Guardian / 4 Haziran 2013 / Çev: Murat Kayacan
Suriyeli isyancılar tarafından Şii mezhebinin en kutsal türbelerinden birine zarar verildiği yönünde bir arkadaşın Şam'dan araması üzerine fazla bir süre geçmedi ki, Bağdatlı öğrenci Ammad Sadık harekete geçti. İntikam arzusuyla dolu olarak, 21 yaşındaki genç Irak'ın batı çöllerinde altı saatlik bir yolculuk yaparak sınırı geçmek için yola düştü. Amacı diğer savaşçılara birlikte savaşa katılmaktı. O yol, kısa süre önce savaşçılar tarafından kullanılan topraklardan geçen nispeten düzgün bir yoldu. Sadık, Suriye'ye ulaştığında, ülkenin kuzeyini kasıp kavuran Sünni isyancılara değil, başkenti savunan eşit derecede öfkeli Şii gruplara katılmayı planlıyordu.
“Sanki beni şimşek çarpmıştı. Arkadaşım Hz. Zeynep'in türbesini Suudi Arabistan'dan gelen Vahhabilerin ve Afganlıların yok ettiklerini söylüyordu. Anne ve babama söylemek için bile beklemedim. Aklımdan geçen tek şey, hayatımda hiç silah kullanmamış olmama rağmen Suriye'ye gitmek ve türbeyi korumaktı.” dedi Sadık.
Sadık geçen on dört ayda Suriye'deki en güçlü örgüt olarak kendini gösteren Ebu Fadl el-Abbas adlı gruba katılmaya çalışıyordu. Bu grubun mevcut ve daha önceki üyeleriyle yapılmış röportajlar, on bini aşkın gönüllünün geçtiğimiz bir yıl içinde onların saflarına katıldığını ifade ediyordu. Şiilerce kutsal kabul edilen mekânların özellikle altın kubbeli Şam'ın sembolü Hz. Zeynep türbesinin muhafızlığı, bu grubun var oluş nedeniydi. Bu türbe, Suriye'deki savaşın köşe taşlarından biri haline geldi. Şimdi o, muhalif gruplar arasında önemli bir rolü olan Cebhetun Nusra adlı mücahid grubun mücadele alanı.
Ebu Fadl el-Abbas grubunun şöhreti, Bağdat'a ve başka yerlerdeki Şii diasporaya yayıldı. Gönüllülerinin çoğu, Suriye'de savaşmaya giden Şiilere fetva veren meşhur din adamı Ebu'l-Kasım et-Tai tarafından verilen fetva sonucu, geçen sene bu örgütün ortaya çıktığı Irak'taki Şii merkezlerinden gelmektedir. Bu nüfuz, cihada gitmek isteyen genç Iraklıların harekete geçmesine neden oldu ve Irak'ta benzer şekilde kan dökülmesine neden olan olayların üzerinden beş yıl geçmeden, bu defa da komşu bir ülkede mezhepçi bir savaşa toplu destek dalgası ortaya çıkardı.
Kısa sürede Irak'ta savaşa asker alma merkezleri kuruldu. Önce işgalci Amerikan ordusuna ardından da eski dinî hasmına yani Sünni isyancılara karşı saldırılara öncülük eden milis liderler, tekrar mobilize oldu. 2006'da Irak el-Kaidesini İmam el-Askeri'nin Samarra'daki türbesinin bulunduğu başka bir camiyi, düzenledikleri iki saldırı sonucu yok ettiği dönemde olduğu gibi, çekirdek kadrolar -bu sefer Suriye için- yine orduya çağrıldı.
Ebu Fadl el-Abbas adlı örgüte katılan Sadık'ın işi kolay değildi. İlk olarak Iraklı sınır muhafızları ona Suriye'ye geçmemesi tavsiyesinde bulundu. Sonunda, onun ailesine kavuşma hikâyesine inandılar ve onun sınırı geçmesine izin verdiler. O, büyük oranda isyancıların ve hiçbir genç Iraklının destekten uzak bir şekilde karşılaşmak istemeyeceği el-Kaide ile bağlantılı Cebhetun Nusra'nın kontrolündeki Deyr ez-Zor kentine kadar gitti.
Sadık, Ebu Fadl el-Abbas adlı grubun Şam'daki liderlerini buldu ve savaşçı olarak kayıt olmanın beklemediği ölçüde katı kurallı ve sorumluluk yükleyici olduğunu öğrendi. “Tugaya katıldığınız an, Suriye ordusunun emrine girmek zorundasınız. Tugay için savaşmadan önce Beşşar Esed için savaşmanız gerekli. Suriye ordusu size sadece türbeyi değil, Suriye'yi koruduğunuzu bilmek zorunda olduğunuzu da söylüyor.” dedi.
Beklediğinden çok farklı bir muhafızlık görevi karşısında kararlılıktan uzak arayışı ve ev halkından gelen şiddetli baskı sonucu Sadık, savaş arzusunu bastırmak zorunda kaldı ve Bağdat'a döndü.
Ebu Fadl el-Abbas grubu geçen sene Mart ayında faaliyete geçtiğinden beri son aylarda daha da meşhur oldu. Onun savaş meydanında artan rolü, Hizbullah'ın savaşa daha fazla dâhil olduğu özellikle Kusayr kenti sınırındaki saldırılara öncülük ettiği döneme denk geldi. Aynı süreçte yorgun Suriye ordusu bu sayede moral ve enerji kazandı. Kazanılamaz görünmeye başlayan bir savaş şimdi sonu görülebilen bir şekle büründü.
İran’da Silah Eğitimi
Suriye dışından gelen Şiileri bu gruba entegre etmeye yardımcı olan bir işadamı, “Ebu Fadl el-Abbas'ın görev almadığı uzak kuzey ve doğu hariç, hiçbir yerde büyük bir çatışma yok. Onun etkisi çok önemli ve git gide artıyor.” dedi. Sadık'a göre, bu grubun büyüyen teşkilatı Bağdat'ta net olarak görülüyor: “İlk adım Hak Birliği, Seçilmiş Ordu (Mukhtar Army) ya da Irak Hizbullahı gibi Şii İslami direniş bürolarından birine kayıt olmaktır. Sonra da İran'da bir kampa gezi düzenleniyor. Roket atıcılığı, kalaşnikof kullanımı, sniper tüfeği ya da RPG gibi belli silahları kullanmak üzere uzmanlaşmak için İran'da 45 günlük bir eğitim kursuna katılmak zorundasınız. Kurstan sonra, tugaya katılmanız için sizi Suriye'ye götürecek İranlı bir aracıya teslim edileceksiniz.”
Bağdat'ta bir kolej öğrencisi olan Murtaza Akil (21), 2011 yılının sonunda Suriye'deki savaşçılara katılmaya karar verdi. Adını kaydettirdi ve ona iki tercihi olduğu söylendi. Ya Hz. Zeynep türbesine yakın yerlerde ya da Şia için önemli diğer bir mekân İmam Hüseyin'in kızlarından birisi olan Sukayna'ya ait Şii türbesine ev sahipliği yapan Şam'ın güneydoğusunda bulunan Dareyya'da savaşa katılacaktı.
“Suriye'ye giderseniz, ölmek riskiyle beraber orada iki ya da üç ay kalıyor ve sonra iki aylığına eve dönüyorsunuz. Sonra tekrar savaş.” diyor Murtaza. Kalaşnikof eğitimi alan Murtaza, diğer sözde mücahidlerle günde 12 saatlik ağır bir eğitim görmekte. O, İran'daki Meşhed kentine, sonra Beyrut'a, sonra da uçakla Şam'a götürüldüğünü ifade etmekte.
“Başkente götürüldüğünüzde, her gönüllünün hızlandırılmış bir askerî eğitim almak zorunda olduğu türbe yakınlarındaki bir eğitim merkezinde kendinizi buluyorsunuz. Sonra, gönüllülerden dikkatli olmalarını ve güven içinde memleketlerine dönmelerini öğütleyen Ebu Fadl el-Abbas grubunun komutanı Ebu Acib ile görüştürülüyorsunuz. Tüm gönüllüler yurtdışından geliyor. Savaşımız için tüm imkânlarımız var. Her tür silah mevcut ve adeta olmayan bir şey yok. Savaşçılara yemekler, oteller hizmet ediyor. Cep telefonu ve internet kullanımında asla sorun yaşanmıyor.” dedi Murtaza.
Hz. Zeynep türbesinin varlığına rağmen, bölgeyi kontrol etme savaşı, ölümcül bir çıkmaza girdi. “Her gün, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) tarafından mükerrer saldırılara maruz kalıyoruz. Özellikle de havan topu ve ağır silahlarla yapılan saldırılara. Türbeyi koruyabiliyorduk ancak top atışları bizi zor anlar yaşatıyor. Geceleyin saldırılar daha da artıyor. Dört arkadaşım sniperler tarafından öldürüldü. Birisi Iraklı idi, diğeri Lübnanlı ve diğer ikisi de İranlı idi. Otuz beşten fazla kişi de yaralandı. Hz. Zeynep türbesinde Suriye ordusuna ihtiyaç yok. Ebu Fadl el-Abbas Tugayı savaşçıları; yerleşim birimleri, hastaneler, hükümet binaları, polis merkezleri, okullar, camiler de dâhil havaalanından başkente, Golan Tepelerine yakın Dürzi kenti Suveyda'ya kadar her şeyi koruyor.” dedi Murtaza.
Barikatlar üzerinden pürüzlü bir patikadan Şam'ın merkezine ilerleyen ve altın kubbeli türbeyi kuşatan Suriyeli muhalif güçler bu Şii grubu izlemekte. Düşmanlarını, “Şii savaşçıları savaşa davet etmek için Hz. Zeynep'in türbesini bir bahane olarak kullanmakla” suçlayan (Esed rejimini devirmek isteyen ana akım Suriyelilerle mücadeleleri savaştıkları ülke ile pek az ilgili olan cihadi grupların bir karışımı olan) tüm muhalif güçler düşmanlarını lanetliyor.
Ebu Ahmed ve Hz. Zeynep türbesi civarında faaliyet yürüten bir ÖSO komutanı onun ve diğer Sünnilerin o türbeye zarar vermek gibi bir niyetlerinin olmadığını ifade etti. Safındakilerin çoğu, Şii turizminden gelir temin eden mahalli esnaf idi. O, türbenin kuşatılmasının, Şam'ın merkezinde önde gelen Suriye güvenlik güçlerinden dört kişinin bir bombalı saldırıyla öldürülmesinden sonra geçtiğimiz Temmuz ayında başladığını söyledi: “Şiiler silahlarıyla sokaklara indiler ve tüm yolları kestiler ve insanları tutuklamaya başladılar. Birçok (muhalif) savaşçıyı öldürdüler. Sonra Hizbullah elemanlarıyla, Irak Mehdi Ordusu ile ve Suriye Şiası ile türbenin etrafında toplanmaya başladılar. Geçtiğimiz temmuz ayından bugüne, onlarla her gün savaşıyoruz. Türbe etrafında bir tampon bölge oluşturulmasını teklif ettik fakat reddettiler. Türbe yok edilirse en çok kaybeden biz oluruz. Çünkü işimizi kaybedeceğiz.” dedi Ebu Ahmed.
Ebu Hafs adını kullanan Cebhetun Nusra liderlerinden biri, “Bu Şii savaşçılar rejimle savaşın başladığı ilk günden beri mevcut. Biz İran ve Irak'ın Suriye'ye savaşçı gönderdiğini biliyoruz. Bu son zamanlarda herkesçe bilinir hale geldi.” dedi. Saflarında çok sayıda yabancı mücahid bulunduran Cebhetun Nusra, İslam'ın Şia koluna olan nefretini ve türbelere saldırı konusunda istekli oluşunu gizleme konusunda pek az çaba gösterdi.
ÖSO bayrağı altında savaşan gruplar; düşmanları olan rejimin güçlü bir destekçisi saydıkları Şiayı teokratik bir hasım görmeye daha az eğilimlidir. Cephetun Nusra liderlerinden Ebu Hafs, “Şimdi onlar Kusayr'da. Yollarına çıkan herkesi öldürüyorlar, çocukları bile. Onları bıçakla kesiyorlar. Onlarla Şam ve Kusayr'da sürekli savaş halindeyiz. Biz Allah'a, onlar mezarlara tapıyorlar ama biz dinî mekânlara saldırmıyoruz. Bir hafta önce, Suriye ordusundan bir grup kiliseye saklandı. Kiliseye zarar vermemek için saldırıyı iptal ettik.” dedi.
Ebu Hafs'ın “türbelerin koruyucusu” oldukları iddiası, Şii savaşçılar tarafından alay konusu edilmekte. Onlardan biri olan ve Ebu Fadl el-Abbas grubu bünyesinde savaşmak için gönüllü asker olan Hizbullah üyesi Cemal el-Ali şöyle demekte: “Bu isyancıların amacının Suriye'deki Alevi devletini yıkmak ve tüm türbeleri yerle bir etmek olduğunu bilmelisiniz. Hizbullah'a ve Ebu Fadl el-Abbas grubuna karşı sürekli cihad çağrıları yapıyorlar.”
Bağdat'a tekrar dönelim. Sadık, Suriye'deki muhaliflere karşı ikinci kez savaşa katılma hazırlığında. Gelecek yolculuğunun ilkine göre daha başarılı olmasını umuyor. O, kendisine eşlik edecek, onu Beyrut'a sonra da tekrar Suriye'ye ulaştıracak Lübnanlı kadını bekliyor.