebeple gerilim stratejisi TSK, STK, Üniversite ve Sendika'ların gayretlerine rağmen istenen hedefe ulaşamıyor. Çünkü Kemalizm'in 3. Dünya'ya model olmak bir tarafa Türkiye'de bile çoktan demode olduğunu gören emperyalistler şimdi başka projeler üzerinde çalışıyorlar.
Hatırlanacağı üzere 28 Şubat darbe sürecini bir açıdan "post-modern" ve diğer darbe süreçlerinden farklı kılan sözde sivil toplum örgütlerinin (üniversite, sendika, dernek, meslek odası, vs.) silahlı bürokrasi namına tehdit ve baskı unsuru olarak daha bir öne çıkmasından kaynaklanmaktaydı. Milli Askeri Stratejik Konsept (MASK) çerçevesinde STK'lar güvenlik kaygısını merkeze alarak merkez-kaç siyasete karşı seferberlik haline geçerken, TSK ise adeta demokratik bir sivil toplum örgütü titizliğinde ufuk açıcı örnekler (brifing, andıç, MGK tavsiyesi, psikolojik harp tekniği vd.) sergiliyordu. Böylece Türkiye 20.y.y'ın sonunda, sivil toplumun askerileştiği, askerin sivil toplumcu yapıya dönüştüğü (Ağaç dikme, eğitim, karla mücadele, yaralı kurtarma, çevre koruma vd.) konjonktürde gül gibi geçinip darbe ikliminin kalıcılaşması için demografik ve ekolojik dengenin genleri üzerinde oynamakta tereddüt etmiyorlardı. Fakat askerlerin "En İyi" Diplomat, Eğitimci, Sağlıkçı, İletişimci" imajlarına "En İyi Sivil Toplumcu" imajını eklemeleri basit bir makyaj hilesi olarak hemen fark ediliyordu. Örneğin bu yüzden Menemen Hadisesi vesilesiyle her yıl Teğmen Kubilay'ı anma mesajında Genelkurmay başkanları tarafından tekrar edilen klişe söylemler toplum nezdinde bıktırıcı-usandırıcı olmayı çoktan aşmış, mide bulandırıcı bir diskur olarak algılanıyor.
II- "Topyekün Savaş" Açanlar "Topyekün Fişleme" Yapıyorlar!
Hürriyet Gazetesi'nin 10 Mart tarihli "Askerden Gizli Talimat/Sosyetik Fişleme" manşeti Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın "2004 Haber Toplama Planı" çerçevesinde hazırladığı 13 başlık altında 96 soruyu ihtiva eden 12 sayfalık metni bütün bir toplumun, devletin istihbarat örgütlerince takibat altına alındığını ortaya koyuyordu. Tüm darbe süreçlerinde olduğu gibi 28 Şubat darbe sürecinde de cuntanın psikolojik harb üssü, olmayı bütün gazetelerden daha çok hak eden Hürriyet, silahlı bürokrasinin kendisine dikte ettiği "Topyekün Savaş", "Gerekirse Silahla", "Balans Ayarı" vb. tehdit manşetli o günlerinden bu günlere "Sosyetik Fişleme" manşeti ile okuyucu karşısına çıkarken statükocu bloktaki çatlamayı da adeta deklare ediyordu.
KKK'nın Haber Toplama Planı'yla haklarında bilgi toplananlar şunlar: "Kendini ulusal değerlerin dışında ve üstünde gören AB ve ABD yanlısı kişi ve gruplar", "Azınlıklar ve kendini azınlık olarak görme eğiliminde olan (Çerkez, Roman, Abaza, Arnavut, Boşnak vb.) gruplar", sosyete, sanatçı, internet, cinsellik, uyuşturucu, meditasyon, ruh çağırma, felsefe grupları ile masonlar, tarikatlar, satanistler, Ku Klux Klan vd.
Bölücü örgütler başlığıyla Kürtler'e, irticai faaliyetler başlığıyla da Müslümanlar'a geniş yer ayrılmış. Ama KKK'nın kaymakamlık ve askeri birliklerden 3 ayda bir formda belirtilen bilgileri toplaması talep ettiği istihbarat yönergesinde ana fikir ve nihai hedef şu cümlede vurgulanıyor: "Atatürkçülüğe karşı yürütülen tüm çalışmaların bildirilmesi." Yani devlet aklı sadece İslamcılığı, Kürtçülüğü, Komünizmi değil Atatürkçü olmayan tüm toplum kesimlerini, hatta toplumun kendisini öncelikli tehdit olarak görmektedir. Bu duruma göre toplumda fişlenmemiş, kendisine şüpheli muamelesi yapılmamış normal vatandaş yok gibidir. Mesela; "kendisini ulusal değerlerin dışında gören" ve "maksadı tespit edilemeyen düşünce grupları" vb. gibi muğlak, görece tanımlamalarla "iç düşman ve iç savaş" stratejisi oluşturularak bütün bir toplum fişlenme/takip korkusuyla temel hak ve özgürlüklerinden vazgeçme çizgisine çekiliyor. Silah zoruyla anayasal düzeni değiştirme/Askeri Darbe yapma gerekçesini TSK İç Hizmet Kanunu'nun ilgili bölümüne dayandıranlar bu günlerde ortaya çıkan izleme, fişleme yönergesini de 7 Temmuz 1997 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasında 5442 sayılı il idaresi Kanunu 11/D maddesi gereğince alınması gereken tedbirlere ilişkin protokolü mesnet olarak sunup faaliyetlerin "yasal"lığını iddia ediyorlar. Böylece İstihbarat yönergesinin lokal değil genel bir faaliyet olduğu 2. Zırhlı Tugay Komutanlığı'nın değil Genelkurmay Başkanlığı'nın sorumluluğunda olduğu kabul ediliyor.
Yönergede AB yanlılarının yanı sıra ABD yanlılarının da izlemeye alınması TSK'nın en yakın dostu ve müttefiğinin kendisi için Türkiye'den daha güvenilir ve fonksiyonel partnerler bulmuş olmasının bir rolü olabilir. Fakat bilgi toplanması talep edilen gruplar arasında Amerikalı beyaz ırkçıların siyahilere karşı mücadele için kurduğu Ku Klux Klan örgütü de geçiyor. Bu vurgu muhtemelen Amerikan ordu talimatnamelerinin aynen tercüme edilmesinden kaynaklanıyor. Yani böyle bir tabloda modern eğitimle donatılmış, akademik kariyer yapmış subayların Türkiye toplumunu bir sosyolog titizliğinde ve derinliğinde tahlil ettiği söylemlerinin tam bir palavra, açık bir yalan olduğunun resmidir ortaya çıkan. Ya da tankın arkasına sığınanların yapacağı sosyolojik tespit demek ki bundan ibarettir. Kemalist silahlı bürokrasinin sosyolojik değil olsa olsa otoriter ve totaliter olan karakteri tepeden inmeci, tek tipleştirici ve köleleştirici bir iktidar anlayışı ile hayatiyetini devam ettireceğini düşünür.
Fişleme faaliyetleri ile AB'ye uyum paketleri içerisinde temel hak ve özgürlüklere ilişkin yapılan değişikliklerin kağıt üzerinde kaldığı ve MGK Genel Sekreterliği eliyle Psikolojik Harekat Planları'nın devam ettiği bir kez daha ortaya çıkmıştır. Şeffaflaşma ve demokratikleşme iddiasındaki Ak Parti Hükümeti silahlı bürokrasiye teslim olmak istemiyorsa valilik ve kaymakamlıklara bir genelge göndererek TSK'nın fişleme yönergesinin yasadışı sayılmasını, aksine hareket edip yönergeye cevap verenler hakkında idari ve hukuki işlem başlatacağını beyan etmelidir.
Son dönemde kamuoyunda tartışılan gerek "Komutanlı Panel" gerekse "İstihbari Fişleme" faaliyeti devletin rutin darbe geleneğini canlı tutma faaliyetlerinin birer parçasıdır. AB, Kıbrıs, Yerel Yönetimler Kanunu, YÖK, vb. kanunlarda hükümetin yapacağı değişiklikler statükonun az veya çok mevzi kaybetmesi anlamına gelir. Statükonun 1000 yıl süreceğini ilan ederek bütün bir halka korku saldığı 28 Şubat süreci sıkı bir dayak yedi 3 Kasım ve 28 Mart seçimlerinde. Yaşadığımız günlerin konjonktüründe 28 Şubat Darbe sürecinin girdiği koma halinden çıkması zayıf bir ihtimal. Fakat zayıf da olsa bu ihtimal göz ardı edilebilir değil. Şüphesiz bu husus daha çok darbecilerin tehdit ve zorbalık politikalarına teslim olmayan bir iradenin ilkeli muhalefeti örneklemesiyle mümkün. Muhalefet hareketinin başta kendisi olmak üzere bütün bir toplumun hukuksuzluk, yolsuzluk ve ahlaksızlık sürecinin örgütleyici iradesiyle hesaplaşmaya kararlı adımlarla başlaması darbeci zihniyetin felç edilmesi için gereklidir.